İşkenceyi artık sadece devlet görevlileri uygulamıyor; ‘ihbarcılaştırılan’ komşular, ‘trolleşen vatandaş’ gibi halkın tam göbeğinden birilerini işkenceci tayin ettiler. Bu bir zihniyetti bu zihniyeti topluma benimsettiler.
Konudan İrfan Aktan’ın eleştirel paylaşımıyla haberdar oldum.
Nevşin Mengü’nün programına konuk olan Aslı Aydıntaşbaş özetle “Batıdan kopmanın nelere neden olabileceğini anlatmaya çalışırken, Türkiye de sistematik işkence kalmadıysa Batı ile yakın ilişkilerimiz sayesindedir” dedi.
İrfan Aktan da paylaşımında “Türkiye’de sistematik işkence var mı yok mu tartışmaya açalım, bu bir vesile olsun” çağrısı yaptı.
O günden beri takip ediyorum konuyu.
Konu “işkence yok” değil, konu “sistematik bir işkence var mı yok mu” konusu. Her şeyden önce adını doğru koyalım tartışmanın. Kimseye de haksızlık etmeyelim.
Aktan’ın açtığı bu tartışmaya önemsediğim isimler de katıldı; Şebnem Korur Fincancı, Ayşe Hür ve Eren Keskin ilk aklıma gelenler.
Haklı olarak hepsinin konuya ilişkin söyledikleri ortak bir noktada buluşuyor o da hali hazırda işkence gördüğü bilinen kişiler.
Üstelik işkencenin kapsamı da artık epeyce genişledi.
Mesela biraz örneklemek gerekirse:
Hastalıklarına rağmen salıverilmeyen ve hiçbir çözüm umudu belirmeyen ‘hasta mahpuslar’,
Tutukluluk durumu bırakınız hükümlüye dönmeyi uzun yıllar iddianamesi yazılmadan bekleyenler,
Cezaevlerinde uygulanan çıplak arama, tekmil verme, kelepçenin kullanım alanları, keyfi kısıtlama ve cezalandırmalar, hücre cezaları, adam kaçırma sanılan gözaltılar…
Bunlara ilave olarak ‘politik kimlik’lerin, ‘siyasi suçluların’ yakınlarının uğradığı sistematik işkenceler de sayılabilir.
Pek tabi tutuklu ve hükümlülerin çocuklarının durumu…
Toplantı, eylem ve yürüyüşlerde gözaltına almanın alenen dayak atarak gerçekleştiğini de zaten hepimiz biliyoruz, bazen canlı izledik, izliyoruz!
Sosyal medya üzerinde yaşanan bu tartışmada gözüme en çok çarpan son yıllarda yapılan insan hakları çalışmalarından günlük, aylık ve yıllık ‘Türkiye de işkence ve kötü muamele’ raporlarını Nevşin Mengü ve Aslı Aydıntaşbaş’la paylaşan ve okumayı öğütleyenler oldu.
Bu iki gazeteciye ortak eleştiri şu yöndeydi, “hiç mi okumuyorsunuz, hiç mi haberiniz olmuyor cezaevlerinde yaşananlardan?”
Hepsine fazlasıyla hak veriyorum ve araya bir ilave girmek istiyorum.
Söze şöyle başlayalım:
Bu ülkede sistematik işkence uygulanmaktadır nokta.
Ama sadece cezaevlerinde uygulanan şiddet ve psikolojik saldırıdan da söz etmek ülkenin bu ağır atmosferi altında ezilen milyonlarca isimsiz, statüsüz ‘mağdura’ da haksızlık olacaktır.
Evi inatla ve sadece çevreyi koruduğu için yakılanlar,
Kürt olduğu için komşusunun saldırısına uğrayanlar,
Yalnız yaşayan bir kadın olduğu için taciz edilenler,
Kızı öldürülüp hakkını arayamayanlar,
Alevi ya da Ermeni olduğu için hakarete uğrayanlar,
Politik görüşü yüzünden ‘her an kapısı çalınabilir’ diye düşünenler,
Sosyal medyada ki bir paylaşımıyla işinden gücünden olanlar,
Farklılıkları yüzünden tartaklanan, hakları gasp edilen ve ezilenler.
Hepsinin tek bir ortak sebebi var aslında.
O da 20 yıldır süre gelen iktidarın söylemlerini, bakış açısını ve yaptırım inadını bir kısım halka da sirayet ettirmiş olması.
Psikolojik işkenceyi artık sadece devlet görevlileri uygulamıyor,
‘ihbarcılaştırılan’ komşular, ‘trolleşen vatandaş’ gibi halkın tam göbeğinden birilerini işkenceci tayin ettiler.
Bu bir zihniyetti, bu zihniyeti topluma benimsettiler.
Farklıysan, kadınsan, itirazın varsa, isyanın varsa, bir fikrin varsa, özgür olmak istiyorsan, daha iyisini hak ettiğine inanıyorsan, yaşam hakkı talep ediyorsan, hayvan hakları, beslenme şartlarının yükselmesi, ekonomik olarak toplumdaki uçurumların kalkmasını istiyorsan veya ne bileyim en hafifinden vicdanlıysan bile o işkenceye maruz kalıyorsun.
Sadece mahallende kötü muamele gördüğünü düşündüğün birine sahip çıkman bile hayatının kararmasına yetiyor bu ülkede.
İlla devletle takışmana da gerek yok yani!
Her köşebaşı devlet zihniyeti.
Çünkü her fırsatta kürsülerden verdikleri talimatlarla vatandaşa ‘bizden olmayana hayatı dar et’ dediler ve demeye de devam ediyorlar.
Sadece gazeteciler,
Sadece siyasetçiler,
Sadece Kürtler,
Sadece Boğaziçili öğrenciler filan değil tüm ülke, sistematik bir psikolojik işkencenin belli dozlarını alarak yaşıyor.
Her şey normalmiş gibi her gün, he an birilerinin korkutması, utandırması, suçluluk duymana, mütemadiyen kendinde bir hata aramana neden olan bir cezalandırma sisteminin içinde yaşıyoruz.
Dönün bakın aynaya, sorun kendi kendinize “Sizce bu ülkede size sistematik psikolojik işkence uygulanıyor mu?” cevabı bana da yazın lütfen…
Şimdi mutlaka yazıya itiraz edenler de olacak biliyorum, ‘sistematik işkence’ tanımı bakımından bu tartışmayı yersiz bulanlar olduğunu da biliyorum.
Israrla ‘Diyarbakır Cezaevi’ örnekleri verip dışkı yedirilmesi, falakaya yatırılması, köpek kulübelerine bağlanan insanlardan söz ettiklerini de biliyorum.
Yani şimdi dışkı yedirilmiyor diye sistematik işkence bitti mi dememiz gerekiyor? Peki ama ya şimdi sistematik şekilde ve ısrarla uygulanan ‘yeni sistematik işkence anlayışı’na ne ad vermemiz uygun olur?
Tartışa tartışa belki onu buluruz!