Celâl Temel
Bir Kürd okumuşu olarak, aklımın erdiği zamandan bu yana kendime hep, “Kürdler neden bu hâlde?” sorusunu sordum. Orta yaşlarda, yukarıdaki soruyu daha sık sorup cevabını aradım. Neden Kürdler bu hâldeydi ve neden “Kürd Sorunu” vardı?..
Aslında Kürd ulusal sorununun, daha önceki tarihsel süreçler bir yana, asıl olarak, Osmanlının dağıldığı Birinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktığını biliyordum. 1923 Lozan Antlaşmasıyla Kürdlerin çoğunlukta yaşadığı coğrafyanın, yani Kürdistan’ın, emperyalistler ve bölge güçlerinin işbirliğiyle, dört-beş parçaya bölünerek farklı ülkelerin sömürgesi hâline getirildiğini de biliyordum. Konuyla ilgili yerli veya yabancı yazarların çok sayıda değerli çalışmaları da vardı ama niye böyleydi? Kendimi de bu durumu bana soranları da aydınlatmak için, araştırmalara giriştim.
Yukarıdaki soruların cevabını daha çok aradığım iki binli yılların başında, Türkiye’deki Kürd Sorunu, genel olarak, 1984’te başlayan “düşük yoğunluklu PKK savaşı” üzerinden değerlendiriliyordu. Sorunun, 1984’te başladığı algısı yaygındı ama yanlıştı. Kürd Ulusal Mücadelesinin en az iki yüz yıllık tarihi vardı. “Kürd Sorunu” diye nitelendirilen konu da Kürdlerin değil, Kürdleri sömürgeleştirenlerin sorunuydu, onların verdiği adlandırmaydı. Sorun olan Kürdler değildi, ulusal haklarının gasp edilmesi sorunlar yaratmıştı. 1984’e gelinceye kadar, altmışlı, yetmişli yıllarda, bir genç olarak, bizzat tanık olduğum silahsız bir Kürd mücadelesi de vardı.
Araştırmalarıma, büyük oranda daha iyi bildiğim en yakın tarihten başladım. 1959 yılında 49’lar Davasıyla başlayan, 1984’e kadar uzanan 25 yıllık süreci araştırmamın sonunda, “1984’ten ÖNCEKİ 25 YILDA, TÜRKİYE’DE KÜRDLERİN SİLAHSIZ MÜCADELESİ” adlı çalışmam çıktı ortaya. 2015 yılında, İsmail Beşikçi Vakfı (İBV) Yayınları arasında yayımlandı.
Yukarıdaki kitabın çalışmasını yaparken, 1923-1938 yılları arasındaki 15 yıllık silahlı direniş (isyanlar) ve 1938-1958 yılları arasındaki 20 yıllık sessizlik dönemlerini incelerken 1923’te, Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan sürecin, Kürdler için bir sonuç olduğunu gözlemledim. Hemen öncesinde, “Mütareke Yılları” denilen, Birinci Dünya Savaşı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin ilan edildiği 1918-1923 sürecini araştırma ihtiyacı duydum. “1918-1923, MONDROS’TAN LOZAN’A KÜRDLER, Kürdlerin Aldanma ve Aldatılma Yılları” adlı kitap çıktı ortaya. 2017 yılında yine İBV Yayınları arasında yayımlandı.
Bu çalışmada, Kürdlerin, bu beş yıllık kısa fakat stratejik dönemde, önemli fırsatlar kaçırdığını görürken öncesindeki on yılı (1908-1918, Meşrutiyet-Mondros arası) de inceledim. Bu sürecin ortasında, Birinci Dünya Savaşı içinde, ağırlıklı olarak 1916 yılında yaşanan Büyük Kürd Tehciri, özellikle dikkatimi çekti. Daha önce çok az bildiğim, genel olarak kimsenin üzerinde durmadığı bu konuyu deştikçe, Kürdlerin bu dönemde, çok büyük sürgünler, acılar yaşadığını; 1916 Kürd Tehciri’nin, aynı dönemde yaşanan 1915 Ermeni Tehciri’nin farklı bir biçimi olduğunu ve bu tehcirin gölgesinde kaldığını da gözlemledim. Bu çalışma da 2019 yılında, “Birinci Dünya Savaşı Yıllarında 1916 KÜRD TEHCİRİ, İttihat-Terakki’nin İskân ve Nüfus Politikaları (1913-1918)” adıyla yine İBV Yayınları arasında yayımlandı.
On yıl süren ve büyük bir arşiv taramasıyla ortaya çıkan ve her biri beşer yüz sayfayı bulan bu üç kitabı hazırlarken Kürd tarih ve kültürünü konu alan, Türkçe-Kürdçe binlerce kitap, on binlerce yazı, eski-yeni dergi, gazete taradım. Arşivler taradım, kendim de bir bölümü dijital olmak üzere bir arşiv oluşturdum. Yakın tarih araştırması olan kitaplarda, tarihini bilmeyen, kendi ulusunu az tanıyan Kürdlere ve Kürdleri tanımak isteyen Türklere yol gösterici olmaya çalıştım.Tarihte kalmış olaylara, tarihsel bir sırayla, kronolojik olarak bakıldığında, olaylar daha iyi anlaşılabiliyor. Üç kitapta da kronolojik bir yöntem uyguladım.Kitapların yazım dili, şartlar gereği Kürdçe değil Türkçe oldu. Umarım bir gün bu çalışmalar Kürdçeye de çevrilir.
Kaynakları tararken, Kürdoloji Kaynakları kadar, belki daha fazla, Anti-Kurdoloji Kaynaklarıyla karşılaştım. Kürdler, Türkiye’de 1923’ten itibaren, tamamıyla inkâr edilince, resmî ideoloji doğrultusunda, bu inkâra uygun bir literatür de geliştirilmişti. Aslında Kürd inkârı ve bu konudaki literatür, Cumhuriyet öncesine, İttihatçılarla kadar uzanıyordu. Kürd varlığını, dilini inkâr edenler, Kürdlerin Türk olduğu tezini geliştirenler; Kürd Araştırmacı M. Malmîsanıj’ın deyimiyle, Anti-Kurdoloji veya Gizli Kürdoloji çalışması yapanlar, devletin her türlü desteğini almışlardı. Konuyla ilgili sayısız tezler siparişi (!) edilmiş, devletin kariyer vermesi veya para desteği sağlaması sayesinde, büyük bir Anti-Kürdoloji dokümanı oluşmuştu. Bunlardan da yararlandım!
Osmanlı Arşiv Belgelerinin açıldığı 1990’ların başına kadar, araştırmacılar, genel olarak devlet arşivlerine ulaşabilen, devletin makul kişilerini kendilerine kaynak almak zorunda kalıyorlardı. Bunların başında, Emekli Albay Nazmi Sevgen, M. Fahrettin Kırzıoğlu, Naşit Hakkı Uluğ, Hasan Reşit Tankut, Zeki Velidi Togan, Şükrü Kaya Seferoğlu, Mehmet Tevfikoğlugibi yazarlar geliyordu. Özellikle 1960’lı yılların başından itibaren, “Belgelerle Türk Tarihi Dergisi” gibi yayın organlarında, “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü” gibi yayınevlerinde yayımladıkları, birbirinden ilginç adları olan kitaplarla Kürdlerin yokluğunu veya Türklüğünü ispat etmeye çalıştılar. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi sürecinde, bu çalışmalar, devletin resmi “Kard-Kurt” teorilerine kadar ulaştı.
Bu kitaplardan bazılarının adları bile insana çok şey anlatıyor.
“Anadolu’nun İlk Sakinleri Kürtler, Şükrü Kaya Seferoğlu”,
“Kürtlerin Türklüğü, M. Fahrettin Kırzıoğlu”,
“Türkistanlı Bir Türk Boyu Kürtler, Aydın Taneri”,
“O Türk’tür, Kürt Değil, Mehmet Tevfikoğlu”,
“İki Türk boyu, Zaza ve Kurmanclar, Hayri Başbuğ”,
“101 soruda Türklerin Kürt Boyu, Ş. K. Seferoğlu-H. Kemal Türközü”,
“Her Bakımdan Türk Olan Kürtler, M. Fahrettin Kırzıoğlu”,
“Doğuda Kürt Meselesi, Nazmi Sevgen”,
“Doğudaki Aşiretlerin Türklüğü, Dr. Mahmut Çapar”,
“Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Nazmi Sevgen”,
“Kürtler Nasıl Türk Olur? Lütfü Şahsuvaroğlu”, …
Türkiye’de,Kartkurt Teorisi’ne kadar uzanan, yukarıdakilerine benzer çok sayıda Anti-Kürdoloji çalışmasına karşılık, yerli (Kürd-Türk) ve yabancı yazarların Kürdoloji kapsamındaki çalışmaları da büyük bir birikim oluşturmaya başladı. Özellikle, 1970’lerin başında Dr. İsmail Beşikçi ile başlayan Kürdoloji çalışmaları, Kürd araştırmacılar için bir milat oldu.
Kendini bilmek, tarihini bilmekle başlıyor. Genel olarak tarihleri başkaları tarafından yazılan Kürdler, kendilerini iyi tanımadıkları için, siyasal olarak ne yapmaları gerektiğini de doğru tespit edemiyorlar. Son yıllarda, dünyanın çeşitli yerlerinde ve Türkiye’de, yerli ve yabancı yazarların yazdığı, Kürd tarihi, kültürü ve diliyle ilgili, sayısız çalışma yayımlanıyor. Önemli bir Kürdoloji literatürü oluşmaya başladı. Diğer taraftan, Güney Kürdistan’daki kısmi özgürlük ortamı içinde, ağırlıklı olarak Soranice lehçesinde olmak üzere büyük bir Kürd literatürü daha oluşuyor. Ayrıca, Türkiye’de Kürdçe diliyle yazan yazarların sayısı da giderek artıyor; roman, öykü ve şiir gibi türlerde çok sayıdaKürdçe eser yayımlanıyor.“Olumlu-olumsuz”,” iyi-kötü” beraber gelişiyor.
Kürdlerin, günlük politikaların ötesinde,oluşan Kürdoloji literatürünü iyi okuyup incelemeleri büyük önem kazanmaktadır. Okuyanlara, iyi okumalar…