Şefik ÇOLAK
TC’de siyaseti ve ekonomiyi biraz takip edenler hafızalarını tazelediklerinde 5 ile 10 yıl aralıklarla mafya operasyonlarının yapıldığını ve bunların devlet kurumları ile ilişkili olduklarını rahatlıkla anımsarlar. Mafya ve kontra yapılar hem devletin istediği görevleri yaparlar hem de işleri bittiğinde devlet kurumlarının aklanmasında kullanılırlar.
İki yıllık bir süredir mafya yapılanmaları içinde yer alan başta Sedat Peker ve Muhammed Yakut gibi kişiler kendi suçlarını da itiraf ederek ifşaatlar yapıyorlar. Gözden kaçsa da bunlar kadar sistemli ve meşhur olmayan bazı kişiler gerek kamuoyuna açık, gerek kapalı kapılar ardında siyasi partilere bilgi vererek normal insanların akıl almaz olarak gördüğü bilgiler vermekteler. Bunun benzerleri Susurluk olayında, Jitem’de ve 12 Eylül 1980 sonrasında mafya olaylarında rahatlıkla görebiliriz.
Bu yapıların en önemli özellikleri şunlardır;
- Emniyet ile yakın ilişki içindedirler.
- TSK’da bazı kişiler tarafından kollanmakta ve korunmaktalar.
- Kirli ilişkiler içinde olan iş insanları ve şirketleri ile hep iş tutarlar.
- Adalet kurumunda yer alan büyükşehirlerdeki ve Diyarbakır’daki hâkim ve savcılarla yakın çalışma içinde oldukları hep görülüyor.
- Devletin bazı kurumlarının (MİT, TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü veya Dışişleri Bakanlığı’na bağlı bazı kurumların) verdikleri bazı yasal olmayan eylemlerde bulunmuşlar.
- Başta rüşvete dayalı olmak üzere gayri yasal ticaret yapmışlar.
- Kaçakçılık, kumar ve uyuşturucu gibi kriminal işlerde yer almayanı hemen hemen yoktur.
- Devlet için makul olmayan kişi veya kurumlara karşı yapılan eylemlerin finansmanında kazançlarının bir kısmını mutlaka kullanmışlar.
- Başta güvenlik ve adalet kurumlarında görevli olan kişiler ile kazançlarını paylaşmışlar veya bir kısmını yakınlarına aktarmışlar.
- Dönemsel olarak işleri bittiğinde devlet kontrolü dışına çıktıkları şeklinde görüntü veriyorlar.
- Kurumlar tarafından korunmaları ve kollanmaları onlara yüksek maddi getiriler getirmiştir. Kolay kazancın büyüklüğü doğal olarak iç çatışmaları ve kontrol dışı işleri de hep getirmiştir. Akışın azalma eğilimi gösterdiği durumlarda, azalan paydan fazla kapmak için çatışmışlar.
- Her dönemde devlet yanlısı olduklarını gösterme özeni içinde olmuşlar. İdeolojik bir yapılanma içinde olduklarını göstermeye çalışmışlar. Sıkıştıklarında da daha önce iş birliği içinde oldukları yapıların karşısında olan siyasi guruplardan destek istemişler.
Görüldüğü gibi, mafya veya kontra gibi yapılar hep devlet kurumları içinde veya ilişkili paramiliter yapı özelliği göstermektedir. Bu durum mafya devlet varmış gibi bir görüntü oluşturmaktadır. Bu durum Osmanlı’nın ve devamı olan devşirme devleti TC’nin karakteristik bir özelliği mi? Bunun cevabı,resmî ideolojinin masa başında hazırladığı yapay tarihin dışında, bilimsel olarak yapılan tarih çalışmalarında rahatlıkla görülebilir. 500 yıldan fazla bir süredir bu topraklarda bu yapı olduğuna göre, mafya (çete)-devlet ilişkisi hep şu soru ile sorgulana gelmiştir. “Mafya mı devleti yönetiyor, yoksa devlet mi mafyayı yönetiyor?” Bunun cevabı, her iki devletin kuruluş paradigmasında yatmaktadır. Kutsal devlet, her iki devlette de vazgeçilmez kuraldır. Devlet kendi dinini yarattığı gibi, kendi paramiliter yapılarını da kurmuştur, yönetmiştir ve korumuştur. Zamanı gelince de, deşifre olanı tasfiye ederek, yenilemiştir. Mehmet Ağar gibi süreklilik arz eden bazı şahısların olması, genel kuralı bozamamaktadır.
Osmanlı’da hep devlet kontrollü ve yönlendirmeli çeteler vardı. Büyük kutsiyet atfedilen Osmanlı’nın kurucuların kendisi zaten bir çete örgütlenmesidir. Onlar da Bizans’ın bazen kullandığı yapılardı. Türklerin kurduğu bir devlet değildir. Silahlı ve çevresini haraca bağlayan, bir başka anlamda, bulundukları bölgedekileri soyan paramiliter bir çete yapısıydı. Daha sonraları güçlenerek bir devlet oldular. Yapılarının gereği olarak, emperyal özelliği her aşamada yaşama yansıttılar. Kuruluşundan sonra sürekli bir yerleri işgal etmiş ve işgal ettikleri halkların mallarına zorla el koyarak varlığını devam ettirmiştir. Adalet ve hak duygusu hiçbir zaman olmamıştır. Osmanlı’nın kuruluşuna ve kurucularına resmi tarih yazıcıları tarafından biçilen üstün özelliklerin gerçeklerle ilgisi yoktur. Sistemin ve egemen düşüncenin devamında böyle görülmeleri fayda sağlamaktadır. Zorba ve zalim olma karakterleridir. Emperyal bir devlet olup haraç ve talanla yaşayan bir devlet olup dini inançlarla da ilgisi yoktur. Dini değerler hiçbir zaman devlet menfaatinin önünde olmadığı gibi, temsil ettikleri din de devlet tarafından yaratılan devlet dinidir. Osmanlı din devleti olmadığı gibi, aslında yaşanan devlet dinidir. Bu özellik, devamında aynen sürdürülmüş olduğu gibi, paramiliter yapılanmalarda aynen ve daha güçlü ve organize olarak devam etmiştir. T.C. de gerek paramiliter yapılar açısından ve gerekse de devlet dini oluşturma yönünden Osmanlı’nın bir kopyasıdır. Bu nedenle yıktıkları Osmanlı Devleti’nin, işine geldiği zaman, devamı olduğunu ve emperyal özelliklerine sahip çıkıp övmekten kaçınmamıştır. “İstanbul’un Fethi”nin görkemli kutlanmasını, bunun kanıtı olarak görmekte yarar vardır. Fetih savunuculuğunun başka kanıtına gerek bırakılmamaktadır.
Paramiliter ve kontra yapılanmaların zirveye ulaştığı dönem, insanlık dışı ırkçı uygulamaların her türlüsünün akıl almaz boyutlara ulaştığı İttihat ve Terakki dönemidir ve bunlar İttihat ve Terakki’nin derin yapılarının liderlik ettiği T.C.de de zirve yapmıştır. Bunların yapılandırdığı Teşkilatı Mahsusa, paramiliter yapılanmaların bileşkesi olup hepsini bir amaç etrafından toplayıp yönlendiren bir kuruma dönüşmüştür. Aynı özellik orduda ve emniyet teşkilatında da rahatlıkla görülebilir. Seferberlik Tetkik Kurulu (Özel Harp Dairesi), Emniyet Özel Kuvvetler ve MİT’in içinde farklı dairelerin ifşa olan bazı eylemlerinden sonra, iç paramiliter yapıların olduğunu görebiliyoruz. Yasa dışına çıkmış bazı kişiler olarak, açıklanmaya çalışılsa da, aslında kurumların bilgisi dahilinde, kurumsal yapılandırmalarının özelliğidir. Her zaman iç çıkar kavgaları olmuş olduğu halde, kurumların gerçek amaçlarının dışına çıkan olmamıştır.
Bu kurumlar bütçeden ve örtülü ödenekten finanse edildiği gibi bağışlarla da desteklenmektedir. Yasal ödenekler yeterli olmadığı gibi, takibi kolay olan yasal paranın dışında bir finansman kaynağı bilerek de tercih edilmektedir. Bu nedenle bu kurumların içinde bazen mafya gibi çalışmalar yaparak, gelir elde eden paramiliter görünümlü guruplar oluşmakta ya da devletin resmi elemanı olmayan kişilerden oluşan bazı paramiliter yapıların önü açılarak gelir elde etme yoluna başvuruluyor. Bu Yasa dışı para ile, egemenlik sistemini kabul etmeyen kesimlere karşı, işlenen suçlar finanse edildiği gibi, suç işleyen yapıların da nemalanması sağlanıyor. Sistemin değişmez parçası haline geldiğinden dolayı, kontrol dışı paramiliter ve mafya yapıların oluşmasına izin verilmiyor. Türkiye gibi ülkelerde, devletin ve bazı kurumlarının sadece bilgisi dışında değil, izni ve planı olmadan organize yapıların suç işlemesi mümkün değildir. Mahale kabadayıları dışında, bütün suç örgütleri bir şekilde bir kurumla ilişkilidir. Bunların elemanlarının sürekli askere, polise ve devlete saygılı davranıyor görünmeleri boşuna değil. Zaten bunların hepsi de eğitimlerini askeri veya emniyet birimlerinden aldıkları, devlet için verilen görevleri de yaptıklarını ve yerine getirdikleri görevler karşılığında korunduklarını söylemekten imtina bile etmiyorlar. Sedat Peker’in anlatımları bile bunları doğrular niteliktedir. Hepsinin Teşkilatı Mahsusa ve MİT’e toz kondurmamaları boşuna değildir. Hele ordu, onlar için kutsaldır ve pürü paktır.
Mafya veya Organize suç örgütlerinde ideolojik yapılanmanın olup olmadığı toplumda merak konusu olmuştur. Böyle düşünmeye iten neden bunların bazı ideolojik semboller kullanmaya özen göstermeleridir. Göz ardı edilen ise kullanılan sembollerin devletin kuruluş paradigmasına uygun olmasıdır. Doğal olarak bu yapıların liderleri ve elemanları devletin kendi bekası için kurduğu ve yapılandırdığı bazı siyasi partiler veya örgütlerden çıkarılmasıdır. Özellikle liderleri önce devletin bazı kurumları ile ilişkilendiriliyor sonra da eğitiliyorlar. Günümüzde bunların MHP, BBP, Ülkü ocakları, Tarikatlar ve benzeri örgütlenmeler kökenli olmasına şaşmamak lazım. Resmî kurumlar, bunları sıklıkla devlet karşıtı siyasi yapılardan devşirdiği itirafçılarla da takviye ediyorlar. Bu itirafçıların, hiçbir zaman,lider kadroda yer almasına izin verilmez. Bu devşirmelerin kurumlara bağlı olmaktan başka alternatifleri olmadığından dolayı resmî kurumlar tarafından ara kontrol ve denetim elemanı olması hep tercih edilir. Mafya kendi başına ideolojik bir yapılanmanın parçası olmadığı gibi kendisine kurumlar tarafından yüklenen görevleri yerine getirmekten başka ideolojik hedef içinde olmamıştır. Devletin paramiliteryapıları kurdurması, yönlendirmesi, yönetmesi veya finanse etmesi tabi ki ideolojiktir.
Sistem, ideolojik olarak kontrol edememe riskini paramiliter yapılar için göze almaz. 12 Eylül sonrası, cezaevinden çıkan sol gurupların üyelerinin bir kısmı, böyle yasadışı işlere giriştilerse de emniyet güçleri çok kısa sürede bunları elimine etmeye girişti ve başardı. Devlet için farklı eğitime sahip olan bu kişiler güvenilmezdi. Sadece bazı şahıslar itirafçı olmadıkları halde sistemin koruyucu kurumlarında yöneticilik yapan bazı kişilerin kurdukları dostluk gibi ilişkilerle bilerek veya bilmeyerek itirafçıların üstlendiği görevleri yaptılar. Sistem kurdurduğu veya kontrol edebildiği sol görünümlü yapıları (parti, örgüt vb.) fiili suç işlemelerinde pek kullanmaz. Bunları daha çok sistemin yerel ve uluslararası prestiji ile Yakındoğu’da yaşayan baskı altındaki mazlum halkların siyasi olarak devlete zarar veremeyecek politikalara, kandırarak veya manipüle ederek, yönlendirme amaçlı propagandalarda kullanmayı tercih etmektedir. T.C.nin kuruluş aşamasından başlayarak 1960’lara kadar TKP’ye bu amaçla görev yüklemiş ve bunlar görevlerini başarı ile yerine getirmiştir. Kimsenin bunu yeterince sorgulamaması hazindir. İncelendiğinde başta Mustafa Suphi olmak üzere, TKP’nin kurucularının çoğunluğu eski İttihatçı ve Teşkilatı Mahsusa üyesi oldukları rahatlıkla görülebilir. Bunlar uluslararası arenada, özellikle Komünistler arasında, T.C.nin katliamlarını aklama işini başarılı bir şekilde yerine getirmiştir.
Farklı etnik guruplara yönelik, mafya veya paramiliter yapıların var olduğu yönünde sürekli varsayımlar gündemde tutuluyor. Türkiye’de, özellikle Kürt mafyasından bahsedilmektedir. Görüntüde bu durum sürekli varmış gibi gösterilse de, gerçekte devletle ilişkisi olmayan Kürt paramiliter yapıdan bahsedilmemekte. Kürtlerden oluşan bu yasa dışı yapıların sürekli devlete bağlılıklarını göstermeye çalışmaları boşuna değil. Kürtlerden oluşan mafya, bazen görülmekle birlikte devletin istediği gibi davranmayanlar hemen elimine edilmekte ve yapılan operasyonlarla da aynı zamanda Kürtler suçluymuş gösterilmektedir. Devletin kısa süreli yasalara uygun davrandığı ve demokrasi varmış gibi görüntü verdiği dönemlerde bunların yaşamasına izin vermekte sakınca görülmüyor. Yaklaşık her on yılda bir devlet iç sorunlarını çözme yoluna gidiyor. Bu değişim döneminde ise kontrolü altındaki bazı yasa dışı yapıları tasfiye ediyor veya yeniden şekillendiriyor. Bu durumda kısa süreli olarak yaşamasına izin verdiği bir etnik guruba ait şahıslardan oluşan bu yapıları da yok ettiği gibi, mafyaya karşı mücadele verilip yargılama yapılıyormuş görüntüsü için de kullanmaktadır.
Paramiliter ve yasa dışı suç örgütlerine karşı bazan yargılama yoluna gidilse de, bu yargılamalar sulandırılmakta, farklı yöne çekilmekte, devlet kurumları ile ilişkileri gizlenmekte, kurumların aklanması yapılmaktadır. Genellikle zaman aşımına uğratılmakta. Bazen ceza verdikleri olsa daö kısa süre sonra af veya infaz yasaları düzenlemeleri ile salıverilmekteler. Mahkemeler ve hukuk kurumu bu yapıların cezalandırılmaması ve aklanması için özellikle devletin Kurdlere kaşı savaş politikasını ağırlıkla yürüttüğü zamanlarda daha pervasız ve hukuk tanımaz bir şekilde davranmaktadır. T.C.nin ilk yıllarında, mahkemeler ve hukuk kurumu sadece onları korumamış veya kollamamış, onlar gibi görev bile yapmaktan çekinmemiş. Bu nedenle mafyaların ifşaatları, hukuk kurumu tarafından görünmezlikten gelinmesi, sadece AKP ve iktidarına ait bir durum değildir. Bizzat devlet tarafından yönetilmeyen veya yönlendirilmeyenler ise, ağır cezalar alıyorlar. Devletin etkili yöneticilerinin doğrudan suç ortağı olduğu bazı katillerin tasfiye etmek durumunda olduğu bazı zamanlarda, kontrolü altındaki paramiliter yapılar içinde bulunan bazı kişileri, gerçektencezalar ile cezalandırma yoluna gidebilmektedir. Topal Osman, buna bir örnek verilebilir.
Cezalandırma yoluna gittiği durumlarda, bir süre sonra iadeyi itibara başvuruyor. Sistemin devamı ve yeni görevlilere güvence vermek için bunu yapma yoluna gidiliyor. Mustafa Muğlalı’da yapılanlar sistemin nasıl çalıştığını görmemizi sağlıyor. Bütün paramiliter ve organize suç örgütleri yargılamalarında asıl amaç halkın nezdinde zamana oynayarak işlenen suçları unutturmak ve yine halkın gözünde, asıl sorumlu olan Egemenlik Sistemi’nin aklanmasını sağlamak olmuştur.
T.C. yapısı gereği, yaklaşık 10 yılda bir yönetemez veya yönetilemez duruma düşmektedir. Özellikle Kürtlere karşı işlenen devlet suçlarından dolayı da, kurumların aklanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Devletin dışındaki bazı kişi veya kurumların işlenen suçlardan dolayı suçlanmasına ihtiyaç duyuluyor. 10-15 yılda bir tantanalı operasyonlar yapılması boşuna değil. Bu operasyonlar sonrası, toplumun önüne farklı bir gündem sunulduğu gibi, halkın gerçek suçlu olan sistemin dışında, başkalarını suçlu olarak algılaması sağlanmaktadır. Bunun için sistemin yapamayacağı şey yoktur. Son 100 yılda MKA hariç başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları bile yeniden organize durumlarında suçlanma yoluna gidilmiş veya suçlu gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Görevleri bitenleri bekleyen akıbetle karşılaşmışlar. Sistem için esas olan kuruluş esaslarının devamıdır.
T.C.nin kuruluş esasları gereği, yürürlükte olan sistemi yaşatmaya devam ettiği sürece, normal bir işleyişe hiçbir zaman kavuşamayacak. Mazlum halklar,bazen zayıf da olsa mücadelelerinden vazgeçmeyecek ve genosidal sistemi yıkmak konusunda başarıya ulaşana kadar direneceklerdir. Kurd ve Kurdistan sorunu çözülmeden, T.C.de demokratik bir düzenin olması mümkün değildir. Sisteme karşı mazlum halklar başarı sağlayana kadar bu durum devam edecek. Bu durum doğal olarak sistemin bazı suçları periyodik olarak işlenmesini zorunlu kılmaktadır. Doğal olarak devlet düzenli olarak Jitem, Hizbullah, İŞİD gibi paramiliter örgütler ile özellikle uyuşturucu işi başta olmak üzere şahıslar üzerinden mafya yapılanmalarının devamını sağlayacak veya yenilerinin organize edilmesini temin edecektir.
Egemenlik sistemi, gerek işlenen suçların halkın vicdanında üstünün örtülmesi ve mazlumların itibarsızlaştırılması için Tarikat ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi, devlet dini esasına göre kurulmuş dini kurumları düzenli olarak kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bu yönleri ile bunlar da organize yapılar olarak algılanır ise yanlış yapılmış olunmaz. Dini yapılar propaganda için kullanıldığı gibi, aynı zamanda paramiliter yapıların insan kaynağı olarak arka bahçesi görevini de görebilecek gibi organize edilmişler. İŞİD ve Hizbül-Kontra’nın dini gurupların ve DİB’in olanaklarını ve mekanlarını kullanmaları gözden ırak tutulmamalı. Dini kurumların bu tür yapıları kınadığı veya lanetlediği, faaliyetlerine engel olduğu T.C. tarihinde görülmemiştir. Osmanlı’da halifelik ve Bektaşilik ne görev yapıyor ise T.C.de DİB ve tarikatlar aynı görevi görmektedir. Paramiliter yapıların devlet dini olsa da, dini esaslı bir örgüt görüntüsü verdiği çok az görülmekte iken, son zamanlarda durum farklılaşmıştır. Sadat ve Fethulah Gülen hareketi gibi yapılar, daha öncekilerden az da olsa farklılık göstermektedir.
Paramiliter yapılar, halka korku vermek için kullanılmanın yanında, sıklıkla devlet adına işlenen cinayetlerde ve geçmişte yapılan Pontus, Ermeni ve Kurd katliamlarında devletin resmi güvenlik kurumları yanında yardımcı güç olarak kullanılmışlar ve görev almışlar. Daha sonra gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında Kurdler ve Ermenilere karşı asli veya yardımcı güç olarak kullanılmışlar. Kurdlere karşı ülkücü kökenli yapılar ile İŞİD ve ÖSO gibi yapılar sıklıkla kullanılmaya devam edilmekte. Bu tür işlerde görev alanlar, zaman zaman topluma kahraman olarak da sunulmaya çalışılmakta. Alaattin Çakıcı, Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı, Topal Osman, Sakallı Nurettin Paşa, Korkut Eken ve Cem Ersever bunların en bilinen birkaç örneğidir. Son zamanlarda Muhsin Yazıcıoğlu’nın demokrat olduğunu söyleyenler tarafından da kahraman olarak görülmesi, bu halk için düşündürücüdür. Devletin resmi görevlilerine dokunulmazlık sağlamak ile devletin resmi görevlisi olmayanlara ise resmi olmasa da dokunulmazlık sağlanma yoluna gidilmesi değişmez politikalardan olmuştur.
Suç örgütlerini sağladığı olanaklar ile bazı sermaye guruplarının oluşması ve palazlanmasının sağlanmaya çalışılması da egemenlik sisteminin politikalarından bir başkasıdır. Bir taraftan istenildiği zaman istenildiği gibi kullanılan zenginler yaratılmakta ve gerek görüldüğünde bunların olanakları sistem karşıtı güçlere karşı kullanılabilinmektedir. Uzan, Demirören ve Ciner gibi sermaye gurupları bunlardan bazılarıdır.
Türkler, Sedat Peker, Muhammed Yakut, Ayhan Çarkın vb. paramiliter yapılar ile mafya veya organize suç örgütleri yöneticileri ile bazı elemanlarının yaptıkları itirafları nasıl görüyor olabilir. Görüldüğü kadar, haberdar olanların en az yarısı magazin izler gibi izliyor ve en az %85’i ise yaratılan algı yönetimine inanarak bunların devlet için iyi işler yapan kahramanlar olarak görmektedir. Onlar için devlet kutsaldır ve devlet için işlenen suçlar bile kahramanlık ve erdem olarak görülmelidir.
Suç örgütleri, devletin resmî ideolojisi için bir gereklilik ve zorunluluk olarak görüldüğü gibi, aynı zamanda devletin zayıf noktasıdır da. Bu yapılar, başka ülkeler tarafından T.C.ye karşı olarak uluslararası hukuk kapsamında koz olarak da kullanılmaktalar. Bu ülkelerin istihbarat kurumlarının da kolay sızabileceği yapılar ve güvenilir bilgi kaynakları olarak da görülmekte ve değerlendirilmekteler. Sedat Peker ve Fethullah Gülen’de olduğu gibi, korunmakta ve kollanmaktalar. Zaman zaman da bunların karşılığında T.C.den tavizler koparmaktalar. Buna rağmen egemenlik sisteminin ve yandaşlarının söylediğinin tersine, bu tür yapıların arkasında dış güçler değil devletin kurumları ve egemenlik sisteminin ideolojik taraftarları vardır.
Yerleşik sistem devam ettiği sürece, suç örgütlerinden kurtulmamız mümkün değildir. Bu örgütlerin yaşamımızda olmadığı bir dünya dileği ile…..