Seyid Rıza’nın Mustafa Kemal ile ilk görüşmesi ve Kürtler arası ilişkilerde Şeyh Said ve Seyid Rıza’nın önemi (2)

.

Abuzer Bali Han

Mustafa Kemal’in askeri dehası, girdiği birçok muharebeyi bizzat idare ederek kazanması, O’nun askeri başarısını göstermektedir. O’nun Dersim’in üzerinde çalışması çok eskilere dayanır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduysa, Dersim’siz bir cumhuriyet O’na göre eksikti. Trabzon’daki Atatürk Köşkü’ndeki haritada Dersim’in üzerinde askeri planlar yaptığında, O’nun Dersim’i ele geçirme planının bir parçası olduğunu göstermektedir. O’nun bu çalışmaları Dersim’i iyi bilen ve Dersimlileri iyi tanıyan bir asker olduğunu gösterir. Doğal olarak O’nun bu bakış açısı, tamamen Dersimlilerin aleyhine ve Türk milletinin de yararınaydı. Ayrıca 1916 ve 1918 de iki kez olmak üzere O, Osmanlı yönetimince Dersim’e görevli olarak gönderilmişti. Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı’ndan sonra yarbay rütbesiyle önce Sofya’ya askeri ataşe olarak, sonra da Edirne’deki 16. Kolordu’ya atanır. 16. Kolordu Mart 1916 yılında, Edirne’den Diyarbakır’a nakledilir. 1916 yılının Mayıs ayında 16. Kolordu Komutan Vekili olarak görevli olarak Dersim’e gönderilir. O’nun bu görevi 1. Cihan Savaşı’ndan sonra, Dersimlilerin bağımsız bir Kürt Devleti’ni kurma çalışmalarını araştırmakla ilgiliydi. O, çalışmasını daha çok bir Kürt Devleti nasıl engellenir, konusu üzerinde yoğunlaştırır. Mustafa Kemal, o dönemde İstanbul’dan Dersim’e gelen Kürt Teali Cemiyeti’nin bazı üyelerinin Dersim aşiret önderlerini örgütleyerek, Kürt’lerin ve Ermeni’lerin eşitlik ve özgürlük temeli üzerinde, birlikte yaşayacakları bağımsız devletlerini kurma çalışmaları izler. Rusların Erzincan’a kadar bölgeyi işgal etmeleri, yeni kurulacak olan Kürdistan ve Ermenistan devletlerine güç verecekti...

Ruslar Yeşilyazı’da (Ovacık’a bağlı eski adı Zeranig) Kürdistan Teali Cemiyeti üyesi Arapgirli Dr. Abdullah Cevdet’in bilgisi ve onayı ile Dersim’e gelen Dr. Baytar Nuri Dersimi, Alişêr Efendi ve Dersim aşiret liderleri ile konuşarak, kendi aralarında bir anlaşmaya varırlar. Bu anlaşmayı öğrenen Osmanlılar, hemen ardından Diyarbakır’daki 16. Kolordu Komutan Vekili Yarbay Mustafa Kemal’i Dersimlilerle Rusların yaptığı bu anlaşmayı bozmak için görevlendirirler. Mustafa Kemal, o günkü ilçe merkezi olan Zerenig (Yeşilyazı)’te Seyid Rıza ve Koçuşağı (Koçan) lideri İdare İbrahim Bey’in öncülüğünde toplanan Dersim liderlerini, Osmanlılar ile birlikte kalmaları konusunda ikna eder. O dönemde birçok Dersimlinin tanıklık yaptığı o toplantıda, Mustafa Kemal’in anlaşmayı sağlıyana kadar üç defa Seyid Rıza’nın eline sarılarak öptüğü, kendisine şöyle seslendiğine tanıklık etmişlerdi:“Rusların gavur olduklarını, kendilerinin ise Müslüman olduklarını, din kardeşleri olarak kendileriyle hareket etmelerinde ısrar eder. Rusların himayesinde kuracakları devletin, Ermenilerle birlikte kurulacağını, Ermenilerin de gavur olduklarını, bir süre sonra Rusların kendilerini katlederek, devleti Hıristiyan kardeşleri olan Ermeni’lere bırakacağını belirtir.” Din kardeşliği temelinde, Dersimlileri ikna eden Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki kuruluşta Dersimlilere muhtariyet dahil, her türlü hak ve özgürlükleri tanıyacakları konusunda namusu ve şerefi üzerine söz verir. Mustafa Kemal’i en çok Seyid Rıza sıkıştırarak:“Sözünüzde nasıl durursunuz? Biz, size nasıl güvenip inanabiliriz?“ sorularını yöneltir. İki de bir diğer aşiret liderleri Seyid Rıza’ya dönerek: “ Ne lao bra bra, ez ni cımani nira zaf tersonu. Ni cime ni zaf cake, hemi kı zaf sero kaykene” derler. Daha sonraları her söz verenin sözlerine güvenilemiyeceğini, Seyid Rıza’nın idam sephasına çekilmesiyle, O’nun zamanında yukarda söylediği sözlerin çok yerinde ve doğru söylediğinin kanıtıdır.

                                           

                     Dersim’in Munzur Gözeleri’nde Şeyh Said Özgür Kürdistan’ı Seyid Rıza ile tartışırken

Şeyh Said, Dersim’in Munzur’un gözeleri başında Dersimli Alevi Kızılbaş seyidleri, dedeleri, babaları ve de tüm rayberleriyle birlikte tarihte ilk defa bir toplantı yapacaktı. Bu toplantı Alevi seyitleri ile Şaf’i mezhebinin şeyhleri arasında yapılan en önemli toplantılardan biri olacaktı. Zira Yavuz Sultan Selim’in saflarında yer alan İdrisi Bitlisi ve Kürt olan birçok şeyhülislamın Sünni mezhebinden Hanifi ve Şaf’i oluşları sonucu ve aralarında yaptıkları ittifak, tarihte Alevilere karşı işletilen kırım ve talanların işbirliği neticesinde oluşmuştu. Şeyh Said ve Seyid Rıza artık bu olumsuzluğun farkına varmış ve buna bir son vermek istiyorlardı. Her iki Kürt önderi böylesi bir birliğin zorunlu olduğunun farkındaydı. Osmanlılar her iki liderin şahsında Kürtlerle çok oynamış ve her seferinde Şeyh Said ve Seyid Rıza’yı zora sokabilmişlerdi. Osmanlıda oyun çoktur! Hile ve dalaverelerinin sonu gelmiyeceği çok iyi biliniyordu. Bu inançla her iki lider güçlerini birleştirip, Osmanlıya karşı bayrak açma hazırlığı içindeydiler. Şeyh Said, baharın ilk günlerinin sıcaklığında, Newroz Bayramı’nın kutsal gününde, tüm aşiret reislerini Alevi Kızılbaşların yüce mekanı olan Munzur Dağı’nın eteğindeki ve Hızır’ın içtiği, ölümsüzlüğü bahşeden Abı Hayat Suyu’nun çıktığı gözelerin başında, tüm Kürtleri yemin törenine çağırmıştı...

O sabırsızlıkla beklenen gün gelip çatmıştı. Tüm aşiret reisleri, şeyhi, seyidi, ağası, beyi tüm Osmanlıya sancak açanlar Munzur’a kafile kafile gelmişlerdi. Munzur Gözeleri’nde kuş seslerine atların kişnemeleri, insanların umut dolu sabırsız konuşmaları, uğultu şeklinde Munzur kayalıklarına çarpıp, geri yansıyarak, su şırıltısına karışıp akıp gidiyordu. Belki tarihte ilk kez, göbeğini aşan ak sakallarıyla, kızıl başlıklı seyid ve dedeler ile ak sakallı, yeşil sarıklı şeyhlerin Munzur Gözesi’nin etrafında bir araya gelmekteydiler. Şeyh Said’in başında yeşil başlığın etrafında beyaz sarık sarmıştı. Herkesin saygı duyduğu bu ihtiyar, heybetli duruşuyla insanları etkilemekteydi. Sürü sürü malları vardı. Her tarafta O’nun maddi ve manevi hükmü geçerliydi. Etrafındakiler için her dediği birer kanun hükmündeydi. Şeyh Said ile birlikte Genç, Çabakçur, Hani, Palu, Piran şeyhleri ve aşiret ileri gelenleri de Munzur’un Gözeleri’nin başına gelmişlerdi. Dersim’in seyitleri, dedeleri ve aşiret ağaları da onların karşılarında yerlerini almışlardı. Seyid Rıza’nın bir yanında ortanca oğlu Bava İbrahim, bir diğer yanında da büyük oğlu Şah Hasan duruyordu. Yine Seyid Rıza’nın etrafını Şah Hasenanlardan Aşağı Abas Uşağı, Yukarı Abas Uşağı, Ferhat Uşağı, Karabal Uşağı, Gülabi Uşağı, Laçin Uşağı, İksorlu Uşağı, Bal Uşağı, Maksut Uşağı, Arslan Uşağı, Pezgewr Uşağı, Koç Uşağı, Resık Uşağı, Şam Uşağı, Aşuranlı Uşağı, Demenanlı Uşağı, Birmanlı Uşağı’nın liderleri yer almışlardı. Onlara yakın duran Kureyşanlı, Heyderanlı, Alanlı, Hormekli, Karsanlı, Hıran, Kemenlı, Kebanlı, Lolanlı, Pilvenkli, Yusufanlı, Kurmeş, Derviş Cemal, Şadililerin lider ve temsilcileri toplantıya katılmışlardı

Dersimlilerin tam karşında da Şeyh Seyid ve oğulları ile beraberinde gelen Kürt temsilciler oturmaktaydı. Bu toplantıya katılan kişilerin çoğunluğunu iriyarı, heybetli, bakımlı kişiler oluşturmaktaydı. İhtiyar, beyaz sakallıların çoğunlukta oluşları ise hiç gözden kaçmıyordu. Bu da Zaza ve Kürt toplumunun ihtiyarlara karşı çok duyarlı bir toplum olduğunu göstermekteydi. Toplantıya katılanlar arasında beyaz ve siyah sakallı olan dini önderler en çok dikkat çekenler arasındaydı.

Toplantıya katılacak olan büyük topluluk artık bir araya gelmişti. Çıt diye bir ses dahi çıkmaz olmuştu. Bu sessizlik toplantının açılışına işaretti. Şeyh Said’in bir yakını, önde açık olan boşluğa doğru üç adım atarak durdu. Söze eşit hem şafileri, hem de kızılbaşları memnun edecek bir şekilde şöyle başladı:“Bismillah! Bismişah!“ diyerek her iki inançtaki insanları kısa bir konuşmadan sonra selamladı. Toplanan kitlenin nabzını yokladı. Kitleden bir aksi tepki çıkmadığını görünce, ana konuya şu cümlelerle giriş yaptı:“ Ey yüce onurlu, kahraman Dersimliler! Ey Dersim dışından gelen Kürt bey ve ağaları! Sayın seyidler ve şeyhler! Tüm saygı değer Kürdistanlılar! Osmanlı yok oldu. Osmanlı Devleti’nden 24 kadar devlet daha meydana geldi. Biz Kürtlerin hem nüfusu, hem de toprağı, yeni meydana gelen devletlerin çoğundan daha büyüktür. Her devletin bir başkanı, bir padişahı oldu. Biz Kürtlerin kimden, ne eksiği var ki, biz Kürtler de Şeyh Said Efendi’mizi kendimize önder olarak seçmiyelim! Biz O’nu kendimize Kürt Başkanı olarak görmek istiyoruz. O’na inanıyor ve güveniyoruz! O, Mustafa Kemal Paşa’ya sancak açıyor, haklarımızı elde etmek için baş kaldırıyor!“ dedikten sonra sözlerine şöyle devam etti:„Şu kutsal bahar gününde, başkaldırmadan önce Şeyh Said Efendi’mizi desteklemeye hazır mısınız? Bu konuda ne dersiniz? Kureyşanlı, Baba Mansurlu, Düzgün Babalı, Demenanlı, Haydaranlı, toplantıda bulunan tüm aşiret reisleri! Bu konuda siz ne dersiniz? Halkımıza saldıran ve halkımızın özgürlüğünü hiçe sayanlara baş kaldırıp, özgürlük sancağının altında toplanmaya hazır mısınız?“ diyerek sorularını peş peşe sıraladı. Munzur’un akıp şarıldayan suyundan başka hiç bir ses çıkmıyordu. Daha söylenecek çok söz vardı! Fakat sıranın kimde olacağını kimse tahmin etmiyordu. Herkes sözü açacak bir kişinin ağzına bakıyordu. Dersimli büyüklerin başları Seyid Rıza’ya yönelmişti. Herkes O’ndan yanıt bekliyordu. Dersimliler büyüğü olarak Seyid Rıza’nın ağzına bakıyorlardı...“

                                                         

Şeyh Said Efendi, Munzur Gözeleri’nin başında Seyid Rıza ve yanındakilere şöyle seslenir!..

Şeyh Said Efendi, ortaya çıkarak kendisini dinliyenlere şöyle seslendi:“Ey Kürt aşiret liderleri! Bu baharın soğuk günlerine rast gelen bu hayırlı toplantıya katılmak çok zor oldu. Uzak yoldan geldim. Gördüğünüz gibi yaşım da böylesi zor yolculuklara gelecek bir yaş değil! Ses tellerimdeki soğuk algınlığı, beni daha fazla konuşturamıyor. Bu nedenle benim adıma konuşmayı temsilcim yapacak. Bundan dolayı kusura bakmayınız! Sözü O’na bırakıyorum!“der. Sözleri bu defa da tam olarak anlaşılamamıştı. Daha önce konuştuklarını bir daha tekrarlayarak, Şeyh Said Efendi’nin Kürt önderi olmasının nedenlerini vurgulayarak, konuşmasını şöyle sürdürdü:“Kemal Paşa Hükümeti, müslümanların Halifesi olan Osmanlı padişahını küffar diyarına sürdü. Artık Osmanlı Devleti diye bir şey kalmadı. Kemal Paşa’nın kendisi ise bu toprakların adamı değil, Rum diyarından gelmiştir. Osmanlı tahtına sahip olmaya çalışıyor. Bu arada bizim memleketimiz olan Dersim ve Kürdistan’a da söz geçirmeye çalışmaktadır. Tüm aşiretleri haraca bağlayıp, asker toplamak ister. Ne din, ne de diyanet kalmadı. Batıdan alınan ve toplumumuza ters düşen kanunlara halkımızı zorunlu olarak uydurmak, onların uygulamaları arasında yer almaktadır. Şeyh Said Efendi’miz aşiret nizamını eskisi gibi korumak için, destek verdiğinizde Kürt Padişahlığı’nı ilan edecek ve Kemal Paşa’nın davası da haksız bir dava olarak ortadan kalkacaktır. Dünyada her milletin kendi kaderini tayin etmede serbest olduğunu, tüm dünya devletleri tarafından destek görmektedir. Bu sebepten dolayı Kürtler de başkanlarını seçerek, özgür olacaklardır. Şeyh Said Efendi’miz padişahlığını ilan ederek, Kemal Paşa’nın ayaklar altına almış olduğu islamlığa da sahip çıkacak ve 1922 yılında dışarıya attığı İslam Halifesi Abdülmecit’i yeniden memlekete getirecektir. Efendimiz İslamı koruyarak bayrak açtığında, o zaman tüm Osmanlılar da Şeyh Said Efendi’mizin ardından yürüyeceklerdir. Kürdistan ya otonom olacak, ya da eskisinden daha serbest olarak, herkes kendi dini inancını, örf adatlerini, kılık kıyafetlerini istediği gibi giyerek, serbestçe gezip, dolaşacaklar. Dersim’de herkes inancını istediği gibi yerine getirecek, Cem Evleri ibadet yeri olarak büyük değer görecek. Bunun için hepimizin Şeyh Said Efendi’nin peşinde yürüyerek, desteklememiz gerekiyor.“ diyerek sözünü bitirir. Bir sessizlik her yanı kaplar. Sonra insanlar konuşulanları kendi aralarında tartışmaya başlar. Sessiz olan ortamın yerine, gittikçe uğultuya dönüşen bir ortam oluşarak, sesler gittikçe yükselmeye başlar. Ortamın sakinliği, gittikçe yerini bir hoşnutsuzluğa bırakır!

Seyid Rıza’dan konuşma iznini alan Şah Ali Haydar şöyle der

Seyid Rıza’dan konuşma iznini alan Şah Ali Haydar, ileriye doğru biraz açılarak, herkesin işitebileceği bir ses tonuna göre bağazını ayarlamaya çalıştı. Bir, iki defa arka arkaya yutkundu. Sonra ağzının kuruluğunu gidermeye çalışarak konuşmasına şöyle başladı:“Şeyh Said’in Kürdistan önderliği için ben fazla konuşmak istemiyorum. Bu hususta, bu konuda benden daha yetkili kişiler var. Bu kararı onlar vermelidir. Ayrıca tüm aşiret reisleri neye karar verirlerse, onların dediği olur. Bizler de alınan kararlara katılırız. Benim kafama yatmıyan bir, iki husus var. Ben o konulara açıklık getirerek, değinmek istiyorum. Şeyh Said’in İslam Halifesi Abdülmecid’in yüzünden Mustafa Kemal Paşa’ya sancak açmak istemesi, bu husus biraz bana ters geldi. Bence bu konu iyice tartışılmalıdır. Zira İslam Halifeleri, nice çıkardıkları fetvalarıyla Dersim’i viran etmediler mi? „Kızılbaşların katli vaciptir!“ demediler mi? Çıkardıkları fetvalar ile „Kızılbaşların hem malı, hem de canı haramdır!“ demediler mi? Sonradan da Kızılbaşların mallarına konmak için „Malları helal, canları haramdır!“ demediler mi? Allah aşkına, bu İslam Halifesi’nin nesini bir Alevi olarak destekleyeceğim! Tam da gitmişken, neden geri getirip, başıma yine tokmak yapayım? Benim için İslam Halifesi konusu tartışılacak bir konu değildir! Bu sadece benim şahsi görüşüm de değil. Bu benim arkamda olan aşiretimin de görüşüdür. Şayet tüm aşiretler ayni konuda hemfikir olurlarsa, söz veriyorum ki bir ayırıma meydan vermeden, ben ve aşiretim de sizleri destekleyeceğiz. Fatih’ten bu yana, O’nun hocası ve şeyhülislamı olan Molla Gorani ve Yavuz’dan beri halifelik kaftanı giyenler, İdrisi Bitlisi’den bu yana şeyhülislamlık yapanların çoğu Ebu Suud Efendi gibi olan Kürtler, Kürdistan’da Alevi kanlarının dökülmesi için fetvalar vermediler mi?!.

Mustafa Kemal Paşa’nın Rum diyarından gelmiş olması, islamı ayaklar altına almıştır, denilmesi de yerinde olmayan bir ifadedir. Halbuki yeni yasada, yeni yeni haklardan bahsedilmektedir. Yeni yasada ayrıca islam da inkar edilmiyor. Devletin dini, islam dinidir, diye yazılmış, Fakat diğer taraftan da Hıristiyanı, Müslümanı, Yahudisi, Alevisi, Sünnisi yani kısacası herkes inancında serbettir, denilmiş. Aleviliğe yasak koymayan, hatta Aleviliği kolladığı için, Alevi düşmanlığını yapan Sünni Halifesinin geri getirilmesi için aklımızdan bir zorumuzun olması gerekir. Ben kısaca derim ki, biz Alevi Kızılbaşlara düşen bir iş varsa, o da yeni hükümetin Aleviliğe konulan yasağı kaldırdığı için ve Alevilerin diğer insani haklarının verilmesi, onları teşvik etmek gerekir, derim.“diyerek konuşmasını bitirmişti.

Bu arada toplantıya katılanlar arasında konuşmayı yerinde bulanlar olduğu gibi, konuşmanın toplantının ruhuna aykırı olarak, toplantıyı boşa çıkaracak bir provakasyon konuşma olduğunu söyleyenlerin itirazları da yükselmeye başlamıştı. Seyid Muzur Ağa’nın konuşmayı destekler gözükmesi itirazlara yol açmıştı. Bazıları O’nun savaşmaktan korktuğunu, küçük çocuklarını ve kızı Mihriban’ı öksüz bırakmamak için kaçamak hareket ettiğini söyliyorlardı. Ağaye Sey Muzur, söz alarak, konuya açıklık getirmeye çalışacaktı ki gayri ihtiyari sözüne şöyle devam etti:„Ağalar, beyler! Seyidler, Şeyhler, Mihmanên Bırêzan (Saygıdeğer Konuklar)! Ben Dersim aşiretlerinin hayrına ne olacaksa ondan yanayım. Kızım Mihriban gibi bin kızım da olsa Dersim’e feda olsunlar! Haklı olan her davamız için hepimizin canı feda olsun. Şeyh Said adına konuşan ve ortaya attığı konular belki Şaf’i Kürtleri çok ilgilendiriyor. Onları ilgilendiren ve kendilerince haklı olan konular, onlar biz Dersimli Alevi Kızılbaş Kürtleri hiç de ilgilendirmemektedir. Alevi ve Şaf’i Kürtleri ilgilendiren ortak konular yok mudur? Elbette ortak olduğumuz birçok ve birlikte hareket edeceğimiz hususlar da vardır. Bunları konuşacağımıza, biz Alevilere ters düşen konuları, bu toplantıda öne sürerek konuşmak yersiz olmuştur. Bu nedenle de haklı olan davamız, haksız bir yöne doğru yöneltildi. Bu doğru bir tavır değildir. Bu konuda söylenecek daha çok söz var. Fakat konuşmamı uzatmamak için kısa kesiyorum!“ diyerek konuşmasını bitirir. Yerine geçip otururken kimisi sarılır, kimisi elini öper. Yaşlı olan seyid ve dedeler de omuzuna niyaz olup, konuşmasından dolayı teşekkürlerini bu vesileyle kendisine bildirmiş oluyorlardı. „

Alişêr Efendi de bu toplantıya katılmıştı

Ali Şêr’in gerçek ender basılan bir fotoğraf

Koçgiri ve Dersim’in büyük ozanı ve kahraman savaşçısı Alişêr Efendi yerinden kalkarak konuşmak istediğini belirtti. Konuşmacıların konuştuğu yere gelince olduğu yerde dikeldi, durdu. Kendisine konuş işareti yapılana kadar bekledi ve sonra konuşmasına şöyle başladı:“Benden önce konuşan konuşmacı Ağaye Sey Muzur’un değindiği konularda aşağı yukarı aynen O’nun gibi düşünüyorum. Fikirlerini aynen paylaşıyorum. Bu bizim Osmanlıya ve yeni kurulan Cumhuriyet Hükümeti ile çok da iyi geçindik veya geçiniyoruz anlamına gelmez. Hele Cumhuriyet Hükümeti’nin Koçgiri’de Kürt halkına yaptığı katliamı unutmuş değiliz. Katliamdan geriye kalanları da bilinmiyen ücra bölgelere sürgün ettiler. Osmanlıya ise Alevi olarak söyleyecek çok sözümüz var. Dinayeti yürüten şeyhülislamlar Sünni inancının Hanefi ve Şaf’i mezheblerinin esas temel alarak, inanç ve mezhebimizin tümden inkar edilmesinin ezikliğini yıllarca, hatta yüzyıllarca yaşadık. Şaf’i Kürt kardeşlerimiz bu haksız uygulamaya karşı hiç çıkmadıkları gibi, yer yer bu yanlış uygulamalara destek de verdiler. Bunun örnekleri Muş, Varto ve Erzincan’da çok görüldü. Halk arasında soygun ve talanların geride bırakmış olduğu acılar aradan uzun yıllar geçmesine rağmen halen unutulmuş değil. Ben bu konuların deşilmesini de şimdi pek de bir yarar getireceğine de inanmıyorum. Evet, şu konuya açıklık getirmek istiyorum. Tüm Kürtlerin özgür olmasından yanayım. Dini inancı ister Hanefi, ister Şaf’i olsun! İster Alevi, Êzdi, Kakayi veya Zerdüşti olsun. Herkesin bir inancı vardır. Bir inancın diğerlerinden üstün bir yanı da yoktur. Bir inancı diğerlerine egemen kılmak ise insani bir uygulama değildir. Şimdiye kadar kardeşlerimizin bize uyguladıkları, zorla inançlarını bize dayatmaktı. Bunu yapamayıca da mal ve mülklerimizi talan ederek canımıza kast etmek nerdeyse adet haline getirildi. Bu gibi düşüncelerden arınmadan, hiç bir birlik ve dayanışma mümkün değildir. İngilizlerin, ya da başka bir devletin bize yardım edeceğini de sanmıyorum. İngilizlerin Güney Kürdistan’da, Kürt Kralı Şeyh Mahmud Berzenci’ye yaptıkları daha dün gibi hafızalarımızdadır. Dünyada ilk defa savaş uçaklarıyla zehirli gazlar Kürt kardeşlerimize uygulayıp, onlar bombardımanlarla yok edilirken, tüm dünyanın gözleri kör, kulakları sağırdı! Bir yılını dahi doldurmayan Kürt Krallığı’nı yıktılar. Kralını ise Hindistan’ın Bombay şehirine sürgün ederek, zorunlu iskana tabi tuttular. Bu nedenle İngilizlerin Kürtlere karşı olan sicilleri bozuktur. Bize bir yardım yapacaklarına da inanmıyorum. İngilizlerin Kürdistan’ı kurulacak yeni bir Ermeni devletinin sınırları içinde gösterme çabaları ise onların başka büyük bir ihanetidir! Hangi hatalarını saysam, akla başka bir hataları geliyor! Rusların Ermenileri destekliyerek, Rus süvari Kazaklarının Dersim’e kadar geldiklerine de şahit olduk. Şu Munzur’un yanı başındaki Ovacık düzlüğüne kadar gelip at oynattıklarını da unutmuş değiliz! Bu dar günlerimizde hiç bir Sünni kardeşimizin bize el uzattığına da şahit olmadık! Mustafa Kemal Paşa’nın yedi düvele karşı koyarak kazandığı savaşta Kürtlerin payı, Türklerinkinden az değildir. Anadolu’da yaşıyan Türk’ü, Kürd’ü, Çerkez’i, Laz’ı ve Zaza’sı Sivas’a sözcü gönderdiklerinde hep birlikte karar vermişlerdi. Bu karar vermede belki de çoğunluk sağlanamamıştı. Fakat savaşın sona ermesiyle, tüm Anadolu halkları kurtulduğunda herkes derin bir nefes alarak huzura kavuştular. Savaş sonrası Mustafa Kemal’in Kürtlere verdiği sözleri bir tarafa bırakarak, Kürtlerin varlığını inkara kalkıştı. Kürt dili ve kültürünü yasaklıyarak, herkesi Türk olarak gördü! Elbette bunlar kolay kolay kabullenecek hususlar değildi.

Hani „Yiğidi öldür, fakat hakkını yeme!“ derler! Anadolu halkı yedi düvel ile savaşıp, onları denize dökerken, düşmanla işbirliği içinde olan Osmanlı Padişahı da tahtını, tacını bırakarak kaçtı! Dersim aşiretlerinin böyle bir Kürt padişahlığı davasına katılmaları, hele Sünni Halife uğruna sancak açmaya kalkmaları hiç mümkün değil. Mekanında konuştuğumuz Munzur Baba, her zaman haksızlığa karşı çıkan ve mazlumların safında yer alan bir evliya idi. Dersimli aşiret temsilcileri konuşmalarıyla tarihteki hatalara değindiler. Her biri doğrulara değinerek, hepisine de yerden göğe kadar hak veriririm. Dersim’in başı, her dönemde şu Tujik Dağı’nın başı gibi hep dumanlı oldu. Bir bela biter, yerine bir bela daha gelir. Ben derim ki beladan uzak duralım. Ben size sözümün bu kadarını söyleyebilirim ve dediklerimle de yetinirim.“ diyerek sözlerini bitirmişti.

Ağaye Sey Muzur, yanına gelip oturan Alişêr’in omuzunu öperek O’na niyaz olur. Ve sessizce kulağına fısıldıyarak:“Arsel Efendi (Alişêr’in diğer bir adı) sen çok yaşıyasın!. Sanki benim söyliyeceklerimi, içimden çekip alarak, birer birer söyledin. Senin diline sağlık. Hızır sana zeval vermesin! Tüm Dersimlilerin diyeceklerine siz tercüman oldunuz!“ diyerek O’na büyük bir cesaret verdi ve düşüncelerini de böylece onaylamış oldu.

Bu konuşmalardan sonra bir çok Dersimli konuşmacı daha ağır şeyler de söylediler. Misafir konumunda olan Şeyh Said ve beraberinde Munzur Gözeleri’ne gelen arkadaşları konuşmalardan çok etkilenip kızmışlardı. Fakat terbiye ve davranışlarında asla çiğ davranmadılar. Onlar sadece isteklerini bildirip, destek almaya gelmişlerdi. Fakat konuşulmaya başlanınca, söz sözü açarak, herkes peşindekini ortaya döktü! Şeyh Said konuşmaları büyük bir olgunlukla dinledi. Ne kendisi, ne de arkadaşları konuşulanlara yanıt verilsin hissini duymadıkar. Her iki tarafın da kendisine göre doğruları vardı. Yüzyılların sorunları üst üste yığılarak birikmişti. Konuşmalara yanıt vermek belki de ortamı daha da kızıştıracaktı. Onlar suskun kalmayı, konuşmaya tercih etmişlerdi. Boşuna dememişler ki:„Söz gümüş ise, sükut altındır!“ diye...

                              Şeyh Said Efendi şu sözlerini söylememekten kendini alıkoyamadı

Yine de Şeyh Said Efendi, eli boş olarak dönmüş olsa da kendi içinde geçen şu sözlerini söylememekten de kendini alıkoyamadı:“ Efendiler! Sükut ikrardan gelir! Bakmayın sessiz duruşumuza! Dün Koçgiri’de siz dardaydınız! Biz size sadece bakıcıydık. Yardım dilediniz, yardıma koşmadık! Zalime ve zülme göz yumduk, sustuk! Bugün de biz dardayız! Bizim yaptığımız hatayi, bugün de aynen siz tekrar ediyorsunuz. Bizim ile sizin arasında ne fark kalır ki? Önemli olan ayni hatayı tekrar etmemektir. Kim bilir? Gün gelecek, belki de siz bizden yardım istiyeceksiniz! Sizin, bugün bize yaptığınızı, biz de aynisini size o zaman yaparsak hiç de buna şaşmayın! O zaman, ortak bir noktamız olacak! Hem bizim, hem de sizin birlikte davamızı kaybetmiş olmamız, ortak hatamız olacak! Yani memleketimiz işgal altında kurtulmayacak! Tüm Kürtler de özgürlükten yoksun olarak daha nice yıllar zülüm altında yaşayacaklar!

Sorarım size! O zaman kazanan kim, kaybeden kim olacak?!. Bunu iyi düşünün! Mustafa Kemal Paşa, sizi para ve pula boğarak, satın almışa benziyor! Ne de çabuk kandırılmaya müsaitsiniz! Siz O’nun anayasasına bakmayın. Yarın uygulamada yazılanlar sadece kağıt üzerinde kalır. Size vermeyi düşündüğü hiç bir hakkınızı vermediği gibi, verdiği tüm sözleri de inkar ederek, unutur. Ne zaman verdikleri sözü tuttular da, şimdi de tutsunlar! Bu davranışınızla kendi kendinize büyük haksızlık ediyorsunuz! Sonra pişman olursanız, son pişmanlık para etmez! Hem bana, hem de Dersim’e haksızlık ediyorsunuz. Ben yine de biraz daha düşününüz, derim. Bizi desteklemeyip, kaybetmemize yardımcı olursanız, siz biliniz ki, siz de iki defa kaybedeceksiniz, bunu şimdiden bilesiniz!“ der.

                                              

                                                                           Pir Seyid Rıza

Seyid Rıza, Şeyh Said Efendi’nin konuşmasını irdelerken

Şeyh Said Efendi’nin bu konuşması, Seyid Rıza’nın düşünce dünyasında depreşerek çalkantı yaptı. Kendi kendine dercesine:“Bir şey doğru ise doğruyu destekleyip, ardına düşmek esas olmalıdır! Yanlış ise, yanlışı eleştirip doğruya çevirmek için, doğruyu söylemeli, doğruyu desteklemeli!“ dercesine Şeyh Said Efendi’nin konuşmasından sonra O, bir kapanış konuşması yapma gereğini duydu. Seyid Rıza, yönünü Şeyh Said’e çevirerek:“Şu mubarek Munzur’un başında, bize mihmansınız (misafir). Mihman, müşteriye benzer bir velinimettir! Madem ki konuşup, söyleştiniz. Size yanıt vermek de bana farz oldu. Şeyh Said Efendi Hazretleri! Ben ki savaşı istemiyen, insanı öldürme bir yana, gereksiz yere yabani bir hayvanı dahi öldürmeye karşıyım. Değilki misafirin kalbini kırmak, bir küçük çocuğu dahi üzmek istemem! Ama dediklerine gelince de, bir çift söz söylemeden geçmeyeceğim. Padişahlığınızı bize dayatır gibisiniz. Daha padişah olmadan aşiret liderlerini hiçe sayan bir haliniz var. Halbuki parayla, pulla Dersimlinin işi olmaz! Ama içimizde halkına ihanet edenler yok mu? Elbette bir sürü satılmış insanlar, aramızda dolaşarak, düşmana hizmet ederek, onlara bilgi sızdırmaktalar. Ağacın kurdu ağaçta olmasaydı, ağaca zeval gelmezdi! Tarih boyunca da bizim kurdumuz, hep içimizden çıkmıştır! O’nun için ne devlet olmuşuz, ne de millet!.. Hele ölümle, kırımla bizi korkutacak güç şimdiye kadar hiç olmadı ve bundan sonra da olmayacak. Biz Dersimli Aleviler hiç bir zaman kula, kulluk etmedik! Ne padişahlara, ne de her zaman bağlı bulunduğunuz halife ve şeyhülislamlarınıza baş eğmedik, diz çökmedik! Biz onlardan asla korkmadık! Sadece insana değer verdik. İnsanı kamili de gönülden sevdik! Cihanda en değerli varlık İnsan’dır! İnsanoğlu o kadar değerli bir varlık ki, O’nu Cenabı Allah kendi ruhundan yaratmış. Yüce Yaradan insana öyle değer vermiş ki, dünyadaki bütün varlıklar ve göklerdeki her şey O’nun hizmetine sunulmuş. Biz hizmet beklerken, siz diğer padişahlar gibi, bir padişahlık davasına talipsiniz. Ya da kendinize öyle bakıyorsunuz. Mamhoste Alişêr ve Seyid Munzur Ağa bu konulara konuşmalarıyla değindiler. Ben onlara ilave edilecek bir kaç söz söyleyeceğim. Bir kere biz Sünni Halife saltanatına karşıyız. O saltanat ki tarihte bize hep kan ve gözyaşı vermiştir. Yeni Reisicumhur olan Mustafa Kemal Paşa’nın icraatına bakacağız. İyi şeyler yaparsa destekleriz. Yok Osmanlı gibi bizi ezmeye kalkarsa da karşı çıkar, haklarımızı savunuruz. Ben Kemal Paşa’yı daha önce de iki defa görüp, tanışmıştım. Kendileriyle birlikte Ruslara karşı savaştığımızda başarılı da olmuştuk. Ruslar yenilip, ya da çekilip gittiler. Bir arada birlikte yaşamaya söz verdik. Sonrasını da gördük! Birlikte yaptıklarımızı unutup, bize yine zülmü reva gördüler! Yine de yeni çıkardıkları anayasa denilen kanunda herkesi inancında, dininde, diyanetinde tamamen serbest bırakmaktalar. En azında bir gerçeği kağıt üzerine yazmışlar. Biz bunun adaletçe yerine getirilmesini bekliyoruz. Biz dostu da, düşmanı da iyi tanırız! Bugüne kadar da iyi bir dostlukla karşılaştığımızı söylemek de oldukça zor. Hak bildiğimiz yoldan yürür; doğru bildiğimize de ikrarda bulunuruz! Dersim ve Dersimliler verdikleri sözden geri dönmezler. Mihmanımızsınız! Sınırlarımız dahilinde size en ufak bir zarar gelmez! Sağ geldiniz, sağ ve selametle de yerinize ulaşacaksınız! Eğer davanızda haklıysanız, Allah yardımcınız olsun! Yok haklı değil, yanlış yolda iseniz, Allah sizleri islah etsin, derim.“ diyerek konuşmasını bitirirken, yönünü Dersimli dede ve seyidlere çevirerek:“Ağalar, beyler! Beni de, Şeyh Said Efendi’yi de dinlediniz. Sağ olun, var olun! Hepiniz kendi özgür iradenizle başbaşasınız. Neyi uygun görüyorsanız, ona karar verin ve onu yapın“ der.

Şeyh Said Efendi, Munzur’dan ayrılırken söylediği sözler

Atlarına ve katırlarına binen Şeyh Said Efendi, kendi ve arkadaşları adına O, son sözü şöyle söyledi:“Allah’ın izniyle Kürt Devleti’ni kurduğumuzda, tüm Dersimli kardeşlerimizi de aramızda görmek tek dileğimizdir. Er veya geç kendimizi yönettiğimizde, sizleri gönüllü olarak aramıza almayı boynumuzun borcu olarak biliriz!.“ diyerek Munzur’un Gözeleri’nden ayrılırlar.

Gelen konuklar Kürdistan’ın bütünlüğünü sağlayacak ümitlerle gelmişlerdi. Yılların bölgede yaptığı tahribat ve güvensizlik, toplantıda bir birliği çıkaramamıştı. Dışardan Dersim’e gelenler atlarına bindiler. Giderken de onlar, o kadar da üzgündüler!..

Toplantı yerinde halen dağılmayan Dersim aşiret liderleri Seyid Rıza ve Ağaye Sey Muzur’un ağzından çıkacak bir sözü bekliyorlardı. Çünkü toplantıya ev sahipliğini Ağaye Sey Muzur yapmıştı. Dağılmayı da O’nun yapması gerekiyordu. Herkesin yönü ev sahipliğini yapan Ağaye Sey Muzur’a yönelmişti ki O:“Yüce Dersim’in seçkin liderleri! Toplantı gönlümüzce sona ermediyse de, hiç bir olay çıkmadan, sükünetle sona erdi. Bu arada yorulma ve acıkmayı gidermek için buyurun, hanemize bu gece mihman olun!“ der.

Seyid Rıza, söze karışarak:“Yemek ve yatmak zamanı değil! Şeyh Said ve arkadaşları gönül kırgınlığı ile gittiler! Kimin ne zaman ve nerede, ne yapacağı bilinmez! En kısa zamanda her aşiret kendi koruması ve güvenliği için önlem almalıdır! Önümüzde zor günler var!.. Yakında Şeyh Said güçleri baş kaldıracaklar! Bu arada Osmanlıdan arta kalanların, biz karışmasak da zararları bize de dokunacaktır! Onun için çok tedbirli olmamız gerekecek.“ dedikten sonra birçokları birbirinin gözlerinin içine baktılar. Birbirine sanki Seyid Rıza’nın dediklerini hiç düşünemedik, dercesine hızla atlarına binip, geldikleri yerlere doğru yollarına revan oldular!..

Toplantıdan birkaç hafta sonra Şeyh Said kuvetlerinin Genç Hükümet Konağı’nı 16 Şubat 1925 tarihinde basıp, ele geçirdikleri duyuldu. Ardından Elazığ’ı yağmaladıkları işitidi. Sancak açanların Diyarbekir’e kadar ulaştıkları haberi Dersim’e geldiğinde, bazı aceleciaşiret reislerinin, Şeyh Said taraftarı olmadıklarına hayıflandılar. Bu arada Akabalı Uşağı’nın ağası olan Şeyh Persin’in yağmalama hevesine dayanamayıp silahlı adamlarını Şeyh Said’in güçlerine katarak çarpıştıkları duyuldu. Daha sonra Ağaye Sey Muzur ve bazı yakın silahlı güçleri kendi başlarına buyruk olarak, Seyid Rıza’dan habersizce Çapakçur (Bingöl), Kiği, Karlıova taraflarına giderek Sünni köyleri yağmalayıp, Şeyh Said güçlerini arkadan vurdular!.

Bir süre sonra Şeyh Said’in güçlerinin Diyarbakır’da bozguna uğradığı işitildi. Sonra da ellerine geçirdikleri Elazığ’ı boşaltarak, Varto taraflarına çekildiler. Şeyh Said güçleri Diyarbakır yenilgisinden sonra bir türlü toparlanamadılar. Ellerine geçirdikleri yerleri bir bir kaybetmeye başladılar. Ağaye Sey Muzur ise her saldırıda cesaret alarak, güçleri gün geçtikçe çoğaldı. Etrafına topladığı silahlı güç ile Elazığ’a gitti. Hükümeti temsil eden komutan ile görüşerek, Mustafa Kemal Paşa’ya sadakatini Dersimliler adına sundu. Mustafa Kemal Paşa’dan yanıt gecikmedi. Paşa, kendilerine mektup yazarak, yaptıkları unutulmayacak ve karşılığını mutlaka bulacaklar, diye haber saldı. Ayrıca yapılan Munzur Gözeleri toplantısında Mustafa Kemal’in kendisinin haberdar olduğunu, Şeyh Said’e uymadan, Cumhuriyet Hükümeti’nin yeni anayasasından yana tavır konulduğunu, bu davranışlarından dolayı tüm Dersimlilere selam ve şükranlarını bildirdiği, iletildi. Bu bağlılıklarından dolayı, hükümet temsilcisinin Dersimlilere, Mustafa Kemal’in selamlarını bizzat ilettiği duyuldu...

Munzur Gözeleri’nde bir araya gelip yemin ederek, çakıl taşı atanlar, içlerinde liderlerini ihbar edenlerin çıkması sonucu, Şeyh Said Efendi ve yakın arkadaşları yakalanarak hapise atıldılar. Kısa bir mahkeme sürecinden sonra da asıldılar!..

Seyid Rıza’nın öngörüsü nihayet yavaş yavaş yaklaşıyordu. Dersim’de istenen barış ortamı çok sürmedi! Yer yer aşiretlere, hükümet baskısı gittikçe çoğalan bir dozda artmaya başladı. Bahaneler çoktu. Bazan askerlik, bazan da vergi, kaçak ve kaçakçı derken sebepler gittikçe çoğalmaktaydı. Bir gün Ağaye Sey Muzur’un obası olan yerleşim birimine hükümetin askerleri gelerek etrafı sarar! Atlı süvari olan askerler etrafı yakıp yıkarak, eşkiya gibi halkı korkutarak saldırırlar...

Sonra babam komutana dönerek:“Gazi Paşa’nın selamlarını ve sadakat belgesini almıştık. Ne oldu da hemen unutuldu? Hakim neden dolayı mahkemeye O’nu çağırır?“ diye sorduğu zaman komutanın zoruna giden bu sorulara:“Yoksa sen de mi birlikte gitmek istiyorsun?“ diye yanıtladığında, babam da:“Benim ne suçum var ki birlikte götüresiniz?“ dedi. Komutan ise:“Belki kendisine şahitlik edersiniz!“ dedi. Belki Şah Ali Haydar da şahitlik için çağrılmış olabilir! Konuyu tam bilmiyorum. Sadece bildiğim, kendisinin çağrılmış olduğudur. Vakit geçirmeden, gitmemiz gerekir!“ dedi.

Yazının birinci bölümüi,min tıklayın:  Seyid Rıza’nın Mustafa Kemal ile ilk görüşmesi ve Kürtler arası ilişkilerde Şeyh Said ve Seyid Rıza’nın önemi 

Kurdistan Haberleri

Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz
Associated Press: Irak'taki “azınlıklar” nüfus sayımından endişeli
İHD Batman: Gözaltına alınanlara ‘Ölürüm Türkiyem’ dinletildi
Harpagon'un Askeri Dehası ve Stratejik Vizyonu: Bir Yunan Milliyetçiliği Eleştirisi