Koray Düzgören*
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında Soçi'de gerçekleşen zirveden kim kârlı çıktı?
Geçtiğimiz hafta ABD ile yapılan ateşkes anlaşması sonrasında da aynı tartışmalar yapılmıştı. Hala da devam ediyor.
Soçi anlaşması (Mutabakatı) ile mesele daha da karmaşık ve tartışılır hale geldi.
Anlaşma bazı sorulara yanıt vermekle birlikte, ortada karşılığı olmayan ya da olduğu halde açıkça dile getirilmeyen birçok soru işareti var.
Tamam, bu anlaşma ile Türkiye, YPG’nin sınırın 30 kilometre aşağısına -güneye- çekilmesini sağlamış oluyor.
Yanı sıra, Tel Abyad ve Ras Al Ayn’ı içine alan 32 km derinliğindeki mevcut Barış Pınarı Harekâtı alanındaki yerleşik statükonun muhafaza edilmesiyle o bölgede kalmaya devam ediyor.
Anlaşmayla, Rus askeri polisi ve Suriye sınır muhafızlarının, Barış Pınarı Harekât alanının dışında kalan Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafına, YPG unsurları ve silahlarının Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km’nin dışına çıkarılmasını temin etmek üzere girecekleri belirtiliyor.
Ayrıca, mevcut Barış Pınarı Harekât alanı sınırlarının batısı ve doğusunda 10 km derinlikte Kamışlı şehri hariç Türk-Rus ortak devriyelerinin başlayacağı karara bağlanıyor.
Mınbiç ve Tel Rıfat’tan bütün YPG unsurlarının silahlarıyla birlikte çıkarılacağı konusunda anlaşılıyor.
Şöyle üstün körü bakıldığı zaman bunlar, Türkiye’nin kazanımları olarak görülebilir.
Sınırların hemen ötesindeki Kürtlerden bir ölçüde kurtulmak, onları hiç olmazsa 30 kilometre uzağa göndermek. Anlaşmayla, Tel Abyad ile Ras El Ayn arasındaki 140 kilometre uzunluğunda 30 kilometre derinliğinde bir alanı belirsiz bir süre boyunca işgal edebilmenin onayını alabilmek…
Bunlar Ankara’daki iktidar odaklarına göre az şeyler değil.
Bunların karşılığında Türkiye’nin uymak zorunda kalacağı şartlar da var tabii.
ANKARA, ŞAM YÖNETİMİ İLE İLİŞKİYE GEÇECEK
Şam Yönetimini dolaylı yoldan da olsa yeniden tanımak zorunda olmak gibi…
Hatta bu temasların şimdiden başladığı dahi söyleniyor. Çünkü bu yukarda sıralanan önlemlerin tümü Suriye topraklarında gerçekleşecek uygulamalar. Bunun olabilmesi için Ruslarla birlikte ve Şam Yönetiminin mutabakatı ile çalışmak tabii ki bir zorunluluk.
Ruslar da Ankara’ya zaten sürekli bunu hatırlatıyorlar, “Şam’la ilişki kurmalısınız” diyorlardı.
Ankara bunun yanı sıra, gerçekleştirilecek uygulamaların, daha önce Putin’in gündeme getirdiği Türkiye ile Suriye arasında 1998 yılında imzalanmış Adana Mutabakatı çerçevesinde ele alınacağını da kabul etmiş oldu.
Eğer bunları benimsemeseydi Putin tarafından bahşedilen ve kazanım olarak değerlendirilen birçok meseleyi hayata geçiremeyecek(ti).
Buna karşılık Soçi Anlaşması ile AKP-MHP-Devlet iktidarının yapmayı çok istediği bazı şeyleri gerçekleştiremeyeceği anlaşıldı.
Söz gelimi Ankara, bölgeyi neredeyse tamamen işgal ederek YPG’yi, SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri) tamamen yok etmeyi, olmazsa tamamen ezmeyi, dağıtmayı planlıyordu.
Bölgedeki nüfus yapısını değiştirerek bir etnik temizliğe girişileceğinin işaretlerini veriyordu.
Erdoğan iyice güneye inerek Rakka’ya Deyr Ez Zor’a ulaşarak o bölgelerde 2 milyon hatta daha fazla sayıda Suriyeli sığınmacıyı yerleştirmekten söz ediyordu.
Soçi ile bu hayalin gerçekleşmesi de olanaksız hale geliyor.
Ama öncelikle Fırat’ın doğusunda 444 kilometre uzunluğunda ve 30-35 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak isteniyordu.
Bu plan da Soçi’de Putin’in onayını alamadı.
Onun yerine Türkiye’nin hareket alanı Adana Mutabakatı kapsamında belirlenmiş oldu.
Böylece Ankara belli bir süre sonunda işgal ettiği Suriye topraklarından çıkmak zorunda kalacağı bir sürece giriyor.
Nitekim Erdoğan Soçi’den dönerken uçağında yaptığı açıklamalarda, o toprakların Suriye’ye ait olduğunu ve işgal niyetinde olmadıklarını açıkladı.
Bu arada anlaşmada yer almasa da Ankara’nın yakında Şam Yönetimi’nin İdlib’de cihatçı örgütlere karşı başlatacağı harekâtta geri adım atacağına dair beklentiler var.
YPG SURİYE ORDUSUNA KATILIRSA NE OLACAK?
Soçi’den hemen sonra yapılan bazı açıklamalara bakılırsa Türkiye, YPG’nin 30 kilometre güneye çekilmesiyle de tatmin olmuş değil.
Hatta Kürtlerin Şam rejimi ile yaptığı anlaşmayı da beğenmiyor. Onların Minbiç’ten ve başka yerleşim yerlerinden de çıkartılmasını talep ediyor.
Yani açıkça, hem anlaşmadaki ifade ile “Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğünün muhafazasına bağlılığını” teyit ediyor hem de Suriye’nin iç işlerine karışıyor.
Bu şartlarda YPG’nin Şam’la anlaşarak silahlı güçlerinin Suriye ordusunun parçası olmayı kabul edebileceğine dair güçlü işaretler var.
Böyle bir çözüme karşı Ankara’nın yapabileceği herhangi bir şey olmasa gerek.
Soçi Anlaşması Suriye’de yeni bir süreci başlatmanın ötesinde Türkiye açısından da bir durumun tespit edilmesini sağladı.
Ankara’nın, Kürtlerin sınırların içinde ve dışında sindirilmesi, (Son günlerde yapılan soykırım değerlendirmelerini ve uyarılarını da yabana atmamak gerekir) çökertilmesi ya da iyice baskılanarak uzun bir süre seslerini çıkaramaz konuma indirgenmesine ilişkin plan en azından Suriye’de pek geçerli olamayacak gibi görünüyor.
Bu planın Türkiye ayağı ise malum, bütün şiddeti ile hunharca uygulanıyor. Kürtlere yönelik baskılar ve hukuksuzluklar, linç girişimlerine varan ırkçılık ve ayrımcılık tehlikeli bir şekilde tırmanıyor.
HDP’nin seçilmiş temsilcilerine yönelik kitlesel görevden alma ve tutuklama operasyonları hızlanarak devam ediyor. Kürtler ağırlaştırılmış bir sıkıyönetim hatta savaş koşullarında boyun eğmeye, teslim olmaya zorlanıyor.
Suriye’de ise şimdilik bütün gelişmeler Kürtlerin aleyhine gibi görünse de (ABD’nin Suriye’deki ihaneti, Avrupalıların Erdoğan’ın mülteci şantajı nedeniyle Kürtlere yapılanlara gözlerini kapatmaları, Rusların Suriye ve Ortadoğu’ya ilişkin beklentileri nedeniyle oynadığı oyunda sürekli Kürtleri Türkiye karşısında harcayan politikaları) başarılı olamayacak gibi görünüyor.
Kürtler 20-30 kilometre güneye göçmek zorunda kalsalar da orada olacaklar.
Ve Türkiye’ye rağmen yaşamaya devam edecekler.
Son gelişmeler nedeniyle muhtemelen Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye’de oluşturulan yönetim ve yaşam modelleri etkisiz hale getirilip hatta yıkılsa bile
Kürtler yeni Suriye’nin vazgeçilmez bir parçası olarak ülkeye ağırlıklarını koyacaklar.
Buna ne Türkiye ne de onunla aşağı yukarı aynı anlayışa sahip Şam Yönetimi engel olabilir.
*Bu yazı ilk olarak Artı Gerçek’te yayınlanmıştır.