Türkiye kuzeydoğu Suriye’de bombardımanlar ve insansız hava araçlarının yanı sıra suyu da silah olarak kullanıyor ve kuraklık nedeniyle zaten vahim olan durumu iyice kâbusa çeviriyor.
HABUR VADİSİ, Kuzeydoğu Suriye — Fesla Hüseyin Osman, eşi ve beş çocuğunun “evimiz” dediği yapı, suyu, elektriği, pencere ve kapısı olmayan, duvarları kurşun delikleriyle kaplı beton bir kulübeden ibaret.
Suriye’nin Tel Nasır köyündeki bu kulübenin karşısında Meryem Ana Kilisesi’nden geriye kalan virane göze çarpıyor. Köyün çoğunlukla Ortodoks Hristiyanlardan oluşan sakinleri, İslam Devleti’nin Şubat 2015’teki saldırısından kısa süre önce topluca kaçmış. Bir zamanlar sakin bir tarım bölgesi olan Habur Vadisi’nde Tel Nasır gibi terk edilmiş 35 Süryani köyü daha var.
Osman ailesi bugün Tel Nasır’ın yıkıntılarında yaşam mücadelesi veren 350 civarındaki Kürt ve Arap Müslüman ailelerden biri. Buraya kaçmalarının sebebi, Türk ordusu ile Sünni muhaliflerden oluşan Suriye Milli Ordusu’ndaki müttefiklerinin Ekim 2019’da Suriye’nin kuzeydoğusunda Kürt kontrolündeki geniş bir bölgeyi ele geçirmeleri. Dönemin ABD Başkanı Donald Trump’ın yeşil ışık yaktığı ve “Barış Pınarı” adı altında yürütülen harekât, uluslararası toplumdan büyük tepki toplamış ve Trump, bölgeyi koruyan yaklaşık 900 kişilik ABD özel kuvvetini çekme kararından vazgeçmek zorunda kalmıştı.
İki yılın ardından yerinden edilmiş aileler yine korku içinde. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’de İslam Devleti’ni bertaraf eden Kürt önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı yeni bir askeri harekât tehdidinde bulunuyor.
Al-Monitor’a konuşan 10 çocuk annesi Halise Halil, “Elimde sadece bir battaniye kaldı. Her şeyi çaldılar. Buzdolabını, televizyonu, her şeyi…” diyor. 40 yaşındaki kadının, Kürtçe Serekaniye olarak bilinen Resulayn’daki evi, Birleşmiş Milletler’in savaş suçlarıyla itham ettiği Türkiye destekli Sünni isyancılar tarafından işgal edilmiş. Halil, “Erdoğan saldırırsa elimdekini de kaybederim” diyor.
Görsel
Türk tarafının aralıksız bombardımanları nedeniyle cephe hattının yakınlarındaki Zargan’dan kaçan Fesla Hüseyin Osman (Amberin Zaman/Al-Monitor)
Türkiye SDG’yi milli güvenliğine tehdit olarak görüyor. Zira ABD destekli örgütün Kürt liderlerinin pek çoğu, 1984’ten bu yana Türkiye’de özerklik için silahlı mücadele yürüten PKK ile bağlantılı. 2016 yılından başlayarak SDG’ye karşı üç büyük çaplı harekât gerçekleştiren Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde geniş bölgeleri ele geçirmiş durumda. Söz konusu bölgelerde kanunsuzluk ve hak ihlalleri oldukça yaygın.
Yerel yöneticiler son iki yıldır ABD’nin baskısıyla PKK’yi çağrıştıran simgeleri daha az görünür kılmaya çalışıyor. Örneğin, Irak Kürdistanı’ndan Rojava’ya (Suriye Kürdistanı) geçerken yolcuların tam karşılarında gördüğü bir tepeye PKK’nin desteğiyle kurulan sadece kadınlardan ve sadece erkeklerden oluşan iki silahlı grubun baş harfleri büyük taşlarla yazılmıştı. Bu taşlar kaldırılmış durumda.
İslam Devleti’yle mücadelenin ardından bölgeyi sivilleştirme çabaları da sürüyor. Kontrol noktalarında savaşçıların sayısı azalmış, “Asayiş” olarak bilinen askeri polise bağlı görevlilerin sayısı ise bir hayli artmış durumda. Yine de savaşın izleri devam ediyor. Yol kenarlarında İslam Devleti’nin saldırıları ve Türkiye’nin operasyonlarında ölenleri gösteren çok sayıda dijital panoya rastlamak mümkün. PKK’nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan’ın resimleri, Arap ağırlıklı bölgelerde daha nadir görülmekle birlikte halen resmi binaların duvarlarında asılı.
Türkiye’nin yeni bir harekâta kalkışıp kalkışmayacağı, kalkışırsa bunu ne zaman yapabileceği tartışılırken, Türkiye hâlihazırda kuzeydoğu Suriye’de Kürt önderliğindeki özerk yönetimle aralıksız bir savaş hâlinde. Türk insansız hava araçları (İHA) tehditkâr bir şekilde semalarda dolaşıyor, PKK’li olduğu iddia edilen kişileri izleyerek öldürüyor. Bu saldırılara bazen talihsiz siviller de kurban gidiyor. 9 Kasım’da sınırdaki Kamışlı kasabasında meydana gelen böyle bir saldırıda aynı aileden 85 yaşındaki bir kişi ve iki torunu hayatlarını kaybettiler. Türkiye’nin asıl hedefi olan bir SDG komutanının ise vurulan araçta olmadığı anlaşıldı.
Türkiye’nin Ekim 2019’da Rusya ve ABD ile sağladığı iki ayrı anlaşmada Türk güçleri ile SDG arasında yeni bir tampon bölge belirlenmişti. Ancak Türkiye destekli gruplar bu anlaşmalara aykırı olarak neredeyse her gün Kürt kontrolündeki bölgeye ateş açıyor, tarım alanlarına, besi hayvanlarına ve elektrik hatlarına zarar veriyorlar.
Osman ailesi, Türkiye-SDG cephe hattının yakınında bulunan Zargan’daki evlerinden bir yıl önce kaçmak zorunda kalmış. Osman, “Her tarafımıza top mermileri düşüyordu” diyor.
Onuncu yılını dolduran Suriye savaşını yakından izleyen Hakikat ve Adalet İçin Suriyeliler isimli sivil toplum örgütüne göre ağustos ortalarında Türk güçlerinin açtığı ateş sonucu bir kadın ve bir çocuk öldürüldü, 10’dan fazla kişi yaralandı.
Görsel
Türk güçlerinin su kesintilerinden en çok etkilenen kent olan Haseke’yi sürekli olarak bir toz bulutu kaplıyor.(Amberin Zaman/Al-Monitor)
SDG’ye bağlı Süryani Askeri Konseyi’nin sözcüsü Matay Hanna, yabancı bir muhabire Tel Nasır’a kadar eşlik etmek üzere askeri üniformasını çıkarıp sivil kıyafetler giydi. Konsey üyesi bir arkadaşının iki gün önce Türk güçlerinin saldırısında öldüğünü aktaran Hanna, “Türk İHA’larına hedef olalım istemem” dedi.
Hanna’nın tahminlerine göre savaş öncesi bölgede yaşayan Ortodoks Hristiyanların yarısı, Osmanlı güçlerinin 1915’te gerçekleştirdiği soykırımın kurbanlarının torunlarıydı. İmparatorluğun çöküş yıllarında yaşanan bu katliamlarda bir milyonu aşkın Osmanlı tebaası Hristiyan yok edildi.
Yerel yetkililer Türkiye’yi, Hristiyan ve Kürtleri bilinçli olarak sınır bölgelerinden uzaklaştırmak ve yerlerine Sünni Araplar yerleştirmekle suçluyor. Hanna, “Türkiye demografiyi değiştirmeyi ve yeni bir İslam Devleti ideolojisine zemin hazırlamayı amaçlıyor. Halen [Hristiyanlara ait] kutsal mekânları, mezarlıkları ateşe tutuyorlar” diyor.
Al-Monitor’un 2 Kasım’da görüştüğü Hanna’ya göre bölgeye açılan ateş çoğunlukla Tel Tamer’in 34 kilometre kuzeyinde bulunan Tel Menağ’daki Türk üssünden geliyor. Hanna, “Rusya ateşkesin garantörü ama Türkiye’nin umurunda değil. [Türk güçlerinin açtığı] son top ateşi Rus üssünün yakınlarındaydı. Türkiye yeni bölgeleri işgal etmek istiyor. Her yer tehlike altında” diyor.
SDG başkomutanı Mazlum Kobane ise pek endişeli görünmüyor. 5 Kasım’da Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Kobane, ABD ve Rusya liderlerinin yeni bir harekâta karşı olduklarını Erdoğan’a kesin bir dille bildirdiklerini, dolayısıyla Türkiye’nin müdahale ihtimalinin düşük olduğunu söyledi.
Bölgeyi yöneten Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) üst düzey mensuplarından Fevza Yusuf ise o kadar iyimser değil. Yusuf Al-Monitor’a yaptığı açıklamada, “Erdoğan kontrolden çıkmış durumda, adeta yokuş aşağı giden frenleri patlamış bir kamyon gibi. Her şeyi yapabilir” dedi.
Son aylarda giderek daha öngörülmez bir profil çizen Erdoğan, büyük ölçüde kendisinin sebep olduğu ekonomik kriz derinleşirken kamuoyu anketlerinde aşağı gidiyor. Bu bağlamda yeni bir askeri harekât kamuoyunun dikkatini ekonomik sorunlardan başka yöne çekebilir.
Sevenlerinin “panda” lakabını taktığı PYD’nin emektar isimlerinden Salih Müslim Al-Monitor’a verdiği mülakatta sert bir dil kullandı. Müslim şöyle konuştu: “Biz İslam Devleti ile savaştık. Silahlarımız ve tecrübemiz var. Direneceğiz. Kimse bizi bir daha kandıramaz, ne Amerikalılar ne Ruslar.” Müslim bu sözleriyle Trump yönetiminin Ankara ile SDG’yi uzlaştırma çabalarına atıfta bulunuyordu. SDG her türlü tavizi vermiş ama neticede saldırıya uğramıştı.
Görsel
Suriyeli Kürtlerin liderlerinden Salih Müslim, Haseke, 4 Kasım 2021 (Amberin Zaman/Al-Monitor)
Programlarında sıkça gerilla ezgilerine yer veren yerel radyo istasyonu Orkeş FM de meydan okuma ruhunu yansıtıyor: “Biz Zagros Dağları’nın şahinleriyiz, Osmanlıları yeneceğiz.”
Ne var ki bu tür meydan okumaların Tel Nasır’daki sığınmacılara faydası yok. Tel Nasır bir zamanlar o kadar müreffeh bir köymüş ki tarımla uğraşan Hristiyan sakinleri yazın serinlemek için bahçelerinde oval şekilli havuzlar yapmış. Köyün sokakları bugün moloz ve burkulmuş metal yığınlarıyla dolu. Yerde yatan bir çan kulesinin birkaç metre ötesinde büyük, paslanmış bir haç göze çarpıyor. Cihatçılar bunları sökmüş ama yok edememiş.
Görsel
2015’te İslam Devleti tarafından tahrip edilen Tel Nasır’daki Meryem Ana Kilisesi (Amberin Zaman/Al-Monitor)
Köydeki erkekler günlük işlerde çalışarak ailelerini kıt kanaat geçindirmeye çalışıyor. Osman ailesi en son bir yıl önce kırmızı et yemiş. Köylülere en son bir hafta önce tankerle su getirilmiş. Sağlıksız yaşam koşullarından dolayı dizanteri ve tifüs gibi bulaşıcı hastalıklar ağır salgınlara neden oluyor. Bir hafta önce sekizinci çocuğunu dünyaya getiren Sabiha Ömer, burnunun yanındaki açık yaradan eliyle sinek kovuyor. 40 yaşındaki kadın, bir parazit hastalığı olan laşmanyazdan mustarip. Özerk yönetimin baş sağlık yetkilisi olan Juan Mustafa’ya göre bu hastalık COVID-19 ile birlikte kuzeydoğu Suriye’de hızla yayılıyor.
Halkın sefaletini arttıran bir diğer sebep de kuraklık. Kuzeydoğunun çoğu bölgesi gibi Habur Vadisi de Suriye’nin yakın tarihinde görülen en ciddi kuraklıkla boğuşuyor. Nehir ve dereler kuruyor, ana barajların su seviyesi sıfıra düşüyor. Borca batan çiftçiler arazilerini ekemiyor. İçme suyu da kritik miktarlarda. Ağustosta 40 dereceye çıkan hava sıcaklığı, halen mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor.
Yerel yetkililere göre Türkiye, kuzeydoğuda bir milyonu aşkın insanın bel bağladığı Resulayn yakınlarındaki Aluk su pompalama istasyonunu silah olarak kullanıyor ve zaten vahim olan durumu iyice kâbusa çeviriyor.
İstasyonun kontrolünü ele geçiren Türkiye destekli güçler, Aluk’tan su akışını defalarca kestiler. Ketumluğuyla bilinen BM yetkilileri bile Türkiye’ye açıktan tepki gösterirken Ankara, insanları kasten susuz bıraktığını reddediyor ve kesintilerin teknik sorunlardan kaynaklandığını iddia ediyor. Türkiye ayrıca özerk yönetimin kontrolündeki Mabruka elektrik santralinden daha fazla elektrik istiyor. Bu talep, özerk yönetimin idaresinde yaşayan halkın daha az elektrik alması anlamına geliyor.
Özerk yönetimin su işleri idaresinin eş başkanı olan Selva Salih, Al-Monitor’a yaptığı açıklamada “Amaç, buradaki insanların hayatını cehenneme çevirmek” diyor. Su işleri idaresinin merkezi, kesintilerden en çok etkilenen ve etnik olarak karışık nüfusa sahip Haseke kentinde bulunuyor.
Sınırdaki Kobani kasabasında toprak sahibi olan Muhammed İso Türkiye’nin savaş tehditleriyle oluşan belirsizlik nedeniyle yatırımların durduğunu söylüyor ve ekliyor: “Erdoğan’ın ölmesini değil, felç olmasını ve her gün ıstırap çekmesini istiyorum."
Görsel
Tel Nasır’da sokakta oynayan çocuklar, 4 Kasım 2021 (Amberin Zaman/Al-Monitor)
Rusya’nın arabuluculuğuyla yaklaşık iki ay önce sağlanan mutabakat uyarınca Türk tarafı yeniden Aluk’tan su vermeye başladı. Salih, “Günde 18 bin metreküp su veriyorlar. Şehirdeki günlük ihtiyacımız ise 1.2 milyon metreküp” diyor ve bu hesaba, son Türk harekâtında yerlerinden edilen ve şu an kamplarda yaşayan 15 bin kişinin ya da İslam Devleti savaşçılarının ailelerinin barındığı meşhur El Hol kampındaki 60 bin kişinin dâhil olmadığını vurguluyor.
Mevcut kapasiteyle, Suriye hükümet güçlerinin konuşlu olduğu bir ilçe dâhil Haseke’nin beş ana ilçesine dönüşümlü olarak su veriliyor. Salih’e göre her ilçeye beş günde bir su veriliyor. Yüksek binalarda ciddi sorun yaşanıyor çünkü basınç, suyu üst katlara ulaştırmaya yetmiyor.
Türkiye’nin amacı gerçekten halkın yaşamını zorlaştırarak Kürt yönetiminin itibarını sarsmak ise bu yolda belli bir başarı sağlamış olabilir. Suriye hükümetine bağlı olan Haseke’deki elektrik kurumunda ayda 30 dolar maaşla çalışan Necdet ismindeki bir Kürt, Öcalan’ın serbest bırakılması için kullanılan ve kabaca “Lider yoksa hayat yoktur” anlamına gelen popüler bir sloganı anarak, “Yetkililer bize ‘Be serok, jiyan nabe’ diyor.’ (…) Su yoksa hayat yoktur, gerçek bu. İki ay öncesine kadar hiç su yoktu. Şimdi de dört-beş günde bir veriliyor. Susuzluk yüzünden Avrupa’ya gitmeyi düşünüyoruz. Hepimiz corona olduk” diyor. Dört çocuk babası olan Necdet’in eşi araya girerek “Hollanda. Hollanda’ya gideceğiz” diyor.
Su sıkıntısı insanları özel tedarikçilere mecbur bırakıyor. Büyük kırmızı plastik bidonlarda satılan ve içmeye uygun olmayan suyun fiyatı bidon başına yaklaşık dört dolar.
Salih, uluslararası yardım kuruluşları ile ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) yardımcı olmaya çalıştığını belirtiyor. İngiliz yardım kuruluşu Save the Children yakın zamanda Haseke’de beş su kuyusu açtırmış. USAID ise Deyrizor’dan Haseke’ye Fırat Nehri’nden su taşıma projesi üzerinde çalışıyor. Yine de finansman sıkıntısı yaşandığını, ABD’nin ihtiyaç duyulan kaynağın sadece yüzde 15’ini sağladığını belirten Salih, Körfez ülkelerinden yardım gelip gelmediği sorusunu “Bize herhangi bir şey vermediler” diye cevaplıyor.
Rusya’nın aracılığıyla sağlanan son mutabakatın ömrü konusunda da kuşkulu olan Salih, “Pek çok anlaşma imzalandı, hiçbirine sadık kalınmadı” diyor.
Görsel
Özerk yönetimin su işleri idaresinin eş başkanı Selva Yusuf Haseke’deki ofisinde, 31 Ekim 2021 (Amberin Zaman/Al-Monitor)
Suriye Milli Ordusu’nun son eylemleri Salih’in karamsarlığını haklı çıkarıyor. Kendi kontrolündeki bölgelerde üç yeni toprak dolgu barajı inşa eden örgüt, Fırat’ın kollarından biri olan ve Haseke’den geçen Habur Çayı’nın zaten azalmış olan suyunu kesti. Batıdan doğuya doğru Haseke üzerinden akan Habur Çayı şu an tamamen kurumuş durumda.
Kâr amacı gütmeyen Hollandalı kuruluş PAX, uydu görüntüleri kullanarak baraj yapımlarını belgeledi.
Suriye ve Irak’ı yakından izleyen PAX araştırmacısı Wim Zwijnenburg şöyle konuştu: “Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun kontrol ettiği bölgelerde bu yılın mayıs sonunda ve haziran başında üç barajın inşa edildiğini tespit ettik. Silahlı grupların baraj inşa ederek suyun akışını engellemesi, bu bölgede bizim bildiğimiz kadarıyla ilk kez oluyor.”
Zwijnenburg şöyle devam etti: “Suriye Milli Ordusu bunun, akışın aşağısındaki toplulukları sudan mahrum edeceğini bilebilecek durumda. Dolayısıyla, bu kasti bir harekete işaret ediyor. Türkiye maaşlarını ödeyerek, silah sağlayarak Suriye Milli Ordusu’nu desteklediğine ve Türk güçleri halen bölgede bulunduğuna göre Türkiye uluslararası hukuk uyarınca bu uygulamayı sonlandırmakla yükümlü.”