Aslında yöneticiliği içeren önderlik ve liderlik kavramları oldukça benzer ve politik amaçlar barındırmaktadır. Serok, yani lider, bağlı bulundukları kurum ya da örgütlerde kendilerine yöneticilik yapsın diye o kuruma mensup kişiler tarafından seçilen yöneticidir. Bunlar, genellikle mevcut statünün içinde, yasal bazen de kendi tüzel kurallarına uygun olarak seçilmektedirler. Lider, bağlı bulunduğu ulus veya halkın içindeki bir parti, gurup, sınıf veya azınlığın haklarını korumak ve kollamak için seçilmiş bir temsilcidir.
Legal olmayan örgüt ve partiler liderlerini kendi örgütsel kuralları içinde seçmektedirler. Çoğu zaman burjuva demokrasi mantık silsilesi içinde, kendilerine laik yönetici seçerler. Söylemde, sol örgütlerin elindeki malzemeler, mevcut sistem partilerinin tüzük ve programlarından daha illeri olduğuna şüphe yoktur. Aynı şekilde yöneticilerini seçerlerken, yapılan seçim ve oylamada da burjuva demokrasisi anlayışı ile yapmaktadırlar.
Rêber, yani Önder, ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesine liderlik yaparak onu kurtarandır. Türkçe deyimle, yol gösteren ve strateji belirleyen tepedeki sorumludur. Bazı durumlarda hem önder hem de lider aynı şahıs olabilmektedir. Yani Serok ve Rêber’in aynı kişi olması da çokça rastlanan bir durumdur.
Tarihte, ulusal kurtuluş mücadelelerini başarıyla zafere ulaştırmış birçok lider bulunmaktadır.
Mesela Güney Afrika halkını beyaz azınlıktan kurtaran N. Mandella’nın anısı hep yaşayacaktır.
Vietnam halkını sömürgeci devletlerden kurtuluşunu sağlayan Ho Çi Min, Vietnamlıların nezdinde ebedidir.
Büyük katil Saddam Hüseyin’e karşı savaşarak, Güney Kürdistan halkına Otonomi statüsünü kazandıran unutulmaz komutan, Serok, Rêber, General Molla Mustafa Barzani, Kürdün tarihinde ölümsüzdür.
Ulusunu sömürgeci devletlerden kurtaramayan yöneticilere rêber demek haksızlık, bilinçli bir çarpıtma ve değer kaybından başka bir şey değildir.
Kürd ulusunun atası olabilecek kişi, hiç şüphesiz ki Kürd halkına özgür bir gelecek kuracak olandır. Kürdistan özgürleşmeden bu kavramları belli şahsiyetlere yakıştırmak büyük bir aymazlıktır.
Türkiye’de büyük cahil kitlelerin, “Çok Yaşa Reis” demeleri ile Kürdlerin, “Biji Serok, Biji Rêber” demeleri arasında hiçbir fark yoktur. Tartıya vurulduğunda Kürt tarafının, bu mevkileri kolayca harcamakta oldukları görülmektedir. Ulaşılması güç olan bu mevkileri itibarsızlaştırmak ve gayri milli bir politika gütmeyi bunlar kendilerine görev edinmişlerdir. Bu tam da teslimiyeti direniş, korkaklığı kahramanlık gibi gösterme anlayışıdır.
Bir dönem, Ergenekon davasında da sanık olarak içeri düşen gazeteci yazar ve emekli asker Erol Mütercimler katıldığı bir programda; Kürd sorununu dışardan gelen misyonerlere ve Fransa ve İngiltere‘nin kışkırtması sonucuna bağlıyordu, Bu dili uzun Kemalist
“akademisyen” buna kanıt olarak da “Serok Öcalan”ın İmralı savunmalarında yer alan şu cümleleriyle; “Ben Kürdistan ibaresini sadece coğrafya adı olarak ele aldım. Kürd devleti kurmanın doğru ve gerekli olmadığın söylüyorum. Türkiye’de her şey demokrasi ile çözüleceğine inanmaktayım” gösteriyordu.
Öcalan’ın bu belirlemelerine cani gönülden katıldığını, yurtsever olan ve akıl sağlığı yerinde olan insanların da bu düşünceye katılması gerektiğini savunuyordu. Yani TC’nin tüm cumhuriyet hükümetleri ve Kemalist anlayış, eskiden beri savunduğu tezleri Öcalan da onaylamaktadır. Oldukça sivri Kemalist olarak geçinen Erol Mütercimler ve Öcalan ortak bir paydada kesişiyorlardı.
Anlaşılan Öcalan, İmralı’da yazdıklarıyla Türk demokrasisine katkı sunarak dışarı çıkacağına kendisini inandırmış ya da inandırılmıştı.
Öcalan, konuyla ilgili söylemini şöyle sürdürmektedir; “Şeyh Said toprak ağası ve oldukça zengindir. İngilizlerin kışkırtma ve desteği söz konusudur. Seyid Rıza’yı Fransızlar ayaklandırmışlardır” demekte ve halkımızın geçmişte uğradığı katliamlarla ilgili devleti değil, Kürdü suçlamaktadır.
Bunları bilen bay Öcalan’ın samimi davranıp, bilmeyenlere kendisini ve partisini kimlerin kışkırttığını da açıkça söylemesi de gerekmez miydi?
Mesela T.C., Esad ve İran rejiminin kendilerine yaptıkları yardımları ve kışkırtmaları ne düzeyde oldu?
Bay Erol’da Öcalan’ın bu sözleriyle aslında, Kürdü, Kürde vurmaya çalışmaktadır.
Sömürgeci akademisyenler, bu savunmayı Kürd davasına karşı 100 yıl daha kullanacaklarına kimsenin kuşkusu olmamalıdır. İmralı Savunmasının yapılan bir savunmadan ziyade, teslimiyet notları olduğunu PKK dışındaki Kürdler bilmektedirler.
Kürdistan tarihini yazan (M. Emin Zeki, N. Dersimi, İ. Beşikçi, K. Burkay) gibi önemli şahsiyetlerden alıntı almak yerine, hapiste esaret altında olan Öcalan’dan alıntılanmaları, kendi işlerine geldiği gibi, kurnazca bir tutumdur.
Devletin esir aldığı bir “Serok”un teslimiyetini anlamak mümkündür. Ancak “dağda” olanların bu teslimiyeti bildikleri halde Serok’larına gönüllüce teslim olmalarını anlamak zor.
Mesele esir düşmek değil, bir Serok hem esir hem de teslim olmuşa, esir ve teslim düşmemektir. Aslında bütün meselenin özü bu olmalıdır. Devletin elindeki bir esirin esiri olmak Kürde yenilgi ve teslimiyetten başka bir şey yaşatmayacağı kesindir.
Biz yurtsever geçinen Kürdler de ne yazık ki imkansızlıklar içinde sadece seyirciyi durumundayız.
Anlaşılan, Kuzey Kürdleri bu yüz yılı da PKK’nin yanlışları ve de yurtsever geçinen Kürdler seyirci konumuna düşmüş olmaları sayesinde kaybedeceklerdir.
08.08.2020