Seçimleri geride bıraktık fakat tartışmalar devam ediyor. Ortak noktası ‘yakınma’ olan bu tartışmaları yürüten çevrelerin şikâyet ettikleri konuların başında, Kürdistan’da yaşamakta olan Kürtlerin oy kullanmaktaki tercihleridir.
Kimisi, bu kadar baskı ve şiddete rağmen, AKP ile MHP’nin hala Kürdistan’da oy almasına, oylarını arttırmasına şaşırıyor. Şaşırtıcı olan bir diğer gerçek ise, Türk Devleti’nin Kürtlere yönelik inkar, asimilasyon ve imha siyasetinin kurucu temsilcisi olan CHP’nin yeniden bir ‘’umut’’ olarak öne çıkarılması ve kısmen de olsa Kürtlerden destek bulmasıdır.
Seçim sonuçlarıyla ilgili beklediğini bulamayan bir başka kesim ise, açıkça Türkiye partisi olduğunu söyleyen ve Kürtlerle ilgili somut bir önerisi olmayan HDP’nin Kürtler tarafından kendi partisi olarak algılanmasına ve Kürtlerin büyük bir kısmından oy almasına şaşırıyor. HAKPAR’ın bağımsız adaylarının bu kadar az oy almasını şaşırtıcı bulunlar da var. Kimisi de seçimlere katılmamış olmasına karşın, izlemiş olduğu politika nedeniyle PAK gibi partileri eleştiriyor.
Bu eleştiri ve yakınmaların her birinde ‘doğru’ olarak değerlendirebileceğimiz hususlar vardır fakat her bir görüş, içinde bulunduğumuz şartları yeterince dikkate almadığı için, gerekli dersleri çıkarmak bakımından ciddi derecede ‘eksiktir’. Amaç bağcıyı dövmek değil de üzüm yemek ise, her bir çevrenin daha soğukkanlı düşünmesi ve gerçek sebeplere ulaşarak görüş oluşturması gerekir. HDP Barajı aştı diye sevinenlerin tutumu ne denli eksik ise, seçimde aldığı oylara ilişkin ciddi bir değerlendirme yapma ihtiyacı duymayan ve hatta sonuçları’’başarı’’ olarak göstermeye çalışan HAKPAR’ın tutumu da bir o kadar yanlıştır.
Sosyal yapı
Paradoks gibi görünen bu kafa karıştırıcı durumu izah etmeden önce, seçim sonuçlarının tartışıldığı coğrafyanın sosyal yapısı hakkında birkaç söz etmekte yarar var.
Kuşkusuz sosyal yapı ile siyaset arasında doğrudan bir eşitlik işareti yoktur. Zaman zaman siyaset sosyal yapıyı etkiler ve onu, kendi yapısını da değiştirecek olan yeni bir siyasal düzenin kurulması için harekete geçirebilir fakat bazen de sosyal yapı siyaseti kendi çekim alanında tutar ve onu, kendi çıkarları doğrultusunda bir siyaset izlemeye mecbur kılabilir.
Bu konuda belirleyici olan husus, sadece siyasetin talepleri ile sosyal yapının durumu değil, bunların yanısıra, içinde bulunulan somut şartlar ve ‘zamanın ruhu’dur da... Eğer böyle olmasaydı kendi sınıfına ihanet eden burjuva aydınları ile varlığı bile kabul edilmeyen bir halkın ‘okumuş’unun işgalci kuvvetlerle işbirliğini izah edemezdik.
Genel geçer bir deyişle Kürtler, homojen değil, heterojen bir topluluktur. Kürdistan’da yaşamakta olan farklı etnik gruplar bir yana, ‘Kürtler’ dediğimiz sosyal yapı dahi sınıflı bir toplumdur. Zengini, yoksulu, orta hallisi vardır. Bir hayli çözülmekle birlikte Kürdistan’da en eski sınıftan (ağalık) en modernine (proletarya) bütün sosyal kesimler mevcuttur. İnanç olarak da Kürdistan oldukça çeşitlilik arz eder. Belli başlı dinlerin yanında yine en ‘eski’ inançlardan en ‘yenisine’ hemen bütün dinler mevcuttur. Bu dinlere mezhepleri de eklediğimizde, oldukça farklı bir sosyal-etnik-dinsel-mezhepsel toplulukla karşı karşıya olduğumuz kendiliğinden anlaşılır. Doğal olarak siyasetteki durum, bu realite ile ilişki içinde şekillenecektir ve bunu göz önüne almadan sağlıklı bir tahlil yapmak mümkün değildir.
Ulusal kimliğin kendinden hareketle tanımı
Tarihsel olarak teşekkül etmiş bu sosyal yapının, doğal olarak, ‘kendine göre’ bir siyasal talebi, bir ‘ulus’ ve ‘ulusal çıkar’ tanımı vardır. Tarihte çokça örneğini gördüğümüz ve günümüzde ancak ‘lokal’ olarak tanımlayabileceğimiz ayaklanmaların başarısızlığında bu realite başat rol oynar. Koçgiri ayaklanması ile Dersim katliamını geniş bir parantez olarak alırsak, bu parantez içinde yer alan her bir hareketin ‘kendisine göre bir Kürt’ tanımı ve eylem anında Kürdistan’a ilişkin somut talepleri olduğunu rahatlıkla tespit edebiliriz fakat neden birlikte hareket etmediklerine gelince şunu görürüz: Bu ‘lokal’ hareketler ‘kendilerine göre Kürt’ olmakla birlikte, birbirlerine göre ‘farklı Kürtlük tanımına’ sahiptiler ve bu nedenle eylemlerinin gerekçesi haline getirdikleri talepler, ‘diğer’ kesimlerce ya sorun olarak algılanmadı ya da kendi ‘Kürtlük’ tanımlarına uymadığı için yeterli derecede dikkate alınmadı.
Bu durum günümüzde önemli ölçüde azalmış görünüyor. ‘Ulus’ ve ‘ulusal çıkar’ bütün kesimler bakımından aynı kavramlarla izah edilebiliyor fakat ulusal siyasete ilişkin takip edilmekte olan farklı yol ve yöntemlerin, bütünüyle ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir. Ulus ve ulusal çıkar, hala bütünsel anlamda ortak bir izah bulabilmiş değildir. Örneğin Kırmancki konuşan ve Kırmanc olan kesimler kendilerini Kırd u Kırmanc olarak tanımlarlar fakat bu tanımda yer alan toplumsal ve kültürel veriler, Kürdistan’ın farklı yerlerinde Kurd ve Müslüman olanlarla üst üste binmez. Ezidiler Kürt’türler. Ama Müslüman Kürt Ezidiyi nasıl ‘farklı’ görüyorsa, Ezidi Kürt de Müslüman Kürdü ‘farklı’ görüyor. Her biri kendisi için mücadele etmekten geri durmasa da birlikte ortak değer haline getirdikleri bir ‘mevhum’ için mücadele etme konusunda çoğu kez ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Her bir parçada muhatap oldukları egemen baskının, kendi aralarındaki muhtelif farklılıkları (din, mezhep, dil) önemsemeden bütün Kürtleri hedef aldığını görseler de bunu idrak etmeleri ve birlikte hareket etmek adına ikincil kılmaları konusunda yaşanan sorun ve güvensizlikler hala devam etmektedir.
Siyasi gruplaşma
Bu sosyal yapı ve ona ilişkin farklı tanımlama ve konumlanma, siyasal alanın da konusudur. Siyaset bu heterojen alanda cereyan ettiğine göre, ondan etkilenecek, kimi zaman onun etkisine girecek kimi zaman da onu kendi siyasal talepleri doğrultusunda şekillendirecektir. Yaşamakta olduğumuz durum, bu gerçeklikten hareketle değerlendirilirse, kabul edilmesi zor olsa da anlaşılır olduğu görülecektir.
Ülkemizde, ‘geleneksele dayalı’ siyasal yapılanmalar olduğu gibi, kapitalizmin gelişmesiyle çözülen yapıdan ortaya çıkan sınıf ve katmanlara göre siyaset yapan partiler de mevcuttur. Geleneksel değerler üzerinde yükselen partilerin Kürtlük tanımı ve buna göre siyasal duruşları ile esas olarak modern kesimlere dayalı siyaset yapan patilerin Kürtlük tanımı ile buna göre siyasal duruşları oldukça farklıdır. Yanı sıra, her bir blok içinde yer alan kesimlerin kendi aralarında da farklılıklar vardır; yakın bir geçmişe kadar inançlarını kimliklerinin önüne koyarak kendisini tanımlayanlar vardı, hala vardırlar, fakat bunlardan bir kısmı, artık, inançlarını bir kenara itmeden, kimlikleri için siyaset yapmanın mümkün ve gerekli olduğuna inanmaktadır. Bunun gibi, gelenekseli dışlamadan, esas olarak milli kimlik üzerinden siyaset yapan kesimler de mevcuttur fakat siyasal çözüm adına bu kesimler arasında tam uyumun olduğunu söylemek mümkün değildir. Eşitlik temelinde çözümü ya da bağımsızlığı savunanlar olduğu gibi, mevcut statüko içinde ‘kabul edilebilir bir çözüm’ talep edenler de vardır. Sosyal yapı nasıl ‘dinamik ve geçişken’ ise, siyaset alanı da ‘dinamik ve geçişken’dir. Fakat bütün kesimleri bağlayan ya da motive eden ortak bir ‘kavram’ olarak ‘milli kimlik’ bilinci ve bunun gerektirdiği davranış biçimi, geçmişe nazaran gelişme kaydetse de henüz istenen düzeye ulaştığını söyleyemeyiz.
Bu sadece Kürtlere özgü bir durum da değildir; milli mücadelenin yürütülmekte olduğu birçok ülkede bu böyle olmuştur. Gerek Avrupa’da gerekse Afrika’da bunun birçok örneğini görebiliriz. Bizde farklı olan, herhangi bir yerde görülenin aksine, iç dinamiklerin oldukça dağınık ve her birinin kendine göre bir mücadele ‘kavram’ ve ‘tanımının’ olması ve buna dayanarak ‘egemenler’ ile ortak bir ‘payda’ oluşturmasıdır.
MHP ve AKP neden hala oy alıyor?
Bu tablo çerçevesinde, seçim sonuçlarına baktığımızda, ‘kendilerini tanımlama ve siyasal alanda tutum alma’ konusunda hem MHP’ye hem de AKP’ye oy çıkmasının birtakım anlaşılır sebepleri olduğu görülecektir.Başlıca sebepleri sıralayacak olursak:
Birincisi, kabaca tanımlarsak, dünden bugüne Türk Devleti’nin Kürdistan’da sağlamış olduğu ‘işbirlikçi ilişki’lerdir. Kimi aşiretler ve dinsel cemaatler hala devleti temsil eden AKP-MHP ortaklığına destek vermektedirler. Bunların yanısıra, Türk sermayesi ile ilişki içinde olan yerel sermaye grupları, gönüllü ya da zoraki, imtiyazı elinde bulunduran AKP’yi desteklemeyi kendi menfaatlerine uygun görmektedirler.Türkiye’de olduğu gibi Kürdistan’da da yeni yeni palazlanan ticaret burjuvazisi ve rantçı sermaye, kendi geleceklerini bu iktidarın devamında görmektedirler. Türk Devleti’nin resmi ve sivil unsurları da ciddi bir yekün oluşturmaktadırlar ve bunlar yönlendirilmeye açık kesimlerdir.
İkinci sebep, son seçimlere özgü olduğu anlaşılan, örneğine Suruç’ta rastladığımız türden, T.C devletinin, Kürdistan’da ‘işini oldukça ciddiye alması’ ve iktidar blokuna mümkün olduğu oranda yüksek oy çıkmasını sağlamak için gerekli ‘açık ve gizli’ her türlü operasyonu yapmasıdır. Suruç’ta, siyasal eğilimi bilinen bir aileye açık bir baskın yapıldı ve gözdağı vermek için herkesin gözü önünde cinayet işlendi. Bu yeterince büyük bir tehditti fakat HDP dahil seçimlere giren diğer partilerden hiçbirinin ciddi bir tepki göstermemesi, bu tehditin halk üzerindeki etkisini daha bir arttırdı.
Üçüncüsü, birçok yerde gözlenen manipülasyon, hile ve oy çalma operasyonlarıdır. Kimi yerlerde, daha sandıklar kurulur kurulmaz oylarla dolu olduğu görüldü. Kimi yerlerde, resmen gasp edilen sandıklar, belli kişiler tarafından kullanılan oylarla dolduruldu. Diyarbakır gibi kimi yerlerde, ellerinde oy pusulasıyla seçim mahalline girmeye çalışan birileri kameralara yakalandı. Daha önemlisi, AA’nın, kimden ve nasıl aldığı belli olmayan ‘ıslak sonuçları’ YSK’dan önce açıklaması ve bunun da ‘resmi sonuç’ olarak kabul edilmesidir.
Dördüncüsü, özellikle kırsal alanda, devletin kullandırttığı mükerrer oylardır. ‘Güvenlik görevlileri’ birçok sandıkta oy kullandı. Bu konuda birçok örnek var; en ilginci, Afrin’de bulunan ‘birilerinin’, ‘güvenlik görevlisi’ olarak gelip oy kullanırken yakalanmasıdır.
Beşincisi, Kürdistan halkının, son birkaç yıldır, örneğine az rastlanır bir ekonomik ve siyasal baskıyla karşı karşıya kalmasıdır. Hendek faciasının toplumda yaratmış olduğu maddi hasarın ötesinde, devlet terörü karşısında yaşadığı yalnızlık neticesinde bizzat yaşadığı daha büyük tahribat, bilinçlerde oluşan ve ulusal onuru yerle bir eden manevi tahribattır. Bu türden bir yaralanmanın iki sonucu olabilir: birincisi, daha büyük bir enerjiyle tepki göstermek, ikincisi, yorgun düşüp egemenin istediği şekilde hareket etmek. Kürdistan gerçeğinde bu baskı politikası kentlerde büyük bir etki göstermese de kırsalda ve nispeten nüfus yoğunluğu az olan yerleşim yerlerinde ‘yalnızlık hissi, terk edilmişlik, çaresizlik’ yönünde etkide bulunmuştur.
Altıncısı, devletin resmi silahlı ve sivil kuvvetlerinin yanında, ülkemizde devlet ile çalışan ciddi bir silahlı kuvvetin varlığıdır. Korucu olarak adlandırılan bu yapının mevcudu 100 bin civarındadır. Muhtemelen sınıfsal yapı gereği devletle birlikte görünmenin yararlı olacağını düşünen ciddi bir kesim de mevcuttur. Siyasal olarak devleti yanında görmek isteyen siyasal örgütlerin varlığı da bir sır değil. İçinde yaşadığımız şartlar itibariyle, ‘zamanın ruhunu’ da hesaba katarak, bütün bu veriler ışığında durumu değerlendirdiğimizde, AKP ile MHP’nin bu kadar oy alması ‘normal’dir.
HDP’nin aldığı oylar
Neredeyse Kürt sorununu dile getirmeden bütün bir seçim sürecini ‘başarıyla’ bitiren HDP’nin aldığı oylar karşısında şaşıranların tepkisine gelince; doğrusunu söylemek gerekirse, bu da ‘toplum psikolojisi, sosyokültürel yapı ve zamanın ruhuna’ uygun bir durumdur.
Bununla beraber, HDP’nin Kürdistan’da aldığı oylar ile Türkiye’de aldığı oyların farklı sebeplere dayandığını belirtmekte yarar var. HDP’ninKürdistan’da aldığı oyları başlıca iki kategori altında toplayabiliriz: HDP’nin siyasal çizgisini benimseyen kesimler ve HDP’li olmadığı halde muhtelif sebeplerle HDP’ye oy veren kesimler.
HDP’li olmadığı halde HDP’ye oy veren kesimlerin gerekçelerini burada sıralamanın bir anlamı yok; çünkü bunun sebepleri genel olarak bilinmektedir. İktidar blokundan kurtulmanın HDP’nin barajı aşmasına bağlı olduğu gerçeği, birçok insanın, HDP’li olmadığı halde HDP’ye oy vermesine yol açmıştır. Merak konusu olan, HDP’nin, Türkiye partisi olduğunu söylediği halde Kürtlerden oy almasıdır.
Doğrusu bu şaşırtıcı bir durum değil. Yukarda arz ettiğimiz sosyokültürel yapı, Kürdistan’da, HDP’nin kendisini tanımlamasından kalkarak değil, kendisinin ona atfettiği değer üzerinden
oy vermektedir. Kürdistan halkı, son birkaç yıldır önemli tecrübeler yaşadı. Bu tecrübesinden hareketle Kürt halkı, milli taleplerin gerçekleşmesi için gerekli objektif ve sübjektif şartların oluşmadığını gördü ve mevcut statükonun sınırları içinde bir çözümü ‘kendi güvenliği’ için daha elverişli bir seçenek olarak gördü. Bir zamanlar ‘taktik’ olarak sunulan bu politik tutum şimdilerde belli bir sosyal tabana oturan reel bir politika durumunu almıştır. Bir diğer ‘ikna edici faktör’ ise psikolojiktir ki en az sosyal yapı kadar etkilidir.
Kürdistan’da olduğu gibi Türkiye’de de HDP çizgisini kendi sosyal statüsüne uygun gören ciddi oranda bir sosyal yapılanma var. İstanbul, İzmir ve Akdeniz sahili boyunca yerleşik hayata geçen Kürtlerin önemli bir kısmı için, Kürt milli talepleri doğrultusunda politik tutum alıp bunun gereklerini yerine getirmekten çok, seçim sürecinde HDP yöneticileri tarafından açıkça dile getirildiği gibi, ‘üniter devletin sınırları içinde bir çözüm’ için çalışmak daha ‘’gerçekçi ve savunulabilir’’ bir tutumdur. Bu kesimler sadece korunmak için değil, kurdukları hayat gereği de bu türden bir siyasal akıma daha yatkın görünmektedirler. Yıllardır Türkiye’de yerleşik olan, iş kuran, çalışmak için işi olan, çocukları okuyan ve Kürt hareketi tarafından gelecek adına kendilerine sunulan güvenilir herhangi bir vizyonun olmadığı koşullarda bu türden bir siyaset daha çok taraftar bulabilmektedir. Dışardan bakan, sadece genel doğrulardan hareketle ‘ulusal kurtuluşçuluk’ yapan ve seçimlerin çözüm olmayacağını söyleyerek ‘boykot’u önerenlerin özellikle dikkat etmesi gereken önemli bir husustur bu. Bu kesimler milli kimliklerinin bilincindedirler fakat bunun gerektirdiği haklarını almak için, oldukça ciddi bedeller ödeyerek amaçlarına ulaşmayı düşünmemektedirler. Mevcut şartlar altında, bunun gerçekleşebilir bir çözüm olmadığını düşünmektedirler. İster kendi mevcut konumları isterse yaşadıkları tecrübeler bu tutumda etkin olsun, gerçek budur ve bu gerçekten hareketle gerek Kürdistan’da gerekse Türkiye’de Kürt halkının ezici çoğunluğunun, HDP gibi bir partiye oy vermeleri anlaşılır bir durumdur.
Kürtleri ‘yağmalama’ siyasetine son vermek için…
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Seçim süreci ve siyaseti ele alındığında, Türk tarafının tecrübeye dayalı ve Kürt seçmeni yağmalamayı amaçlayan manevraları karşısında Kürt cenahı, kimi umut verici girişimlerde bulunmasına karşın istediği sonucu elde edememiş ve başarısızlığa uğramıştır. Birilerinin HDP’nin barajı aşmasını ‘başarı’ olarak göstermesi, deyim yerindeyse ‘züğürt tesellisi’dir. Yekun olarak durumu ele aldığımızda T.C. Devleti, iktidarı ve muhalefetiyle, ‘tehdit’ olarak gördüğü Kürt hareketini zap-u-rapt altında tutmak ve haklarından mahrum kılmak için gerekli olan siyasal rejimi tesis etmeyi başarmıştır. Türk tarafı kendi esas çıkarlarını veri alarak Kürtleri de kanalize edecek farklı seçenekler oluşturmayı başarırken, Kürt siyaseti, kendi yararına umut verici bir yapı oluşturmak şöyle dursun, bulunduğu mevzide tutunmayı bile başaramamış, gelecek adına işe yarayabilecek eldeki imkanları dahi adeta heba etmiştir.
Dün olduğu gibi bugün de yapılması gereken ilk hamle, Kürt hareketinin, bir bütün olarak, kendisini tanımlayan ortak kavramlar üretmesi ve bunlar üzerinden bütünlüklü bir hareket ve siyaset yöntemi oluşturmasıdır. PAK’ın ilk günden itibaren savunduğu bu görüş, belli bir düzeyde realize edilmesine karışın ne yazık ki amacına ulaşamamıştır. HDP’nin, ‘içerden’ ve ‘dışardan’ kimi aktörler tarafından denetim altında tutularak yönlendirilmesi ve rejim güçleri tarafından kurulan ‘baraj sorunu’ kapanına hapsedilerek CHP’ye yamanması, Kürt tarafı
olarak hareket edebilecek bir yapının oluşmasını önlemiştir. Kimilerinin böylesine bir hareketi sadece ‘HDP Kürt partisi değildir’ gerekçesiyle saf dışı tutması, esas olarak kendi dışındakileri etkileme sanatı olan siyasete ne kadar yabancı olduklarını göstermiştir. Ancak T.C güçleri, kendi saflarını tahkim edip gerekli alternatifler oluşturdukları gibi, Kürtleri bu bloklardan birine angaje etmeyi ihmal etmemiş, bunu yaparken Türk rejiminin zarar göreceğini düşünmemiş, tam tersine, Kürtlerin eliyle Kürtlerin ipini çekmeyi başarmışlardır. Meclis yemin töreni ve yaşananlar karşısında ‘alttan alma’lar gösteriyor ki amaç hasıl olmuş ve barajı aşmak için verilen ‘emanet’ oyların hatırına gerekli hizalanma sağlanmıştır.Bu ruh halinden sıyrılmak pek kolay olmayacaktır. Geçmişteki örnekler bunun en açık kanıtıdır. Eşgenel Başkanı ve birçok milletvekili üyesi tutsak alınan bir parti, hiçbir şey olmamış gibi aynı yolda yürümeye devam ediyor. Üstelik bu seferki üyeleri çok daha Türk ve ‘milletin bölünmez bütünlüğünü’ savunmakta çok daha mahirdirler…
Denenmemiş bir yöntemin ne türden sonuçlar vereceği hakkında önceden tahminde bulunmak yerinde bir davranış olmaz fakat Kürt Seçim Bloku önerisi hayata geçirilebilmiş olsaydı, Türk Bloku karşısında kendi adıyla duracak olan bir yapı olarak Kürtlerin büyük bir kısmını cezbedecek, hiç değilse birlikte hareket etmeyi deneyimleyecek ve kendi cephesinden karşı tarafa meyledenleri ciddi oranda frenleyecekti.
Yaşamakta olduğumuz iki aylık bir seçim sürecinde, aslında, yüz yıllık bir siyasetin kısa bir temsilini gördük. Tecrübeli olan kazandı. Bu tecrübeden hareketle yapılması gereken ilk şey, yapmaya çalışıp da yapamadıklarımızı yapmaktır. Kimin ne olduğu değil ne yaptığı önemlidir. Genel geçer teorik doğrulara sığınarak politika yapılamayacağı, akıbeti belli boş meydan okumalarla sonuç alınamayacağı, rızaya dayalı bir süreç olan seçimlerde sadece sizin dediklerinizin değil, sizin hakkınızda ne düşünüldüğünün de önemli olduğunu artık anlaşılmış durumdayız. Bu şartlar altında yere sıkıca basmanın zamanı gelmiştir. Kürt hareketi, kendi talepleri ekseninde hareket edecek bir oluşum yaratmanın yollarını aramalı ve bulmalıdır. Kimileri ‘dindar’ kimileri de ‘Türkiye partisi’ olabilir fakat bizim için önemli olan bu aktörlerin nihayetinde ne yaptıklarıdır. Mevcut durumda Kürtleri etkileyen bu aktörler, Kürtleri baskılamak isteyen güçlere yarayan işler yapıyorlar. Bu durumu kötülemenin ötesinde yeni bir yorum ve halkımızın talepleri karşısında olumlu rol üstlenebilecek bir konseptte yeniden tarif etmek durumundayız. Her zaman söylediğimiz gibi, yakın olanlar birleşmeli, birleşemeyenler ittifak yapmalı, ittifak yapamayanlar diyalog içinde olmalı, diyalog içinde olmayanlar düşmanlık yapmamalı. Bütün mesele, bu ‘basit’ formülün hayat bulacağı ortamı yaratmaktır.