Tahran'daki üçlü zirve ve Soçi’deki ikili görüşme Erdoğan’a beşinci askerî harekât için aradığı yeşil ışığı yakmadı. Fakat fiilen başka türden bir ışık yandığı da aşikâr. ABD fren etkisi yapmayan açıklamalarla 'kaygılı' modunda, Rusya ise sessiz. İki taraftan da bir rıza var sanki. Erdoğan bu tür bir tabloyu arkasına alıp kamuoyunu gerçekliği tartışmalı bir ‘U’ dönüşüne hazırlarken Putin de Suriye tarafını yoğurmaya çalışıyor.
Rusya Kürtleri kamyonun altına mı itiyor?” Sanırım pek çok kişinin aklında asılı kalan soru bu. Birinin hedefi, ötekinin kâbusu.
Rusya lideri Vladimir Putin, Suriye Devlet Başkanı Beşşer el Esad ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı kucaklaştıracak formülü arıyor.
Erdoğan 5 Ağustos’taki Soçi buluşmasından bu yana kendi koşullarında uzlaşabileceğine dair mesajlar veriyor. Erdoğan’ın koşulları? ‘Terörle mücadele’ kisvesi altında köhne hevesleri, genişlemeci dürtüleri, müdahaleciliği temin eden koşullar. Esad’ınki ile zıt, taban tabana. Biri “Türkiye askeri güçlerini çeksin ve terör örgütlerine desteğe son versin” diyor. Toprak bütünlüğü ve egemenliğin tesisi için en temel iki koşul. Diğeri Türkiye’nin Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) dağıtıp fiili özerk yapıyı çökertmek üzere yürüttüğü savaşa Suriye devletini paydaş yapmak istiyor. Yanı sıra Esad’ın “terörist” dediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ve şürekâsını Cenevre süreciyle Şam’da iktidara ortak etmeyi hedefliyor. Sığınmacıları geri göndermek için yeniden inşa sürecinde patronluk arıyor. “Yıkmaya vardık, yapmaya da varız” demeye getiriyor. Barış olacak, kasa dolacak!
Mikdad’ın Moskova ziyaretinde ne değişti? Erdoğan’la görüşme neden reddedildi?
Tahran’daki üçlü zirve ve Soçi’deki ikili görüşme Erdoğan’a beşinci askerî harekât için aradığı yeşil ışığı yakmadı. Fakat fiilen başka türden bir ışık yandığı da aşikâr. TSK, MİT ve SMO kara harekâtı başlatmadan adı konulmamış bir savaş yürütüyor. SDG-YPG ile kesişme noktaları ateş altında tutulurken SİHA’larla suikast saldırıları düzenleniyor. ABD fren etkisi yapmayan açıklamalarla ‘kaygılı’ modunda, Rusya ise sessiz. İki taraftan da bir rıza var sanki. Erdoğan bu tür bir tabloyu arkasına alıp kamuoyunu gerçekliği tartışmalı bir ‘U’ dönüşüne hazırlarken Putin de Suriye tarafını yoğurmaya çalışıyor. Bu minvalde Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın 23 Ağustos’taki Moskova ziyareti önemliydi. Erdoğan-Putin pazarlığının detayları paylaşıldı. Mikdad “Biz herhangi bir şart koşmayacağız” diyerek Rus arabuluculuğunu açığa düşürmemeye çalıştı. Fakat cümlesini “Ancak ilişkilerin savaşın başlangıcından önceki haline dönmesi için Suriye topraklarında Türk işgalinin bitmesi gerekiyor” diye tamamlayarak Şam’ın orijinal pozisyonunda kaldığını vurgulamış oldu. Bundan Moskova’da pişen her yemeğin Şam’da yenmediğini de anlamak gerekiyor.
Suriyeli meslektaşım Sarkis Gassarciyan’ın benimle paylaştığı kulis bilgilerine göre Suriye yönetimi uzlaşma teklifine güvenmiyor. Kulislerde “Bu bir seçim oyunu. Erdoğan seçimi kazandıktan sonra eski tas eski hamam yoluna devam eder” deniliyor. Şam’da Türkiye’nin askerlerini çekeceğine kimse inanmıyor. Bu yüzden çekilme ve silahlı gruplara desteğin bitirilmesi ön şart olarak korunuyor. Yetkililer “Güvenmemiz için somut adımlar gerekiyor. Çekilme ve teröristlere desteği durdurma en önemli adım. Ondan sonra diğer konular masaya yatırılabilir” diyor. Bu gerekçelerle liderler düzeyinde görüşmeye sıcak bakılmıyor.
Gassarciyan “Kısa sürede bu seviyede bir diyalog olmaz. Çünkü Erdoğan kesinlikle çekilmez. Çekilmezse Şam da diyaloğa girmez. Ruslar ve İranlıların güvencesiyle Erdoğan’a biraz olsun güven duyulabileceğine dair en ufak görüş paylaşılmadı” diyor.
Peki Putin bastırırsa Esad direnebilir mi? Gassarciyan “Rusya baskı yapıyor ama etkilemez. Rusya ‘bir görüşün’ diye ısrar etti ama Şam kabul etmedi. Rusya’nın daha fazla baskı yapma şansı da yok. Önceleri Rusya Şam’a kızdığında Türkiye’yi harekete geçiriyordu. Bölgedeki atmosfer artık bu tür manevralara uygun değil. Mesela şimdi Türkiye, İdlib’den baskı yapsın Suriye çok sert yanıt verir” görüşünü paylaşıyor.
Beri tarafta yeni süreçle bağlantılı kritik bir atama gerçekleşti. BM Daimi Temsilcisi iken yıldızı parlayan, Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in ölümü üzerine Dışişleri Bakan Yardımcılığı’na getirilen Beşşar el Caferi, Moskova Büyükelçiliği’ne atandı. Atama Esad’ın Ankara-Moskova-Şam üçgenindeki müzakere masasını sağlam tutma çabası olarak görülebilir.
32 kilometre inadı ve Rusya’nın oyun planı
Erdoğan kendi koşulunu 25 Ağustos’ta Ahlat’ta Malazgirt coşkusuyla tekrarladı: “Güney sınırlarımızı bir uçtan diğer uca 30 kilometre derinliğinde bir koridorla güvence altına alana kadar mücadelemizin bitmeyeceğini tüm dünyaya bir kez daha ilan ediyorum… Bize ‘Sakın ha!’ diyerek parmak sallayanların riyakârlıklarının farkındayız… Kendi planlamamıza göre bu operasyonları sürdüreceğiz.” Esad’ın önkoşullarına karşı öfkeyi de yansıtan bir çıkıştı.
Bu durumda Putin iki yakayı nasıl buluşturacak? MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriye Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Tümgeneral Ali Memlük arasında Moskova, Lazkiye/Hmeymim ve Tahran’da gerçekleşen görüşmelerde görüş ayrılıkları giderilemedi. Şark’ul Evsat’ın iddiasına göre bu görüşmelerde Suriye tarafı Türk ordusunun çekilmesi için bir takvim belirlenmesini, silahlı gruplara desteğin kesilmesini, İdlib ve Bab el Hava sınır kapısının kontrolünün yönetime teslim edilmesini istedi. Türkiye ise PKK ve YPG’ye karşı ciddi bir yaklaşım sergilenmesi, 30 kilometre derinliğinde güvenli bölgelerin inşa edilmesi, siyasi çözüme yönelik muhaliflerle müzakerelere girilmesi ve anayasa komitesi çalışmalarının desteklenmesinde ısrarcı oldu. Arabuluculuk rolüyle askeri operasyon planını durdurduğunu düşünen Rusya ise tarafların pozisyonlarını törpülemeye çalışıyor. Rus bakışına göre Türkiye nasıl olsa bir aşamada Suriye’den çekilecek ama şimdi acil mesele bu değil. Önce “Suriye ve Türkiye hemfikir oldukları husus olan ‘Kürt ayrılıkçı hareketleri’ ile mücadeleye odaklanabilir.”
Orta yol için bir formül üzerinde çalışan Rusya, Türk tarafına güvenlik garantileri verilmesine karşın İdlib ve M-4 yoluyla ilgili adım atılması üzerinde duruyor. Güvenlik garantisi 1998 Adana Mutabakatı’nın güncellenmesini içeriyor.
Şark’ul Evsat’ın sözünü ettiği takvimin içeriği bilinmiyor. Ama tahmin yürütürsek ortaklık sürecinin başına Soçi ve Moskova mutabakatlarının gereğinin yapılmasını koyabilirler. Yani evvela M-4 yolunun açılması, İdlib’deki terör örgütlerinin elimine edilmesi ve ‘güvenli bölge’nin silahlardan arındırılması. Mutabakatlarda İdlib’in hükümete devri yazılmasa da Astana sürecindeki tüm metinler Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin tesisini bir hedef olarak belirliyor. Bu amaç doğrultusunda Türkiye’den kontrol ettiği bölgeleri aşamalı olarak bırakması istenebilir.
Şam’ın koşulları dikkate alındığında Erdoğan 30 kilometre şerit ısrarıyla uzlaşma teklifini geçersiz kılmıyor mu? Yoksa Kürtleri hedefe koyan yeni bir ortaklığın önünü açmak için bu şekilde baskı mı kuruyor?
Erdoğan’a verilecek yanıt konusunda Şam ve Moskova’nın Kürt meselesine bakışı önem kazanıyor. Rusya’nın ortak bildirilere yansıyan “ayrılıkçı gündeme karşı durma” vurgusuyla özellikle ABD’nin askeri varlığını hedef aldığı varsayılıyordu. Aynı zamanda bu vurgu, Ankara ile stratejik ilişkilere verilen önemin altını çiziyordu. Şimdi askıya çıkan soru şu: Kürtler için kültürel özerklik formülünü Astana’nın ilk aşamasında masaya getirmiş olan Rusya pozisyonunu hepten değiştirdi mi? Yoksa Türkiye’yi kendi çözüm sürecine ortak etmek için ikili bir oyun mu kuruyor?
Kürt tarafı nasıl görüyor?
Şark’ul Evsat’ın aktarım şekli esas alınırsa Rusya’nın pozisyonunda sapma olup olmadığı sorusu daha önem kazanır. Son durumla ilgili Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Yürütme Meclisi Eş Başkan Yardımcısı Bedran Çiya Kurd ile biraz hasbihal ettim. “Rusya’nın Türkiye ile Suriye arasındaki arabuluculuğu, Moskova’nın Kürtlere bakışını tamamen değiştirdiği anlamına mı geliyor? Rusya kültürel özerklik önerisinde bulunmuştu. Türkiye ile stratejik yakınlaşma, Rusya’nın artık Kürtlerin kazanımlarını düşünmediği ve yeni bir yola girdiği anlamına mı geliyor? Moskova’dan Kürtlere yeni durumla ilgili bir mesaj var mı?” diye sordum.
Bedran Çiya Moskova’nın ana rotasını “Tüm Suriye coğrafyasında kontrolünü yaymak için rejimi desteklemek” şeklinde tanımlarken Kürtler faslında “Özerk Yönetim ile Şam arasındaki mesafeyi kapatmak için eskisi gibi çalışıyor. Ve biz hâlâ Rusya’nın Suriye politikasında Kürtlerin kültürel haklarının desteklenmesi konusunda bir sorun (değişim) olmadığına inanıyoruz” diyor. Fakat özerk yönetim kurumlarının devletin kurumlarıyla birleştirilmesi başta olmak üzere temel meselelerde Şam’la vizyon farklılığının olduğunu ve temaslarda bu konulara değinilmediğini de vurguluyor. Kürtlerin somut siyasi adımlara ve anayasa değişikliğine ihtiyaç duyduğunu belirtirken Cenevre sürecine dahil edilmediklerini hatırlatıyor.
Peki, Suriye yönetimi, Türkiye ile barış adına Fırat’ın doğusunda Kürtlere karşı savaşa katılır mı? Kürtlerin yeni gelişmeler üzerine Şam’la bir teması oldu mu? Türkiye’nin uzlaşma teklifi Suriye’nin tutumunu değiştirdi mi?
Bedran Çiya’nın yanıtı şöyle:
“Suriye hükümetini bütün yollarla özerk yönetime karşı ortak harekete çekmek için Türkiye’nin girişimleri söz konusu. Fakat biz rejimin bu riski alıp özerk yönetime karşı askeri bir çatışmaya gideceğine inanmıyoruz. Bu tam anlamıyla intihar olur… Şimdiye kadar var olan iletişim askeridir ve sahadaki koordinasyonla sınırlıdır, henüz siyasi aşamaya geçmiş değildir… Kürtler ve diğer halkların hakları dahil özerk yönetime yönelik Şam’ın pozisyonu değişmedi. Bu olumsuz bir pozisyondur. Kürt sorununu ve genel olarak Suriye krizini çözmeye yönelik siyasi bir vizyon yok. Stratejik düşünce bütün siyasi ve güvenlik özellikleriyle birlikte 2011 öncesine dönüş yönünde. Bu siyasi çözüm projesi değil.”
Özerk yönetim kurumlarına Suriye devleti içinde yasal statü verme olasılığı tamamen ortadan kalktı mı? Kürtler kamyonun altına mı itiliyor?
Bedran Çiya “Elbette iki rejim arasında normalleşme girişimi Suriye halkının, özellikle Kürtler ve özerk yönetimin çıkarına olmayacaktır. Çünkü Türkiye’nin amacı bunu yok etmek, bu temelde Şam’a yaklaşmak istiyor. Suriye’nin büyük bir parçasında işgalci olduğu ve aşırılıkçı cihatçı grupları desteklediği düşünülürse” deyip ekliyor:
“Bütün Suriyeliler bu normalleşme konusunda endişeli ve bunu Suriye halkının çıkarlarına düşmanca bir pozisyon olarak görüyor. Kürtler, Araplar ve Süryaniler dahil özerk yönetimin bütün etnik, siyasal ve sosyal bileşenleri kendilerini hedef alan bütün planlara karşı ortak bir duruşa sahip; bunu kabul etmeyecekler ve Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde ulusal kazanımları korumak için çalışacaklar.”
Son sorum: Son gelişmelerle ilgili ABD tarafından Kürtlere bir mesaj geldi mi?
Yanıt: “Amerikan tarafı uluslararası koalisyon çerçevesinde terörle mücadelede SDG’yi desteklemeyi sürdüreceklerini teyit etti.”
Kürtlere göre Rusya ve ABD, 2019’da Ankara ile imzalanan mutabakatların gereğini yerine getirmiyor. Bu iki ülke ateşkesin garantörü olmasına rağmen SİHA, obüs topları ve havanlarla yapılan saldırılara göz yumuyor. Uluslararası koalisyon isterse Türkiye’yi durduracak bir pozisyon alabilirdi ama almadı. Nihayetinde saldırılar IŞİD’in yeniden organize olmasına da zemin hazırlıyor.
Şam-Ankara hattında uzlaşma gündem olduğundan beri Kürtler, “YPG, Özgür Suriye Ordusu’na katılmış olsaydı Esad yönetimi yıkılmış olurdu” argümanını daha sık kullanıyor. Ankara 2013’te PYD lideri Salih Müslim’le görüşmelerde Kürtlere bu tür bir istikamet vermeye çalışmıştı. Kürtler arasında çıtayı biraz daha yükselterek “Kürtlere karşı Türkiye ile birlikte düşmanlık Suriye’yi parçalar” diyenleri de görüyoruz.
Erdoğan işi “Ya onlar ya biz” noktasına getirirse Şam’ın nihai tutumu ne olur?
Gassarciyan Şam’daki havayı şöyle aktarıyor: “Bunu bir Kürt sorunu olarak değerlendireceksek bu Şam ile Kürtler arasında bir meseledir. Türkiye’nin dahil olacağı bir sorun değildir. Nasıl ki biz Türkiye içindeki Kürt sorununun nasıl çözüleceğine karışmıyorsak Ankara da Suriye’deki Kürtlerle ilgili soruna müdahil olamaz. Ankara’nın tek bir hakkı var; o da Suriye’den Türkiye’ye bir tehdidin oluşmaması yönünde garanti almaktır. O tehdit de işgal bittikten sonra durur. İşgalden önce hiçbir tehdit yoktu.”
Gassarciyan’a göre bu tutum Kürtlere istedikleri özerkliği verecekleri anlamına gelmiyor. “Ama Türkiye ile anlaşıp Kürtlere baskı uygulamak gibi bir senaryoya da yer yok. Kulislerde yerel özerklik konuşuluyor. Yani Suriye kanunları çerçevesinde seçimlerde belediyeleri alıyorlarsa alsınlar. Ama ekonomik ya da siyasal özerklik yok. Kürtçenin resmi dil olarak kabul edilmesi değil ama okullarda okutulmasına açıklar. YPG’nin sistemin içine dahil edilmesi yönünde askeri olarak bir çözüm de konuşulmuyor. Şam, Türkiye’nin askeri operasyonuna karşı kesinlikle tavır alacak. Kürtler aleyhine Türkiye ile anlaşıp alan açmak yok” diye ekliyor.
Yani Esad Kürtleri ne mutlu eder ne de Erdoğan için ezer! Peki Kürtleri bununla kazanabilir mi? Bu yaklaşım ABD’nin gidişini garantiler mi? Sorulacak soru çok.
Esad özerkliği bir bölünme senaryosu olarak görse de yerel yönetimler yasasını genişleterek adem-i merkeziyetçi bir çözüme sıcak bakıyordu. Türkiye’nin 30 kilometrede Kürt karşıtı bir kemer için bu denli diretmesi adem-i merkeziyetçi bir çözüm konusunda Şam üzerinde biriken baskıyı hafifletiyor. Kuzey sınırlarında cebir ve şiddet Şam hesabına teslimiyet koşullarını dayatıyor. Şam-Ankara hattında olası bir barışın bedelini Kürtlere ödetme ihtimali ciddiyet kazanıyor.
Kaynak: Gazete Duvar