Ortadoğu’nun sorunları üzerine konuşurken, bilinen en yaygın anlatım Ortadoğu’nun bir Batı ürünü olduğu argümanına dayanır. Despot rejimlerin, çatışmacı kültürün, savaşların, terörün, radikal organizasyonların, bölgenin cehenneme çevrilmesinin ol sebebi Batı’nın Ortadoğu için layık ve uygun gördüğü düzendir. Bu düzende Ortadoğulu bir özne, kendi hayatının mimarı değildir.
Doğrudur ki, Ortadoğu’nun bu halinin kurulmasında Batı bir temel kazıyıcıdır, ancak, 1916 ile 1926 yılları arasında yaklaşık bir 10 yıl içinde kurdukları bu düzenin 100 yıl boyunca devam ettirilmesindeki sorumlu ise, Ortadoğulunun kendisidir. Bu yüzyıl içinde Ortadoğu Sykes-Picot Ortadoğu’sunun alternatifini bulamadı. Kurulan düzeni özümsedi, bu düzenin dayandığı kimlik söylemini meşru hale getirdi. Kendisi üzerinde yaratılan olumsuz algıyı doğrular bir kültür ve zihniyetle yaşamaya devam etti.
Ortadoğu’da “Demokrasi mümkün değildir”, “Ortadoğu modern olamaz”, “Ortadoğulu özgür akla, rasyonel yaşama, insan hakları ve özgürlükleri, kardeş ve barışçıl bir dünya düzenine sahip olamaz.”
Sürekli olarak altını çizmek gerekiyor; Kürdistan Bölgesi bağımsızlık referandumu olayı yeni bir Ortadoğu düzeni tartışması çerçevesinde konuşulmalı, tartışılmalıdır. Yüzyıldır dert yanılan ve Batı tarafından dayatılan, demokratik olmayan, bölgenin normalleşmesine, modernleşmesine hizmet etmeyen Sykes-Picot düzeni nasıl ortadan kaldırılacaktır? Bu projenin “Yapay sınırlar” çizdiğini, kimlik, kültür ve ulusların sahi coğrafyalarını göz önünde bulundurmadığı konusunda hemen herkes hemfikir; öyleyse, Sykes-Picot’u yeniden üreten, onu yeniden meşrulaştıran bir siyaset bugün neden devam ettiriliyor?
Kürdistan Bölgesi’nin referandum kararı bölgede çökmekte olan Sykes-Picot düzenine karşı en sahi ve demokratik bir alternatif durumundadır, bu sürece, özellikle, uzmanlar ve ciddi siyaset adamları böyle bakmalıdır. Yeni Ortadoğu konuşmalarında referandumun bölge için yeni bir siyasi kültür ve model olarak kullanılmasının bölgenin demokratikleşmesi ve normalleşmesi için ciddi bir proje olarak kabul etmek gerekiyor.
Sykes-Picot düzeni esası itibariyle bölge için iki önemli “Siyasi yol haritası” çizmişti: Birincisi; bölgede dini imparatorluğa dayanan kimlik yapılanmalarını önlemek, İkincisi ise; bölgede sahi ulus inşaların önünü almak. Bu projeyi iki şekilde gerçekleştirdi. Bir, ‘kabile devletleri’ oluşturarak, iki birbiriyle çatışmalı ulusal toplulukları aynı devlet içinde birlikte yaşmaya zorlayarak. Sykes-Picot geçen yüzyılın başında kurduğu ve ismine ‘ulus-devletler’ dediği Ortadoğu devlet yapıları, aslında birer imkânsız ulus inşa projeleri olarak kurgulandı. O zaman, “Cihani dini imparatorluk” gibi Ortadoğu’da sahi ulus inşalara dayanan devletler de Batı’nın egemenlik planları önünde engel olarak görülüyordu.
Ortadoğu’nun temel sorunu, bu anlamda, toplumların modern zamanda inşasının kolektif öznesi olan ulusların, birbiriyle çatışmasız bir şekilde kendilerini özgürce inşa etme sorunudur. Kürtlerin, Türklerin, Arapların, farsların, Yahudilerin, Ermenilerin, bölgede herkesin modern kimlik ve kültürün öznesi olarak kendi ulusallığını yaşama sorunları vardır. Ortadoğu’daki ulusallıklar birbirine bağlı ve karşılıklı interaktif etkileşim içindedirler ve birinin inşa olma imkânından mahrum olduğu yerde, tümü bundan etkileniyor. Birinin asimile edilme, bastırılma ve soykırıma uğratılma projesi bütün geri kalan ulusallıkları kanlı diktatörlüklerin esiri haline getiriyor. Ortadoğu’da ulusallıklar, kimlikler, kültürler kötü yaşanıyor. Ulusallıklar ve kimliklerden beklenen modern dünya içinde ‘Bana’ onurlu bir yer yaratma rollerini yerine getiremiyorlar. Kendisini özgürce inşa edeceğine, bunun yerine ötekiyi inşa ediyor. İnşa ettiği ötekinin kötülüğünde kendisini iyi ve olumlu olarak kurduğu sahte duygusuna kapılıyor. Kuşkusuz, Ortadoğu’da ulusallıkların, etnikliğin, kimliklerin normal bir şekilde yaşanmamasının sebeplerinden biri milliyetçiliklerin sahte ve ideolojik ağırlıklı kimlikleri aşırı dayatıcı kurgularla oluşturmaya çalışmalarıdır. Ortadoğu’da dikotomik düşmanlık üzerinden üretilen kimlikler diğerini anlamak istemiyor. Ortadoğu’da bizler birbirimizi; komşuyu, mahalleyi, şehirliyi, takımlıyı hep öteki kılarak, anormal söylemler ve algılar, sahte bilinçler kurarak ürettik. “Dağın öte tarafında olan” için korkunç hikâyeler uydurduk. Bizi yutmak için hazır bekleyen ejderhalar var o dağın arkasında, çocuklar o barbar hikayeler ve ninnilerle büyüdüler. Azınlık, başka dinli, başka dilli, başka uluslu, aşiretli, kimlikli insanlar kötü, tehlikeli, vahşi, pis, şeytan ve güvenilmezdi. Kendimiz dediğimiz şey, bir baktık ki, aslında bu korkularımıza karşı mevzilenmemizden başka bir şey değil. Gelişi-güzel, basmakalıp, sahte ve uyduruk hikâyeler savaş ve çatışmanın sebebidir. Savaş mantığı diğeri hakkındaki sahte bilincimizin içindedir. Diyalog kültürü diğerini istediğimiz algı çevresinde değil, onunla olduğu gibi yüzleşmeyi gerekli kılıyor.
Bu çerçevede Kürdistan Bölgesi’nde ulus ve devlet inşa süreci farklı bir şekilde ele alınıp incelenmeyi hak ediyor.
Kürdistan Bölgesi’nin demokratik potansiyeline değinirken, bu durumun önemine dikkat çekmek gerekiyor. Kürdistan Bölgesi’ndeki kimlik inşası dikotomik düşmanlıklar üzerinden üretilen karşılıklı kimlikler yerine yeni bir pratik ortaya koyuyor.
Bu çok önemli, referandum ve bağımsızlık sürecinde doğru ve sahi argümanlarla Kürdistan Bölgesi’ndeki hakikatleri konuşmak, orayı basma-kalıp eski etnik ötekileştirmeler üzerinden değil, diyalog yolu ile tanımak bölgede ulusların kendilerini oluşturma ahlak ve kültürlerini dönüşüme uğratacak ve herkesin kendi kimlik ve ulusallığını daha rasyonel yaşaması kültürünün oluşmasına yardımcı olacaktır.