Azizi'nin yazısı şöyle:
Rusya’nın Çok Katmanlı Suriye Politikası İran İçin Endişe Kaynağı
Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki Soçi kenti daha çok turistik bir mekân olarak biliniyordu ama son zamanlarda diplomatik bir merkeze dönüştü. Soçi’de yabancıların ilgisini şimdi en çok Suriye konulu görüşmeler çekiyor. Rusya, İran ve Türkiye liderleri, Suriye’nin geleceğine yönelik çalışmalarını koordine etmek üzere 22 Kasım’da Soçi’de üçlü bir zirve yaptı. Bundan bir gün önce ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Soçi’de Suriyeli mevkidaşı Beşar Esad’ı ağırladı, iki liderin sıcak kucaklaşması medyada büyük ilgi çekti. Rusya, ayrıca Suriyeli farklı grupların katılımıyla yine Soçi’de ulusal Suriye kongresi düzenlemek istediğini duyurdu. Toplantıda Suriye’deki siyasi sürecin ve yeni bir anayasanın görüşülmesi planlanıyor.
Daha geniş açıdan bakıldığında Rusların savaş sonrası dönem bağlamında Suriye sahnesinin başoyuncusu olmaya çalıştığı söylenebilir.
Her şeyden önce Ruslar Astana sürecindeki ortakları İran ve Türkiye’yle çeşitli toplantılar düzenleyerek, aynı zamanda sahadaki gelişmelere yön verilmesinde İran ve Rusya’nın Şam yönetimine sağladığı askeri desteğin önemini vurgulayarak kendilerini İslam Devleti (İD) ile diğer terörist gruplara karşı sağlanan askeri başarının ana direği olarak kabul ettirmek istiyor. Moskova’nın ABD önderliğindeki İD karşıtı koalisyonu sık sık eleştirmesi, terörle mücadelede ciddi olmamakla suçlaması da aynı çerçevede yorumlanabilir. Başka bir deyişle Ruslar şu mesajı vermek istiyor: Eğer Rusya’nın çabaları olmasaydı ne ABD hâkimiyetinin sonu gelir ne de İran’la Türkiye’nin Suriye’deki askeri planlarını uzlaştırmak mümkün olurdu.
İkincisi Moskova, Astana kulvarını BM aracılığındaki Cenevre sürecinin alternatifi olarak değil bütünleyicisi olarak gördüğünü defalarca vurguladı. Rus Uluslararası İlişkiler Konseyi Direktörü Andrey Kortunov’un deyimiyle “Astana’da Suriye savaşının yangınını söndüren bir itfaiye ekibi çalıştıysa Cenevre’de de Suriye devletinin binasını onarmak için mühendis ve tasarımcılar çalışacak.” Ancak burada hassas bir nokta var: Moskova’nın hem Cenevre hem Astana kulvarlarında aktif olması onu Suriye krizine dâhil olan iki ayrı oyuncu grubu arasında tek bağlantı haline getiriyor.
Üçüncüsü Moskova ulusal Suriye kongresi girişimiyle önümüzdeki geçiş sürecinde Suriye’deki iç siyasi denklemde de son sözün sahibi olmak istiyor. Türkiye’nin Kürt grupların siyasi sürece katılımına itiraz etmesi, bazı muhalif grupların da Esad ve hükümetin müstakbel rolleri konusunda sert tutumlar takınması nedeniyle Moskova kongreyi ertelemek zorunda kaldı ancak attığı adımlarla farklı Suriyeli gruplar arasında arabulucu olma isteğini yansıtıyor.
Buradaki kilit soru şu: Rusya’nın Astana sürecindeki ortakları onun çok katmanlı Suriye politikasına nasıl bakıyor?
İran açısından bakıldığında İran’ın belli başlı bazı kaygılarının Soçi zirvesinde benimsenen ortak bildiride dikkate alındığı görülüyor. Bildiride geçiş sürecinin başlaması için herhangi bir ön koşul öne sürülmeden Suriye’nin birliğini ve toprak bütünlüğünü korumak gerektiği vurgulanıyor. Türkiye’nin “Esad gitsin!” ısrarını daha fazla sürdürmeden bildiriye imza koyması İran için bir diğer başarı oldu.
Ancak tüm bunlar İran’ın Rusya’nın planları karşısında tümüyle güvende hissettiği anlamına gelmiyor. Her şeyden önce Moskova’nın Cenevre kulvarını siyasi sürecin parçası sayma eğilimi, Tahran tarafından Suriye’deki uzun vadeli menfaatleri açısından sıkıntı olarak görülüyor. Hatta İran’a göre Cenevre süreci zaten İran’ı ve Suriye’de onunla birlikte hareket eden güçleri dışlamak için tasarlandı ve İran ancak Suriye’de terörle aktif bir şekilde mücadele ederek rolünü ve menfaatlerini diğer oyunculara en azından geçici olarak kabul ettirdi. Dolayısıyla Cenevre kulvarındaki hedeflerin yeniden geçerlilik kazanması İran’ın menfaatlerini doğrudan tehdit edebilir. Nitekim Soçi’deki üçlü zirvede bir tek Putin açıkça Cenevre sürecini sürdürme gereğinden bahsetti, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ana vurgusu ise Suriye’nin geleceğine Suriye halkının karar vermesi gerektiği şeklinde oldu.
İran’ın ikinci kaygısı, Rusya’nın Suriye krizine dâhil olan herkesle çalışma politikasından kaynaklanıyor. Örneğin Putin Esad’la görüşmesinin ardından ABD Başkanı Donald Trump’ı, Suudi Kralı Selman Bin Abdülaziz El Suud’u, Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah El Sisi’yi ve İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yu arayarak Soçi zirvesinin sonuçları hakkında ayrı ayrı bilgi verdi. Kuşku yok ki ABD, Suudi Arabistan ve İsrail’in Suriye’ye ilişkin hesaplarını İran temel menfaatlerinin aleyhine görüyor ve dolayısıyla Rusya’nın bu oyuncularla yapabileceği anlaşmalardan kaygı duyuyor.
Rusya ve ABD liderlerinin kasımda Vietnam’daki APEC zirvesinde yaptığı ortak açıklama bu bağlamda iyi bir örnek teşkil ediyor. Açıklamada yabancı güçlerin Suriye’den çekilmesine yönelik bazı imalar yer aldı. Rusya’nın İran’ı Suriye’den çıkmaya zorlamak için doğrudan baskı uygulaması son derece düşük bir ihtimal. Ancak Lübnan Hizbullahı’nın veya İran yanlısı başka grupların “yabancı güç” olarak tanımlanması Moskova’yı pek rahatsız etmez ve böyle bir durumda İran’ın Suriye’deki konumu zayıflayabilir.
Son olarak her ne kadar Soçi’de üç lider de ulusal Suriye kongresinin gerekliliğine vurgu yapsa da buradaki başrol Moskova’ya ait olacak. Bu bağlamda Rusya’nın meşru muhalifler olarak görüp kongreye davet edeceği gruplar İran’ın görüşüyle tam olarak uyuşmayabilir. Nitekim Rusya’nın altı yıldır süren Suriye krizi boyunca ilişki kurmaya çalıştığı grupların bazıları İran tarafından radikal, hatta terörist sayılan gruplardı. Bu görüş ayrılıklarının bir örneği Ahrar El Şam konusunda yaşandı.
Sonuç olarak Soçi zirvesi yaygın olarak üç ülkenin savaş sonrası dönemde de Suriye’deki çalışmalarını koordine etme isteğinin işareti olarak yorumlandı. Ancak Moskova’nın siyasi sürecin merkezine kendini oturtma çabası ileriki aşamalarda İran’la arasını açabilir ve bu da Suriye’de şu ana dek başarılı süren ortaklığı sıkıntıya sokabilir.
NOT: , Şehit Beheşti Üniversitesi İktisat ve Siyaset Bilimi Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapıyor, ayrıca Tahran’daki İran ve Avrasya Araştırma Enstitüsü’nün (IRAS) bilim kurulunda yer alıyor.