Yusuf Kaynak
Bu yazı son Türkiye seyahatim ile ilgilidir. Fazla ilmi bilgileri içerecek bir yazıdan ziyade günlük gözlem ve izlenimlerim burada yer alacak. Konuyu bir ekonomist veya siyasal bilimciden öte bir yabancının Türkiye hakkında görüşleri ve özellikle de sosyal ve siyasal gelişmelere yer verilecektir.
Türkiye'nin son 40 yılını daha doğrusu son yirmi yılı göz önüne alarak değerlendirmek istedim. Daha önceki Türkiye'yi fazla derinlemesine araştırmadan yazıyı ele almak kolay olmazsa gerektir; Türkiye ile Avrupa kıyasını yapmak doğru bir değerlendirme olmaz. Çünkü Türkiye düne kadar bir üçüncü dünya ülkesi idi. Son 20 yılda büyük atılımlar yaparak büyük gelişmeler gösterdi; özellikle alt yapı ve imar konusunda epey de mesafe katetmiş. Yollar, köprüler ve demir yolları ağlarla örülmüş. Eski Türkiye kabuğunu çoktan kırmış ve gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça bir itibar da kazanmış. Artık ekonomik alt yapı sorunları olmayan bir ülke düzeyindedir. İmarda da çok önemli adımlar atmış, konut sorununu gelişmiş ülkeler düzeyinde olmazsa da geri kalmış bir ülke konumunda değil.
Türkiye sanayi konusunda da montaj sanayi yerleştirdiği gibi kendine özgü sanayileşme hamleleri de yapmış. Ziraat ve oto sanayide alt yapıları bir üst düzeye taşımış neredeyse yerli model traktörler ve araçları da yapma düzeyini de yakalamış. Fakat bunlara rağmen tam bir sanayi ülkesi olmayı henüz tamamlamamış. Tabiki bunun da kendine has özelliklerinin yanında çağı erken yakalayamama tarihi geriden takip etmeye bağlayabiliriz. Osmanlıdan devr aldığı bir ekonomik mirasta yoktu diyebiliriz.
Ekonomi ve istihdam konularında da ilerleme genel olarak olumlu yönde ilerliyordu ki; son yıllarda pandemi ve üst üste gelen enflasyon dalgaları gelişmekte olan Türkiye'ye büyük darbeler vurmuş; ekonomik durgunluk ve işsizlikle beraber yüksek düzeyde enflasyon hayatı çekilmez hale getirmiş...
Türkiye bildiğimiz gelişmekte olan ülkeler kategorisine giriyor fakat sanayileşme devrimini dipten gelen dalga ile yaşamadığı için tüm sanayi gelişmeleri bir nevi montaj sanayi yani kopyala -yapıştır şeklinde vuku bulmuş, sanayi ülkesi, sanayi devrimini geçen yüzyıllar da yaşayan sanayi ülkeleri gibi önce beyinde daha sonra pratikte hayata geçirmediler; onların çabaları ile sanayileşme devrimi tamamlandı; şuan yeni teknoloji ve dijital çağın gerektiği bilgi teknoloji çağına girmiş bulunuyoruz.
Türkiye bu gelişmelerin içinde ve dışında değil çabası kadar yer alabiliyor. Ülkenin gecikmiş sanayi gelişimi sancılarla beraber askeri ve siyasi darbelerle iki binli yıllara kadar böyle geldi, iki binli yıllara kadar olan siyasi kaoslar yerini bir nebze de olsa istikrarlı bir kaç senelik düzenli ve huzurlu büyümeye bırakmıştı. Ama pandemi ve son yıllardaki finansal küresel kriz ile hem durgunluğu hem de işsizliği yeniden yoğun yaşıyor. Ülke para birimi de her gün serbest kur rekabeti dolayısıyle değer kaybedip hızla yükselen fiyat artışları ve enflasyon ile birlikte yoksullukta hat safhaya ulaşmış!... Sıradan şehirli ve köylü Türk vatandaşı bu durumun geçici olmadığını sorunların kaynağında sistem bozukluğu olduğu inancında. Onun için 2023'te yapılacak seçimlerle de bu sistem bozukluğunu yani ekonomik krizleri gidermeyecek. Sistemin kendisi liberal ekonomik olsa da devleti bir avuç tekelci sermaye sahibi ile küresel finans grupları rehin almış. Yani düzen yüz yılların emeği ile oluşmamış bir nevi montaj sanayi gibi ekonomik sistem de günü birlik para politikaları ile değişip durmaktadır.
Ülkenin ne siyasi birliği ne de ekonomik gelişkinliği iç dinamiklerden ayrı dışardaki finans kuruluşlar ve zengin ülkelerin kontrol ettiği hatta müsaade ettikleri kadar gelişkinlik gösterebilen bir ülkedir. Borsaya baktığınızda her şey apaçık orta yerde görülmekte. Yabancı yatırımcı yatırırsa işler iyi eğer el çekseler borsa dalgalanma ile dipleri görüyor, panik başlıyor; Donald Trump'in bir twiti bile milyarları kaçırıyor. Bu kadar hassas bir ülke konumunda kendi başına karar alamıyor ayakta duramıyor. Döviz kurları ile çalkalanan bir ekonomi de stabilite aranmaz, yatırımcıların ve finans kuruluşların vicdanına kalmış bir ekonomi görüntüsü vermekte. Zaten kur ayarları ile TL çok değer kaybetmiş, Türk ekonomisi rekabetlere karşı kendini koruyamaz hale gelmiş, iç piyasa da değersiz olan TL, Türkiye bütçesi yeterli olmayınca üst üste devalasyona uğruyor ve karşılıksız TL basıp piyasaya sürüyor. Bu da TL'yi değersizleştiriyor. Sonuç olarak Türk hükümeti döviz kurları ve faizi birlikte yüksek tutmak zorunda kalıyor, dolayısıyla dış ticareti dolar, euro ile olduğu için dengesiz bir bütçe ile her zaman açık veriyor. İhracat ithalatı karşılayamıyor dolayısıyla dış borçta, iç borçta büyüdükçe büyüyor. Ekonomi hassas olduğu kadar dayanaksız ve o kadar da itibar kaybına uğruyor.
Kuruluş itibariyle Türkiye Avrupalı olma hedefine rağmen bir Avrupa ülkesinden ziyade orta-doğulu müslüman ülke konumundan kurtulamadı dolayısıyla güvenli bir finans merkezine daha doğrusu da finansal merkeze dönüşemiyor. Bu yüzden de bir yatırımcı için de güvenli ve istikrarlı görünmüyor.
Kişisel gözlemlerim Türkiye dışa bağımlılıktan dolayı hızla ekonomik ve siyasi krize yuvarlanıyor. Nüfus büyüklüğüne göre iş ve istihdam yaratamıyor, kendi öz gücü ile bu koca sorunları aşamıyor, ülkeyi küresel sermaye olmadan da aşamaz. Ondan dolayı da çok fazla borçlanarak ayakta kalmaya çalışan bir ülke gerçeğinden kurtulamaz. Bu gerçek Türkiye'yi umutsuz bir vaka haline getiriyor batı dünyası için. Tek korunakları jeo-stratejik avantajlarını kullanmaktır. Onun için eskiden olduğu gibi doğu batı arasında denge unsuru olmaya çalışan bir pazarlamacı ülke görüntüsünden kurtulamıyor. İnsan kaynağı ve kalitesi gelişiyor fakat bu da çözüm getiremiyor. Bir Çin ve Hindistan olamıyor, sebebi kendilerince bağımsız politika gütmeleridir. Ekonomik bağımsız kalan dünyada ülke yok!. Türkiye iç tehlikeleri için dış dünyayı gösteriyor. Fakat felaketler parasal krizler her zaman kapı da. Ekonomik az gelişmişlikten kurtulamayan ülkeler her zaman küresel krizlerin ilk kurbanları olurlar.
Netice trilyon dolar dış borçlar ve trilyonlarca TL'li iç borçlarla Türkiye ne kadar ayakta kalabilir?!. Sosyal ve siyasal sorunlar üst üste yığılmış günü birlik politikalarla daha ne kadar yol alabilir. Halk gününü kur korumalı mevduatlarla geçiriyor. Türk Lirasının değer alım gücü beş sente gelmiş. Tüm mallar ve hizmetler dolar üzeri hesaplanıyor, gıda ürünleri dolar değerinde Türk Lirası karşılığında etiketleniyor. Anlayacağınız değeri olmayan Türk Lirasını kimse elinde de tutmak istemiyor hemen dolara altına ve madenlere yatırıyor. Türk işçinin kazancı onbeş bin de olsa yirmi bin de olsa, bu enflasyon canavarına maaş dayanmaz, günlük, saatlik fiyat değişiklikleri ile alım gücü de her gün kötüleşiyor. Buna rağmen hayat pahalılığına fakirlik ve yoksulluğa karşı Türk halkında ümit verici bir toplumsal hareketlenme görülmüyor. Zaten Türk halkının tarihinde Celali isyanları hariç kendi iktidarlarına karşı toplumsal tepki hemen hemen hiç görülmemiş, sadece darbelerle askerler düzen değiştirir halkta hemen ayak uydurur. Şuan halkta gerginlik hat safhada sebep ekonomik zorluklar, ama iktidara yönelik değil tüm enerjileri ırkçılık üzerine yabancılara yani mültecilere ve azınlıklara yönelik gelişiyor. Halk kitleleri karşı karşıya gelebilirler, iktidar değişmeden kaos bir süre Türkiye'ye tam anlamıyla hakim olabilir. Bu sefer iç savaştan öte göçmenler belki Kürdler dahil edilerek iktidar zapt ü rapt yöntemler ile ömrünü seçime gitmeden iktidarını uzatabilir. İktidarın korkusu, cürümleri oldukça fazla son çare ordu ile beraber iktidara el koymak. Eğer batı Rusya'ya karşı denge için böyle bir çözümü kendi çıkarları açısında uygun görürlerse neden olmasın ki!. Zaten dengelerde değişiyor.
Kendi öz kaynaklarını tüketen özelleştirme adına kaynaklarını yabancı sermayaye ucuza kaptıran ve kazançlarını yatırımlara aktarmayan ülke Türkiye. Onun için de işsizlik sorunu hiç bir zaman da çözülemez, ülkeye giren sıcak para da buharlaşıp gereksiz öncellikli olmayan işlerde harcanıp gitti.! Bu fırsatı Türkiye iki binli yıllarda hovardaca harcadı artık hazırda satacak fazla değerli varlığı da kalmadı. Ondan dolayı şuan ithalatı ihracatını karşılıyamıyor, habire bütçe dış kaynaklı açık veriyor, bütçe açıkları kapatamıyor, batık esnaf gibi her gün borç üstüne borç yapıyor. Hazine de, merkez bankasındaki rezervde bu yükü taşıyamıyor. Dış kaynak bulmak için kefil bile bulamaz hale gelmiş.
Sonuç olarak Türkiye sosyal ve siyasal kaoslara gebedir. Batının küresel finans kuruluşlarına muhtaç durumdadır. Kürdlerin öyle bilinçli bir sermayesi olsa Türkiye idaresine ortak bile olabilirler!. Türkiye'nin komşu ülkelere böbürlenmesi zayıflıklarından ileri geliyor. Başka bir örnek verirsek yurt dışındaki ve yurt içindeki Kürd sermayesi ulusal bir perspektife sahip olsalar Türkiye'yi hızlı şekilde kaosa sürüklerler, Kürd sorununu bir yere kadar çözmeye mecbur bırakırlar. Gel gör ki öyle fantazi dahi diyebileceğimiz bir ulusalcı sermaye ortalıkta yok ama olmaz diyemeyiz ileride bu da olabilir. Bu görüş şimdilik çok fantastik gelebilir. Çağımızda sermayenin muktedir olmadığı bir güç yoktur, çözümüde sermaye beraberinde getirecektir. Düşünün yurt dışında yüz milyar euroları dolarları olan Kürd sermayesi Türkiye'ye kendini dayatarak çözümü de getirir. İsyanlar dönemi bitti; sermaye gücü dünyada çözüm merci olarak yerini alır. Bu görüş bence tartışılmalı en iyi örnekte İsrail'in kuruluşu.
Yusuf Kaynak, Lahey, 25-07-2022