Hepimiz geç kalındığının, ilk üç gün arama kurtarmanın yetersizliğinin, madencilere yolun açılmadığının, yaşananların sadece kadere bağlanamayacağının farkındaydık. Hepimiz öfke ve acıda ortaklaştık.
Acı, keder, öfke, sinir... Hepsi girmiş birbirine, tırnaklarımı yiyerek bakıyorum televizyona. Bir yandan da Twitter'ın ekranını kaydırıyorum. Herkes gibi, hepimiz gibi, çok çaresiz, çok öfkeli, çok yalnız...
Depremin haberi geldiği ilk gün böyle başladı gün. "Gitsem ne yapabilirim?", "Gidip ayak bağı olmayayım" fikirleriyle olduğum yerden yapabileceklerimi düşündüm. "Fuzuli kalabalık yapmayayım" diye bekledim. Keşke beklemeseydim... Ortada bir kalabalık yokmuş oysa, olmayan kalabalığın fuzulisi nasıl olsun?
Ne yapabiliriz?
Üçüncü günün sabahında bölgeye gitmeyi konuşmaya başladık. Nereye gidecektik? Nerede insana ihtiyaç vardı? Koordinasyon nasıldı? Hiçbir fikrimiz yok. O sırada Hopa'da orman ürünleri işi yapan şirketin işletmecisi aradı. Bölgeye gideceklerini söyledi. Elimiz boş gideceğimize, iş makineleriyle, delme ve kırma aletleriyle hem de orman işçileriyle gitmenin daha faydalı olacağını düşündük. Hemen organize olarak yola çıkmak için hazırlıklara başladık.
O günün akşamında Hopa'dan sekiz orman işçisi ile birlikte, bir ağır iş makinesi, birçok kırıcı ve kesici alet ile yola koyulduk. Bizim dağ-bayır tecrübemiz epeyce var, tabii yaşadığımız onca sel ve heyelanda bulunma hali de... Orman işçileri de zor koşullarda çalışma deneyimi olan arkadaşlar. Bu ekiple iş yaparız diye yolculuğa başladık. Başladık ancak yollar kar, buz, tipi... Yusufeli üstünden Erzurum'a, oradan da Bingöl'e bağlanmamız gerekiyor; fakat Bingöl'e giderken üç parmak buzun üzerinde yol alıyorduk... Araçlarımız uyarı veriyor, iş makinesini taşıyan aracın frenlerinde sorun çıkıyor, kalorifer sistemi arıza veriyor, aracın camları buz tutuyordu, ama şoför Nurettin abi eliyle camları kazıyarak aracı en azından sağ salim Bingöl'e kadar indirmeyi başardı.
Gidin bir AFAD'çı bulun
Bingöl'de yaklaşık iki-üç saat kadar araçların bakım ve tamiriyle uğraştıktan sonra yeniden yola çıktık. Diyarbakır üzerinden Adıyaman'a vardık. Adıyaman'ın girişi, yıkımın olduğu her il gibi, trafikten kilitlenmiş halde. Hava kararmak üzere. Bir an önce iş makinesini alana sokmak, hemen çalışmalara başlamak istiyoruz; ama ne mümkün. Bir santim bile ilerleyemedik. Trafik polislerine sorduk, onlar da Adıyaman'a görevlendirme ile geldiklerinden hiçbir yeri bilmediklerini söylediler. Yol üzerinde bulunan askerlere koordinasyon için kimle görüşmemiz gerektiğini sorduk. Öyle ya, iş makinesiyle kafamıza göre bir yere girecek değiliz. Birileri bizi bir yerlere yönlendirmeli. "Gidin bir AFAD'çı bulun" yanıtını aldık.
Orman ürünleri işletmecisi Murat abi artık delirme noktasına geldi. İndi araçtan ve kendi imkanlarıyla trafiği açmaya başladı. O sırada Ataşehir Belediyesi'nden, kendisi de Adıyamanlı olan Mehmet abi, sosyal medyadan bizim Adıyaman'da olduğumuzu öğrenip, bana ulaştı. Nihayet koordinasyon adına bir şeylere ulaşma şansına eriştik. Eriştiğimiz koordinasyon ekibi, tamamen dayanışma ile kurumuş. Onlar sayesinde bilgiye ulaşabildik, bize gidilebilecek alanları bildirdiler.
Verilen bilgiler doğrultusunda ilk olarak, akşamın karanlığında, merkezde bulunan ve depremden dolayı minareleri yıkılan Dursun Çavuş Cami yanındaki alanda çalışmalara dahil olduk. Aynı alanda Sakarya'dan gelen gönüllü bir ekip ile tanıştık. Yanımızda bulunan iş makinesinin alana sokulmasının faydalı olacağını söylediler, enkaz içindekilere zarar vermeden çalışma yapılması için planlar yapıldı... Ancak ne yazık ki sadece cansız bedenlere ulaşabildik.
Karanlığın içindeki enkaz
O üzüntü ve yorgunlukla orman işçisi arkadaşların büyük bir bölümü dinlenmeye çekildi. Ben, Caner ve ormancılardan Şevki arka sokakları dolaşmaya başladık. Dolaştıkça, yıkımın büyüklüğünü daha iyi anlıyorduk.
Karanlığın içerisinde öbek öbek yakılmış ateşler arasından geçiyorduk. Hiç dokunulmamış enkazlar görüyorduk. İş makineleriyle kaldırılmaya başlananların başında insanlar bekliyordu. Umutları kalmamış, canlı veya cansız yakınları çıksın diye öylece oturmuş, ateş başında bekliyorlardı.
Yine öyle bir ateşin başında tanıştık Zöhre teyze ile. Dokuz yakının enkazın içinde olduğunu söylüyor. Kimse gelip sahip çıkmamış, dışarıda yatmışlar, çadır yok konteyner yok. İlk gün kriz geçirdiğini söylüyor Zöhre teyze, çocuklarının kendi çalışmalarıyla üç kişinin cesedini çıkardığını anlatıyor. Üç gün sonra makinenin geldiğinden bahseden Zöhre teyze, şu an acil olarak geçici de olsa kalacak yere, bir konteynera ihtiyaç duyduklarını anlatıyor.
Vali: Üç-beş bina yıkıldı, sorun yok
Olası bir konteyner yardımını kendisine ulaştırabilmek için iletişim bilgilerini alıp yanından ayrıldık Zöhre teyzenin. Bize "guzularım" diye seslenişi kulaklarımızda devam ettik alanı incelemeye. Az ileride bir okul bahçesinde oturan iki çocuklu aileye denk geldik. Kendisi belediye çalışanı olduğu için çekim yapmamızı istemiyor ailenin babası. Sohbet etmeye başlıyoruz.
Evleri yıkılmamış ama hasarlı olduğu için boşaltmışlar. Derme çatma bir çadır yapmışlar okul bahçesine, çocukları da okulun prefabrik olan bekçi kulübesinde yatırarak daha sıcak bir çözüm geliştirmişler kendilerince. Belediye işçisi abi, birçok alanda sıkıntı olduğundan köylere gidilemediğinden bahsediyor. Adıyaman Valisi'nin depremin ilk gününde "Üç-beş bina yıkıldı, burada sorun yok" diye rapor verdiğini ve o yüzden işlerin tamamen karıştığını aktarıyor. Valiye karşı insanların tepkili olduğunu söylüyor. Vali hakkındaki bu anlatıyı daha sonra başka mahallelerde, başka insanlardan da duyacağız.
Umut
Okul bahçesinden, tekrar merkeze geçtik. Sakarya'dan gelen gönüllülerle buluşup kentin diğer taraflarına fenerlerimizle yol almaya devam ettik.Terk edilmiş apartmanlardan ses almaya çalışıyorduk. Ali Taşı Mahallesi'nde bulunan bir apartmanda ses duyulması üzerine yapılan çalışmaya katıldık. Sakaryalı arkadaşlar enkaz alanına girdiler, jandarma daha fazla kişiyi alana yaklaştırmadığından dışarıdan destek olmaya çalıştık. Yaklaşık bir saat sonra, bir kişi sağ olarak çıkarıldı. Onun verdiği umutla alandan ayrıldık, merkezde bulunan araçlara döndük.
Sabah uyanır uyanmaz, yavaşlatma yüzünden henüz kendisine gelememiş Twitter'a baktım. Çınar Sitesi adında bir yerde çalışma olmadığından alana çağrı yapılan bir mesaja denk geldim. Orman işçisi ekibi kahvaltıyı hazırlarken Caner'le ben alana bakmaya gittik.
Çınar Sitesi
Adıyaman Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan Çınar Sitesi'ne vardığımızda kenarda duran iki küçük iş makinesiyle ve enkaz başında bekleyen insanlarla karşılaştık. Durumun ne olduğunu sorduğumuzda, ekiplerin ses ve ısı almasına rağmen koordineli bir çalışma olmadığını, kimsenin doğru düzgün ilgilenmediğini aktardılar. Kendilerine yardımcı olabileceğimizi söyleyip, ekibi toplayıp gelmek için müsaade istedik. Tam o sırada bir genç yaklaştı yanımıza, "Herkes ekiple geleceğim deyip gidiyor, öyle yapacaksanız gelmeyin, yapmayın bunu bize, boşa umut vermeyin," diyerek titremeye ve ağlamaya başladı.
Böyle tanıştık Talha ile. Ona benim alanda duracağımı, Caner'in ormancı arkadaşları alıp geleceğini ilettim. O sırada bina hakkında bilgi almaya ve Çınar Sitesi'ne çağrı yapmaya başladık sosyal medya üzerinden. Yaklaşık yarım saat içerisinde Adıyaman'a yeni giriş yapmış olan Devlet Hava Meydanları İşletmesi'nin ekipleri ulaştılar bana. Onlar alana gelene kadar, evvelsi gece birlikte çalıştığımız Sakarya'dan gelen gönüllü ekiple planlama yapmaya başladık. DHMİ ekipleri vardığında, Talha'nın mimar olan ablası Betül binanın krokisini çıkardı bir karton üzerine ve Çınar Sitesi B Blokta çalışmalara başladık.
Bizim hiçbir şeyimiz yokmuş meğer
Talha ve Betül'ün annesi ve babası enkaz altında. Onları bulmak için İstanbul'dan gelmişler. Bir de misafirleri varmış evde, dayıları Mehmet Recep Nevşehir'den gelmiş, o da enkazın altında kalmış. Mehmet Recep'in kardeşi Lütfü de enkazın başında bekleyenlerden. İlk gün elleriyle girmiş Lütfü enkaza. Enkazın ön tarafını elleriyle kazmış. Hiçbir şey bulamamış. Binanın dördüncü katından sağ olarak kurtarılan Latife teyzenin, alt katlardan ses duyduğunu söylediğinden bahsediyor Lütfü. Talha'nın kuzeni Hüseyin "Çok uğraştık, teyzenin sesini duyuyorduk. Bizden su istiyordu. Teyze yakında olduğundan onu kurtardılar. Kurtaran ekip biz yemek yiyip gelelim dediler. Gidiş o gidiş. Bir daha kimse gelmedi. Gelen de bakıp gidiyor. Ekip var diyorlar. Yokmuş...Bizim hiçbir şeyimiz yokmuş meğer," diyor.
DHMİ ekipleriyle çalışma devam ederken, bina önüne yığılan hafriyatın temizlenmesi gerektiği belirtildi. Ancak insanlar alana kepçenin sokulmasını istemiyor doğal olarak. Hafriyat alınmadan binayı karşıdan görmenin veya tabandan giriş yapmanın imkânı yok. Mehmet abi, sonrasında yanlış anladığının farkına varacak ve her gün "Ben tamamen kepçe sokulacak sandım," diye düzeltme gereği duyacak ama, o anda dikiliyor kepçe karşısına: "Buraya kepçe sokanı ben de enkazın altına sokarım!"
Onun acısına da kaygısına da hak vererek başladık çalışmaya. DHMİ ekiplerinden AFAD'a ulaşarak ses kontrolü yaptırmasını rica ediyoruz. AFAD alana gelip ses aygıtlarını yerleştiriyor. İncecik bir taşın yere düşmesini bile algılayan bir alet bu. O aletle dinleme yapılmaya başlanıyor. Ses alınmadığı belirtiliyor...
TTK'nin Orhan Çavuş'u
Umudumuzu kaybetmeden, acımızı da öfkemizi de kenara koyarak bir plan yapmak için durduk. Öğle saatlerinde kısa bir mola sırasında TTK ekiplerinden bir madenci abimizden rica ettik başımızda durmasını. İki kişi geldiler, çalışmaları onların koordinasyonunda yürüttük uzunca süre.
Zonguldak TTK'den Orhan Çavuş, hem arama kurtarmayı yönetiyor hem de bizlere ne yapacağımızı tane tane anlatıyor. Bizler B blokta çalışma yaparken diğer bloklardan da sağ kurtulanların haberleri geliyor. Gelen haberler umudumuzu da inadımızı da diri tutuyor.
Artık yavaş yavaş akşam oluyor, karanlığa düşüyoruz. Dayanışma ile bulunan jeneratörlere bu sefer Sakarya'dan gelen başka bir ekibin getirdiği spotlar bağlanıyor. Akşamın karanlığında bir kadının cansız bedenine ulaşıyoruz. Titizlikle, zarar vermeden çıkarmak için canla başla çalışıyor Orhan Çavuş, çıkarıyor da.
Madenciler
Artık alt katlara biraz daha yaklaştığımızdan bir kez daha dinleme yapılması için aletin getirilmesini sağlıyoruz. Sabah ses alamadığımız yerden bu sefer çok net olarak sese ulaşıyoruz. Orhan Çavuş hemen TTK ekiplerine haber veriyor ve vardiyayı onlara teslim ediyor.
Gördüğümüz kadarıyla, diğer alanlarda yapılan çalışmalarda, bir ekip yaptığı çalışmayı bırakıp giderken, yeni gelen ekibe veya orada bekleyenlere yaptığı çalışma hakkında bilgi vermeden alandan ayrılıyor. Bu da koordinasyonsuzluğa ve yanlış çalışmalara sebep oluyor. Bu yüzden madenciler sürekli ekiplerine bilgi veriyor ve nerede bıraktılarsa çalışmanın oradan devam etmesini sağlıyor.
Vardiya vardiya yaşama doğru
Gönüllüler hafriyat döküyor, kimisi çay taşıyor, kimisi yemek getiriyor. Alanı sadece madenciye bırakıyoruz. Yolu açıyoruz madenciye, sadece onlar ne derse, harfiyen ona uyuyoruz. Gece saat üçe kadar canla başla çalışıyor madenciler. Üçte yeni vardiyaya teslim ediyorlar alanı. Sabah 05.40'da, akşam saatlerinde cihazla duyduğumuz sesi bu sefer kulaklarımızla duyuyoruz. Ve artık yine yol açıyoruz madenciye... Çünkü madencinin yolu onurlu, kapatmaya gelmez.
Üçüncü vardiyadaki Zonguldak TTK ekipleri çalışırken, grup başlarıyla konuşuyoruz. Çok geç yollandıklarını, birçok madencinin yollarda, havalimanlarında bekletildiğini anlatıyorlar. O sırada enkazın arka tarafında üşüyenler ateş yakıyor. Bu masum girişim sonrasında yangına dönüşüp, enkazın içinin de yanmasına ve ortalığın dumanla kaplanmasına sebep oluyor. Yangını kısmen de olsa, en azından çalışmalara zarar vermeyecek ölçüde kontrol altına almayı başarıyoruz.
'Sesimizi duyurmadınız'
Sabah 06.53'te TTK ekipleri enkaz altında sağ olan kişiyle bizzat konuşmaya başlıyor ve ismini öğreniyor. Sağ olarak ulaşılan kişi Sabahat Tunç. Sabahat teyze eşinin de sağ olarak yanında olduğu bilgisini veriyor madencilere. Sağ olarak ulaştığımız kişiler, bizleri kolumuzdan tutan Talha'nın anne ve babası...
08.15'de Sabahat ve Sadık Tunç sağ olarak çıkarılıyor enkazdan ve hastaneye sevk ediliyorlar. O sırada günlerdir ortada olmayan ajans kameraları beliriyor. Gidip kendilerini uyarıyoruz. Zaten aile çekim yapılmasını istemiyor, ancak Lütfü koşarak gelip "Burada sesimizi duyurmadınız, şimdi gelip haberini de yapmayacaksınız," diyor.
Sabahat teyze ve Sadık amcanın 130 saate yakın bir süre sonra kurtulması bir umut oluyor Çınar Sitesi'nde. Sadık amcalara o gün misafirliğe gelen akrabaları, Lütfü'nün abisi Mehmet Recep'in de sağ çıkma umudu artıyor. Lütfü heyecanından yerinde duramıyor. Abisinin oğlunu sıkı sıkı sarmış, umutla bakıyor enkaza.
Düşenin halinden düşen anlıyor
Her ses cihazını alana getirdiğimizde diğer bloklarda da çalışma yapmalarını rica ettiğimizden oralarda neler olduğunu anlamak için dolanmaya başlıyoruz birkaç kişi. C blokta gece bırakılan arama kurtarma çalışması sabah yeniden başlıyor. Arama kurtarmanın mesaisi mi olur oysa! Neyse ki sabah yeniden başlayan çalışmalarda C bloktan da bir kişi sağ olarak çıkarılıyor.
Çalışma yaptığımız bloğun hemen diğer cephesinde titizlikle çalışma yürüten başka bir ekiple daha tanışıyoruz. Yine Sakarya'dan gelmişler. Düşenin halinden düşen anlıyor tabii. Onlarla ortak hareket etmek için plan yapıyoruz. Binanın iki cephesinde de çalışma yürütmeye başlanıyor. Kalabalığımız da enerjimiz de umudumuz da yerinde ancak, sabah saatlerinde söndürdüğümüz yangın akşam saatlerinde yine birilerinin ateş yakması sonucu yeniden alevleniyor.
Yaklaşık 40 saatin üzerine bizler dinlenmeye giderken, madenciler vardiya değişikliğiyle çalışmaya devam ediyor. Sabah geri gittiğimizde yangının hâlâ devam ettiğini ve geceki artçılardan dolayı binanın dengesinin bir kez daha bozulduğunu görüyoruz. Ve bir de tabii Lütfü'nün abisinin cansız bedenine ulaşıldığını... Olsun diyor Lütfü, başımız sağ olsun, en azından zarar vermeden tek parça alalım cenazemizi...
Kepçe operatörünün insafı
Lütfü haklıydı, çevremizdeki bazı çalışmalar kepçe operatörünün insafına bırakılmıştı. Hiçbir denetleme ve kontrol olmadan tamamen kepçecinin inisiyatifinde enkazlar kaldırılıyor, bu sırada da insanların yakınlarının cansız bedenlerine zarar veriliyordu.
Bu sefer çalışmanın daha zor olduğunu söylüyor Sakarya ekibinden Ali abi. Vinçlerle yukarıdan müdahale edilebilirse enkazda kalanların –canlı veya cansız– ezilmeden çıkarılmasının mümkün olabileceğini aktarıyor. Plan buna göre yapılıyor. Birkaç gündür diğer blokta çalışan vincin alana getirilmesi sağlanıyor. Üst tablalar hiltilerle kırılıp, demirleri kesilip, vinç ile kaldırılıyor. Ancak yangının dumanından dolayı nefes almak ve çalışmak giderek zorlaşıyor. Bizler vinç ile çalışma yaparken yan blokta arama kurtarma çalışmaları devam ettiği için ağır iş makinelerinin enkaza zarar vereceğinden zaman zaman çalışma durduruluyor.
Bir yanda yangın bir yanda arama
Yabancı arama kurtarma ekipleri bölgeye geldiğinden en azından yangın için çalışma yapılması için uğraşıyoruz. Olmuyor, kimse yangını umursamıyor. Yangının enkazın içinden yürüdüğünü, bunun enkaz altında bulunan canlı veya cansız kişilere zarar vereceğini söylüyoruz. Yok! Kimseye derdimizi anlatamıyoruz. Gürcü bir ekip geliyor, Hopalı ormancılar komşularıyla rahatlıkla anlaştıklarından durumu anlatıyorlar. Gürcü ekip yangın söndürülmeden alana giremeyeceğini söylüyor ve oradan ayrılıyorlar.
Sürekli itfaiye çağırıyoruz. İtfaiye ekipleri kepçe ile az da olsa hafriyatın kaldırılması ve yangın noktasına ulaşmaları gerektiğini anlatıyor. Bu sefer de kepçe bulamıyoruz. Kepçe bulunuyor, yandaki çalışmaların etkilenmemesi için durmamız gerekiyor. Bir yandan yangın ilerliyor, bir yandan çıkarılması gereken cenazeler enkazın altında duruyor.
Tekrar bir plan yapıyoruz. Risk alarak zeminde daha önce madencilerin açtığı yerden Lütfü'nün abisinin cansız bedenini çıkarmak için harekete geçiyoruz. Çalışmalara başladıktan biraz sonra, bu sefer plansız şekilde, alanda incelemeye çıkan bir grup TTK ekibi denk geliyor. Alanı bir kez daha onlara devrediyoruz. Yaklaşık bir saat sonra cenazesini Lütfü'ye teslim ediyor ekip...Artık yapacak çok bir şeyimiz kalmıyor Çınar Sitesi'nin B bloğunda... Enkazda kalan diğer cenazeler de sonraki günlerde yakınlarına teslim ediliyor...
Herkes her şeyin farkındaydı
Hangi an hangi saat olduğunu hatırlayamadığım ancak artık çalışmaların sonuna yaklaştığımız sırada yanımıza gelen AFAD'tan bir kişi, büyük bir bölümü gönüllüler ve TTK tarafından yapılan çalışmalardan dolayı insanları tebrik etti. Alana takviye ekip göndereceğini söyledi, yukarıda da yazdığım gibi ekipler geldi, yangından dolayı çalışamadı ve gitti. AFAD yetkilisiyle kısa da olsa konuşma fırsatım oldu. "Sahadaki öfkenin size yönlendiğinin farkında mısınız?" diye sordum. "Her şeyin farkındayım," dedi ve ekledi "Sanma ki biz görmüyoruz. Her şeyi görüyoruz. Çok şeyi de söyledik; ama bizi bile dinlemediler en başta."
Bu anlattıklarım, yaşanan felaketi doğrudan yaşayanların tanık olduklarının, anlatabileceklerinin binde biri olamaz. Bir de zamanında ulaşılamadığı için enkaz altında can verenlerin hiçbir zaman söze dökülemeyecek olan tanıklıkları var ki bunu düşünebilmek bile imkansız... Bu sadece benim tanıklığım. O can pazarında yaşadıklarım.. Yanımdakilerin de tanıklık edebileceği gerçekliği anlatmaya çalıştım, fazlası yok ama eksiği var... O eksikleri de bir gün tamamlarım, tamamlarız elbet...
Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz