Serbest Ferhan Sindi
Türkiye, uzun zamandır planladığı geniş kapsamlı saldırılara başladı ve özellikle Duhok sınırları içinde PKK’nin elindeki bölgeleri, köyleri, dağları, vadileri ve kritik noktaları ele geçiriyor. TSK bunu gizli saklı yapmıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve diğer yetkililer de bu noktadaki politikalarını ayan beyan ortaya koyuyor.
TSK ile PKK’nin 40 yıldır devam eden mücadelesi
Öncelikle bilinmmesi gereken nokta bu operasyonların ilk defa yaşanmadığı gerçeğidir. Geride bıraktığımız 40 yılda PKK’nin silahlı mücadeleye başladığı 1984’ten bu yana Irak Kürdistan Bölgesi çatışmalara sahne olmuştur. Türkiye özellikle de 1990’lı yıllarda defalarca kez PKK’ye karşı operasyonlar düzenlemiş ve her seferinde “terörü inine bitireceğiz” söylemiyle kamuoyunun karşısında çıkmıştır.
Türkiye, 1990’lı yıllarda PKK’ye karşı yürüttüğü operasyonlarda YNK ve KDP’nin de desteğini almış, ortak harekatlar düzenlemiştir. PKK, bölgede KDP ve YNK’nin otoritesini kabul etmediği ve özerk yönetimi tanımadığı için Mesud Barzani ve Celal Talabani yer yer ortak bir şekilde, bazen de partiler kendi başlarına TSK ile iş birliği yapmıştır. PKK, 1900’lı yıllarda şimdikine göre daha güçlü ve etkili olduğu için de Peşmerge güçlerine ağır zayiatlar vermiştir.
PKK ve lideri Abdullah Öcalan, KDP ile YNK’nin Türkiye ile yaptığı askeri işbirliğini “hainlik” veya “cahşlık” ile mahkum etmeye çalışırken Saddam ile iş tutmakta bir beis görmüyordu. Zira “hainlik” ve “cahşlık” suçlamaları kamuoyunu yönlendirmeye yarıyordu, onun dışında gerçeklikte KDP, YNK ve PKK birbirlerini çok iyi tanıyordu. Kimin elinin kimin cebinde olduğu herkesçe malumdu.
Geçmişe çok takılmadan günümüze dönecek olursak, şimdiki yaşananların da geçmişin bir tekrarı olduğunu ancak TSK’nın teknolojik üstünlük sayesinde PKK’ye karşı daha az kayıp verdiğini ve etkili sonuçlar aldığını söylemek lazım. TSK’nın bu anlamda önemli bölgeleri de ele geçirdiği görülüyor. Örneğin, PKK’nin kale gibi gördüğü ve “asla alınamaz” diye propagandasını yaptığı Metina Dağı ile Zap Bölgesini önemli oranda TSK’nın kontrolünde olduğunu görüyoruz.
PKK’nin “Medya Savunma Alanları” adıyla “kurtarılmış bölge” olarak kabul ettiği coğrafyanın Badinan Bölgesi halihazırda düşmek üzere. TSK, Metina Dağı’ndan sonra Gare’yi de alırsa PKK’nin Badinan bölgesinde tutunması imkansız hale gelecektir. Bu kolay mıdır? Kimse için değildir. Tutmak da kolay değildir, almak da kolay değildir. O nedenle Gare’de büyük çatışmalara ve ağır kayıplara şahit olabiliriz.
Peşmerge bu işin neresinde
TSK ile PKK arasındaki durumu yukarıda kısaca izah etmeye ve mevcut tabloyu ortaya koymaya çalıştık. Bu konunun taraflarından biri de Peşmerge güçleri ve dolayısıyla da bölgede güçlü olan KDP’dir. Peki meselenin taraflarından biri olan KDP, çatışmaların bir tarafı mıdır, değil midir? Tüm tartışma burada düğümleniyor ve kafaların karışmasına yol açıyor. Çünkü, çatışmaların yaşadığu yer Irak’ın kuzeyi, yani Irak Kürdistan Bölgesinin kontrolündeki bölgeler. Dolayısıyla doğal olarak herkesin aklına, Peşmergenin bu çatışmaların neresinde olduğu sorusu geliyor.
Ortada çok yalın bir hakikat var o da Peşmerge güçlerinin çatışmaların bir tarafı olmadığı ve kendi mevzilerinden çıkmadığıdır. Bölgeye giden gazeteciler de yerel ve uluslararası gözlemci kuruluşlar da Peşmergenin savaşa dahil olmadığı gerçeğini tespit etmiştir. Zira söz konusu çatışmalar TSK ile PKK militanları arasında yaşanıyor ve Türk ordusu PKK’nin elindeki yerleri alıyor.
PKK medyası ve ona yakın gazeteciler, Peşmerge ve KDP’ye yüklenerek Türk ordusuyla birlikte hareket ettiği iddiasını yaymaktadır. DEM Partisi yöneticileri ve orada siyaset yapanlar da KDP’yi “işbirlikçilik ve hainlikle” suçlayarak Türkiye’nin operasyonlarına “sessiz kaldığını” ifade etmektedir. Bu noktada yoğun bir propaganda faaliyeti yürüttükleri de gözlemleniyor.
KDP ve IKB’ye gönelik ithamlarda bulunanların bilmediği ya da görmezden geldiği bir husus var, o da sınırların Erbil değil Bağdat’ın sorumluluğunda olduğudur. Uluslararası hukuka ve Irak Anayasasında göre sınırların güvenliğinden Federal Hükümet sorumludur. Bu yüzdendir ki Bağdat’ın izni olmadan Erbil’e ya da Süleymaniye’ye hiçbir uçak inemez. Yani kara sınırları ve hava sahası tamamen devlet otoritesi olan Bağdat’a bağlı.
Türkiye, devlet otoritesi olarak Erbil ile herhangi bir güvenlik ya da askeri anlaşma imzalayarak Irak sınırlarına operasyon düzenlemiyor. Anlaşmalar ya da protokoller Ankara ile Bağdat arasında yapılır. Erbil ise bu anlaşmaların uygulanması aşamasına müdahil olabilir. Onun dışında tüm sınır güvenliği Irak’ın egemenlik alanını ilgilendirir.
Bağdat’ın tavrı ve PKK’nin Irak’taki konumu
PKK ve DEM Parti yöneticileri sürekli olarak KDP’ye saldırıyor ve Erbil yönetimini suçluyor. Fakat Irak hükümetine yönelik tek bir çağrılarını, eleştirilerini ve suçlamalarını görmedik. Oysa PKK ile Bağdat ilişkilerinin yakınlığı sır değildir. Şengal’de, Mahmur’da ve birçok bölgede Irak hükümetinin gözetiminde, desteğinde ve onayında faaliyet yürüten PKK, neden Duhok’ta Bağdat’a çağrı yapmıyor?
YNK de PKK ile aynı söyleme başvuruyor ve KDP’ye yükleniyor. YNK’li olan Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid’in eşi Şanaz İbrahim Ahmed de devreye giriyor ve PKK’yi koruyan bir tavır sergiliyor. Oysa yetki Irak’ta, Cumhurbaşkanı olarak Reşid’in yapacağı çok şey var, neden yapmıyor? Cumhurbaşkanı olarak Reşid’in yapamadığını bir parti olan KDP nasıl yapabilir? Anayasal düzen içinde kurumların yetkileri ve hareket alanlarını dikkate alarak baktığımızda sorumlu mercilerin Türkiye’nin operasyonlarına karşı ses çıkarmadığını görüyoruz.
PKK’yi Şengal ve Mahmur’da koruyan Bağdat ve dolaylı olarak da İran, Dereluk-Şeladize’de neden yalnız bırakıyor? Ya da Rojava’da YPG’ye operasyonlara engel olan ABD, neden “Medya Savunma alanları”na operasyona yeşil ışık yakıyor. Çünkü PKK’nin Irak’ta hiçbir meşruiyeti yok ve hiçbir güç PKK’ye yönelik operasyonlara hukuksal düzeyde bir itiraz geliştiremez. Irak, egemenliğinin ihlal edildiği ve sınırlarının işgal edildiğini gerekçe göstererek Türkiye’yi uluslararası alanda BM gibi teşkilatlara şikayet edebilir fakat bu sonuç vermez, çünkü Irak da PKK’yi meşru bir örgüt görmüyor ve bu noktada kendisiyle çelişir. Ayrıca Türkiye ile Irak arasında şu an ve geçmişte yapılan güvenlik anlaşmaları Bağdat’ın şikayetlerini sonuçsız kılar. Kaldi ki Irak, haklı olsa bile Türkiye’ye karşı koyacak güce sahip olmadığı için tüm girişimler boşa kürek çekmektir.
Kaynak: Independent Türkçe