Siyasetçi-yazar Fuad Önen, HDP/PKK, diğer Kürd siyaseti ve dört parça Kürdistan’a ilişkin BasHaber’in sorularını yanıtladı.
2015 Temmuz’unda tırmandırılan savaşı PKK başlatmadı. Kürdistan'da yüzyıldır süren bir savaş var. Savaşın ana dinamiği Türk devletinin Kürdistan'daki işgalci varlığıdır.
Bu savaşı tırmandıran asıl karar 2014’te zaten alınmıştır. 1 yıllık bilançosu bir milyona yakın Kürd'ün göçertilmesi, binlercesinin öldürülmesi, yine yüzlerce-binlercesinin tutuklanması olmuştur. Bu tırmandırılan savaşa PKK'nin gösterdiği tepki bu savaşı planlayanların istediği şekilde kabul etmesi son derece yanlış ve tahripkar olmuştur.
Sınırlara hendek çizilmesi savaş mantığı açısından uygundur. Ya da kurtardığınız bir bölgeyi sınırlarına hendek kurarak savunursunuz. Oysa PKK'nin hendek siyaseti böyle olmadı. Kurtarılmış bir alan olmadan, yerleşim birimlerinin ortasına hendek açıp bunları mayınladıkları için devletin yerleşim yerlerini insansızlaştırmak, halkı yerinden yurdundan göçertmek için bir araca dönüştü. Bu yanıyla yanlıştır.
HDP projesi Kürdistani örgütlenmeye yöneltilen bir saldırıdır. Tüm Kürdistanlılar, özellikle 68-78 yılları arasında ‘ayrı örgütlenme-birlikte örgütlenme’ meselesini tartıştılar ve büyük çoğunluk olarak da ayrı örgütlenmeyi seçtiler. PKK aslında bu tartışmanın sonunda kurulmuş bir partidir. Orada aslında benim muhatap aldığım DBP’dir, HDP değildir.
Bölünmüş olduğumuz için güçsüz değiliz. Güçsüz olduğumuz için bölünmüş haldeyiz. Siz eğer ayrı bir siyasi parti olarak kurulup, Kürdistani siyasi parti olma iddiasındaysanız bunun gereklerini yerine getirmeniz lazım. Hiçbir şey yapmayan birçok partinin bir araya gelmesinden bir şey yapan bir parti çıkmaz.
Ulusal birlik çağrısını meşru kılacak tek hedef Kürdlerin devletleşmesidir.
2-3 yıl önce kurulmuş bir partinin ısrarla her gün birlik çağrısı yapması (tek partide birleşme çağrısı anlamında) çok anlamlı değil.
Seçimleri ve Türk Parlamentosu’nu esas alan siyaset tarzının Kürdistani olmadığını, Türkiyeci olduğunu ve niyeti ne olursa olsun sonuçta devletin Kürdistan'daki varlığını meşrulaştırmasına yaradığını düşünüyorum.
Kürdistan Meselesi oluşumu bakımından hem uluslararası hem devletlerarası bir meseledir. Bu meselenin çözümünü Türkiye sınırları içerisinde tasarlamak yanlıştır.
Parlamenterist eğilim son 15-20 yılda, Kürd siyasetinde daha güçlü bir hale geldi. Bana sorarsanız, bu yenikçi (mağlup) bir psikolojinin ürünüdür. Bu, “devleti Kürdistan’dan söküp atamıyoruz, bari onun içerisinde yer alıp baskısını, zararlarını azaltmaya çalışalım” gibi yenikçi bir psikolojinin ürünüdür. Kürdistani siyaset eğer parlamenter faaliyet yürütmek istiyorsa Kürdistan'da ulusal parlamento kurmalıdır.
HDP Kürdler'e kapıyı kapatmıyor. Ama Kürdlerin yönünü Ankara'ya döndürmeye çalışıyor. Ve buna teşne olanlar da o açılan kapıdan giriyorlar. Yoksa esas itibariyle HDP Kürdistani bir gövdeye giydirilmiş Türkiyeci bir kıyafettir.
PKK dışındaki örgüt, parti ve çevreler sözün gerçek anlamında siyasi aktöre dönüşemediler. Geleceğe dönük umutları aşınmış, devrimci coşkuyu yitirmiş, 60-70 yaş kuşağındaki kadrolardır. Geleceğe umut, iktidar perspektifi ve devrimci coşkunuz olmadığı zaman daha çok ‘idare-i maslahat’ türü bir siyaset tarzını seçiyorsunuz. Bu da giderek daha fazla bölünmenize ve küçülmenize yol açıyor.
PKK gerek kuzey, gerek güneybatı Kürdistan’da merkezi iktidar talebini terk etmiştir. Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefinden vazgeçtiğini deklere etmiştir. Devletleşmeye karşı olduğunu, Kürdlerin devletleşmesine karşı olduğunu söylemektedir. Bu çerçeveden baktığımız zaman PKK bir iktidar monopolü dayatmıyor. Alt iktidar basıncı ile hareket ediyor.
PKK’nin Türk Parlamentosuna taşıdığı İslamcı Kürdler, solcu Türkler de var. Eski AKP-CHP’liler de var. Celal Doğan, Dengir Fırat, Hüda Kaya gibi. Kolladıkları yer yerel iktidardır. Yerel iktidara odaklandığın zaman, yerelde iktidarını tehdit edecek, iktidarını paylaşma talebinde olanlara da bir basınç uygulamak zorunda kalıyorsun.
2015 seçimleri öncesinde yürütülen ve PKK dışında birlik çalışması yapan grupların bazıları HDP ile seçim ittifakı yapıp, alternatif birlik çalışmasını bir ölçüde sabote ettiler: AZADİ Hareketi, ÖSP, DDKD…
Kürd siyaseti, Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefli siyasi bir birliktelik oluşturabilirse, savaşın farklı taraflarıyla ilişki kurmanın doğuracağı sakıncaları azaltabilir. Çünkü bir siyasi hedefiniz ve birlik programınız vardır artık. O birlik ve siyasi hedeflerle, Rusya, ABD, Avrupa ve bölgesel güçlerle de ilişki kurabilirsiniz.
Konfederal ilişkinin federal ilişkiden farkı, konfederal modelde iki ayrı devletin var olmasıdır: Kürdistan’da bir devlet, Türkiye’de bir devlet. Bu iki devlet birlikte yaşamak için bazı fonksiyonlarını bir üst konfedere yapıya devreder. Federasyon ise böyle değildir. Federasyon ve otonomi tek devlet mantığı üzerinde kurgulanır. Güney Kürdistan yarın Batı Kürdistan ile birleşmek ister. Federasyon buna el vermez. Ama konfederal bir ilişki buna el verebilir.
İmralı görüşmelerinin gizli olmayan aktörlerinden biri de Mesud Barzani’dir. Bu konferans daha çok PKK’nin Kuzey Kürdistan’daki silahlı varlığını tasfiye etme hedefine dönüktü. Ulusal Kongre’nin gündemimize böyle girmesi yanlıştır.
Önce parçaların kendi içinde, sonra parçalar arasında Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefli bir ulusal kongreyi gerçekleştirmeliyiz.
Hendek savaşları sürecinde Kürd kitlesinin mağdur olduğu büyük bir yıkım yaşandı. Bunun sonucunda halkın, seçmenin siyasetten bıktığı, uzaklaştığı yolunda görüşler var. Kürd seçmeninin istikametsiz kaldığı, bir süre sonra örgütsüzlük, değer aşımı gibi sonuçların yaşanacağı tehlikesi dile getirilmekte. Sizce de böyle bir tehlike var mı?
Öncelikle şunu söylemem lazım; 2015 Temmuz’unda tırmandırılan savaşı PKK başlatmadı. Kürdistan'da yüzyıldır süren bir savaş var. Savaşın ana dinamiği Türk devletinin Kürdistan'daki işgalci varlığıdır. Dünyanın her yerinde işgalin kendisi bir savaştır. Bu uzun süreli savaşın bazen gerilemesi bazen tırmanması normaldir. Bu yüzyıllık savaşlarda hep böyle olmuştur. 1984’te PKK silahlı mücadeleye başladığı zaman Türk devleti bu silahlı mücadeleyi ‘Kürdlerin 29. ayaklanması’ olarak tarif etti.
Bunu esas alırsak PKK'den önce Türk resmi tarihi, genelkurmay kaynakları 28 ayaklanmadan bahsediyor. Bu, devletin Kürdistan seferlerinin sayısıdır. Her direniş sonrasında Türk devleti yeni bir sefere başlamıştır. Türk devletinin ilan ettiği kayıt altına aldığı seferlerin sayısı 29’dur. Bunun dışında da Türk devleti Kürdistan'a sayısız seferler yapmıştır.
15 Temmuz’dan bu yana tırmandırılan bu savaş da yeni bir seferdir. Bu savaşın esas nedeni Haziran seçimleri falan değildir. Bu savaşı tırmandıran asıl karar 2014’te zaten alınmıştır. 1 yıllık bilançosu bir milyona yakın Kürd'ün göçertilmesi, binlercesinin öldürülmesi, yine yüzlerce-binlercesinin tutuklanması olmuştur. Bu tırmandırılan savaşa PKK'nin gösterdiği tepki bu savaşı planlayanların istediği şekilde kabul etmesi son derece yanlış ve tahripkar olmuştur.
Öz yönetim ilanları ile başlayan ‘hendek siyaseti’ diye tabir edilen ve şehir merkezlerine kaydırılan şiddeti nasıl izah ediyorsunuz?
Normal savaş mantığı içinde bakarsak hendekler sınıra konulur. Ülkenin coğrafyası hendekler üzerinden çizilir. Kısmen Güney Kürdistan’da kazılan hendekler buna bir örnektir. Yani Güneyliler, Kürdistan-Irak sınırını hendekler üzerinden görünür hale getirdiler. Bu doğrudur, sınırlara hendek çizilmesi savaş mantığı açısından uygundur. Ya da kurtardığınız bir bölgeyi sınırlarına hendek kurarak savunursunuz. Oysa PKK'nin hendek siyaseti böyle olmadı. Kurtarılmış bir alan olmadan, yerleşim birimlerinin ortasına hendek açıp bunları mayınladıkları için devletin yerleşim yerlerini insansızlaştırmak, halkı yerinden yurdundan göçertmek için bir araca dönüştü. Bu yanıyla yanlıştır.
İkincisi şehir savaşları ulusal kurtuluş mücadelelerinde, devrimci mücadelelerde son safhadır. Savaştığınız devleti artık ülkenizde rahat barınamaz hale getirirsiniz, kurtarılmış alanlarınız olur, ona dayanarak şehirlerde ayaklanma başlatabilirsiniz.
Üçüncüsü bütün bunları yapabilmek için bunları meşrulaştıracak bir siyasi hedefiniz olmalıdır. Gerek şehir ayaklanmaları, gerek savunma amaçlı hendek savaşları ancak Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefi ile meşru olabilir. Siz eğer taleplerinizi Türkiye içi talepler olarak ifade ediyorsanız, Avrupa Birliği Yerel Yönetim Şartı’nı dayatmak gibi hedefler saptıyorsanız ya da devleti ademi merkeziyetçi bir siyasi rejime dönüştürmek istiyorsanız, talepleriniz bu ise, bu durum savaşı haklı göstermez. Savaş, Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefi ile meşru hale gelebilir. Yani savaşın ana hedefi devletin Kürdistan'daki varlığına son vermek olmalıdır.
PKK'nin savaşında eksik olan bunlardır. Bir saldırıya yanlış metotlarla cevap verirseniz saldıranın planlarının gerektirdiği yerde savaşmayı kabul ederseniz, sonuçta saldırgan gücün işini kolaylaştırmış olursunuz. Ama bütün bunlara rağmen Temmuz’dan bu yana tırmandırılan savaşı bir AKP - PKK savaşı olarak anlamak, bu savaşın arkasında AKP ya da Tayyip Erdoğan aklını görmek ve devletin Kürdistan'daki varlığını değil, AKP’nin, hükümetin ya da iktidarın başında olmasını hedeflemek son derece yanlıştır. Türkiyeci’dir. Kürdistani siyaset anlayışı ile bir ilgisi yoktur.
Kürd siyasettinin tıkandığı, daha fazla örgütsüzleşeceği, halkın partilerden, siyasetten uzaklaşacağı, siyasette değer aşımına uğrayacağına dair beklenti sizin için neyi ifade ediyor?
Savaş devam ediyor. Sonuçlarını şimdiden değerlendirmek kolay değil. Ama benim gördüğüm özellikle savaşın tırmandırıldığı yerleşim birimlerinde bir beklentinin oluşmasıdır. Şu anda o yerleşim birimlerindeki kitleler, yani devletin bu korkunç şiddetine maruz kalmış kitlelerin esas öfkesi, nefreti devlete dönüktür. PKK’ye dönük sitemleri ve hayal kırıklıkları var. Yani bu yerleşim birimlerindeki kitlelerin devlet safına geçtiğini söylemek doğru değildir.
Devletin ve Türk medyasının böyle bir manipülasyonu var. İşte ‘oradaki bütün Kürdler yeniden AKP ya da Türkiyeli partilerin saflarına döndü’ diye bir manipülasyon var. Bu doğru değil. Çünkü oradaki insanlar bu korkunç şiddeti uygulayan devlete öfkeliler. PKK’ye dönük kısmında hayal kırıklıkları, küskünlükleri var. Bunun nereye döneceği savaşın gelişimine, seyrine bağlıdır. Eğer Kürdistan’daki siyasi aktörler bu savaşı haklı kılacak siyasi hedefler ile Türk egemenlik sisteminin bu saldırısını göğüsleyebilirlerse gelecek için umutlu bakıyorum. Bu kitleler kaybedilmiş değildir.
Ana akım Kürd siyasetinin dışında kalan partilerin de duruma müdahale etmek için bir araya gelmesi ve alternatif olması gerekmez miydi? Siyaset sorumluluk değil mi? Bu bağlamda Kürd siyasetinin, parti ve örgütlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelmek gibi bir sorumluluğundan söz edilebilir mi?
HDP’yi ana akım Kürd hareketinin içinde görmüyorum. HDP'yi bir Türkiye partisi olarak görüyorum. Programı AKP’den, CHP’den farklı olmakla beraber esas olarak bir Türkiye partisi olarak kurgulandı. Ve aslında HDP projesi Kürdistani örgütlenmeye yöneltilen bir saldırıdır. Tüm Kürdistanlılar özellikle 68-78 yılları arasında ‘ayrı örgütlenme-birlikte örgütlenme’ meselesini tartıştılar ve büyük çoğunluk olarak da ayrı örgütlenmeyi seçtiler. PKK aslında bu tartışmanın sonunda kurulmuş bir partidir. Orada aslında benim muhatap aldığım DBP’dir, HDP değildir. Önce onu söyleyeyim. Şimdi tırmandırılan bu savaşın sonunda bana kalırsa esas yenilen PKK dışındaki Kürdistani partiler oldu. Kendimi de katarak söylüyorum.
Nasıl oldu bu?
Son bir yılda bir milyon Kürd göçertildi, binlerce ev yıkıldı, binlerce Kürd öldürüldü, PKK dışındaki siyasi partiler, gruplar gündeme müdahil olamadılar. Oysa Kürdistani partilerin böylesi korkunç saldırıları karşılaması lazım. Bu saldırıyı karşılamanın yolu PKK'yi eleştirmekle yetinmek değildir. PKK'yi herkes kendi bulunduğu siyasi konumdan eleştirebilir. Bu eleştirilerin çoğu haklı da olabilir. Ama eğer siyasi bir parti olduğunu söylüyorsan, iddian buysa, böyle bir saldırıyı karşılamaya çalışmak siyasi gündeme müdahil olmak için sokaklarda görünür hale gelmek ve kitlelere ses verecek hale gelmek lazım. Maalesef bu son bir yıllık tırmanan savaşta PKK dışındaki, siyasi örgütler böyle bir etkinlik, böyle bir pratik sergileyemediler.
Benzer partilerin birleşmesi önündeki engel liderlerin ihtirasları, politik mirasların bölünememesi olarak konuşuluyor Kürd kamuoyunda. Bunların dışında farklı nedenler de var mı?
PKK dışı siyasi kanadın güçsüzlüğünün nedeni bölünmüş olması değildir. Bunun tam tersini düşünüyorum. Bölünmüş olduğumuz için güçsüz değiliz. Güçsüz olduğumuz için bölünmüş haldeyiz. Siz eğer ayrı bir siyasi parti olarak kurulup, Kürdistani siyasi parti olma iddiasındaysanız bunun gereklerini yerine getirmeniz lazım. Bunun gereklerini yerine getirmediğiniz her dönemde birlik çağrıları yapmak ciddi ve samimi değildir, sonuç da vermez. Hiçbir şey yapmayan birçok partinin bir araya gelmesinden bir şey yapan bir parti çıkmaz. Kürdistan'da parti sayısı çok fazla değildir. 15-20 milyon Kürde karşılık 7-8 tane parti var. Bir parti enflasyonu yok.
Burada esas sorun partilerin parti olarak yaşayamamaları, parti olarak refleks gösterememeleri, siyasi gündeme müdahil olamamalarıdır. Bunun çözümü de bu işleri yapamayan partilerin bir araya gelip bir partinin içine sıkışmaları değildir. Yıllardan beri birlik tartışmaları yapılır. Gerçek birlik ihtiyacı farklı siyasal programlara farklı ideolojik yaklaşımları sahip örgütlerin bir eylem planı üzerinde anlaşıp birlikte iş yapmalarıdır. Bize lazım olan da budur. Dolayısıyla herkes kendi örgütsel varlığını da koruyarak birlikte mücadeleyi geliştirmek için bir araya gelebilirler. Bunun formülü de tek partide buluşmak değildir.
Nedir o halde? Bir cephe mi, seçim ittifakı mı, politik birlik mi? Siyasette birlikte davranmak nasıl olmalı?
Ulusal birlik örgütleri oluşturmak için ulusal hedeflere sahip olmak lazım. Ulusal birlik çağrısı aslında ulusun bütün katman ve sınıflarına dönük bir çağrıdır. Böyle bir birlik çağrısı için bunu meşru gösterecek hedeflere sahip olmanız lazım. Benim açımdan bu Kürdlerin devletleşmesidir. Ulusal birlik çağrısını meşru kılacak tek hedef Kürdlerin devletleşmesidir. Şimdi bunun çok çeşitli formları var. Kongreler var, ulusal kongreler var, ulusal cepheler var, güç birlikleri var, ittifaklar var.
Kendi tarihimizde de Kürdistan'ın diğer parçalarında da denenmiş sonuç alınmış ya da başarısız olmuş birçok girişimler ve formlar var. Şu dönemde uygun birlik formu nedir derseniz ilk etapta PKK dışındaki parti, çevre, kadro, kanaat önderlerinin birlikte iş yapmasını hedefleyen cephe-yarı cephe türünde bir birlik anlamlı görünüyor bana. Bu zamanında denenmiştir. Yani 2005-2012 yılları arasında TEVKURD deneyimi var. Hem örgütleri hem kişileri birlikte örgütlemeye çalışan, ortak bir program dahilinde birlikte iş yapmaya davet eden bir denemeydi. Başarısız oldu. Buna benzer birlik çalışmalarını zorlamak gereklidir diye düşünüyorum.
HDP/PKK dışındaki Kürd siyasetinin ortaklaşma gibi bir gündemi var mı? Nasıl izliyorsunuz?
Öyle bir gündem olduğu söyleniyor parti sözcüleri tarafından. PKK dışı Kürd çevreleri olarak isimlendiriyorum ben onları. Ancak bu birlik çağrısı çoğu zaman örgütlerin kendi iç açmazlarını örtmek için başvurdukları bir çağrı oluyor. Gerçekten işgale son vermek, Kürdlerin devletleşmesini sağlayacak birlik çağrıları ile örgütlerin kendi açmazlarını örtmek için yaptıkları birlik çağrılarını birbirinden ayırmak lazım. Benim gördüğüm daha çok örgütlerin örgüt olarak işleyememesinin sonucu bu açmazları örtmeye dönük birlik çağrıları var. Bunun yanında gerçekten işgali sonlandırmak için birlik çağrısı yapan kişiler, çevreler de vardır.
İç açmazdan kastınız ne?
Yani bir grup insan bir parti kuruyor ve mücadeleyi sürdüreceğim diyorsa ve bunun gereklerini yerine getiremiyorsa oturup bunu analiz etmelidir. Sonuçta 2-3 yıl önce kurulmuş bir partinin ısrarla her gün birlik çağrısı yapması (tek partide birleşme çağrısı anlamında söylüyorum) çok anlamlı değil. Eğer o parti işlerliğini sürdürebilse, siyasi gündeme müdahil olabilse, parti olmanın gereklerini yerine getirebilse o işleri yapar. O işleri yaparken de iş birliği, güç birliği çağrılarında bulunur. Bu olmadığı zaman ‘iş yapamıyoruz, çünkü birlik değiliz’ argümanı bu açmazı örtmeye yarar.
HDP’nin Türk solu ve marjinal gruplar ile birlikte davrandığı, kapısını Kürdler'e kapattığı yönünde eleştiriler var. Ancak bu eleştiriyi yapan partilerin birçoğunun sahada çalışmaları, halk desteği, seçime girme yeterliliği yok. Bir araya gelip bir alternatif geliştirme girişimleri de yok. Bunun izahı nedir size göre?
Birincisi siyasal mücadeleyi seçim endeksli tartışmak son derece yanlıştır. Türkiye'deki seçimler dünyadaki diğer bütün seçimler gibi devletin kendi meşruiyetini güncelleme çabasıdır. Kürdistani siyaset bu seçimleri reddetmelidir. Bu seçimlere katılarak Türk devletinin Kürdistan'daki varlığını meşrulaştırmaya yardımcı olmamalıdır. Seçimleri ve Türk Parlamentosu’nu esas alan siyaset tarzının, Kürdistani olmadığı Türkiyeci olduğu ve niyet ne olursa olsun sonuçta devletin Kürdistan'daki varlığını meşrulaştırmaya yaradığını söylüyorum.
Mecliste çözüm aramak Kürdler için gereklilik değildir mi diyorsunuz?
Kürdistan Meselesi’nin çözümü Türk devletinin sınırlarına sığmaz. Ve bunun çözüleceği yer de Türkiye Parlamentosu değildir. Kürdistan Meselesi, oluşumu bakımından hem uluslararası hem devletlerarası bir meseledir. Bu meselenin çözümünü Türkiye sınırları içerisinde tasarlamak yanlıştır. Bunu Türkiye sınırları içerisinde ve Türkiye Parlamentosu’nda çözmeye çalışmak da bir başka yanlışlıktır.
O halde Kürdler niye TMBB’de çözüm arıyor?
Bu yönelim yeni bir yönelim değil. Kürdler, Türkiye'de seçimler yapıldığından bu yana seçimlere katılıyorlar. 1970’lerin ortasında boykotçu bir eğilim gelişti Kürdistani siyasette. Ama son 15-20 yılda bu parlamenterist eğilim, Kürd siyasetinde daha güçlü bir hale geldi. Bana sorarsanız bu yenikçi (mağlup) bir psikolojinin ürünüdür. Bu, “devleti Kürdistan’dan söküp atamıyoruz, bari onun içerisinde yer alıp baskısını, zararlarını azaltmaya çalışmak” gibi yenilikçi bir psikolojinin ürünüdür.
Kürdistani siyaset eğer parlamenter faaliyet yürütmek istiyorsa Kürdistan'da ulusal parlamento kurmalıdır. Eğer Türk devletiyle bunu görüşmek gerekiyorsa bunun yolu iki parlamento arasında görüşmektir. Yoksa devletin İmralı'da 17 yıldır tuttuğu PKK lideri ile görüşmüş olması bir siyasi müzakere değildir. Bir müzakereden söz etmek için birbirlerinin varlıklarını kabul eden iki eşit taraftan söz etmemiz lazım. Türkiye'nin bir parlamentosu varsa Kürdistan'da da bir parlamento kurulur. Eğer görüşmek gerekiyorsa birlikte yaşamak ya da ayrılmak için bu iki parlamento arasında müzakere yapılır. Türkiye Parlamentosu asla Kürdistan'ı temsil edemez, çünkü bu devletin Kürdistan'daki varlığı gayri meşrudur, kolonyalisttir. Böyle bir devletin kurumlarında çalışmak bu devletin kurumlarını işler hale getirmek için siyaset yapmak Kürdistani davadan esas itibari ile vazgeçmektir.
Neden vazgeçtiler?
PKK ve HDP'yi ayrı değerlendiriyorum. Burada HDP'nin Kürdler'e kapıyı kapattığından söz edemeyiz. HDP Kürdler'e kapıyı kapatmıyor. Ama Kürdlerin yönünü Ankara'ya döndürmeye çalışıyor. Ve buna teşne olanlar da o açılan kapıdan giriyorlar. Yoksa esas itibariyle HDP Kürdistani bir gövdeye giydirilmiş Türkiyeci bir kıyafettir. Bu kıyafeti reddeden Kürdler oraya gitmezler. Girenler Türkiyeci kıyafeti benimsemiş olanlardır. Ve bunlar sadece PKK çevresinde değillerdir. PKK dışında birçok grup ve kadro da HDP'nin onlara açtığı bu kapıdan Türkiyeci bir yönelime girdiler.
Türklerin tüm renkleri Kürd meselesinde birleşiyor. Ancak Kürdler en basit bir seçim ittifakında da bir araya gelemiyorlar. İş ve güç birliği yapamıyorlar. Neden?
PKK dışındaki örgütler, partiler, çevreler sözün gerçek anlamında siyasi aktöre dönüşemediler. Siyasi aktöre dönüşemediğiniz zaman iddianızın gereğini yerine getirmediğiniz zaman, birlik arıyormuş gibi yaparsınız ama ciddi bir birlik oluşturamazsınız. Bunun için öncelikle var olan farklı partilerin gerçekten partiye yani siyasi aktöre dönüşmeleri lazım. Bunu sağlayamadığınız zaman gerçekleştirmek zordur. Ama genel olarak Kürd siyaseti içinde ittifak ya da birlik çalışmalarının başarısız olmasının bir takım genel nedenleri de var. Bunların en önemlileri Kürd siyaset sınıfında ve okumuş sınıfında merkezi iktidar talebinin zayıf olması, yerel iktidar talebinin güçlü olmasıdır.
Oysa ulusal birlik dediğimiz şey ancak merkezi iktidar talebi etrafında oluşabilir. Siz eğer bağımsızlığı tasarlamıyorsanız, talebiniz merkezi iktidar talebi değilse, ulusal birlik yakıcı bir ihtiyaca dönüşmez o zaman. İkinci nedeni de yine özellikle Kürd okumuş sınıfında ve siyaset sınıfında üst aidiyetler zayıf (ulus ve vatan aidiyeti), alt aidiyetler güçlüdür. Alt aidiyetler modernite öncesi, bir aşirete, bir mezhebe bağlı olmaktır. Modernitede bunların yerini partiler aldı. Dolayısıyla bir partiye ait olmak, bir ulusa, bir ülkeye ait olmaktan daha güçlü haldedir. Bu her iki sıkıntı da ciddi ulusal birlik kurumları oluşturmamıza engeldir.
Birbirine yakın, aynı kökenden gelen, örneğin HAK-PAR/PSK ile 3-4 KDP tandanslı partide neden parçalanma sorunu yaşanıyor?
Bunlar özel araştırma gereken konulardır. Bütün nedenlerini bir çırpıda söylemek zordur. Genel nedenlerin yanında bir de mevcut bir siyaset sınıfımız var. Bunlar katlı kırılmalar yaşayan kadrolardır. Özellikle 1980’den bu yana birçok kırılma yaşayan kadrolardır. Geleceğe dönük umutları aşınmış, devrimci coşkuyu yitirmiş kadrolarlardır. 60-70 yaş kuşağındaki kadrolardır. Geleceğe umut, iktidar perspektifi ve devrimci coşku olmadığı zaman daha çok ‘idare-i maslahat’ türü bir siyaset tarzını seçiyorsunuz. Bu da giderek daha fazla bölünmenize ve küçülmenize yol açıyor.
Rojhilat ve Rojava’da kurulan farklı siyasi hareketlerin bir araya geldiği ortak cepheler, inisiyatifler var. Kuzey’de de Kürdler tarihi bir dönemece dayanmışken neden birlikte davranmayı gündemleştiremiyorlar?
Bunun bir nedeni Kuzey Batı Kürdistan’da son 30 yılda, ulusal kurtuluş mücadelesinin tek ayaklı yürümesidir. Tek partili yürümesi anlamındadır. Doğu Kürdistan’da uzun bir süre kalıcı olmayı başarmış siyasi örgütler, partiler var. Komele, KDP-İ, PAK var. Bunlar zaman zaman kendi aralarında bölünseler de siyasi mücadelede devamlığı sağlayan örgütlerdir.
Aynı şey Batı Kürdistan’da var. Batı Kürdistan’daki KDP 60 yıllık bir partidir. Birçok siyasi örgütler var. PYD dışında da siyasal örgütsel varlıklılarını sürdüren, siyasi gündemi etkileyebilen örgütler olduğu için, orada birlik, mücadele iklimi daha bir canlıdır.
Kuzey’de ise 84’den sonra, 84 öncesi var olan 10-11 siyasi partimiz tasfiye oldular. Kendi kendilerini tasfiye ettiler. Mücadelenin gereklerini yerine getiremedikleri için tasfiye olup siyaset sahnesinin dışında kalıp örgütsel varlıklarını sürdüremediler. Örgütsel varlığını sürdüren bir tek PSK var. O da legaliteye geçişte sıkıntı yaşayıp HAK-PAR ile bir bölünme yaşadı.
Diğerleri farklı gelenekten gelseler de aslında partileşme çabalarıdır. PKK dışında partileşmiş bir yapıdan söz edemeyiz. Esas nedenin bu olduğunu düşünüyorum. KDP geleneğinden gelen kadroların yanında, diğer gruplardan gelen kadroların siyasi bir aktivite içinde olduğunu görüyoruz. Örneğin Sertaç Bucak PSK geleneğinden gelen bir kadrodur. Ama üç yıl öncede bir kongrede PDK-Bakur’ün başkanı olarak çıktı karşımıza. Bunlar olağan süreçler değildir. Bunlar Kuzey Batı Kürdistan’daki siyasal mücadelesinin olağan sonuçları da değildir. Bunlarda Güney Kürdistan’daki siyasi çevrenin müdahalesinin de etkisini görüyoruz. Özellikle KDP çevresi söz konusu olduğunda daha çok da olumsuz etkilerini görüyoruz.
PKK’ye siyasi monopolünü dayattığı suçlaması var. Örneğin Rojava ve Kuzey’de ve hatta Rojhilat’da kendileri dışındaki herhangi bir Kürd partisi ile bir araya gelemiyorlar, kendileri dışındaki Kürd siyasetine baskı yapıyorlar ancak buralarda hakim uluslardan kendilerine ideolojik olarak yakın gruplarla her türlü ittifakı yapabiliyorlar. PKK’nin bundan nasıl bir kazancı var? Kürdlerin bundan nasıl bir kaybı oluyor?
PKK, gerek kuzey, gerek guneybatı Kürdistan’da merkezi iktidar talebini terk etmiştir. Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefinden vazgeçtiğini deklare etmiştir. Devletleşmeye karşı olduğunu, Kürdlerin devletleşmesine karşı olduğunu söylemektedir. Bu çerçevede baktığımız zaman PKK bir iktidar monopolü dayatmıyor. Alt iktidar basıncı ile hareket ediyor. Mesela PYD’nin Batı Kürdistan’daki iktidarını Suriye’deki gruplarla paylaşımından bir sıkıntı çektiğini görmüyoruz. Suriye devleti ile de iktidar paylaşımında herhangi bir sıkıntı çektiğini görmüyoruz. Kabul etmediği Batı Kürdistan’daki siyasi aktörlerdir. Eninde sonunda birlikte yaşayacak olanlar, Kürdistan’da birlikte yaşayacak olanlar Kürdistanlılardır ve onların siyasi örgütleridir. Bunları kendi alt iktidarları için tehdit olarak algıladıklarında onlarla iş birliğine yanaşmamaktadır PKK.
Temel sıkıntı, alt iktidar tutkusudur. Ulusal birliği gerekli kılacak olan merkezi iktidar talebidir. Bu ancak merkezi iktidar talebiyle mümkün olur. Bu olmadığı için alt iktidar talepleri üzerinden siyasal mücadele yürütüldüğü için. Örneğin Burkan El-Fırat, Batı Kürdistan’da PYD iktidarı için bir tehdit değildir. Tehdit olmadığı için ittifak yapmaktadır. KDP-S, Azadi, Yekiti gibi örgütler ile ittifaka yanaşmamaktadır. Çünkü bunların Batı Kürdistan içinde sosyolojik bir karşılığı vardır. Çünkü bunları kendi alt iktidarları için tehdit olarak algılamaktadır.
Türkiye’de, Kuzey’de neden aynı sorun yaşanıyor?
HDP örneğinde göründüğü gibi Türkiyeli, Türkiyeci gruplarla ittifak kapısı açıktır. Türkiyeci hedeflere yakın Kürd grupları ile de ittifak yapmaktadırlar. Parlamentoya taşıdığı aday profiline baktığımız zaman aslında Türkiyeci hedeflere uygun olduğu zaman bunları Kürd çevrelerinden veya farklı çevrelerden gelmelerini pek önemsemiyorlar. Önemli olan orada Türkiyeci hedeftir. Kürdistan’da da yine yerel iktidarları için tehdit gördükleri Kürdlerle ittifaka yaklaşamamaktadırlar.
Türkiyeci gruplarla, İslamcı-solcu vb. olmasında da bir sınırlılık yok. PKK’nin Türk Parlamentosuna taşıdığı İslamcı Kürdler, solcu Türkler de var. Eski AKP-CHP’liler var. Celal Doğan, Dengir Fırat, Hüda Kaya gibi. Kolladıkları yer yerel iktidardır. Yerel iktidara odaklandığın zaman, yerelde iktidarını tehdit edecek, iktidarını paylaşma talebinde olanlara da bir basınç uyguladıkları doğrudur.
Burada önemli olan bu monopolü tehdit eden siyasi partiler Kuzey’de yok. Mevcut siyasi partilerin çoğu Türkiyeci projelerle uzlaşmaya yatkın partilerdir. 2015 seçimleri öncesinde yürütülen ve PKK dışında birlik çalışması yapan grupların bazıları HDP ile seçim ittifakı yapıp, alternatif birlik çalışmasını bir ölçüde sabote ettiler: AZADİ Hareketi, ÖSP, DDKD. Bunlar alternatif birlik çalışması içinde yer alıyorlardı. Seçim ittifakı çıktığı zaman tercihlerini HDP ile seçim ittifakından yana yaptılar. PKK’nin bir siyasi monopol oluşturabilmesinin nedeni sadece PKK’nin baskısı değildir. Diğer partilerin bir sahayı PKK’ye terk etmesidir de.
2011 yılına döndüğümüz zaman PYD, Batı Kürdistan’daki en güçlü parti değildi. Ama Suriye’de savaş patlak verdiği zaman, silahlı mücadelenin kaçınılmaz olduğu bir ortamda, daha sonra ENKS’yi oluşturanlar, ‘silahlı mücadele zamanını doldurmuştur’ türü bir beyanda bulunarak sahayı PYD’ye terk etmiştir. Qamişlo,Kobanî ve Efrîn’de “silahlı mücadele miadını doldurmuştur” diyen ENKS’yi oluşturan partilerin yöneticileri Duhok’a, Hewlêr’e gittikleri zaman, savaşçıı yetiştirmek durumunda kaldılar. Tek başına bu örnek bile Batı Kürdistan sahasında PYD’nin siyasi monopolünün oluşmasında, PYD dışındaki Kürd örgütlerinin de sorumluluğunu gösteriyor. Aynı şeyi 1984 sonrası Küzey için de öyledir. Hepimiz bir ölçüde siyasi mücadele sahasını terk ettik. Şimdi dönüp PKK’nin monopolünden şikâyet ettiğimiz zaman bunu gözden ırak tutmamamız gerekiyor.
Kürd siyasetinde bölgesel politik konjonktüre göre ittifaklar siyaseti parçalanmaya neden oluyor tespitine nasıl yaklaşıyorsunuz. Örneğin PKK; İran ve Rusya, PDK; Batı ve Sünni eksenli siyasi bloklara yakın duruyor. Kürd örgütleri birbirlerine karşı ilişkilerinde bu blokların refleksi ile hareket etmek zorunda mı?
Mevcut bloklar, 3. Dünya Savaşı’nın sürdüğü dönemin bloklarıdır. Bu savaşta, farklı hedefleri olan bloklar vardır. Günümüzde süre giden 3. Dünya Savaşı’nı da doğru anlamamız lazım. Bir önemli özelliği çok kaygan bir zeminde ilerlemesidir. Sürekli yeni ittifaklar oluşmaktadır, bazıları bozulmaktadır. Kürd hareketinin 3. Dünya Savaşı’nın yarattığı olanaklardan yararlanabilmesi için, devletleşme hedefi ile siyaset yapması lazım. Devletleşme hedefi ile hareket edemediğiniz zaman bir siyasi aktör olamıyorsunuz. O zaman farklı blokların siyasi hedeflerinin aracına dönüşüyorsunuz. Kürdistan siyasetinde gördüğüm en önemli sorun bu. Sonuç alabilmek için bağımsız, birleşik Kürdistan hedefli siyaset yapmak lazım. Bunu yapamayan siyasi örgütler, bölgede süre giden savaşlarda farklı blokların siyasi aracı olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Suriye’ye baktığımız zaman 2011 yılında yapılan savaşlarda, 2015’e kadar Rusya ile ABD karşı bloklar olarak gözüküyordu. 2015 yılından sonra ABD ile Rusya’nın uzlaştığını görüyoruz. Ben bunun geçici olduğunu düşünüyorum. Burada Kürdistani siyaset için gerekli olan bölgesel veya küresel güçlerle ilişki kurmadan önce kendi aralarında ilişki kurmalardır. Ama bu birlik ve siyasi hedef olmadığı zaman birbirinize karşı kamplarda yer almaya başlıyorsunuz. Bugün hem Güney hem de Batı Kürdistan’ın sorunu budur.
Batı ve Güney Kürd siyaseti, Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefli siyasi bir birliktelik oluşturabilirse, savaşın farklı taraflarıyla ilişki kurmanın doğuracağı sakıncaları azaltabilir. Çünkü bir siyasi hedefiniz ve birlik programınız vardır aetık. O birlik ve siyasi hedeflerle, Rusya, ABD, Avrupa ve bölgesel güçlerle de ilişki kurabilirsiniz. Kürdistan ilişkilerinde yaşadığımız sorun da budur. Güney Kürdistan’daki siyasi aktörlerinden birisi, özellik KDP daha çok Türkiye ve Batı yanlısı bloka yakın gözüküyor. Goran-YNK İran’a yakın gözüken bir siyaset izliyor. Oysa orda milli bir hükümet kurulmuştu. O milli hükümetin ilk görevi bir milli siyaset belgesi hazırlamaktı. O siyaset belgesi üzerinden Türkiye, İran, Avrupa, ve ABD ile ittifak kurabilirler. Olmadığı zaman 3. Dünya Savaşı’ndaki farklı blokların ve özellikle işgalci devletlerin kendi aralarındaki çatışmaların aracı olma tehlikesi baş gösteriyor. Bu da Kürdistani hedeflere ulaşmamızı engelleyen bir haldir.
Siz bu durumda iki parlamentolu bir Türkiye çözümü mü öneriyorsunuz?
İki parlamentolu bir Türkiye önermiyorum. Kürdistan’da bir ulusal parlamentodan söz ettiğimiz zaman iki parlamentolu bir Türkiye değil, Kürdistan ve Türkiye parlamentolarını kastediyorum. Federal veya otonom çözümler geçici çözümler olarak karşımıza çıkabilir. Güney Kürdistan’da geçici bir çözüm modeli olarak federasyon çıktı. 12-13 yıldır da böyle bir federatif yapı var. Böyle geçici çözümlere kapalı değilim. Kalıcı çözüm bağımsızlık ve Kürdistan’ın birliğidir. Federal çözümün Kürdistan meselesinde kalıcı bir çözüm olmayacağını düşünüyorum. Eğer eski işgalci devletlerimizle birlikte yaşama zorunluluğu olursa, bunun uygun modeli konfederal bir çözümdür. Kürdistan devleti ile Türkiye devleti arasında konfederal bir ilişki olursa, bu model uygun bir çözüm olabilir. Bunun uygun çözüm olabilmesi içinde Kürdistanlıların ve Türkiyelilerin konfederal bir ilişki talebinde bulunuyor olmaları lazım. Konfederal ilişkinin federal ilişkiden farkı, konfederal modelde iki ayrı devletin var olmasıdır: Kürdistan’da bir devlet, Türkiye’de bir devlet. Bu iki devlet birlikte yaşamak için bazı fonksiyonlarını bir üst konfedere yapıya devreder.
Federasyon ise böyle değildir. Federasyon ve otonomi tek devlet mantığı üzerinde kurgulanır. Şunun için çözüm olmadığını düşünüyorum: Orta-Güney Kürdistan’a baktığımız zaman orada Kürdistan’ın yüzde 16’sı var. Onun dışındaki Irak’ta da bir Şii Arap coğrafyası ve Sünni Arap coğrafyası var. Onlar da büyük Arap coğrafyasının bir parçasıdır. Orada bağımsız iki ayrı ulus yok. Irak’ta bir Kürd ve Arap ulusu yok. Böyle olduğu için federasyon kalıcı bir çözüm olamıyor. Güney Kürdistan yarın Batı Kürdistan ile birleşmek ister. Federasyon buna el vermez. Ama konfederal bir ilişki buna el verebilir. Yani Güney Kürdistan devleti, Irak Devleti ile konfederal bir ilişki kurarsa, yarın Batı Kürdistan ile birleşip bu konfederasyonu daha da genişletebilir. Eğer eski işgalci devletlerle yaşamamız gerekiyorsa, buna uygun olan konfederasyondur.
Ulusal Kongre meselesi vardı bir türlü gerçekleşemeyen, nedir bu efsane?
Ulusal Kongre Kürdistani siyasette on yılların hayalidir. 1943’te Peymana Sêsînor (Üç Sınır Anlaşması) var. Doğu, Orta- Güney ve Kuzeybatı Kürdistanlı siyasetçilerin oluşturdukları bir anlaşmadır. Yapısı, işleyişi hakkında çok bilgi yok. Ama tüm Kürdistani politikacılar, günün birinde Kürdistan’ın her parçasından gelen temsilcilerle bir kongre hayal edegelmişlerdir. Son yıllarda gündemimize gelen ise aslında bir ulusal kongre değildir. 2013 yılındaki isimle bir Kürd Konferansı’dır. Hewlêr’de yapılması planlanan bir konferanstır. Bunun gündemimize giriş tarzı yanlıştır. Bu daha çok İmralı görüşmelerinde gündemimize girdi. İmralı görüşmelerinin gizli olmayan aktörlerinden biri de Mesud Barzani’dir. Bu konferans daha çok PKK’nin, Kuzey Kürdistan’daki silahlı varlığını tasfiye etme hedefine dönüktü. Gündemimize böyle girmesi yanlıştır. Çünkü kelimenin gerçek anlamıyla ulusal kongre bir devletleşme kongresidir. Siz kendi devletinizi kuruncaya kadar o kongre üzerinden bütün bir Kürdistan toplumunu yönetecek bir organ arayışındasınız. Esas kongre hayalimiz böyleydi. Şimdiye kadar gerçekleşememesinin nedeni, çıktığı ittifakın yürümemesidir.
İmralı süreci yürümedi. Zaten o süreç ekseninde gerçekleşseydi de bizim ulusal kongreden beklediğimiz sonuçları vermeyebilecekti. Ona rağmen kongrenin gerçekleşmesinin yararlı olacağını yazdım. Çünkü Kürdistan’nın dört parçasından gelecek siyasal kadroların, üzerinde hareket ettikleri Kürdistani dinamiklerin, o konferansı ulusal bir kongreye dönüştürebileceği umudundaydım. Bundan dolayı destekledim. Bu yürümediği için şimdiye kadar böyle bir Kürd Konferansı yapılmadı. Bize gerekli olan devletleşme hedefidir. Önce parçaların kendi içinde, sonra parçalar arasında Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefli bir ulusal kongreyi gerçekleştirmeliyiz.
bas-haber