Mafya, devlet, siyaset ilişkilerine dair haber ve kitaplarıyla tanınan gazeteci Soykan’a göre Falyalı cinayeti dâhil son dönemde yaşanan olaylar, devlet içindeki çürümenin yansımaları.
Son bir yıldır, özellikle Sedat Peker’in itiraflarıyla birlikte Türkiye’de mafya, devlet, siyaset ilişkisine dair akla hayale gelmeyecek bilgiler ortaya saçıldığı gibi, 8 Şubat günü Kıbrıs’ta kumarhane ve yasadışı bahis siteleri kralı Halil Falyalı’nın öldürülmesi gibi sayısız olay yaşanıyor.
Mafya grupları arasında kanlı bir savaş yaşanırken, bunun siyasetteki izdüşümleri, iktidarın yoğun baskı ve sansür politikaları nedeniyle tartışılamıyor, “kravatlı mafyanın” izi sürülemiyor. Dahası tüm bu suçlar yumağı ne siyasi ne de yargısal takibata alınıyor.
Peki Halil Falyalı cinayeti bize ne anlatıyor? Devlet, siyaset, mafya ilişkilerini konuşmaya nereden başlamalıyız? Mafyayı besleyen, palazlandıran zemin ne? Bu konuda en önemli haber ve kitaplara imza atan, BirGün gazetesi yazarı, gazeteci Timur Soykan’ +Gerçek'ten İrfan Aktan' derğerlendirdi.
Türkiye’yi bilmeyen birine mafya, devlet, siyaset ilişkisini anlatmaya nereden başlarsınız?
3 Kasım 1996'da Balıkesir’in Susurluk ilçesinde bir otomobil kaza yaptı ve bir polis müdürü, bir milletvekili ve katliamlarla, cinayetlerle anılan bir suçlu aynı araçtaydı. Araçtaki bu suçlunun üzerindeki sahte kimlik, dönemin içişleri bakanının imzasını taşıyordu. Bagajda ise devletin envanterinden kaybolmuş, içişleri bakanının izlerinin olduğu suikast silahları bulunuyordu. Aynı süreçte dönemin başbakanının “devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir” sözünü, araçtaki milletvekilinin de başbakanın partisinden olduğunu ilave edince, devlet, siyaset, mafya ilişkilerine dair Türkiye’yi bilmeyen herhangi birinin zihninde tablo netleşir zaten.
Fakat aradan 26 yıl geçti. Dolayısıyla bu anlatı, bugünkü girift ilişkileri anlatmaya yeter mi?
Değişen dinamikler oldu, hatta resimde de değişiklikler yaşandı ama çerçevenin kendisi değişmedi.
Nasıl?
Susurluk Kazası 1990’larla kısmî bir yüzleşmenin kapısını araladı, bu doğru. Susurluk sonrasında toplum, anti-komünist sloganlarla oluşturulan Gladio yapısının, Soğuk Savaş sonrasında bu sefer Kürt sorunu üzerinden nasıl bir çeteleşmeye dönüştüğünü görmeye başladı. Kürt sorununun devlet, siyaset, mafya içindeki bazı odaklar tarafından uyuşturucu ve silah kaçakçılığından başlamak üzere bol akçeli, kirli işler için nasıl bir paravan yapıldığını Susurluk olayı bize en somut haliyle gösterdi. Tabii bu devasa bir bataklıkla yüzleşme süreciydi.
HEM SİYASET HEM SERMAYE MAFYAYI BİR ORGAN OLARAK ÇOK SIK KULLANIYOR
Peki yüzleşme neden hesaplaşmaya dönüşmedi?
Aslında o süreçte onlarca suç ve suçluya, sayısız cinayet, faili meçhul, işkence ve katliamların perde arkasına dair Türkiye’de ciddi bir bilgi havuzu oluştu. Göstermelik de olsa açılan soruşturmalar, yapılan yargılamalar ve bu kapsamda alınan ifadeler bu havuzu epey doldurdu. Dolayısıyla Susurluk’tan sonra her şeyin tamamen karanlıkta bırakıldığını söyleyemeyiz. Tablo bütünüyle aydınlatılamadı ama temel aktörlere, onların suçlarına, mafya, devlet, siyaset üçgeninin nasıl tesis edildiğine dair çok büyük bir arşiv var.
1996’da ortaya çıkan aktörlerle bugünkü aktörler arasında bir süreğenlik, devamlılık var mı? Bugünkü üçgenin temel aktörleri aynı mı?
TürkBank’ın özelleştirilmesi sürecinden de biliyoruz ki, neoliberal politikaların uygulanmasında da mafya önemli bir organ oldu. Sermaye her zaman mafyaya ihtiyaç duyar ve bunu Türkiye çok iyi bilir. Türkiye’de hem siyaset hem sermaye, mafyayı bir organ olarak çok sık kullanıyor. Ama mafya ne zaman palazlanıp artık sermayeyi de tehdit etmeye başlarsa, müdahale yapılır. Susurluk sonrasından AKP’nin iktidara geldiği döneme kadar, devletle ilişkili mafyaya karşı müdahaleye tanıklık ettik. Çakıcı az daha Amerika’da yakalanıp Türkiye’ye getiriliyordu, daha sonra 1998’de Fransa’da yakalandı. Kürşat Yılmaz hakeza, yurtdışından yakalanıp getirildi. Sedat Peker bir anlaşma çerçevesinde, yine 1998’de Bulgaristan’dan dönüp teslim oldu. O dönemde pek çok mafya lideri yakalandı, yargılandı ve hapse de atıldı. Ama o dönemki müdahalenin en önemli ayağı eksik bırakıldı.
DEVLET İÇİNDE VE YERALTINDA BEKLEYEN MAFYA YER ÜSTÜNE ÇIKTI
Hangi ayağı?
Kutlu Savaş’ın o dönem başbakanlığa sunduğu raporda söylediği üzere “kravatlı mafya” ayağı. Yani mafyanın siyaset ayağına müdahale edilmeyince, bu hadise uzunca bir süre kozasında mahfuz kaldı. Hatta bununla kalmayıp yeraltında faaliyetlerini içten içe devam ettirdi.
AKP döneminde bu yapı nasıl dönüştü peki?
Aslında 1990’ların sonunda mafyaya yapılan müdahale iktidara yeni gelen AKP’nin elini çok rahatlatıyordu. Fethullahçılarla AKP’nin ortaklık sürecinde de kravatlı mafya, faaliyetlerini sürdürse de gölgede tutuldu. Mafyanın o dönemde de devletle, siyasetle ilişkileri devam etti. Ama 2015-2016 itibariyle, o zamana kadar hem devlet içinde hem de yeraltında zaten hazır bekleyen bu mafya yapılanmaları yer üstüne çıktı. Böylece 1990’ların ana aktörleri bir kez daha, bu sefer yeni eklemlenmelerle sahnede boy gösterdi. Özellikle başkanlık sistemine geçiş sonrasına baktığımızda, 1990’ların neredeyse bütün kilit aktörlerinin yine sahnede olduğu, aynı ilişki biçimlerinin yeni iktidarın içinden kopyalandığı görüldü. Tabii teknolojinin getirdiği bahis siteleri, sanal kumar gibi araçlar üzerinden palazlanan gruplar da bu ilişki ağına dâhil oldu veya bunların ilişki ağı üzerinden eski aktörler tekrar yükseldi.
BARIŞ İKLİMİ DEVLET DESTEKLİ MAFYANIN KABUS SENARYOSUDUR
Bu yükselişin, tıpkı 1990’lardaki gibi anti-Kürt politikalara ağırlık verilen bir dönemde yaşanması bize ne anlatıyor?
Devletin Kürt politikası mafyayı palazlandırıyor. Buna hiçbir şüphemiz yok. Sedat Peker’in ifşaatları içinde, Kürt işadamlarının öldürülmesi bahsinde önümüze konan gerçeklerden biri de buydu. Ayrıca o dönemde zırhlı araçlar içinde kaç defa uyuşturucu yakalandığını, çatışmaların sert olduğu bölgelerde insan hakları ihlallerinin yanısıra devletle bağlantılı mafyanın nasıl palazlandığını da gördük. Şu anda da aynı şeyi yaşıyoruz. Kürt sorununda yeniden bir çatışma ikliminin oluşması, mafya ve suç şebekeleri açısından puslu hava ihtiyacını gideriyor. Barış iklimi devlet destekli mafyanın kâbus senaryosudur. O yüzden de şiddet politikalarını sürekli körüklediklerini, ana motivasyonlarının puslu iklimi devam ettirmek olduğunu görüyoruz.
Kıbrıs’ta öldürülen Halil Falyalı ismini kamuoyunda bilinir kılan Sedat Peker bir videosunda diyor ki, “Cezaevinde çıktık (10 Mart 2014) daha ikinci gün Tarabya'da, bir düğün konvoyu geçiyor. Arabaların üzerinde PKK bayrakları var. Bir tane de değil. İstanbul’un içinde, şeref, namus. ‘Oğlum nasıl bir yere geldik' dedim. Çıktığımda Türkiye böyleydi. (…) ’Bir şey yapmam lazım' dedim. Hemen hesapladım, Rize'de bir teröre lanet mitingi düzenlettirdim… Sonra millet de konuşmaya başladı. Sonra millet psikopata bağladı. (…) İlk meşaleyi yakan adamım ben.” Peker’in çözüm sürecini bitiren kişilerden biri olduğuna yönelik bu açıklaması, mafyanın sadece çıkar, para değil, aynı zamanda siyasi misyon da üstlendiğini göstermiyor mu?
Aslında faydaların kesiştiği bir nokta var burada. Devlet korku iklimi yaratmak için kendisiyle ilişkili mafya gruplarına böylesi bir siyasi misyon yüklüyor, bu gruplar da o misyonu kendi suçlarını örtmek için bir paravan olarak kullanıyor. Bu gruplar, Kürtlerin veya farklı kesimlerin bastırılması için resmi ideolojinin baskı araçlarından biri olarak kullanılageldi. Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür’ün açıklamaları da bunu destekliyor.
TÜRKİYE’DE KUMARHANELER KAPATILINCA, KIBRIS KUMAR ADASINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ
Ne diyor Eymür?
“Devlet için” yapılan işkence de, cinayetler de kendisi açısından sorun teşkil etmiyor. Eymür kişisel menfaati için değil, ideolojik motivasyonu için devletin bu tür faaliyetlerde bulunabileceğini savunuyor. Eymür’ün Mehmet Ağar’dan ayrıldığı nokta bu yöntemlerin kendisi değil, bunların belli mafya gruplarının çıkarları için kullanılıp kullanılmaması. Öte yandan çözüm sürecinin bitirilmesi süreci Sedat Peker gibi birine kalmış değil. Çünkü Peker o kadar büyük bir aktör değil. Ama mafya, her zaman değil, çoğu zaman devletin resmi ideolojisinin bir uygulayıcısı ve yancısıdır. Bu grupların kendilerine dayanak yaptığı ideolojinin Türkçülük, Turancılık, Türk-İslam sentezciliği olması, esas hedeflerini değil, devlete eklemlenme yollarını gösteriyor.
Sedat Peker’in, uluslararası uyuşturucu ticaretinin kilit isimlerinden biri olarak lanse ettiği ve 8 Şubat akşamı öldürülen Kıbrıslı Halil Falyalı’nın da Türk Mukavemet Teşkilatı üyesi olduğu söyleniyor. Türkiye’deki devlet, siyaset, mafya ilişkisinin bir benzerinin Kıbrıs’ta olduğunu söylemek mümkün mü?
Falyalı kendi ailesinin köklerini TMT’ye bağlıyor ama kendisi daha ziyade yeraltı dünyasının yeni dönem portrelerine uyan biriydi. Öte yandan Barış Harekâtı öncesi süreçte, Kıbrıs’ta milliyetçi söylemleriyle öne çıkan yapılanmaların faaliyetlerini biliyoruz. Ama sonrasında da Kıbrıs her zaman Türkiye’deki derin devlet ve mafyanın arka bahçesi olarak kullanıldı. Özellikle 1998’de Türkiye’de kumarhaneler kapatılıp Kıbrıs’takiler açık bırakılınca, küçücük adaya tüm Türkiye’nin kumar pazarı sunulmuş, Kıbrıs kumar adasına dönüştürülmüş oldu. Kutlu Adalı cinayeti dâhil pek çok saldırıda gördük ki, Kıbrıs hem mafyanın hem de Türkiye derin devlet yapılanmasının uğrak bölgesi haline getirildi.
Halil Falyalı gibi isimler bu dönemde mi palazlandı?
Hayır, Falyalı gibi isimler daha ziyade 2000’li yılların başı itibariyle zenginleşmeye başladı. Türkiye’de kumarhaneler gibi sanal kumar yasaklanıp “bahis” sektörü de devlet tekeline alınırken, Kıbrıs’ta bu yapılmadı. Falyalılar buradan palazlandı.
AKP İKTİDARA GELİR GELMEZ İLK İŞ “NEREDEN BULDUN YASASI’NI” KALDIRDI
Bu kadar devasa bir sektör Kıbrıs üzerinden sürdürüleceğine, neden Türkiye’de yasaklandı ki?
Çünkü kumarhaneler kralı Ömer Lütfü Topal’ın öldürülmesinden, Susurluk olayından anlaşıldı ki, yeraltı dünyası kumarhaneler üzerinden inanılmaz bir hızla büyüyor, sermayeyi tehdit eder hale geliyor ve kontrolden çıkıyordu. Ömer Lütfü Topal cinayetiyle birlikte kumarhanelerin hem uyuşturucu tüccarlarının hem de devasa kara para aklama faaliyetlerinin kesiştiği nokta olduğunu da gösterdi. Devlet artık yeraltı dünyası üzerindeki kontrolünü tamamen kaybetmekten korkar hale gelince müdahale etti.
AKP iktidara geldiğinde mafyaya yönelik operasyonlar epey ilerlemiş ve bu gruplar yönetilebilir hale getirilmişti. 2002 yılında iktidarı devralınca AKP’nin izlediği yol ne oldu?
AKP, yeraltı kontrol altına alınmış ama “kravatlı mafya”ya dokunulmamış bir ortamda, Susurluk’a da atfen “Türkiye’yi bu karanlıktan kurtaracağız”, “AB kriterlerine uygun olarak suçlularla mücadele edeceğiz” vaatleriyle iktidara geldi. Bu vaadin toplumda bir karşılığı vardı, çünkü Susurluk’tan sonra herkes bu lağımın temizlenmesini istiyordu.
İstiyor muydu gerçekten?
Her ne kadar TV dizilerinde romantize edilse de, toplum mafyayı sevmez. Çünkü herkesin kapısına para istemek için dayanan birileri olmuştur, esnafa baskı yapılmıştır, mahallede bir çocuk mafya tarafından kullanılmış, hayatı karartılmıştır… AKP iktidara geleceği 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde toplumdaki bu tepkiyi vaatlerle oya çevirmişti ama başa geçer geçmez yaptığı ilk iş, yolsuzluklara karşı bir kanun olan Nereden Buldun Yasası’nı 2003 yılında kaldırmak oldu.
TÜRKİYE’YE GELEN PARALAR BETONA GÖMÜLDÜ
Aslında AKP daha iktidara gelmeden önce, hatta seçim sath-ı mailinde bizzat Tayyip Erdoğan, 27 Mart 2002’de Nereden Buldun Yasası’nın kaldırılması gerektiğini şu sözlerle açıklamış: “Ekonomik barışın sağlanabilmesi, mükellefin az çok vergi verebilmesi ve sistem dışına çıkan kaynakların sisteme yeniden dahil olması için 2003’te devreye girecek olan Nereden Buldun Yasası’nın iptal edilmesi gerekmektedir. Bu yasanın bedelini bu ülke daha önce çok ağır ödedi. Bundan ders alınmadı mı? Hâlâ ders almamaya devam ediyoruz" Nereden Buldun Yasası neden AKP açısından daha o zaman bir engel olarak görülüyordu?
Çünkü iktidara gelirken kendi sermayesini, kendi rantını oluşturmak için sıcak paraya çok ihtiyacı vardı ve Nereden Buldun Yasası’nın bir engel olmasını istemiyordu. Ayrıca aktardığınız açıklamada Erdoğan’ın dolaylı olarak ifade ettiği üzere, o dönemde gelişmekte olan ülkelere ciddi bir sıcak para akışı var. Bu sıcak para içinde kara para da olduğu için, bahsettiğimiz yasa bir engel teşkil ediyor. Türkiye’ye sıcak para akması gerekiyordu, çünkü borçlanma üzerine bir ekonomi inşa edildi. Hem söz konusu sıcak para AKP tarafından inşaat sektörüne aktarılarak, hem de özelleştirmelerle çeşitli yapılar devletin elinden çıkarılarak iktidar yanlısı sermaye palazlandırıldı. “5 müteahhit” denilen gruplar bu şekilde bugünkü halini aldı. Böylece Türkiye’ye gelen paralar betona gömüldü.
Bu süreçte neden inşaat sektörüne bu kadar yatırım yapıldı?
İnşaat sektörü üç olanak sağlıyordu: Bir kere bu sektörde yolsuzluk yapmak çok kolay. İkincisi kendi sermaye gruplarını inşa edebiliyorsun. Üçüncüsü de yollarla, köprülerle, binalarla toplumun gözünü boyayıp oyunuzu artırabiliyorsunuz. Ama bir süre sonra dünyadaki ekonomik dönüşümlerle birlikte Türkiye’ye gelen bu para akışı durdu. Fakat sıcak paraya tamamen bağımlı hale gelmiş iktidar bunu telafi etmek için kara parayı görmezden gelmeye başladı. Ayrıca son on yıldır habire “varlık barışları” yapılarak, dünyada kaynağı suç olabilen, yani uyuşturucu, insan kaçakçılığı, silah ticareti vs, üzerinden kazanılmış paralar sisteme dâhil edildi. Hatta öyle bir noktaya gelindi ki, para sahiplerine kaynaklarına ilişkin inanılmaz gizlilik sağlanmaya başlandı. Bu da giderek Türkiye’yi kara para cennetine çevirdi.
Bunun mafyayla alakası ne?
Kara paranın merkezi olan ülkelerde de mafya çok hızlı yerleşir. Sedat Peker ifşaatlarının da gösterdiği üzere kara para akmaya başlayınca Rus, Azerbaycanlı oligarklar da, Özbek, Kazak mafyası da buralarda görünür hale geldi. Hatta Sezgin Baran Korkmaz olayıyla birlikte ABD’deki bir yolsuzlukla yapılan büyük vurgundan kazanılan ve milyar doları bulan paranın bir kısmının Türkiye’de aklandığı ileri sürüldü. On yılı aşkın süredir Türkiye’de iktidarın “organize suçları önlemek” gibi bir vaadi kalmadı.
15 TEMMUZ’DAN SONRA YERALTIYLA YERÜSTÜ ARASINDAKİ SINIRLAR ORTADAN KALDIRILDI
Falyalı suikastından sonra “Halil Falyalı cinayeti sadece yeraltı dünyasında değil yer üstünde de büyük savaşın başladığını ortaya koyuyor” diye yazdınız. Yerüstünden kastınız neydi?
Ortak yazdığımız Duvar isimli kitapta Ahmet Şık’ın tespitine dayanarak söylüyorum: Özellikle 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de yeraltı ve yerüstü arasındaki sınırlar ortadan kalktı. Artık nerenin yeraltı, nerenin yerüstü olduğunu kestirmek güç. Ayrıca devlette, siyasette bağlantın yoksa, mafya olamıyorsun. Özellikle Sedat Peker’in meşru bir siyasi figür olarak kullanılması bu sınırları altüst etti. Düşünsenize, yeraltından bir isim, iktidar ittifakı için mitingler yapıyor, protokolde karşılanıyor, araçlarına çakar, yanına koruma polisleri veriliyor. Bunu demokrasi güçlerini, muhalifleri bastıracak bir korku unsuru, sermaye değişimlerinde bir araç olarak kullanıyorsun. Peker tüm bunları siyasi iktidarın talimatlarıyla yaptığını açıkça itiraf ediyor. Dünyada mafyanın alenen bir devlet organı haline getirildiği örnek istisnaidir.
Peki 1990’larda olduğu gibi şimdi de mafyanın giderek devletin kontrolünden çıktığını söylemek mümkün mü?
Şu anda kontrol altında olan herhangi bir alanın olduğunu düşünmüyorum. Başkanlık sistemine geçilirken iktidarın aklında belli bir plan, devlet örgütlenmesi modeli olduğunu sanıyorduk. Ama rejim değişikliğinin bile planlanmadan, cahil cesaretiyle bunların yapıldığını görüyoruz. Kafalarında net olan tek şey, sistemi tek adama bağlayan bir rejim inşa etmekmiş ama bunun nasıl yapılacağı, nasıl sürdürülebilir kılınacağı bile hesaplanmamış. Hatta bir siyasi parti olarak AKP’nin geleceği bile planlanmamış ki, kendi partisini tasfiye eden, silen bir garabet yarattılar. Böylesi bir garabetle, İletişim Başkanlığı ve yandaş medya eliyle yaratılan algı dışında neyi kontrol altında tutabilirsiniz ki!
ATİLLA PEKER, KUTLU ADALI CİNAYETİYLE İLGİLİ İFADE VERMEK İSTEDİ, ADAMI ADLİYEDEN KOVDULAR!
İktidarın bu tabloyu masaya yatırmadığını, buna dair yol haritaları çıkarmadığını söyleyebiliyor musunuz?
En son AKP MYK toplantısında memleketin gerçek sorunları bu kadar yakıcıyken, sosyal medya kampanyaları masaya yatırıldı, düşünün artık. Böylesi bir yapıda herkes devletten en büyük parçayı koparma yarışına girdi. İktidar içinde birbiriyle zaman zaman düşmanlaşan fraksiyonlar türedi. Böylesi bir iklimde mafyaya ihtiyaç da, mafyanın gücü de çok artar. Bu da devletteki çürümeyi daha görünür kılar.
Halil Falyalı cinayeti bu çürümeyi görünür kılan bir olay mıydı? Bu suikast mafyanın çıkar çatışmasını mı, mafyanın devletin kontrolünden çıkışını mı, yer üstündeki siyasi çatışmanın yeraltına yansımasını mı gösteriyor?
Denge ve denetleme mekanizmalarının yok edildiği, mafyanın meşrulaştırıldığı, Peker ifşalarından sonra da cezasızlığın genel kabul gördüğü iklimin yansımalarıyla karşı karşıyayız. Bu çürüme yeni değil ama hızlandı. Peker itiraflarında delil, belge, itiraf; yani yargıya konu olabilecek her şey var ama sonuç ne? Yargı yok, ceza yok. Peker’in Kutlu Adalı cinayetinden bahsettiği videoyu ilk izlediğimde, bir gazeteci olarak kanım dondu. Çünkü biz gazetecilerin namus borçlarından biri, meslektaşlarımıza yönelik cinayetleri aydınlatmaktır. Bu cinayetleri aydınlatmak için küçük bilgi kırıntılarına bile ulaşmak için kendimizi paralarız. Ama adam çıktı, YouTube’da milyonlarca kişinin önünde, Korkut Eken’in gelip kendisinden Kutlu Adalı’yı öldürmek için kendisinden iki tetikçi istediğini, bunun üzerine “sokaktan yetişme” kardeşi Atilla Peker’i verdiğini söyledi. Peker sonrasında da Kutlu Adalı’nın acılar çeken eşi İlkay Adalı’yı hep uzaktan izlediğini ifade etti. Bu itirafa rağmen hiçbir şey olmadı. Atilla Peker, ruhsatsız silah taşımaktan gözaltına alındı, “Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili ifade vermek istiyorum” dedi, adamı adliyeden kovdular! Tekrar gitti adliyeye gidip ifade vermek isteyince ancak, soruşturma açmak zorunda kaldılar.
GÖRDÜĞÜMÜZ KURTÇUKLAR, DEVLETTEKİ ÇÜRÜMEDEN ÇIKIYOR
Bunlar bize ne anlatıyor?
Suriye’ye giden silahlar, cinayetler, çökmeler, Sezgin Baran Korkmaz gibi adamlar ve daha neler neler! Yahu bu ülkede Adli Tıp Kurumu’nun raporları değiştirildi, belgesiyle gördük! Saysam sayfalar yetmez. Sonuç, sıfır ceza! Çürümeyi bundan daha net anlatan ne olabilir? Şu anda gördüğümüz kurtçuklar, devletteki çürümeden çıkıyor. İrin akıyor her yerden. Meksika’da polis, mafyanın tetikçiliğini yapıyordu. Burada ne görüyoruz?
Ne görüyoruz?
İki tane polis bir adamı İstanbul-Maltepe’deki evinden alıp para karşılığında uyuşturucu baronlarına teslim ediyorlar ve adam öldürülüyor!
HALİL FALYALI’NIN ETRAFINDA BİR KORUMA KALKANI VARDI AMA…
Kim?
Murat Kartal, Silivri Emniyeti’nden iki polis tarafından karakola götürülme bahanesiyle araca bindiriliyor, götürülüp mafya grubuna teslim ediliyor. Geçen hafta cesedi bulundu. Bu dolaylar bir değil, iki değil, her yerden fışkırıyor. Van’da, kadınların dayakla, işkenceyle fuhuşa, tecavüze zorlandığı bir masaj salonuna operasyon yapılıyor, işletmecileri polis çıkıyor. Uyuşturucu satan dört tane uzman çavuş Şanlıurfa'da yakalanıyor. Yolsuzlukların, suçların cezasız kaldığı bir ortamda devlet hızla yozlaşırken kimse temiz kalmıyor. Bu da cinayetlerin daha sık yaşanmasına, savaşın yerüstüne çıkmasına yol açıyor. Halil Falyalı cinayeti ise bu savaşta bir dönüm noktası.
Neden?
Çünkü bu olay, 1990’larda Pandora’nın Kutusu’nu açan Ömer Lütfü Topal cinayetine çok benziyor. Topal cinayetiyle pek çok kirli ilişki, suikast silahında Abdullah Çatlı’nın parmak izi bulunuyordu. Çatlı ismiyle birlikte de Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin gibi isimler gündeme gelmişti. Halil Falyalı, yeni dönemin en büyük kara para kaynaklarının birinin tepesinde oturuyordu.
Yasadışı bahis bu kadar büyük bir sektör mü gerçekten?
Tabii, neredeyse uyuşturucu kadar büyük paraların döndüğü bir alan. MASAK’ın 2017 raporuna göre 50 milyar TL’lik bir para dönüyordu. Raporun üzerinden beş yıl geçti, bu miktar şu anda 150 milyar TL’ye çıkmıştır. Falyalı devlet desteğiyle çok fazla bahis lisansının sahibi olan bir isim.
Yasadışı bahis sisteminin taşıyıcı unsurlarından biri ortadan kaldırıldığına göre, onun yerine kimin veya kimlerin geleceği de hesaplanmıştır, değil mi?
Yüz milyarlarca TL’lik kayıt dışı para varsa bir ülkede, bunu sadece Falyalı’nın yönetmesi zaten mümkün değil. O yüzden Falyalı’nın Türkiye’deki büyük mafya gruplarıyla ittifak halinde olduğunu biliyoruz. Ayrıca siyasette, bürokraside, devlet içinde desteğiniz olmadan böylesine büyük bir organizasyonu yürütemezsiniz. Türkiye’de yıllardır yasadışı bahis operasyonları yapılıyor ama bunların hiçbiri Halil Falyalı’ya uzanmıyordu.
Neden?
Bunun ipuçlarını Falyalı’nın eski ortağı ve beş yıldır Türkiye’de hapiste olan Veysel Şahin, yaptığı suç duyurularında veriyor. Veysel Şahin, Türkiye’den polislerin KKTC’ye gelerek gazino ve bahis sitesi sahiplerinden rüşvet istediğini öne sürüyor. Bazı kişilerin rüşvet vererek soruşturmalardan kurtulduğunu iddia ediyor. Game Over veya Handikap gibi büyük yasadışı bahis oyunları operasyonlarına bakıldığında da, Falyalı isminin dosyalardan çıkarıldığını görüyoruz. Hatta bazı yandaş gazetelerde, operasyon öncesinde Halil Falyalı’ya yönelik bahis operasyonu yapılacağına dair yazılar yazılıyordu ve sonra bu operasyonlar gerçekleşmiyordu. Çünkü etrafında bir koruma kalkanı vardı.
FALYALI’NIN ÖLDÜRÜLMESİ, YERÜSTÜNDEKİ BAZI GÜÇLERİN 150 MİLYAR TL’LİK PASTAYA DAİR FARKLI KARARLAR ALDIĞINI GÖSTERİYOR
Böyle bir koruma kalkanı varken nasıl öldürülebiliyor?
Çünkü mafyanın farklı uçları çok fazla güçlendi ve ortadaki para çok büyük. Mafya cinayetlerinde birinci neden paradır. Falyalı’nın öldürülmesi, sadece yeraltının değil, yerüstündeki bazı güçlerin de 150 milyar TL’lik pastanın paylaşımı konusunda farklı kararlar aldığını ve farklı uygulamalara geçtiğini gösteriyor. Falyalı’nın sırf yasadışı bahisten ayda 30-40 milyon Euro kazandığı tahmin ediliyor ki, bu inanılmaz ve bir çok gücün iştahını kabartan bir servet demek.
İktidara yakın medyanın Falyalı cinayetiyle ilgili uzunca bir süre haber bile geçmemesi ne anlama geliyor?
İşte bu çok önemli bir veri. Aradan 24 saat geçtiği halde neredeyse hiç haber yapmadılar. Bu sessizliğin talimata dayandığına şüphe var mı? Peki bu talimat niye verilmiş olabilir? Çünkü ilişki ağlarının devlete, iktidara uzanacağı düşünülüyor ve böyle bir refleks gösteriliyor.
Bu refleks, faile dair bir şey anlatıyor mu bize?
Buna dair net bir şey söylemek için henüz çok erken. Gözaltına alınan isimler var ama bunların fail olarak mı, bu işle bağlantılı kişiler olarak mı alındığını henüz bilmiyoruz. Ayrıca anlaşılan Falyalı’nın yakınından da suikastçilere bilgi gitmiş. Çünkü hangi araca bindiği önceden biliniyor. İstihbarat alınmış ve ciddi bir hazırlık yapılmış.
ŞU ANKİ BATAKLIĞIN BİR DİBİ, KARANLIĞIN BİR SONU YOK
Falyalı’nın elinde bir görüntü arşivi olduğu söyleniyor. Öldürülmesinin nedeni bu olamaz mı?
Falyalı ismi Peker’in ifşaatlarıyla ve bu arşive dair iddialarıyla öne çıktı. Binali Yıldırım’ın oğluna bu yolla şantaj yaptığı da söylendi. Hatta Peker o arşivi ele geçirdiğini de söyledi. Ondan sonra KKTC’deki siyaseti altüst eden gelişmeler yaşandı. KKTC Başbakanı, ifşa edilen mahrem görüntülerinden sonra istifa etmek zorunda kaldı. Daha sonra Falyalı, bir çalışanına işkence yaptığı için tutuklandı, ardından serbest bırakıldı ve bunun nedeninin de elindeki şantaj kasetleri olduğu söylendi. Şimdi bu kasetler ne olacak, ortaya mı saçılacak? Ayrıca Falyalı aynı zamanda uyuşturucu ticaretiyle de suçlanıyordu. ABD’de hakkında bir soruşturma açıldığı için Kıbrıs’tan çıkamıyordu. Velhasıl ortada bir sürü nedene bağlanabilecek bir cinayet var ve bunun nasıl etkiler yaratacağını göreceğiz.
Yeraltı ve yer üstündeki bu tabloya bakıldığında, Türkiye’nin geleceğine dair nasıl bir öngörüde bulunuyorsunuz?
Türkiye şu an bir yol ayrımında. Şu anki bataklığın bir dibi, karanlığın bir sonu yok. Bunun böyle devam etmesinin bu ülkeyi nereye sürükleyeceğini düşünmek bile istemezsiniz. Türkiye ya bir avuç çıkar şebekesinin menfaatleri için bu bataklığa daha da gömülecek veya barış, huzur ortamının sağlandığı bir ortamda tüm bunlarla hesaplaşılacak. Şu anda yargı konusu olmasa bile gerçeklerin öyle veya böyle ortaya çıkması bile umut veriyor. Falyalı cinayetinden başlayarak ipin ucu yakalanır ve ilerlenirse, yeraltı dünyasının yer üstündeki uzantıları ortaya çıkarılabilir ve ciddi bir hesaplaşmaya gidilebilir. Türkiye açısından tek çıkar yol bu görünüyor. Ama bunun için ciddi bir toplumsal, siyasal talebin, basıncın, motivasyonun olması gerekiyor.
(Kaynak)