TARİH KOKAN BİR MEZARLIK SİVEREK ASRİ MEZARLIĞI

Kamil Sümbül

Geçen son yetmiş yıla damgasını vuran bazı ünlü Kürd şahsiyetlerinin bir arada sonsuzluğa uyuduğu bir mezarlık daha var mı, bilemiyorum. Siverek Asri Mezarlığı’nın dört köşesinde uyuyan bu Kürt büyüklerin kokusunu mezarlığı dolaşırken teneffüs etmek mümkün.

Değerli büyügümüz, Karahan Aşireti’nin saygın şahsiyetlerinden, muhterem insan KAZIM KARAHAN`ı 31 temmuz çarşamba günü kaybedince hemen Siverek’e taziyesine gitmiştik. Taziyenin dördüncü günü değerli dost Kadir Büyükkaya ile birlikte dışarı çıkmış, ona; ‘beni mezarlığa götürmesini, Necmettin Büyükkaya’nın mezarını görmek istediğimi’ rica etmiştim. Daha mezarlıktan içeri girmeden Kadir; ‘Bu mezarlıkta tarihi şahsiyetler yatıyor, her köşesinde bir tarihi döneme damga vuran şahsiyetlerin kokusunu almak mümkün’, dediğinde merakım daha da artmış oldu.

Kadir’le önce Karahanlıların aile mezarına doğru yürüdük. Taze toprakla örtülmüş muhterem kayın pederim Kazım Karahan’ın mezarını ziyaret ettik. Ardından Kürd Ulusu için mücadele veren tarihi şahsiyetlerin kabirlerini sırasıyla ziyarete başladık.

İlk kabir ziyaretimize değerli Kürd aydın ve yurtseveri Avukat ALİ KARAHAN’la başladık. Ali Karahan 1943’te İstanbul’da hukuk eğitimine başlamıştı. Kemalistler, Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı Devleti yerine kurduklarında Kürtleri yok sayıp ulusal haklarını vermeye yanaşmayıp baskılara başlayınca Kürd direnişleri 1940’lara kadar devam etmişti. Sonrası ise oluşan sessizliği kırmaya çalışan az sayıdaki yurtsever aydınlardan biri Av. Ali Karahan’dı. 1956’da kısa süreli Yargıtay baş Savcılığı yardımcılığı, ardından Hakkari Şemdinli’de hakimlik yapmıştı. 1950’lerde Kürd aydınlarının başlattıkları toparlanma içinde yer almış ve 1959’da 49’lar olarak tutuklanan Kürd aydınları arasında en yaşlısı olarak yer alıp birkaç yıl hapiste yatmıştı. Hapis yatarken 1961 seçimlerinde Hakkari’den bağımsız aday olarak seçimlere, devletin tüm engellemelerine rağmen katılmış, Hakkarililer Ali Karahan’a karşı vefalılığını göstererek Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hapisteyken parlamentoya seçilen ilk milletvekili olmuştu. Serbest avukatlık yaparken vefatına kadar Kürt sorunu ile yakından ilgilenmiş, çevresindekilere yurtseverlik nasıl olmalı, Kürt dili ve tarihini unutmamalarını her zaman öğütlemişti. 2003 yılında Ankara’da yaşamını yitirince doğduğu topraklar olan Siverek’e gömülmesini istemişti.

İkinci ziyaretimizi değerli Kürd aydını Av. MUSTAFA REMZİ BUCAK’a yaptık. Av. Mustafa Remzi Bucak 1943’te Ali Karahan’la birlikte hukuk öğrenimine başlamıştı. 1950’lerde Kürtler üzerinde, Dersim katliamı sonrası oluşan sessizliği kırmaya çalışan Ali Karahan'la birlikte ilk Kürt yurtsever aydınlardan biriydi. Demokrat Parti’den milletvekili seçilmesine rağmen uğradığı baskılar sonucu Amerika’ya yerleşmişti. Amerika’dan İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta: Kürtçenin serbest bırakılıp Kürt Ulusal haklarının tanınmasını talep ettiği mektubu, sanırım Komal yayınları 1970’li yıllarda yayınlayınca ben de okumuştum. Sürgünde yaşamanın tüm dramlarını yaşayıp doğduğu topraklara ancak cenazesi gelmişti. 1985 veya 86 yılında İstanbul’da Serhat Bucak’ın yazıhanesinde otururken bana; amcası olan Mustafa Remzi Bucak’ın cenazesinin Amerika’dan Siverek’e getirilip kendisinin de katıldığı defin törenini anlatmasını hatırlamıştım.

Üçüncü ziyaretimizi Av. FAİK BUCAK’a yaptık. Av. Faik Bucak’la ilgili daha derli toplu bir bilgiye sahiptim. Av. Faik Bucak 1940’lı yıllarda Ali Karahan ve Mustafa Remzi Bucak’la birlikte hukuk eğitimi görmüş ve onlarla birlikte Kürd yurtseverliğini geliştirme çabası içindeydi. 1960’lı yılların başından itibaren Kürt aydınları ile devamlı ilişkide olmuş ve Sovyetler’den dönen Mela Mustafa Barzani önderliğindeki Kürd Ulusal Hareketini, Kuzey Kürtleri olarak en yakından takip eden ve elinden geldiğince onlara destek ve yardımlarda bulunmak için önemli çabalar sarf etmişti. 1960’ların ortalarında diğer üç parçalarda kurulmuş olan KDP’ye paralel olarak Türkiye Kurdistan Demokrat Partisi’ni kurmuş, ilk genel başkanlığını da üstlenmişti. Dersim direnişinden sonra devletin acımasız katliamıyla sessizliğe bürünen kuzeydeki Kürd Ulusal Hareketi, 49’lar yargılamalarından sonra ilk kez Faik Bucak ve arkadaşlarının fedakarca çalışmaları üzerine yeniden örgütsel düzeyde kendini göstermeye başlamıştı. 1960’lı yıllarda illegal olarak kurduğu KDP kısa sürede yurtsever Kürtler tarafından ilgi ile karşılanmış ve çok kişi partiye ya üye olmuş ya da destek vermeye başlamıştı. Kuzeyli Kürtlerin Güneydeki Barzani önderliğindeki Ulusal Hareketine dikkatlerini çekmiş, her türlü yardım etmekten de kaçınmamıştı. Kürtler için bir kanayan yara olan ve iç dinamiklerini köreltmekten başka bir işe yaramayan kan davaları ise gerek aşiretler arasında, gerek aynı aşiret içinde ve gerek se farklı aileler arasında devam etmekteydi. Bu kan davalarının çoğu devletin gizli planları sonucu çıkarılmaktaydı. Faik Bucak gibi ulusal bir önder de aynı yanlışın kurbanı olmuş ve kan davası sonucu vurularak yaşamını yitirmişti. Faik Bucak’ın vurulması sadece basit bir kan davası sonucu olduğuna çok kişi ikna değildir, devletin gizli güçleri tarafından kışkırtma sonucu olduğu kanaati hakimdir. 1966 yılında kaybettiğimiz Faik Bucak, Kürd tarihinde belirli bir yere sahip bir önderdir. Kurduğu parti, vefatından sonra kısa bir süre şaşkınlık yaşasa da yine onun gibi gerçek bir yurtsever olan Sait Elçi, partiyi toparlayıp gelişmesini başarı ile sürdürmüştü. 1986’da İstanbul’da Faik Bucak’ın oğlu Av. Serhat Bucak’ın bürosunda otururken duvarda değişik bir resim vardı. Fotelli biri çocuklara hediye verirken çekilmişti. Serhat Bucak’a; ‘Avukatların çoğunda resim olarak Mustafa Kemal’ın resmi dururken sende farklı bir resim var’, sorduğumda; ‘Babam Faik Bucaktır, Mardin’de köyleri dolaşırken köy çocuklarına hediyeler dağıttığı resmidir’, söylediğinde duygulanıp resme ilgi ile bakmıştım.

Faik Bucak’ın kabrinin yakınında bulunan dördüncü mezara geldiğimizde, mezar taşında NECATİ SİYAHHAN ismini görünce duygulandım çünkü 16 yaşımdan beri ezberleyip okuduğum çok sevdiğim NATAŞA şiirinin yazarıydı. Hafızamı gerilere götürüp düşünmeye başladım. İlçem Çermik’te lise olmayınca Siverek lisesinde okumaya başlamıştım. Siverek bölgemizde en fazla politize olan bir yerdi. Her boş geçen dersimizde aynı zamanda sanatçı ve sesi güzel olan Lütfi Yancar, NATAŞA şiirini okuduğunda çok etkilenirdim ve ben de ezberlemiştim. 1960’ların sonuna doğru ve 1970’lerin başında politize olan hemen tüm Kürt gençleri NATAŞA’yı ezbere okurlardı. Yazdığı tek bir şiirle meşhur olan başka bir şair varmı ben bilmiyorum. Necati Siyahhan da zindana atılan 49’lar grubunun en genç tutuklusuydu. 50 yıldır dillerden düşmeyen ve daha da nice yıllar okunacak olan NATAŞA şiirinin yazarı da vasiyeti üzerine, 2006 yılında Siverek Asri Mezarlığı’nda uyumaktadır.

Yüz metre kadar yürüyüp bir anıt mezar taşının önünde durup yazıyı okumaya başladım. Ziraat Mühendisi FERİT UZUN, doğum tarihi 1947, yaşamını kaybettiği tarih ise yazmıyordu. Yine hafızamı gerilere götürüp 1970’li yıllar gözümün önüne geldi: her vurulan devrimcinin cenaze töreninde attığımız: DEVRİMCİLER ÖLMEZ sloganını hatırladım. Ferit Uzun da Kürt halkının yetiştirdiği bir yigit devrimci olduğuna göre ölmezdi. 68 kuşağının ve 70’li yıllarda adından en fazla bahsedilenlerden biri olan bu yiğit Kürd önderi ile ne yazıkki tanışma şansım olmadı. Ferit Uzun çok yönlü yeteneklere sahip biriydi: O hem şair, hem kürt halk oyunlarını çok iyi oynayan folklörcü, hem saz çalıp kürtçe söyleyen hem de politik bir misyona sahipti. 1969’larda kurulan Ankara DDKO üyesi, 12 mart döneminde birçok kürd aydın ve kadrolarıyla birlikte yıllarca zindanda kalmıştı. Zindandayken yazdığı PÊŞMERGE şiirini Güney Kürdistan’da özgürlük mücadelesi veren Pêşmergeler için kürtçenin Kurmancî lehçesinde yazmış, şiir o dönem dilden dile dolaşmış, çok kişi ezberlemişti. 1974 afı ile zindandan çıkmış, Siverek’e yerleşip Ziraat Bölge Müdürlüğünde mühendis olarak çalışmaya başlamıştı. 1974 yılı ve sonrası aynı zamanda Kürd politik gruplarının toparlanıp örgütlenme dönemiydi. Ferit Uzun kendine yakın arkadaşlarıyla KAWA grubunu oluşturmuştu. Siverek 1970’lerin başından itibaren Kuzey Kürdistan’da en fazla politize olan bir kaç şehirden biriydi. Necmettin Büyükkaya’nın yanında Ferit Uzun’un da bunda katkısı büyüktü. Hemen hemen tüm Kürd hareketlerinin lider kadrolarında bir veya daha fazla Siverekli vardı. Ayrıca bu potansiyel Siverek sınırları içine sığmadığından, çevredeki Diyarbakır merkez ve ilçelerini, Urfa ve ilçelerini de etkileyip yurtsever devrimci mücadelenin boyutlanmasına katkıda bulunmaktaydı. Bu durum devletin de gözünden kaçmadığından Siverek’teki bu potansiyelin başına çorap örmek için planlar yapmaktaydı. Aşiretleri birbirine düşürmesi yetmiyormuş gibi, Siverek’in en sevilen politik şahsiyetlerden biri olan Ferit Uzun’u bir provakötere vurdurmayla işe başlamıştı. 1978 sonlarına doğru Ferit Uzun’un bir provakatör tarafından vurulup öldürülmesi Siverek’te olduğu gibi tüm Kürd yurtsever çevrelerinde nefretle kınanmıştı. Ferit Uzun’un vurulması Siverek olaylarını başlatan ilk kıvılcım oldu.

Hüzünle karışık duygularla NECMETTİN BÜYÜKKAYA’nın kabrine geldik. Diğer önemli Kürd şahsiyetlerinin hepsini saygıyla anarken Necmettin Büyükkaya’nın yaşamımda daha farklı ve önemli bir yeri vardır. Aynı cezaevinde ve aynı dönem yatmıştık. Ne yazık ki aynı koğuşlara düşemedik. Saygı ve hüzünlü duygularla mezar taşına baktığımda onun da ölüm tarihi yazmıyor, sadece doğum tarihi yazıyordu. Kürd halkının bu yiğit evladı elbetteki ölümsüzdü ve anıları ile hepimizin yüreğinde yaşamaktaydı. Kabrinin başında yine hafızamı gerilere götürdüm. 1971 askeri darbesi olduğunda Siverek’te lise ikinci sınıftaydım. Siverek’te duvarlara arananların resmini içeren büyük afişler asılmıştı. Resimlerden birinin Siverek doğumlu ve isminin Necmettin Büyükkaya olduğunu görüp okumuştum. 1976’da Kimya Mühendisliği’ni kazanıp Ankara’ya yerleştiğimde hemşerim olan Yusuf Andiç’le birlikte Zafer Çarşısına girip kafeteryanın önünden geçerken biri, Yusuf diye çağırınca yanına gittik. Beni tanıştırmıştı. ayrılırken Yusuf’a; Bu yakışıklı, boylu poslu ve sırtında aynı Deniz Gezmiş’in parkesi var, kimdir? Sorduğumda; bu Necmettin Büyükkaya’dır, yiğitlik ve cesarette Deniz’den aşağı değil, demiş önceden sadece ismini duymuştum ve O’nu ilk kez görmüş oldum. Bir yıl sonra yine Yusuf Andiç’le Ankara Yenişehir’deki hemen hemen tüm Kürt şahsiyetlerinin ve öğrencilerinin gittiği kahveye girerken önde Necmettin Büyükkaya ile birlikte 8-10 kişi oturmaktaydı. Necmettin ağabey ayağa kalkıp Yusuf’la ve benle tokalaşıp Yusuf’la ayaküstü hal hatır sordu. Biz kahveden içeri girerken Yusuf bana; onların çoğu Dr. Şıvan’ın arkadaşlarıdır, demişti. Ondan sonra 1983 sonbaharına kadar hiç karşılaşmamış fakat neler yaptığını, Kürdistan’ın diğer parçalarına sınırları tanımadan girip çıktığını duyup izliyordum. 5 eylül 1983’te tüm cezaevi olarak girdiğimiz direniş sonucu işkenceleri durdurmuştuk ve ben 25. Koğuşa verilmiş, hücrelerden altımızdaki koğuş olan 24. Koğuş’a Necmettin Büyükkaya ile birlikte Mehmet Şener gelmişti. 24. Koğuş her havalandırmaya çıktığında pencereden bakar Necmettin Büyükkaya’yı izlerdim. Uzun boyu ve yakışıklı haliyle hemen belli oluyor, her zaman birkaç kişi ile birlikte volta atıp onlara birşeyler anlatırdı. 1984`ün ilk gününden itibaren cezaevi idaresi yeniden işkenceli kuralları ve tek tip elbise giymeyi dayatınca, yeniden direniş başlamıştı. Necmettin Büyükkaya D ve E Bloklardaki koğuşları koyduğu insiyatifle yönetiyor o gür sesini hemen her gün duymaktaydık. Necmettin Büyükkaya üst koğuşta olan ben ve Yusuf Ziya Topal’a bir not gönderip okuduktan sonra yan taraftaki 19. Koğuş’ta kalan Cabir Yolbaş’a iletmesini istemişti. Notu okuyup yan koğuşa iletmiştik. Cezaevi iç emniyet amiri olan yüzbaşı 24. Koğuş’a gelip Necmettin Büyükkaya’yı ölümle tehdit ettiğini bizler de duyuyorduk. 23 Ocak akşamı altımızdaki 24. Koğuş birden basılınca bizler de slogan atıp destek vermeye çalışmış, dikkatleri 24’ten bizim koğuşa çekmek için iki gönüllü kendini yakmaya başlayınca içeri duman dolmuş, güçlükle nefes alıyorduk. 24. Koğuş birbirlerine kenetlenip joplara, kalaslar ve zincirlere direnmelerine rağmen 3-4 saat sonra koğuştakileri sinema salonu ve hamama götürmüşlerdi. Gece 12’ye doğru alttan sesler duyunca pencereden onlara seslenip ne olduğunu anlatmalarını ısrarla söylüyorduk. Sonunda biri pencereye gelip olanları anlatmış, koğuşun yarısının gelmediğini söylemişti. Necmettin Büyükkaya’yı sorduğumuzda; sinema salonunda yerde yattığını söylemişlerdi. Sabahı ise sıra bizdeydi. 25 ocak günü ise hastaneden gelen biri Necmettin Büyükkaya’nın şehit haberini cezaevine ulaştırmıştı.

Birkaç metre ötede ise eşi CEMİLE BÜYÜKKAYA yatmaktaydı. İki yıl önce kaybettiğimiz Cemile abla da 68 kuşağından, Ankara DDKO üyesiydi, onu da saygıyla andık.

Biraz ilerde ise siyah mezar taşında beyaz harflerle yazılı kabirde EKREM KARAHAN uyumaktaydı. Ekrem’in yanına gittik. Yine hafızamı gerilere götürüp Ekrem’i hatırlamaya çalıştım. 1970’te Siverek lisesi birinci sınıftayken Ekrem son sınıftaydı ve okulun hemen hemen en yakışıklı öğrencisiydi. Ekrem’le samimi olmam 1976 yılında Ankara’ya okumaya geldiğimde başladı. O dönem Ekrem Gazi Eğitim Enstitüsünde okuyordu ve Ankara Belediyesinde de çalışıyordu. Yenişehir’deki kahvede sık sık oturup konuşurduk, ayrıca arada bir çalıştığı Ankara Belediyesi’ne ziyaretine de giderdim. Farklı gruplarda olmamıza rağmen dostluğumuz hep devam etti. 2002 yılından itibaren her Siverek ve Karahan köyüne geldiğimi duyunca köye gelir, uzun sohpetler yapardık. Kalbinden rahatsız olduğunu duymuştum, 2010 yılı sonlarında Siverek’teki evinde ziyaretine gidip uzun uzun sohbet edip eski anılarımızı tazeledik. Ekrem Karahan’ı da erken kaybetmiştik.

Gözlerim bir mezarı daha, Siverek’in yetiştirdiği ve Kürd edebiyatına büyük katkısı olan MEMET UZUN’u arıyordu. O’nun da burdaki tarihi şahsiyetlerle birlikte uyuması bence gerekiyordu fakat O Diyarbakır’da yatıyordu.

Mezarlıktan çıkmaya hazırlanırken gözüm bir mezar taşına ilişmişti: KEMAL UZUN. Kemal’i hiç tanımadım, 1980 Mart ayında Mamak’tan Diyarbakır askeri cezaevine getirildiğimizde Siverek olayları hızla devam etmekteydi. Birçok tutukludan Kemal Uzun’un yiğitliğini, cesaretini, korkusuzluğunu duyduğumda saygı duyardım. Mezar taşında ismini görünce bir an durup baktım ve onunla ilgili duyduklarım gözümün önüne gelmişti. Mezarlığın bir köşesinde ise isimlerinin yazılmadığı, mezar taşlarına siyah katranlar döküldüğü onlarca mezar ise ayrı bir trajediydi. Bunlar 1980 sonrası vurulup yaşamlarını kaybeden Kürd gençleri (gerillalar) olduğunu, kimsesizler mezarlığı diye anılan yerde yattıklarını Kadir söyledi

Hüzünlü ve karışık duygularla mezarlıktan çıkarken gerçekten Siverek Asri Mezarlığı tarih kokan bir mezarlıktı. 1938’den sonra sessizliğe bürünen kuzey Kürtlerini yeniden uyandırıp üzerlerinden ölü toprağını atmaya çalışan kürd aydınları, 1960’larda ise sesini duyurup örgütlenmeye başlayanlar ve 1970’le birlikte yeniden kitlesel örgütlenmeleri gerçekleştiren üç kuşağın mücadelesi gözümün önüne geldi. 1980’lere geldiğimizde bu üç kuşak Kürt aydını ve önderlerin yarattığı değerlerle Kürt hareketleri doğru hedeflerle ilerlerken 12 eylül cuntası gelmiş ve bizleri ezmeye başlamıştı. 2019’dan geriye baktığımda bu yaratılan değerler, Kürd Ulusal Mücadelesi ve talepleri farklı bir yerde, gelinen nokta ise farklı bir yerdeydi. 1970’lerin başına yeniden döndüğümüzü düşünmeye başladım. 1940’lardan sonra yeniden yaratılan değerler, 1980 Eylül darbesi ve 5. Nolu Diyarbakır Cezaevi, 1984’le birlikte başlayan silahlı mücadele ve şimdi gelinen nokta..........!

Onbinlerce Kürdün yaşamını verdiği son 40 yıllık dönem.........!

Kadir’e; gençlik anılarımın olduğu Üçgen Park’a gidip bir kahve içelim, diyerek hüzünlü ve karışık duygularla TARİHİ SİVEREK ASRİ MEZARLIĞI’ndan ayrıldık.
Bu yazıyı yazarken yaptığı yardımlardan dolayı KADİR BÜYÜKKAYA’ya teşekkür ederim. 

SPOR Haberleri

Kürt kick boks sporcusu Almanya’da ses getirdi
Traore Amedspor için Diyarbakır'da
Amedstore arbane ve mızıka ekibinin gösterisi ile açıldı
WhatsApp, Zoom’a rakip oluyor
Bursa'da AmedSpor'a yönelik ırkçı saldırı