Güneydeki ulusal kazanımlar, bildiğimiz gibi 1.Körfez savaşından sonra, 1991 baharında ABD ve koalisyon güçlerinin şemsiyesi altında geliştiği için, ilk adımda uluslararası bir nitelik kazandı. Tabii ki Güney’de yıllardır politik mücadele veren siyasal örgütlerin( özellikle de PDK) PKK’den çok farklı, karakteristik özellikleri vardır. Bu durumda Güney’deki oluşumun avantajları temel bir özellikti.
Türkiye Cumhuriyeti de Turgut Özal gibi rasyonel bir liderin öncülüğünde yürütülüyordu. Diğer önemli bir etken de, SSCB’nin yıkılışının uluslararası alanda yarattığı şok, ABD ve müttefiklerinin tek başına belirleyici bir küresel güç konumuna gelmesiydi. Ama bana göre en önemli özellik, 1950’lerden sonra ABD’nin en etkin ve önemli işbirlikçisi olan TSK’nin ABD ile çelişkileri ve içten içe çatışmalarının da başlamasıdır. 1991’den itibaren Güney’de oluşan defakto Kürdistan Federe Devleti’nin oluşumu.
2000’li yıllara gelindiğinde TSK ve ABD’nin ilişkilerinin iyice gerildiği ve kopma noktasına geldiği bir sonuçtur. 2002’de AKP'nin tek başına iktidara gelmesi ve özellikle batıya pozitif mesajlar vermesi, hem Avrupa Birliği’ne, hem de ABD’ye yeni bir ortak seçeneği ortaya çıkardı. 2003-2004’lerden itibaren peş peşe yapılan askeri darbe girişimlerinin söz konusu güçler tarafından desteklenmemesi ve başarısızlığının altında bu gerçek yatmaktadır.
ABD ve Avrupa ülkeleri, özellikle Abdullah Gül'ün başbakanlığı döneminde AKP'nin yeni vizyonuna çok pozitif baktılar. Bu süreçlerde, TSK ve hükümet arasında ciddi çelişkiler gün geçtikçe derinleşmekteydi. AKP’nin iktidara gelişinden sonra, dönemin genelkurmay başkanlığının, bölücü terör tali plandadır, başat tehlike irticadır saptaması o dönemin iç siyasal yapısını izah etmeye yeterlidir diye düşünüyorum. Tüm bu sebeplerden dolayı, Devlet kurumları arasında ortak bir strateji oluşturtulamıyordu. TSK’nin Güneye saldırganlık politikası sivil hükümet tarafından benimsenmiyordu. Temel sebebi ise, iç iktidar çatışmasından ve yeni hükümetin geleneksel Kemalist devlet refleksleriyle şekilci bazı yönelimlerinden dolayı anlaşamamasıydı.( Kuvvet komutanlarının devlet resmi törenlerine katılmaması, üniversitelerde ve kamuda türban serbestisi v.b)
Neticede AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın, Abdullah Gül ve diğer bir çok lider kadroları yavaş yavaş etkisizleştirerek iktidarı iyice kendi tasarrufuna alması sonucu yeni bir vizyona yöneldi. Bu yeni vizyona gelmesindeki temel faktörlerden biri, Arap ülkelerindeki Müslüman kardeşler örgütünün Ortadoğu'daki yarım asırlık rejimleri değiştirmesi ve yeni bir sürecin başlatılmasıydı.
Esasta bu hareketin bir parçası olan Recep Tayyip Erdoğan, bu gelişmeleri yeni bir Osmanlıcılık perspektifiyle değerlendirmek istedi. Kısa bir süre sonra bu yeni siyasal iktidarlarla ABD’nin çatışması başladı. Recep Tayyip Erdoğan'ı etkileyen diğer bir etken de askerlerin darbeci girişimlerinin Tayyib’i artık yormasıydı. Müslüman kardeşlerle bağlaşık olmakla, ABD ile bağları iyice zayıflayan Erdoğan'ın askerlerle anlaşmaktan başka da bir seçeneği kalmamıştı. Bundan sonra AKP iktidara geldiğinden bu yana adım adım askerlerle yeni bir ortak konsept oluşturmaya başladılar.
Aslında Güney'deki devletleşme sürecini hiçbir zaman hazmetmemiştir Türk Devleti. Ama Türk Devleti'nin içinde özellikle hükümet ve askerler arasında uzun bir zaman süreci içinde ortak bir konseptin olmaması nedeniyle ve uluslararası alanda Güneydeki yönetimin önemli bir meşruiyete sahip olması nedeniyle, güney-batıdaki gibi açık ve aleni bir şekilde saldıramıyor.
2017’de yapılan bağımsızlık referandumunda, Türk Devleti'nin yüzü bu konuda iyice ortaya çıktı. ABD’nin referandumla ilgili nabzını yoklayıp emin olduktan sonra, referandum karşıtlığında, Tahran ve Bağdat'ı geride bırakacak bir refleks içine girdi. Aslında eğer İran, Türkiye ve Bağdat’ın tam istediği şekilde gelişseydi. Süleymaniye de Kerkük ile beraber işgal edilecek ve PDK Hewlér ve Duhok'a hapsedilecekti. Bana göre, böyle bir planla, Güney Kürdistan ortadan ikiye bölünerek, biri Tahran ve Bağdat'a mahkûm edilecekti. Süleymaniye’deki ihanet güçleri buna dünden hazır idiler, ama Barzani'nin önderliğindeki PDK bu oyunu bozdu ve ABD referanduma olumlu bakmamasına rağmen, bu son plana da prim vermedi.
Oyun şimdilik bozuldu ve bir daha geriye dönük işleyeceğine de inanmıyorum. Yani kısacası bana göre, Türk Devleti'nin Güney batı Kürdistan a bakışı ne ise, özünde Kürdistan'ın Güney'i ne karşı da aynıdır. Hatta bu son yıllarda sık sık dillendirdikleri misakı milli meselesini de göz ardı etmemek gerektiğine inanıyorum. Tabii ki Türk Devleti'nin en büyük silahı Güney batı da PKK gibi uluslararası alanda soyutlanmış bir hareketin oradaki siyasal yapı üzerindeki etkisidir. Bu Türk Devleti için ne kadar büyük bir avantaj ise, Kürdler için de o kadar büyük bir dezavantajdır. Sık sık kullanılan terör koridorundan kasıt, Kürdistan'ın Güney'i ve Güney batısının bağlaşık bir yapı oluşturması ve Akdeniz'e uzanan Kürdistani bir şeridin ortaya çıkmasıdır.