Dîyar Budak
Hamas örgütünün Gazze'den İsrail’e ani saldırısı dünya gündemine şok bir haber olarak girdi. Tüm dünyada büyük bir yankı uyandıran saldırı halen basının ve pek çok hükümetin ilk gündem maddesi olarak tartışılmakta ve çok yönlü değerlendirmeler yapılmakta.
İsrail devletinin bu saldırıdan habersiz olması pek ihtimal dahilinde görünmemektedir. İki taraf karşılıklı bir bıçak keskinliğinde intikam söylemleri eşliğinde haklılıklarını savunmaktadır. Bu durum giderek, bir arenada dövüşen iki gladyatörün, ölüm endeksli savaşının vahşiliğini anımsatmaktadır. Oysa barışın ve çözümün yolu tektir. Bu da her zaman olduğu gibi ortak akıl ve diyalog seçeneğidir.
Bu hali ile katil ve maktulün aynı savaş sloganını atamalarından anlaşılacağı gibi benzerlikleri orta yerde durmaktadır. Gazze’de yaşanan dram giderek karşılıklı dini ve ulusal genleri harekete geçirmiş. Büyük güçleri arkasına alan İsrail kendi zaferinden emin görünmekte. Hamas taraftarları kendilerine bütün islam alemi başta olmak üzere, Kuran ve Allah’ı referans alıp İsrail’i toptan yok etmek istemekte. Eğer inandıkları “Allah” onların haklılığına taraf ise kazanmaları mutlak olur. Ya değilse?
Her iki tarafın destekçileri bir futbol maçını izler gibi olup biteni izliyor ve takımlarına futbol maçlarında oldugu gibi bağırıp çağırıp sloganlarla destek vermekte, ölenler ise şarkılarını söylemeye zaman bulamayan mahsun insanlar. Her iki halk beraber yaşamayı öğrenmelidir.
Öte yandan dünyanın en sıkı güvenlik ve istihbarat ağı ile çevrili Gazze şehrinden İsrail’e yapılan bu saldırının Hamas gibi bir örgütün stratejik kabiliyetinin çok üstünde olduğuna şüphe yok. Hamas örgütünün bu kanlı saldırısı giderek danışıklı bir eylem olduğu düşüncesi baskın gelmeye başladı.
İsrail devletine bu saldırıda parmağı olan İran gibi güçler, Hamas’a stratejik taktik ve cephane sağlamaktadırlar. Eğer bu saldırı bir istihbarat ihmali veya zaafı ise karşılığı Gazze halkına ağır bir bedel olarak yazılacaktır.
İsrail’de rehin alınan ve öldürülen sivil insanların katliamını kınamayan bir çok Müslüman devlet ve her renkten partileri ortak saflarını belirlemiş. Görüldüğü kadarıyla Türkiye’de de sağcı, solcu tüm kesimler kendi devletleri ile aynı safta birleşmişler. Savaş döneminde kendi devletlerinin egemenliği altında birleşerek, sosyal şovenist bir tavır sergilemektedir. Bunları yan yana getiren Filistin halkının hakları değildir. Bunları yan yana getiren Kürt halkın elde edebilecekleri olası haklarıdır. Daha önce Filistin’e giden gençler Türkiye hapishanelerinde devletin ağır işkence ve mahkumiyetlerine maruz kaldıklarını kim unutabilir?
Türk devletinin Hamas “aşkı”nın anlamı, batılı ülkelere Kürtlerin devlet olma arzusunu ve sınırları aşan katliamlarını görmemezlikten gelmelerini salık vermektedir. Buna kanan Müslüman ve solcu geçinen Kürtler bir yüzyıl daha köle olarak yaşama razı olanlardır.
Sadece son birkaç yılda bile Türk devletinin Kürtlere ve Kürdistan'ın geneline uyguladığı sistematik saldırılar, İsrail'in Filistin’e uyguladığı şiddetten çok çok daha fazla. Kürtlere yönelik saldırılara sessiz kalıp Filistin için ağlamak açık bir iki yüzlülük göstergesi.
Sayın İsmail Beşikçi'nin de sıklıkla dile getirdigi gerçegi bir kez daha hatırlamakta fayda var. Saddam Hüseyin 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe ve çevre halkına karşı kimyasal silah kullandı. Zehirli gaz, bir anda on binlerce sivil Kürdü öldürdü ve sakat bıraktı. Halepçe'de binlerce erkek, kadın, çocuk ve yaşlı insan cesedi evlerde, sığınaklarda, sokaklarında ve şehrin varoşlarında yerde yatıyordu. Katliamdan sadece iki gün sonra 18 Mart 1988’de, Kuveyt’te toplanan İslam Konferansı’nın bu konuda hiçbir tepki ortaya koymadığı yakından biliniyor. Öte yandan katliamdan bir gün sonra 17 Mart günü, Tel Aviv’de düzenlenen gösteri, Saddam Hüseyin rejiminin Kürtlere karşı sürdürdüğü katliamları, soykırımı protesto eden, dünyadaki tek gösteridir.
Bu yüzdendir ki İsrail’e yapılan bu saldırının sorumlusu devletler panik içinde Kürt halkına saldırmaktalar. Kürdistan’a ikinci İsrail diyenlerin hepsinin aynı cephede olduklarını biliyoruz. Kürt hareketini emperyalizmin işbirlikçisi olarak takdim etmek, kendilerini kamufle etme ve halkımızı kandırma çabasıdır.
Emperyalizm, Siyonizm karşıtı görünmek büyük bir tutarsızlık ve samimiyetsizliktir. Bu olası bir şerden hayır çıkabilir anlayışından korkmaktır. Sömürgeciler Saddam ve Esad kardeşlerinden iyi ders çıkarmışlar. Bu iki parçada oluşan yeni durum ve olası Kürdistan gerçekliği uykularını kaçırmaktadır. Bunların hep beraber sözde anti- Emperyalist oluşları Kürt korkusundandır. Bir takım “devletin Kürtleri” buna kanmaktalar. Başta Hüda Par olmak üzere bazı Kürt Partileri yardakçılık yaparak halkımızın geleceğini pazarlık konusu yapmaktalar. Oysa Hamas’ı savunmak Filistin’i savunmak anlamına gelmemektedir. Türk devletinin her kürdü PKK’li gördüğü gibi, bunlar da, Hamas’ı Filistinli görmektedirler. Böyle toptancı bir bakış başta Filistin halkına zarar vermektedir. Bunların 7 Ekim saldırısından sonra verdikleri zarar ortada değil mi?
Bunlara verilecek bir ders, ister istemez, haritada bir değişikliğe ve tüm Ortadoğu'da başlayan bu yeni fiili durum haritada bir değişikliğe yol açabilir. Sömürgeci İran ve Türk devletinin telaşa girmelerinin nedeni, Rojava, Rojhilat ve Başur parçalarının kendi özgürlüklerini elde etmeleri ihtimal dahilinde olmasıdır. İki parçanın mevcut statü gereği kendi öz savunma güçleri ile bir sonuç elde edebilme ve yeni güçlerin devrede olmaları sömürgecileri telaşlandırmaktadır.
Bir benzerlik arz eden 1.Dünya savaşı sonrası, 1920’de kurulan TC devleti de dahil olmak üzere Ortadoğu’da kurulan devletlerin bir çoğu batının desteği ile kurulmuşlardı. Bunların bu çakma batı düşmanlığına aldanmamak gerek. Bu denli samimi iseler neden Türkiye’nin her yerinde bulunan ABD üslerine gıkları bile çıkmıyor? Sokak Filistin'de olanlara tepki verirken, iktidar Ukrayna ve Rus savaşındaki arabulucu tavrındaki avantasını bulamadığı için çılgına dönmüş.
Bu ara çokça barışçıl kesilen her tarafa racon kesen, sokaklarda Filistin için gözyaşı döküyor gibi görünen Türk devletine bağlı islamcılar ve Kemalist solcuları el ele kendi devletlerinin zulmünü unutmuş, Filistin için sokaklarda savaş çığırtkanlığı yapıyorlar. Bu gösteriler de konu sadece Filistin olunca devletin kolluk güçleri onlara yardımcı ama Rojava'ya yapılan operasyonlar bu kapsama alındığında müdahale oldukça elzem ve şiddetlidir.
Türk devleti bütün kazanımlarını ve sermayesini Kürtsüz bir coğrafyaya harcayacak kadar akıl terazisi bozulmuştur. Yanlış hesap Saddam’dan da görüldüğü gibi Bağdat’tan dönmüştü. Tarihin çöplüğü; halkına bu yanlışları yapan örgüt, parti ve liderlerin cesetleri ile doludur.
Kuzey Kürdistan'da yürütülen yanlış mücadelede halkımıza ağır bedeller ödetmiş, binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının yerlerini terk etmesine sebep olmuş, yürütülen yanlış siyaset ve savaş halkımıza kaybettirmiştir. Bu kaybediş sadece düşmanın ulaştığı teknolojik üstünlük ve uyguladıkları inkar, imha, şiddet ve yıkım politikasıyla izah edilemez. Asıl eksikliğin bizden kaynaklandığında inananlardanım.
Türk devletinin Hamas “aşkı”nın anlamı, batılı ülkelere Kürtlerin devlet olma arzusunu ve sınırları aşan katliamlarını görmemezlikten gelmelerini salık vermektedir.
Devletin yalanına inanan, onlarla aynı safta olan Müslüman ve solcu geçinen Kürtler bir yüzyıl daha köle olarak yaşama razı olanlardır. Gelecek yüzyıla umutsuz girmemizin asıl nedeni, Kürdistan’da ulusal bir cephenin olmayışı ve PKK'nin yürüttüğü yanlış savaş stratejisinin sonucudur.