Türkiye ve PKK’nin Yeni Savaş/Barış Manipülasyonu

Mehmet Emin Aslan

Mehmet Emin Aslan  

Türkiye ve PKK’nin yeni savaş/barış oyununu ya da manipülasyonunu anlamamız için, önce şunu belirtmemiz gerekir. Günümüzde Türkiye, İran, Irak ve Suriye’ de yaşanan siyasi, toplumsal ve ekonomik buhranların, çatışmaların önemli nedenlerinden biri de baskı altında olan Kürd ulusunun ve diğer etnik/dinsel grupların egemenlikleri ve özgürlükleri için yürüttükleri mücadelelerdir. Aslında yalnızca adı geçen devletlerde değil, denilebilir ki, günümüzde ulusal ve uluslararası buhranların, çatışmaların önemli bir nedeni de ulusal ve etnik/dinsel grupların egemenlikleri ve özgürlükleri için yürüttükleri mücadelelerdir. Çünkü yaşadığımız süreçte tek bir etnik, dilsel ya da dinsel gruptan oluşan bir devlet yoktur. Devletlerin tümü farklı düzeyde olmak üzere, çok etnikli, çok dinli ve birden çok dilin konuşulduğu nüfusa sahiptirler. Zaman içinde bu çeşitliliğin azalmayacağı ve artacağı öngörülmektedir. Oysa devletlerin çoğu çok etnikli, çok dilli ve çok dinli olmaktan kaynaklanan bu çeşitliği hukuki güvence altına almaktan kaçınmaktadır.  

Buna karşın ulus-devletlerin çoğunda, baskı altında olan uluslar egemenliklerini ele geçirmek için farklı düzeylerde mücadelelerini sürdürmektedirler. Gurr tarafından yürütülen ampirik bir çalışmanın sonuçlarına göre, 1993 itibariyle, dünyada 233 ulusal ve etnik gruplar örgütlenerek kendi topluluklarının çıkarlarını ve kimliklerini korumak amacıyla aktif siyasi mücadele sürdürmektedirler.1 Günümüzde egemen ulusun ulusal talepleri meşru görülmekte ve devleti temsil etmektedir. Diğer ulusal ve etnik grupların ulusal ve kimlik talepleri zor ve şiddet yoluyla bastırılmakta ya da en fazla özel alanda gerçekleştirilmesine izin verilmektedir. Buna karşılık baskı altında olan ulusların büyük çoğunluğu kendi kaderini tayin hakkını eskiye göre daha çok talep etmekte ve bu hak için mücadelelerini sürdürmektedirler. 1946 yılında dünyada 74 devlet var iken, yüzyılın sonunda bu sayı 193’e, günümüzde ise gözlemci devlet statüsünde bulunan Vatikan ve Filistin de dâhil olmak üzere bu sayı 208 devlete ulaşmıştır.  

Yukarıda belirtildiği gibi, liberal demokrasi ile yönetilen devletler de dâhil olmak üzere tüm ulus-devletler, ya çokuluslu ya da çoketnili veya her ikisini de içinde taşıyan özelliklere sahiptirler.

Bu nedenle ulus-devletlerinin en etkili ve kompleks siyasal sorunların başında, farklı kültürel kimlikler temelinde ortaya çıkan siyasal talepler gelmektedir. Will Kymlicka, kültürel kimlik farklılıklarından kaynaklanan siyasal talepleri üç biçim altında ifade eder. 

Birincisi, farklı kültürel hakların kabul edilmesine yönelik taleplerdir. Bunlar anadilde eğitim, basılı ve elektronik medya olmak üzere farklılıkların korunmasını ifade eden kültürel haklardır. 

İkincisi, ulus-devlet içinde yer alan farklı kültürel grupların otonom varlıklar ya da statüler olarak tanınmasına yönelik taleplerdir. 

Üçüncüsü ise, ulus-devlet içinde yer alan farklı kültürel grupların ayrılarak bağımsız bir devlet kurabilmelerine yönelik taleplerdir.2 

Bu siyasal talepler, ulus-devlet formu içinde uygulanan liberal-demokratik sistemler ile otoriter siyasal yapılanmaların karşı karşıya kaldığı ortak sorunlar alanını oluşturmaktadır. İşte Türkiye Cumhuriyet’inin de kuruluşundan beri başat sorunu, Kürd ulusal sorunudur. Türkiye Cumhuriyet’i kuruluşundan AKP iktidarına kadar Kürdlerin varlığını inkâr etmiştir. Şimdi de varlığını yasal zeminde değil, söylemde kabul etmektedir. Yani Kürdleri ne ulus olarak ne de etnik bir grup olarak değil, belirsiz, biçimsiz bir kitle olarak tanımaktadır. Örneğin; Mardin Artuklu Üniversitesi’nde, Türkiye'de Yaşayan Diller Enstitüsü’nde Kürdçe eğitimi verirken, TBMM’de bilinmeyen dil olarak tanımlamaktadır. 

Şimdi Kuzey Kürdistanlı siyasi öznelerin ve aktörlerin, Kymlicka’nın belirtiği üç biçim siyasi talep karşısında siyasi tutumu, duruşu ne olmalıdır? Birinci biçim siyasal talep, ülke ve egemenlik unsurları içermeyen sadece kültürel haklardır. İkinci ve üçüncü biçim siyasal talepler ise ülke ve egemenlik unsurları içermektedir.  Çünkü gerek federasyon gerekse bağımsız devlet statüsü kesin sınırları belirlenmiş bir toprak parçası üzerinde kısmi ya da tam egemenlik yetkisini gerektirmektedir. PKK ve uzantıları dışında Kuzey Kürdistanlı siyasi özneler ve aktörler, Kürdleri, bir ezilenulus olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle, PKK ve uzantıları dışında diğer Kuzey Kürdistanlı siyasi özneler ve aktörler federasyon ya da bağımsız devlet statüsünü içeren siyasi talepleri istemektedirler. İşte ezen-ulus devleti olarak Türkiye’nin, söylemde Kürd varlığını kabul etmesi ancak yasal zeminde kabul etmemesinin amacı, Kürdleri asimile etmeyi hedeflemesinden kaynaklanmaktadır.  Bu amacı, Kürd ulusal direnişi ve uluslararası konjonktürel gelişmelerden dolayı gerçekleştirebilmesi  mümkün görünmüyorsa, Kürdlere, ülke ve egemenlik unsurları içermeyen yalnızca kısmi kültürel hakları tanımaya yönelik politikalar geliştirmektedir. Bunu başarabilmek için de Abdullah Öcalan ve PKK’ye ihtiyaç duymaktadır. Türkiye ile PKK’nin yürüttüğü savaş ve barış politikasının amacı, Kürd ulusal hareketini, Kürd kültürel hareketine indirgemektir. İşte bu nedenledir ki, Türkiye Cumhuriyeti, Beşikçi’nin sade bir dille belirtiği gibi “Devlet, Kürdlerin, Kürd olmaktan ve Kürd ulusu olmaktan doğan hiçbir hakkını teslim etmeden yani Kürdlere hiçbir şey vermeden,  Abdullah Öcalan adını kullanarak ‘Öcalan’ın tecridi’ vs. diyerek Kürdlerle barış yapmak istiyor.”3 Bu barış manipülasyonun hedefi, Kuzey Kürdistan Kürdlerinin kültürel kimliğinin tanınması değil, kültürel kimliğin tanınması vaadiyle Türkiye’ye entegre etmek ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti rejiminin otoriterliğini daha da pekiştirebilmektir. Devletin Kürdlerin kültürel haklarının tanınması için herhangi bir Kürd siyasal yapılanması ile müzakere ya da pazarlık yapmaya ihtiyacı yoktur.  Kürdler, böyle bir girişimi zaten destekleyeceği bellidir. Ne var ki, Türkiye’nin Kürdlerin değil ulusal haklarını kültürel kimliğini tanımaya yönelik bile bir politikası bulunmamaktadır.  

T.C. devletinin ve PKK’nin bu manipülasyonuna karşı Kuzeyli Siyasi özneler ve aktörler, Kürdistan coğrafyası üzerinde yaşayan Kürdistanlıların sorununun kendi coğrafyası üzerinde egemen olma yetkisini ele geçirmesi olduğunu sarih ve kararlı bir biçimde ortaya koymalıdır. Bu hedef doğrultusunda Türkiye ile PKK’nin savaş/barış manipülasyonunu teşhir etmeleri hem ulusal hakkı hem de görevidir. Kürdlerin kültürel kimlik ve kültürel haklar sorunu, Kürdistan coğrafyası dışında yasayan Kürdlerin sorunudur ve elbette bu sorunda Kürdistan coğrafyası dışında yaşayan Kürdlerin mücadelesi ile gerçekleşebilir. Konunun daha iyi anlaşılması için, dünyanın içinden geçtiği sürece bakalım. 

I

İçinden geçtiğimiz süreçte küresel güçler ve bunların çeperlerinde yer alan bölgesel güçler, ekonomik ve askeri güçlerine denk düşen nüfus alanlarını ele geçirmek için, dünyayı yeniden paylaşma mücadelesine girmişlerdir. Süreç içinde bu paylaşım mücadelesi iki blok ya da cephe şeklinde ayrışabilir. Bir tarafta temsili demokrasiyle yönetilen devletler, diğer tarafta otokratik, despotik yönetimle yönetilen devletler şeklinde iki bloka dönüşebilir. Ancak her iki blokta yer alan devletlerin ortak özelliği; kendi egemenlikleri altında olan ulusal toplulukların özgürce kendi kaderini tayin hakkını tanımayışlarıdır. Evet, bu mücadelelerin yanı sıra bir de baskı altında olan uluslar (Kürdler, Beluçlar gibi) ile kısmi egemenlik haklarına sahip olan (Katalan, Bask, İskoç, Quebec, Çeçenistan, Dağıstan, Tibet, Güney Kürdistan Federe yönetimi, Filistin yönetimi, Sincan Uygur Özerk yönetimi vb.) ulusal toplulukların kendi kaderini tayin hakkına sahip olmak için yürüttükleri mücadeleler vardır. Ayrıca kısmi egemenlik hakkına sahip olan ulusal grupları bekleyen akıbet de aynı değildir. Gelişmiş liberal demokrasi ve hukuk devleti geleneğine sahip devletler ile liberal demokrasi ve hukuk devleti geleneği olmayan devletlerin, kısmi egemenlik hakkına yaklaşımı farklıdır. Demokrasi ve hukuk devleti geleneği olmayan devletlerin, imkânlarının oluşması halinde kısmi egemenlik haklarını budar ve hata ortadan kaldırır. Örneğin, sözde bir hukuk kurumu olan Irak Federal Mahkemesi’nin,  16 Aralık 1966 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin ikinci maddesinde “bütün halklar… kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk hiçbir durumda kendi varlığını sürdürmesi için gerekli kaynaklardan yoksun bırakılamaz” hükmüne rağmen, Kürdistan petrolleriyle ilgili aldığı bir kararla, Kürdistan Federe Yönetimi’nin kendi doğal zenginlik kaynakları üzerindeki mülkiyet ve tasarruf hakkını tanımamakta ve bu kaynaklarından yararlanmasını yasaklamaktadır. Bilahare Irak Federal Mahkemesi, Irak Anayasasının Kürdistan Bölgesine tanıdığı kısmi egemenlik yetkisini kısıtlayan kararlar almıştır. Irak Federal Devletinin en üst hukuk kurumu, Kürdistan Bölge halkını açlığa, sefalete sürüklemeye ve kısmi egemenlik yetkisini kısıtlamaya yönelik kararlar alabiliyorsa, gücü yettiğinde bu devletin siyasal ve askeri kurumlarının ne yapacağını geçmişte yaptıklarıyla bilmekteyiz.  

II

Günümüzde dünyayı büyük çapta etkileyen iki ayrı alanda iki savaş vardır. Biri Rusya-Ukrayna savaşıdır. Diğeri ise, Rusya-Ukrayna Savaşı daha sonuçlanmadan, Ortadoğu’da İsrail ile İran ve vekil güçleri olarak Hamas, Lübnan Hizbullah’ı, Yemen Husiler ve Irak Haşdi Şabi arasında başlayan savaştır. Bu savaş; Batı Dünyası’nın desteğine sahip olan İsrail’in üstünlüğü doğrultusunda sonuçlanacağı ve dolayısıyla, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve İran devletleri ile Filistin bu savaştan farklı düzeylerde etkilenecekleri öngörülmektedir. Rusya’nın Ukrayna’ya olan müdahalesi ve Kırım’ın ilhak edilmesi suretiyle Ukrayna coğrafyasını parçalamasından ötürü, Birleşmiş  Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS) ile Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin (MSHS) pratik bir değeri kalmamıştır. Büyük bir ihtimale iki kutuplu bir dünyada tamamen geçerliliğini yitirecektir. Çünkü iki kutuplu bir dünyada siyasi istikrar ve BM’nin ‘ülkenin bütünlüğü ilkesi’ artık küresel güçler için bir öncelik olmayacaktır. Herhangi bir devletin, özellikle de periferideki devletlerin toprak bütünlüğü, artık iki kutuplu dünyanın küresel güçleri için temel bir kaygı olmayacaktır. Aksine, iki kutuplu dünyanın küresel güçleri, karşıt devletlerin içindeki ulusal, etnik ve dini gerilimi kendi küresel çıkarları ve hegemonik mücadeleleri için kullanmaya çalışmakta ve çalışacaklardır. Onun içindir ki, küresel güçlerin ezilenulusların kurtuluş mücadelesine yaklaşımını belirleyen, hegemonya mücadelesinin çıkarlarıdır. Bundandır ki, ezilen-ulusların kurtuluş mücadelesi ile hegemonya mücadelesi karşılıklı etkileşim içindedir. Ezilen-ulusların kurtuluş hareketinin tarihsel görevi; dünya üzerindeki hegemonya mücadelesini ulusunun devletleşmesi için bir araç haline getirebilmesidir. Çünkü ezilen-ulusların sorunu, ulusal kimliği üzerinde bir modern toplum olmakla çözülür. Modern toplumlar, bir ulus-devlet sistemi içerisinde yaşayan ulus-devletlerdir. Günümüzde ulus devlet sistemi Birleşmiş Milletlerdir. Ezilen ulusun bir modern toplum olarak Birleşmiş milletlere üye olabilmesinin yolu, kendi coğrafyası üzerinde egemen olmasından geçer. Ancak bu koşulla diğer uluslarla siyasal anlamda eşit bir konuma gelebilir. Aksi durumda modern toplum olamayacak ve siyasal, ekonomik, kültürel, toplumsal eşitsizliği devam edecektir. Onun için, ezilen-ulusların siyasi özneleri ve aktörleri, ezen-ulus devletlerin ve küresel güçlerin manipülasyona yönelik politikalarını öngörerek, ulusal egemenlik hedefinde teorik-politik, pratik-politik faaliyet sürdürmelidirler. Zaten içinde yaşadığımız modern dünyada nerede olursa olsun ezilen-ulusların sorunu, kültürel ve demokratik sorundan ziyade, bir egemenlik sorunudur.  

İçinden geçtiğimiz süreçte, 1990’larda Balkanlar’a uygulanan modelin benzerinin Ortadoğu’da da uygulanması olasıdır. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi koşullarında Doğu, Güney ve Güneybatı Kürdistan parçaları bağımsız ya da eşit haklara sahip birer federe birimlere dönüşebilir. İşte son dönemde Türkiye ile ulusalazınlık siyasetin başat siyasi öznesi olan PKK arasında yaşanan savaş/barış manipülasyonun hedefi budur. Bu manipülasyonun amacı, Kuzey Kürdistan Kürdlerini, kısmi kültürel kimliğin tanınması vaadiyle Türkiye’ye güçlü bir biçimde entegrasyonunu sağlamak yoluyla, TC’nin mevcut statüsünü bölgede ortaya çıkabilecek radikal değişikliklere karşı koruyabilmektir. Hatta taraftarları aracılığıyla, Ortadoğu’da muhtemel gelişmelerin, iki millet ve tek devlet olarak Türk ve Kürd  federasyonu oluşturma fırsatını yaratacağını ve gerçekleştirebileceği söylemini yaymaktadırlar. Elbette bu söylemin hedefi, Kürdlere ulusal umutlar vazederek entegrasyonun sağlanmasını kolaylaştırmaktır. Buna karşın ezilen bir ulus olarak Kürd ulusunun egemen olma mücadelesinin gücü ve başarısı, ulusal-demokratik siyaset üzerinde örgütlenebilmesine bağlıdır. Ulusal-demokratik siyaset; ortak hak ve görevler anlayışı temelinde egemen olmayı yani devletleşmeyi hedefleyen bir siyasi faaliyettir. Ulusal-demokrat siyasetin başarısının yolu, tüm siyasal ve toplumsal örgütlenmelerin ortak hak ve görevler anlayışı temelinde inşa edilmesinden geçer. 

Kuzeyli siyasi özne ve aktörlerin bilince çıkarması gereken diğer bir husus ta Kuzey Kürdistan dışında kalan diğer parçaların içinden geçtiğimiz süreçte siyasiegemenlik statüsüne kavuşması, Kuzey Kürdistan’ında sadece ulusal-kültürel haklarını elde etmesi değil ayni zamanda ulusal-egemenlik haklarını da gerçekleştirmesini kolaylaştıracak ve sağlamlaştıracaktır. Mevcut durumda sadece Güney Kürdistan parçası tüm eksikliklerine rağmen kısmi egemenlik haklarına sahip bulunmaktadır. Güneybatı Kürdistan (Suriye Kürdistanı) ise ulusal-egemenlik haklarını ele geçirebilecek konjonktürel bir durumdadır. Ancak bu konjonktürel durumu gerçekleştirebilecek siyasi özneden yoksundur. Türkiye, İran ve PKK’nin ortak hareket etmesiyle bu parçadaki Kürd ulusunun egemenlik haklarını gerçekleştirmek için sahip olduğu konjonktürel fırsat azınlık ve kültürel bir soruna indirgenerek boşa çıkarılmaya çalışılmaktadır. Güneybatı Kürdistan’ın Güney’deki gibi kısmi de olsa ulusal-egemen statüsüne kavuşması Güney Kürdistan için bir garanti olduğu gibi önümüzdeki süreçte Doğu Kürdistan için de gerekli koşulların oluşmasını sağlar.  Dolayısıyla dört parçadaki Kürdistanlı siyasi özne ve aktörler ideolojik bağnazlıklara boğulmadan, Kürd ulusunun siyasi-ulusal egemenlik hakları amacı doğrultusunda siyasi özne olma ve bu doğrultuda faaliyet yürütmeyi sağlamalıdır. Küresel hegemonik mücadeleler bu fırsatı yaratmıştır ve bu tarihi fırsat heba edilmemelidir.  

Diyarbekir/1.11.2024 

1 Gurr ve Harff, Ethnic Conflicts in World Politics, Oxford, 1994, aktaran Balı, Ali Şafak, Çok Kültürlülük ve Sosyal Adalet, “Öteki” İle Barış İçinde Yaşamak, Çizgi Y., Konya, 2001, s. 196 

2 Kymlicka, Will, Çokkültürlü Yurttaşlık Azınlık Haklarının Liberal Teorisi. Çeviren: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Y., İstanbul, 2020, s.  64-76 

3 Beşikçi, İsmail, Son Gelişmeler Üzerine, Rûpela Nû d, Ekim 2024