Suyu Arayan Halklar; Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler

İsmail Beşikci

Hasan Yıldız’ın, ‘Suyu Arayan Halklar, Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler’ kitabı yayımlandı. Kitabın tam adı şöyle: ‘Suyu Arayan Halklar, Aşiretten Ulusallığa Doğru Kürtler.

Siyaset Felsefesi Açısından Kürt Toplumunu Kritiği (Doz/Hivda, Haziran 2023, İstanbul, 472 s.)

                                                                          ***

Bu çalışma, daha önce yayımlanan, ‘Fransız Belgelerine Göre Sevr-Lozan- Musul Üçgeninde  Kürdistan, (2002 Doz Yayınları)  ve  ’20. Yüzyıl Başlarında  Kürt Siyasası  ve Modernizm, (2006 Doz Yayınları) kitaplarının,  yeni belgelerle yeniden kamuoyuna sunulmasıdır.

                                                                ***

Hasan Yıldız (d. 1954, Dersim) Siyaset Felsefesi uzmanıdır. Çalışmanın başında,  ‘Başlarken: Siyasi Panorama’ bölümünde ‘Atatürk Milliyetçiliği’ kavramını irdelemektedir. Bu kavram çerçevesinde öne çıkan Türklük tanımlamasının ırk-soy kökenine dayanmadığı söyleniyorsa da, Türk olmayan halklara uyguladığı asimilasyon politikasının bu anlayışı çürüttüğünü vurgulamaktadır. (s. 8)

Bu bölümde iki konuya daha dikkat çekilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu yeniden düzenlenirken, dönemin emperyal güçleri gerek İngiltere’nin gerek Fransa’nın Kürd devleti kurma şeklinde ifade edilebilecek bir projelerinin olmadığına işaret edilmektedir.

Mustafa Kemal 4-11 Eylül 1919’da gerçekleşen Sivas Kongresi’nden sonra,  8 Ekim 1919’da, 3. Kolordu Komutanı Refet Paşa’yı, Fransız Yüksek Komiseri George Picot ile görüşmesi için Konya’ya gönderir. George Picot’un, Nisan 1916’da gerçekleşen Sykes-Picot Andlaşması’nın mimarlarından bir olduğu bilinmektedir. Bu görüşmede, Refet Paşa, George Picot’a, Mustafa Kemal’in Kürd devleti kurulmasına kesinlikle karşı olduğunu anlatır. Ama Arapça konuşulan Osmanlı toprakları ile ilgilenmediklerini vurgular. George Picot da böyle bir projelerinin olmadığını belirtir. Aynı dönemde İngilizlerin de  bu şekilde bir projelerinin olmadığı açığa çıkar. (s. 13-14)

Bu bölümde dile  getirilen önemli bir konu da azınlıklar konusunun soy esasına göre değil, din esasına göre ele alınmasının sağlanması olur. Örneğin Kürdlerin, Kürd  olarak değil, Müslüman azınlık olarak ele alınması. Bu, İngiliz temsilci Lord Curzon’un, Türk delegasyonun verdiği çok önemli bir armağan olarak değerlendirilir. (s. 15 vd.)

                                                          ***

Kitabın, Suyun Kaynağı başlıklı bölümünde, Kürdlerin, Zağroslar’da, Mezopotamya’da, MÖ X ve IX. Yüzyıllardaki durumu hakkında  bilgiler verilmektedir. (s. 23-27)

İncelemenin Medler ve Sonrası bölümünde Med-Asur ilişkileri değerlendirilmektedir. Asur krallarının, Medler bölgesinde olup bitenler hakkında sık sık raporlar hazırlattıkları vurgulanmaktadır. O dönemde, süratte atlar, yük taşımada katırlar önemli varlıklardır. Asurlar, Med ülkesine yaptıkları saldırılarda katır ve at sürülerini kaçırdıkları anlatılmaktadır.

Med İmparatorluğu’nun yıkılışının uzun  süreli bir barış döneminden geldiği  dile getirilerek Machiavel’in (1469-1527) devlet teorisine işaret edilmektedir. ‘Machiavel’in  devlet teorisine göre, kin, baskı öfke ve düşman yaratmak, bir devletin devam için gerekli olan eylem türleridir.  Toplumların dikkati böylece başka yöne çekilerek hükümdarın etrafında toplanmaları sağlanır.’ (s.39)

Bu bölümde daha sonra  Mervani Kürd Devleti, Eyyubi Devleti incelenmekte, din- imparatorluk arasındaki ilişkiler, Şiiler, Ezidiler  değerlendirilmektedir. Bu bölümde Selahattin Eyyubi (1137-1193) ile ilgili olarak dikkate değer  bir ifade vardır. Bu ifade şöyledir: Selahattin Eyyubi, 1187-1189 arasında, Üçüncü Haçlı seferi sırasında Kudüs’te, İslam için savaşırken,  Oğuzlar, Kürdistan dağlarını aşarak Anadolu’ya yayılıyordu. (s. 51)

İncelemenin ‘Kaynak Sorunsalında Doğa Toplum ve Din İlişkileri’ bölümünde, Hasan Yıldız, Ermenistan’da Pavlusçular, Balkanlar’da Bogomiller, Fransa’da  Katharlılarla Mani düşüncesini ve eylemini değerlendirmektedir. Bunlar Hristiyanlıkta ana akıma muhalif akımlardır.  Bu çerçevede Mitraizm, Zerdüşlük, Maniheizm, Mazdekçilik ilişkileri incelenmektedir. Mitraizm doğa dinidir. Tanrıyı, insanı, doğayı bir bütün kabul eden bir anlayıştır. MÖ. 4000 yıllarına inen bir geçmişi vardır.  Mitraizm gibi Maniheizm de barışçı bir dindir. Zerdüşt MÖ. 600 yıllarında yaşamış bir peygamberdir. Mani,  MS. 216 -276 yıllarında yaşamıştır. Devlet kurumunu reddeden, barışçıl bir anlayışı geliştirmeye çalışmıştır. Bir ara Uygur Türkleri’nde resmi din olarak kabul görmüştür. Mazdek (ö. 524) kamucu görüşleriyle tanınan isyancı bir liderdir. Toprakta özel mülkiyete karşıdır. Bu akımların  gelişip, dağıldığı alan genel olarak Horasan’dır.  (s. 68-89)

Maniheizmin üç mührü, ’eline, ağzına, gönlüne sahip çık’, Anadolu Alevileri’nin inancında ‘eline, ağzına, beline sahip çık’ olarak yaşam bulmuştur. (s. 86)

Mani inancındaki  ‘Oniki Ermiş’, Hristiyanlıktaki ‘Oniki Havariler’ ile  Şii inancındaki ‘Oniki İmamlar’la özdeşleşmektedir. (s. 86)

Maniheizmin kutsal kitabı Arzhang olarak anılmaktadır. Arzhang’ın bütün nüshaları, Zerdüştiler ve İran kralları tarafından yakılmıştır. (s. 99)

                                                                    ***

Burada şu konuyu özellikle belirtmemiz gerekir. Anadolu Alevileri denen grupla Şiileri karıştırmamak  önemlidir. Anadolu Alevileri denen grup kökü Miraizm’e dayanan bir gruptur. Şüphesiz, İslam’dan önce, özellikle Kürdler ve Farslar arasında  gelişmiş bir dindir. İran’da Ehl-i hak, Yaresan,  Irak’ta Kakailer olarak anılan grupla, Ezidilik ve Anadolu Aleviler denen grup … Bu üçü, ulu bir çınarın üç dalı gibidir. Bu üç akım da İslam despotizmi karşısında yaşayabilmek için çeşitli alanlarda ve zamanlarda İslam gibi görünme gereğini duymuştur.

Yazar Hasan Yıldız, Kürdlerde, yaşadıkları konusunda  kayıt tutma geleneği olmadığını söylemektedir. Bu şüphesiz önemli bir tespittir. Ama, bu çerçevede şunu vurgulamak da önemlidir. Kürdleri çağrıştıran her kurumu, her yapıyı yok etmek, Arap, Fars, Türk yöneticilerin çok önemli işi olmuştur. 1930’larda, Diyarbakır surlarında Kürdlerden söz eden kitabelerin top ateşiyle parçalandığı, yok edildiği biliniyor. (*)

Hasan Yıldız’ın bu değerli çalışmasını, daha sonraki bir yazı ile irdelemeye devam edeceğiz.

 

                                                            ***

(*) Önemli iki hata:

İncelemede, dipnotu 106 (s. 133) şöyledir: Ömer Lütfü Barkan,  Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve  kolonizasyon Metodu olarak Varlıklar ve Temlikler, Varlıklar Dergisi,  Cilt II, 1942, s. 28

Dipnotu 107 (s. 136) yine aynı şekilde yazılmıştır.

Dipnotu 111 (s. 140) yine aynı şekilde yazılmıştır.

Kaynakça bölümünde  (s. 471)  aynı hata devam etmektedir.

Burada Varlılar ve Varlıklar Dergisi ifadeleri önemlidir. Bu dipnotunun doğru yazımı şöyledir:  Ömer Lütfü Barkan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu olarak Vakıflar  ve Temlikler, Vakıflar Dergisi Cilt II, 1942

                                                            ***

s. 325

19 Eylül 1930 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yer alan karikatürdeki ifade şöyle yazılmıştır. ‘Muhayyel Kürdistan Burada Meftundur’

Bu ifadenin doğru yazımı şöyledir: ‘Muhayyel Kürdistan Burada Metfundur.’

Metfun: Ölüdür, gömülmüştür.

Aslında karikatürdeki yazı da yanlıştır. Metfun yerine Medfun, yazılması gerekirdi.