PKK ve çevresi dışındaki Kürt ulusal siyaseti içinde,“Devlet, Sömürgeci Türklerin devleti; kanunlar, kurumlar onların kanunları ve kurumlarıdır. Doğal olarak Türkler bu olgunun ihtiyaçlarına, çıkarlarına göre neyi/nasıl isterlerse onu yaparlar, yapıyorlar da. Bu anlamda Türk Devlet sisteminin uygulamalarından şikayetçi olmak, olup bitenlerde ‘hukuk’aramak ve olanları kınamak bile abesle iştigaldir” diye düşünen ve yazan epey aktivist ve siyasetçi var.
Yazım boyunca görüleceği gibi, bu yaklaşım, temelde doğru olduğu için katıldığım bir yaklaşım amma…
Ancak keşke siyaset, böylesine apaçık, berrak, dosdoğru yollar, olgular üzerinden gerekli olan ideallerle yapılsaydı; yapıla bilseydi. Ama ne yazık ki, siyaset alanları, yolları böyle açık, berrak ve dosdoğru değil. Bu nedenle siyasette asıl meziyet, içinde bulunulan koşullarda gerekli olan ile mümkün olanı optimal (en uygun) bir yerde, stratejide buluşturmaktır.
Marx’ın “Olgular olduğu gibi görünseydi, bilime gerek kalmazdı” özdeyişindeki gibi, keşke herkes, her olayın kendi içindeki “temel gerçeği” görebilseydi ve böylece bildiğimiz/yaptığımız anlamda siyasete de gerek kalmasaydı...
Belli irdelemelerden sonra, Kuzey Kürdistan’daki mevcut siyasal durumun şahsında, bu konuya, yani olgular ile toplumun bu olguları nasıl algıladığına ve bunun siyasete yansıması konusuna başlıklarıyla da olsa döneceğim…
Bu anlayışla anılan kayyum ve benzeri uygulamaları önemseyip ve kınayıp, belirttiğim anlamda bir siyasete katılarak konuya geçmek istiyorum.
****
Dün sabah, CNN Türk’te, sömürgeci Türk egemenlik sisteminin siyasal yelpazesinin muhalefet lideri olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinledim. Konu, Hükümetin, birkaç gün önce, Kürdistan’daki 3 Büyük Şehir belediye başkanlıklarına, tekrardan atadığı kayyumlardı.
Sağcısı, solcusu, devrimcisi, demokratı ve liberali ile bir çok muhalif Türk siyasetçisi, hukukçusu, sivil toplumcusu gibi Kılıçdaroğlu da,konuyla ilgili eleştirisini/karşıtlığını,“YSK, görevden alınanların adaylıklarını onaylamış, haklarında da kesinleşmiş cezai bir yargı kararı bulunmuyor vs. vs. …“ türünden bildik bir temele, yani Sömürgeci Türk Devleti’nin kanunlarına ve kurumlarının kararlarına dayıyordu.
Oysa, işin zırt damarı, yani asıl siyasi yanlışlığın ve hukuksuzluğun temeli de bu: Bir milletin ve devletinin, bir başka milletin ülkesini işgal edip sömürgeleştirerek, o ülkeyi ve milleti, kendi sömürgeci kanunları ve kurumlarıyla yönetmesidir.
Böylesi bir siyasi konumlanmada/sistemde “Kanuni hukukiliği” tartışmak, özünde abesle iştigaldir.Örneğin, bir zamanlar, Kılıçdaroğlu’nun Partisi’nin özel bir kanunla kurdurttuğu İstiklal Mahkemesi, Diyarbakır’da, Şeyh Said ve arkadaşlarının yargılamaları esnasında, yargılama için yaşı tutmayan ve Türkçe de bilmeyen bir Kürd gencini, “Türkçe bilmeyen birinden bu memlekete hayır gelmez!” gerekçesine dayalı bir mahkeme kararıyla idam ettirmişti. Böylesi bir karar, Türk egemenlik sisteminin yargı kararıdır diye, bırakalım “adil ve hukuki”liği, meşru bir karar sayıla bilinir mi? Özü, haksız ve hukuksuz bir temele dayanan sömürge-sömürgeci ilişkilerinde,kanunilik, adillik, hukukilik, hele de meşruiyet aramak gerçekten de abes ile iştigaldir.
Şimdilerde adını hatırlayamadığım bir kitapta, Gandi’nin, durumumuza uyan bir olayla ilgili çok yerinde ve çarpıcı da olan bir belirlemesini okumuştum. Bir zamanların Hindistan’ında, sömürgecilik karşıtı sivil itaatsiz, yani barışçıl bir gösteriye saldıran İngiliz askerlerinin yüzlerce Hintliyi katletmeleri üzerine, bölgede ve dünya da önemli bir karşı tepki oluşur. İngiliz Sömürge valisi, tepkiyi yumuşatmak için, bir çadırda yaşayan Gandi’yi ziyaret eder ve askerlerin anılan tutum ve uygulamalarını eleştirip sorumluların cezalandırılacağını belirterek ondan özür diler. Sömürge valisi, devamla “Birkaç gün sonra Londra’ya gideceğini ve durumu Majestelerine (İngiliz Kralı) de aktaracağını” belirtir. Bunun üzerine acı acı gülen Gandi, İngilizlerin ve dolayısıyla Majestelerinin ülkelerini ve kendilerini yönetmelerini kast ederek“Zaten temel sorun da oradan kaynaklanmaktadır”der…
Bizde de, her uygulama, bu sömürgeci temele dayanır ve temel çare olarak da her yol/yöntem, bizleri kendi ülkemizde, kendi kendimizi yönetmeye, yani her millet gibi kendi devletimize sahip olma kapısına çıkarır.
****
Yüz yıllardır, bu “kapıya” çıkmak, onu açmak için mücadele ediyor; kanımızı döküyoruz. Günümüzde, Kuzey Kürdistan’da, mücadele tarihimizin, örgütsel olarak en yaygın, kitlesel ve dolayısıyla da güçlü bir dönemini yaşıyoruz. Ve fakat siyasi olarak da, tam tersine, mücadele tarihimizin amaç, değer ve kavramlarıyla Kürd ve Kürdistanilikten özellikle kaçan/kaçırtılan en çarpık, en saptırılmış, en ehlileşmiş, en araçsallaşmış, en entegre olmuş ve tüm bu nitelikleriyle de ulusal amaçlı siyaset olmaktan en çok çıkmış bir dönemini yaşıyoruz.
Daha geçenlerde, sözde ulusal önderimiz, Devlet ve Hükümet’in teşvik ve izniyle İmralı’dan yolladığı bir mesajda; Kürdler olarak Kürdistan’ın dört parçasında daayrı bir devlete ihtiyacımız olmadığını açıklıkla belirttikten sonra, “Ancak Kürtlerin de bir hukukları olmalı?” demekten bile kaçınarak“olmamalı mı?” şeklindeki bir soruyla adeta cambazlığa baş vurmadı mı? Modernist Türkçüler tarafından yukarıda belirtilen entegrasyonist siyasi niteliklerle Kürdlerin gelecekteki liderliği için pohpohlanıp hazırlanmakta olan Selahattin Demirtaş’ın ise, yarıştaki konumu gereği, daha keskin sözlerle ve fakat daha “ince” bir cambazlık yapması gerekiyordu ve meşhur“Diyarbakırlı kabadayı bozuntusu” hikayesindeki gibi, yargılandığı mahkemede bu rolü şahane oynadı: Mealen şöyle dedi:“Ben Kürdüm ve ülkem Kürdistan’dır; ancak beni bu nedenlerle yargılamasaydınız bunları hatırlamazdım bile!”.
Meşhur hikayedeki Diyarbakırlı kabadayı bozuntusu da “Heeeyt ulan, ne kadar polis varsa…” diye posta atmaya başlamışken, gelmekte olan polis arabasını görünce “O kadar da bekçi var!” diye pıslıyordu…
****
PKK ve çevresi dışındaki Kürt siyasi hareketi olarak, şu veya bu söylemle 25-30 yıldır, genel olarak doğru da olan bu ve benzeri saptamalara dayalı eleştirilerimizi dile getiriyoruz. Hatta kimilerimiz, eleştiri sınırlarını da aşarak, adı geçen hareket için “Devlet patentli”, kimi yöneticileri için de“ajan, provokatör, hain, satılmış” kavramlarıyla suçlamalar ve değerlendirmelerde bulunuyoruz. Tüm bunlar, önemli oranda doğrular da içeriyor. Ancak buna rağmen, her gün daha bir genişlemekte olan Kürd ulusal dinamizmi ve dolayısıyla toplumu, PKK ve çevre örgütleri etrafında kümeleniyor; ağır bedellere rağmen mücadele enerjisini o kanala akıtıyor, onları destekleyip daha bir büyütüyor. Kürd ulusal dinamizminin bu trendi,haliyle yanı sıra bizleri de her geçen gün daha bir küçültüp marjinalize ediyor.
Bu terslik ve fakat aynı zamanda realite, çok etmenli olduğu kadar çok katmanlı ve karmaşıktır da.
Bu tersliğin, devlete ilgili boyut ve etmeni anlaşılırdır ve doğal olarak minnetsizdir de. Zira, temel Politikası inkar ve imha olarak kaldıkça Devlet, Kürdleri ve siyasetlerini yok edemediğinde, doğal olarak onları yönetmeye, çarpıtmaya, ehlileştirmeye ve dolayısıyla asimile ve entegre etmeye çalışacaktır.
Bunun yanı sıra, ulusal siyaset ve mücadelesi anlamında düzlüğe çıkmak için, siyaseten sebeplerini saptayıp buna uygun olarak doğrultmamız gereken daha birçok alan var. Hatırlayabildiklerimi kısa başlıklarla sayayım: Siyasal şiddet ve siyaset, Örgütsel süreklilik, istikrar ve siyaset, mücadele azmi, sürekliliği ve siyaset, Toplumsal etkinlik, güç ve siyaset, Kayyumlar politikası ile daha bir pekişecek olan mağduriyet ve siyaset, rant (maddi, siyasal) ve siyaset, ulusal, uluslar arası ve bölgesel güç ve dinamiklerdeki değişimler/farklılaşmalar (siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel) ve siyaset, tarih, kültür, dil ile bunlara ilişkin algılar ve siyaset, sömürge koşullarında demokrasi mücadelesi, seçimler ve benzeri konular ve siyaset başlıkları gibi…
Tüm bu ve benzeri başlıkları araştırıp, inceleyip ve irdeleyip sonuçlarını siyasetimizde doğru değerlendirmedikçe, yıllardır yapmakta olduğumuz gibi,bir takım genel doğruları tekrarlayarak ulusal perspektif ve amaçlı güçlü örgütsel ve siyasal alternatif(ler) yaratamayız ve dolayısıyla da yukarıda bahsettiğim her yönüyle çok güçlü bir biçimde yükselen entegrasyonist hegemonyayı kırıp dalgasını engelleyemeyiz.
Günümüzde temel mesele, PKK ve çevre örgütlerinin ne olup olmadığından çok, belirte geldiğimiz tüm olumsuzluklarına rağmen, Kürd ulusal dinamizminin neden, hangi motivasyonlarla, hangi algıların ne tür yanılsamalarıyla onları desteklediğidir.
Maalesef yaşamakta olduğumuz ve yaşayacağımız muhtemel süreç, PKK ve Çevre örgütleri dışındaki Kürd ulusal siyaseti olarak avantajlarımızı değil, dezavantajlarımızı büyütüp çoğaltacak nitelikte görünüyor. Zira, Türk egemenlik sisteminin, Cumhur Başkanlığı Sistemi ile belli bir değişime uğrayarak, İstanbul Seçim sonuçlarında da somut olarak görüldüğü gibi, Türkiye’de iktidar olmada Kürd oylarını kıymetlendirmiş, hatta belirleyici hale getirmiş bulunmaktadır. Bu, nedenlerini ve politik odaklarını açıklaya geldiğimiz zaten yükselmekte olan, faktörleşmeyi ve dolayısıyla entegrasyonist trendi güçlendirecek niteliktedir.
Son zamanlarda seçimler, ekonomi, dış politika vb. alanlardaki çok olumsuz gelişmelere rağmen, Cumhur Başkanı Tayyip Erdoğan’ın ve Hükümetinin, zaten sürdüre geldikleri Kürt düşmanlığını ve Türkiye çapında toplumsal kamplaşmayı teşvik etme politikasına daha bir hızla sarılıp devam etmeleri, anılan süreci adeta pompalamaktadır.
Böylece yüz yılların ve özellikle de son kırk yılın savaş, ölüm, zulüm ve göç yorgunu Kürdler, Devlet ve Hükümet ile PKK ve çevre örgütlerinin ortak ve özel çabalarıyla zaten hayli uzaklaştırıldıkları ulusal bilinç, perspektif, değerler, kısacası ulusal amaçlar yerine, kıymetlenen oylarıyla anılan girdaptan sıyrılmak/kurtulmak için “pratik rasyonalizm”e daha bir sarılıp yatarak, modernist Türkçülerin iktidarının yaması olma yolundaki trendi hızla yükselteceğe benziyorlar. Başta CHP olmak üzere modernist Türkçülerin, konuyla ilgili plan ve çabaları gözle görülür biçimde artmış bulunuyor.
Gelecek yazılarımdan birinde, özellikle yukarıda belirtilen Kürd siyasetinin durumu ile ilgili yukarıda belirtilen belli başlı başlıkların konularını irdeleyerek, Kürt ulusal dinamizminin, tüm yanlışlarına rağmen neden PKK ve çevresine destek olduğunu ve bunun nasıl aşılabileceğini açıklamaya çalışacağım.
22 Ağustos 2019