Opera sanatçısı Pervin Chakar'a göre devlet anlayışının Kürt kültürüne ve müziğine yönelik dışlayıcı tavrı daha fazla Kürt gencinin klasik müzikle tanışmasına vesile oldu.
Pervin Chakar, bu topraklardan çıkıp dünyanın en büyük opera sahnelerinde şarkılar söyleyen en önemli seslerden, en önemli sanatçılardan biri. Doğum yeri olan Mardin’in Derik ilçesinde duyduğu Kürt ezgileriyle, daha sonra babasının işi nedeniyle çocukluğu boyunca yaşadığı diğer şehirlerde tanık olduğu kültürlere ilgisiyle başlayan müzik hayatını, şimdi dünyanın farklı şehirlerinde verdiği etkileyici konserlerle sürdürüyor. Müzik eğitimi aldığı Ankara’da başlayan opera çalışmalarını, 2000’li yıllarda İtalya’da operanın büyük isimleriyle devam ettirdi. 2006’dan bu yana Avrupa’nın en önemli opera sahnelerinde soprano sesinin derinliklerini farklı repertuarlarla opera severlere ulaştırıyor. En prestijli opera ödüllerinin sahibi olan Chakar, dünyanın en ünlü tenorlarıyla paylaştığı sahnede uzunca bir süredir kendi kültürünün ve halk müziğinin örneklerini de dünyaya duyuruyor.
Kürt müziğinin opera tavrı ile buluştuğu birçok eseri de yorumladı sanatçı. Onun sahnesini izleyenlerin tanık olduğu bu özgün ve özel yorumlar, artık yayınlanan albümlerle diğer müzikseverlere de ulaşıyor. Geçtiğimiz yıl Kürt Halk ezgisi ‘Lo Şivano’yu piyanoda İklim Tamkan ve dudukta Ertan Tekin ile seslendiren Pervin Chakar, yakın zamanda tamamı yayınlanacak yeni albüm ‘Breath of Nahrain'de yine duduk ustası Ertan Tekin ve bu kez piyanist Dengin Ceyhan ile bir araya geldi. Albümün ilk eseri 'Heyran Jaro', dijital müzik platformlarında yayınlandı. Zaxo-Şırnak halk ezgisi olan şarkı, ilk kez dengbej Fadil Ciziri tarafından seslendirilmişti. Şarkı, Kürt müziğinde bir tür mani olarak kabul edilen ve çoğunlukla aşkı konu alan Heyranok formunda. Cudi sıradağlarında sevgilisinden ayrı düşen genç bir kadının ağıdı olan 'Heyran Jaro'da, sevgilisi bir uçurumdan aşağıya düşmüş olan kadın, onun yaralı haliyle konuşuyor.
Almanya’da yaşayan Pervin Chakar ile Stuttgart’ta verdiği konser öncesinde çalışmalarını, operanın bu coğrafyadaki yerini, Kürt müziğini ve müziğin yaşadığımız zamanı ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirip getiremeyeceğini konuştuk.
‘SANATIN GÜCÜNE İNANMAKTAN BAŞKA ÇAREMİZ YOK’
“Operayla halk müziğini bir şekilde birleştirerek bu müziği halkıma dinletmek istiyorum” diyorsunuz. Bunu yapabilmek için yeni bir aranjman mantığı, bu iki müziğin armonik olarak birbirine yaklaştığı ve uzaklaştığı yerleri iyi tahlil edebilmek ve bu formülü doğru kurabilmek gerekiyor. Opera ve daha genel anlamıyla klasik müzik tarzının tüm müziklere uyarlanabilceğini düşünüyor musunuz?
Belirlemenizde kesinlikle haklısınız. Klasik müziği, halk müziğiyle birleştirmek için her iki müziği de iyi bilmek gerekiyor. Kariyerime aslında daha çocukken halk müziği şarkıları söyleyerek giriş yaptım fakat daha sonra Klasik Batı Müziği eğitimi aldım, bugün yapmak istediklerim açısından aslında kendimi şanslı bir geçmişin sahibi olarak görüyorum. İki müziğe de aşina olmakla birlikte, eğitiminden geçmiş olmak her iki derinliği birleştirmemde bana hem kolaylık hem de imkân sağlamış oldu. Her ne kadar aranjmanlarda ortaya çıkan zorluklardan söz edecek olsam bile, bunları usta isimlerle aşmanın da güzelliğini yaşıyorum. Sadece diyatonik değil ayrıca mümkün mertebe eserin özüne sadık kalacak şekilde makamına, yöre ağzına ve gırtlağına, bu anlamıyla geleneksel tekniğe dikkat ediyorum. Daha önce farklı dillerde yapılmış çalışmalarda sırf eseri Batı müziğine daha fazla yaklaştırmak adına düzenlemelerde çok fazla kusur var, bu tür sorunların en azından Kürtçe ve diğer dillerde seslendirdiğim şarkılarda ortaya çıkmaması için çaba sarf ediyorum.
Aslında her tür müzik opera tekniğiyle söylenebilir ya da klasik müziğe adapte edilebilir elbette fakat benim yapmak istediğim yegâne şey bu değil. Bugün içine düştüğü sefil durumda bile dünyanın önemli müzik mahreçlerinden biri olmayı sürdüren Kürt müziğinde yıllardır çok güzel çalışmalar yapılmış. Ben bu yaratıların çok sesli müzikle, klasik müzikle tanışmasını ve böylelikle yeni bir yol bulmasını istedim. Bu sebeple çalışmalarımı hassas bir dengede yürütmek durumundayım zira özü itibariyle geleneksel olanı bozmak, dekonstrüksiyone etmek gibi sonuca da gidilebilir. Bunu istemediğimi biliyorum.
Bir Ukrayna Ninnisini yorumladınız yakın zamanda. Müziğin barışa katkısı olabileceğine inanmak istiyoruz hep, hatta böyle olabileceğini düşünüyoruz. Ancak başımızı ellerimizin arasına alıp enikonu düşündüğümüzde dünyanın zalim gerçekliğinde müzik belki de başka bir dünyaya aitmiş gibi geliyor bize, bilmem ne düşünürsünüz. Sizce müziğin barışa katkı sunabilmesinin, dünyayı daha güzel bir yer haline getirebilmesinin yolu var mıdır gerçekten?Ukrayna savaşının en çetin günlerini yaşadığı dönemde verdiğim bir konserde seslendirdim o ninniyi. O günkü konserimin konusu ‘Avrupa’da Kürt Perspektifi’ydi. Konser repertuarımda Brahms, Puccini , Mozart, Dvorak, Mendelssohn’un yanı sıra piyano ve şan için aranje edilmiş Kürtçe halk ezgileri de vardı. Arnavutluk’ta düzenlenen bir opera yarışmasında Ukraynalı bir opera sanatçısı ile tanışmış ve ondan geleneksel Ukrayna ezgileri dinlemiştim. Uzun zamandır devamlı irtibat halindeydik. Savaşın başlaması ile onu sık sık aradım. Konserimden bir kaç gün önce savaş bölgesinden annesinin trenle ayrılacağı müjdesini vermişti arkadaşım ve beraber çok sevinmiştik. Daha sonra ne yazık ki Polonya sınarında annesini trene yapılan bir saldırıda kaybetti. Eserin sözlerini daha önce onunla çalışmıştım. Bu ninni devamlı kulaklarımdaydı. Konser sonrası bis olarak bu ninniyi söyledim. Uzun bir sessizlik oldu salonda.
Müziğin barışa katkısı olabileceğini düşünüyorum. Bu belki modern zamanlar için gerçeğe tekabül etmez ama ben bu inancımı korumak istiyorum. Pek çok dünya sanatçısı savaşa karşı ya enstrümanı ya da sesiyle katkı sunmuştur. Saraybosnalı ünlü çellist Vedran Smailovic’i hepimiz hatırlarız. Saraybosna kuşatması sırasında, yıkık, harabeye dönmüş binalar arasında keskin Sırp nişancılara, ölüme inat savaşa karşı Albino’nin G minör Adagio’sunu çalmıştı. Tarih her zaman cesareti ile var olmuş sanatçıları hatırlayacaktır. Ayrıca barış için müzik projeleri ya da Berlin’deki Şef Barenboim yönetimindeki Doğu-Batı Divan Orkestrası, Ortadoğu’ya barış getirmek ve toplumlar arası anlayışı geliştirmek için Barenboim ve ünlü düşünür Edward Said tarafından kurulmuştur. Bu orkestrada Filistinli ve İsrailli müzisyenler ile pek çok avrupalı müzisyen de vardır. Gerçekleştirdikleri konserler ile büyük yankı uyandırmışlardır. Kürtlerde de birçok örneği var bunun; şair Evdilla Peşêw savaşan iki Kürt tarafın arasına girmiş şiirlerini okumuştu, filozof Ferhad Pîrpal “Birbirinizi öldürürseniz kendimi öldürürüm” demiş ve Şivan Perwer, Brakujî şarkıları yapmıştı. Elbette siyasiler savaşın biteceğine karar verdi ama bu girişimler onların sıkıştırılmasında büyük etki yarattı. Ne var ki günümüzde sanatın savaş üstündeki etkisinden çok savaşın sanat üzerindeki etkisini konuşuyoruz. Ukrayna savaşında saldıran durumundaki Rusların, bugün özellikle Avrupa’da yaşayan sanatçılarına yönelik kabul edilemez bir faşizm uygulanıyor. Onlara söyleme zorunluluğu getiriliyor ve yazarlarının, sanatçılarının isimleri salonlardan kaldırılıp, üniversitedeki müfredatlardan çıkarılıyorlar. Bu korkunçluk karşısında hâlâ sanatın gücünden ümitvar olmak zor ama başka bir çaremiz olduğunu düşünmüyorum.
‘KÜRT KADINININ YERİNE DAİR KAFA KARIŞIKLIĞI YAŞANIYOR’
Farklı röportajlarımda özellikle yeni kuşaklardan Kürt kadın sanatçılarla şu konuyu konuşmayı anlamlı buluyorum: Kürt müziğinde kadın her zaman vardı belki ancak özellikle müziğin kaydedilip kitleselleşebildiği, bir ‘gösteri’ de olabildiği zamanlar geldiğinde bu ses geriye düştü sanki. Kürt müziğinde uzun bir süre büyük erkek sanatçılar, şarkıcılar dönemi hakim oldu. Bir süredir bunun değiştiğini, bugün artık Kürt müziğinde, ki sizi de buna dahil ederek söylüyorum, kadınların seslerinin daha çok duyulduğu bir dönem yaşıyoruz. Siz bu değişimi neye, nelere bağlıyorsunuz?
Bu sorunuzun cevabı döneme göre değişiklik gösteriyor aslında. Kürt müziğinin zayıfladığı bir dönemde Kürtçe müzik yapanların sayısı artıyor; kadınların öne çıkışı bu anlamıyla aslında doğru bir ilerleyişe tekabül etmeyebiliyor. Geçmişte de güçlü Kürt kadın sesleri vardı, bugün onların büyüklüğü karşısında ezildiğimizi düşünüyorum fakat modernleşmeyle birlikte toplumsal algı değiştiğinden bu çoğu zaman yanlış da yorumlandı. Geleneksel roller değişti ve bu yeni biçim içinde Kürt kadınının nerede duracağı üzerine bir kafa karışıklığı yaşandı. Müzik yapmak daha önce salt bir sınıfın işiyken şu an, geçmişte müzikle ilgilenmesi caiz olan ama müzik icra etmesi ‘haram’ olan soylu Kürtler de, üstelik kadınlarıyla birlikte müzik yapmaya başladılar. Mevcut kafa karışıklığı kadınlarımızın yaratıcılığı ya da üretkenliği ile ilgili bir durumdan değil modernleşen Kürt toplumunda müziğin ve kadının nereye konulacağıyla ilgili bir tartışmadan kaynaklanıyor aslında. Ev, evlilik, büyük aile içinde kadına biçilen rol, eğitim olanaksızlıkları, enstrümanlara ulaşmadaki zorluk; dinsel, politik, geleneksel sosyoloji ile birlikte değerlendirilmeli. Artık farklı bir devirdeyiz. Sosyal medya ya da dijital platformlara ulaşmakta artık hiç kimse zorluk çekmiyor. Teknolojik akıllı telefonlarla klipler çekiliyor ya da ses kayıtları alınıyor. Bence artık herkesin her şeyden çok kolay bir şekilde yararlandığı bir devri yaşıyoruz. Gündemi artık sanatçıların üretimleri değil kitlelerin beğenileri belirliyor. Kitle o gün hissettiği ruh haline uygun şarkılar dinliyor. Daha önemlisi de belki şu; kitle kötü müziği tercih ederek milyonlarca kez izleme sağlayabiliyorken çoğu zaman iyi müzik yapanlar görmezden geliniyor. Cinsiyet yönünden fırsatlarda eşitlenen toplum estetik kavramların tersyüz edildiği ve kötüye doğru evirilebildiği bir dönem yaşıyor.
‘SANATÇILAR İÇİNDE ‘KÜRTÇE’ OLAN PROJELERE CESARET EDEMİYOR’
Türkiyeli sanatçılarla ortak projeler yapıyor, hem Kürtçe kılamları hem de Ortadoğu’nun diğer dillerinde eserleri klasik ve gelenekselin buluştuğu düzenlemelerle yorumluyorsunuz. Bu projeler size teklif mi ediliyor yoksa siz mi bu birlikteliği oluşturmak için girişimde bulunuyorsunuz?
Elbette bu birliktelikleri kendi çabalarım ve emeklerimle oluşturmaya çalışıyorum. Belki herkese çok basit gelebilir çünkü dinleyicinin önüne tamamlanmış bir albüm geliyor fakat bunun arkasında tonlarca sorun, emek , gözyaşı, sevinç ve çaba var. Bir kere hâlâ Kürt müziğini tanımayan bir kitle var Türkiye’de . Her meselede mangalda kül bırakmayan Türklerin, komşu kültürlere karşı daha fazla gayret içersinde olmasını beklerim bu anlamda. Ayrıca Kürt müziğinin medyada korkusuzca yayınlandığı ve dinlendiği bir dönemi hayal ediyorum. Kürtlerin siyasal gelişimleri ve toplumsal güçlerine göre hâlâ Kürt sanatı üzerinde büyük bir baskı var. Elitler, Kürde dair olan her şeye hâlâ düşman. Oysa biz bir gerçekliğiz ve gözünü kapayan kendisine gece yapar.
Bu projelerin normalde prodüktörler, küratörler, kurumlar tarafından teklif edilmesi ya da projelendirilmesi gerekirdi ama ne yazık ki öyle değil. Tüm bu gördüğünüz çalışmaları kendim teklif olarak götürüyorum sanatçılara. Çoğu kapıdan elimiz boş dönüyoruz. Kimi sanatçılar içinde ‘Kürtçe’ geçen bir projede olmaya cesaret dahi edemiyorlar. Fakat her şekilde üstesinden gelmeye çabalıyoruz. Bugün duduk, piyano, çello ya da farklı enstrümanlarının sanatçılarının içinde yer aldığı bir uyum yakaladık ve hiç değilse uluslararası dinleyici kitleleri tarafından beğenilen projeler ortaya koymuş olduk.
Yukarıdaki soru vesilesiyle son albüm ‘Breath of Nahrain’a gelelim dilerseniz. Albümün ilk eseri Heyran Jaro’yu dinleyenler çok etkilendi. Ağzınıza, emeğinize sağlık. Nasıl ortaya çıktı bu proje? Nasıl bir süreçte hayata geçti?
Geçtiğimiz yıl meşhur Kürt Halk ezgisi ‘Lo Şivano’yu piyanoda İklim Tamkan ve dudukta Ertan Tekin ile seslendirmiştim. Eser pek çok kişi tarafından dinlenildi ve beğenildi. Ada Müzik ile tekrar görüşüp bir albüm yapmak istediğimi söyledim. Kürtçenin Kurmanci ve Zazaki lehçeleri ile birlikte Ermenice ve Asurca 5 eser kaydettik İstanbul Hayyam Stüdyoları’nda. Albümün yayınlanan ilk teklisi ‘Heyran Jaro’ oldu. Albüme bir isim koymak gerekiyordu. Bu kadar zengin dilin ve lehçenin olduğu albüme elbette bereketli bir isim yakışırdı. Albüme en baştan itibaren desteklerini esirgemeyen bir dostumuzun önerisi üzerine, Fırat ve Dicle’ye, Mezopotamya’ya ithafen “iki nehrin arasındaki nefes” adını, ‘Breath of Nahrain’ adını verdik. Eserlerin orijinallerinden seçimine, melodilerinin özgünlüğüne, her dilin ayrı ayrı telaffuz ve vurgularına, müziklerinin doğal yapısına müthiş bir saygı duyularak projeyi yeniden düzenledik. Bu sefer piyanoda Dengin Ceyhan bize eşlik etti. Duduk ustası Ertan Tekin’in muhteşem yorumuyla da albüm farklı bir boyuta taşındı diyebilirim. Kayıt süreci zorlu geçmedi. Enerjisi yüksek bir çalışma oldu. Neredeyse bir gün içersinde tüm eserleri kaydettik. Eserleri tüm kalbimle hissederek söylediğimi düşünüyorum. En zorlu süreç eserlerin çalışma aşamasıydı benim için. Büyük bir dikkat ve özveri gerekiyordu. Zira büyük bir titizlikle seçtiğimiz bu beş eserin her biri kendi başına temsil ettiği kültürlerin tümünü içinde barındıran bir çekirdek kadar kuvvetliydi. Çalıştık ve ortaya bir ihtişam serdik.
‘DÜNYACA ÜNLÜ KÜRT MÜZİSYENLER ÇIKTIĞINA ŞAHİTLİK EDECEĞİZ’
Türkiye’de klasik müziğe olan ilginin boyutu belli. Niş ve ilgili bir dinleyici kitlesi oluşmuş olsa da klasik müzik sanatçıları açısından hâlâ yeterli bir seviyede değil. Bu, bir yandan da bir toplumsal, politik paradigma tartışması yaratıyor her seferinde. Klasik müziğin, operanın elit sayıldığı, maalesef popüler kültürde uzun süre opera sanatçılarının karikatürize edildiği bir anlayış var. Diğer yandan buna karşılık klasik müziği, operayı, baleyi medeniyetin göstergeleri olarak gören başka bir görüşün de farkındayız. Arada da , müziği tarihsel bağlamından kopmamakla birlikte müzik olarak seven, anlamaya çalışan dinleyiciler kalıyor. Siz bu tartışmayı kendinizce hiç yaptınız mı? Bu müziğin, bizim coğrafyamızdaki kültürel anlamını hiç değerlendirdiniz mi?
Klasik müziğin gelir düzeyi ya da bir standardizasyon sorunu ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Klasik müziğin nerelerde ne şekilde filizlendiği ve geliştiğine bakmak gerektiğini düşünüyorum. Klasik müziğin bir kitlesi elbette var. Fakat bu kitle, popüler müziğin kitlesinden elbette daha az. Türkiye’de dinlenen müzik türleri oldukça farklı bir düzeyde. Klasik müzik, opera ya da bale medeniyetin göstergesi olmamalıdır fakat bu sanatlar ile uğraşmanın bir lüks olduğunu da unutmamak gerekir. Klasik Batı Müziği, Aydınlanma Avrupası’nın ortaya çıkardığı medeni yaşamla ilgilidir. Buradan yayılan yeni dünya anlayışının bizdeki yansımaları batıdan doğuya akan bir nehrin, doğuda ürettiği küçük su birikintilerine benziyor. Türk modernleşmesi bir zamanlar halk müziğini yasaklayarak bu müziği serdest kılmak istiyordu ama halkın gücünün karşısında anlamsız bir yasağa döndü durum. Oysa bugün Kemalizmin o jakoben tavrına hiç tevessül etmemiş Diyarbakır’da şu an pek çok yetenekli çocuk piyano, keman ve şan dersleri alıyorlar. Kurslar açıldı, Klasik Batı Müziği’ne büyük bir ilgi oluştu. 90’lı yıllarda opera ve klasik müziğe ilgi Türk illerinde bile bu kadar yaygın değildi. Türkiye’deki akademilerde Kürt müziğine yönelik baskıcı ve dışlayıcı tutum, Kürt çocuklarının batı müziğine odaklanmasının önünü açtı diyebilirim.
Yıllar önce Batman’da opera konseri vermiştim. Tüm gençler piyanoya doğru yaklaşmışlar ve pür dikkat beni dinliyorlardı. Fakat bu müziğin varlığından haberdar olmayan o kadar çok insan vardı ki. Opera dinletisi çok marjinal ve cazip gelmişti. Hatta ilk konserimi Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nde yapmıştım. Ave Maria’lar ve ilahiler seslendirmiştim. İnanılmaz bir izdiham vardı. Daha sonra Surp Giragos ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Nusaybin’de yaptığım konserlerim de tıka basa dinleyici ile dolmuştu. İnanılmaz bir coşku ile beni karşılamışlardı. Yani dinleyici kitlesi var. Bu müzikten hoşlanan, enteresan bulan bir kitle söz konusu. Önümüzdeki yıllarda dünyaca ünlü birçok Kürt müzisyenin çıktığına şahitlik edeceğiz.
Son olarak kısa iki soru: Bizi bekleyen yeni çalışmalarınızla ilgili bilgi verebilir misiniz? Yakın zamanda Türkiye’de ya da Ortadoğu coğrafyasında sahne alacak mısınız?
Konserlerim daha çok Avrupa’da. Yakında Lyon’da, Zürih’te ve daha sonra Mainz ve Gaggenau’da konserlerim olacak. Sonrasında Diyarbakır’a gideceğiz. İshak Paşa Kasrı’nda bir şeyler yapmak istiyoruz. Kürt Halk ezgilerinin piyano ve san eşlikli, yaylı çalgılar dörtlüsü için aranjmanlarını yaptırıyorum. Çok yakında Yaylı Çalgılar Quartet için aranje edilmiş 10 Kürt halk ezgisinden oluşan stüdyo albüm çalışmalarına başlayacağım. Ayrıca Melaye Ciziri şiirlerinden oluşan bestelerimin kayıt çalışmalarına başlayacağız. Kürt düşünce ekolünün dört babası olan Mela, Feqî, Bateyî ve Xanî için birer albüm düşünüyorum.