Avrupa'daki ırkçı partiler, son yıllarda seçimlerde başarı kazanmaya başladılar. Son dört-beş yıl içinde, Avusturya'da ırkçı bir parti olan Özgürlükler Partisi'ni başarısını Polonya'daki Hukuk ve Adalet, Macaristan'daki Fidesz, Yunanistan'daki Altın Şafak , Hollanda'daki Hollanda Özgürlükler ve İsveç'teki İsveç Demokratları Partisi izledi. Polonya ve Macaristan'daki ırkçı partiler ise iktidar oldular.
Fransa'daki ırkçı Ulusal Cephe'nin lideri Marine Le Pen'in, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin son turunu Emmanuel Macron'a karşı yarışı kaybetmesine rağmen son tura kalması, başlı başına bir başarıydı.
Son olarak da Almanya'da yapılan genel seçimlerde, Almanya için Alternatif Parti (AfP), oyların yüzde on üç küsurunu alarak, kesin olmayan sonuçlara göre 87 milletvekili çıkardı ve üçüncü parti oldu.
AfP'nin başarısı, Türkiye'de "İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hitler tekrar mecliste" diye yansıtıldı. Bu başlık haksız da değildi. Irkçılıktan çok çekmiş ve ırkçı partilere ve faaliyetlere karşı duyarlı bir ülkede, ırkçı bir partinin bu denli başarısı ve üçüncü parti olması, korkutucu bir gelişmeydi.
İslam ve yabancı düşmanı bir partinin başarısının, Türkiye'deki siyasi çevrelerde endişe yaratması gayet doğaldır. Türkiye'den giden ve orada doğanlarla birlikte 2,3 milyon insan Almanya'da yaşamaktadır. Bunların aşağı yukarı üçte biri Kürt ve Kürdistanlı, geri kalanı da Türk'tür. Türkiye'yi yönetenlerin ve Türk siyasi partilerinin Almanya'daki ırkçılığın siyasi başarısından ürkmeleri ve buna karşın siyasi tedbirler geliştirmeleri de doğaldır.
Peki Türkiye'deki siyasetçilerin ve Türk siyasi partilerinin, milliyetçiliğin radikal tezahürü olan ırkçılık karnesi nasıldır? Partilerden kastım AKP, CHP ve MHP'dir. En son IKBY'nin yaptığı bağımsızlık referandumuna karşı, referandumu önlemek için TBMM'de dışarı asker gönderme tezkeresinin görüşülmesinde, bu partiler Kürdistan'ın bağımsızlığına karşı birlikte hareket ettiler.
Aynı partiler, Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve hapse atılmaları için de ittifak etmişlerdi.
CHP, siyasi olarak Türk devletinin kurucu partisidir. Devleti kuranlar, başta Mustafa Kemal ve İsmet İnönü, Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Fethi Bey daha sayabileceğimiz onlarca isim, İttihat ve Terakki Partisi'nin üyeleriydi ve onun rahle-i tedrisinden geçmişlerdi.
MHP ise, yine İttihat ve Terakki'nin Talat Paşa, Hasan Fehmi, Kara Kemal, Dr. Bahaettin Şakir, Enver Paşa ve Ziya Gökalp'ta somutlaşan Türk ırkçı kesiminin ideolojisini takip eden partidir.
CHP süreç içinde, tek parti döneminden kalan ırkçı anlayıştan kurtulmaya çabalamadı değil. Ne var ki olmadık durumlarda, yukarıda değindiğim tezkere ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında olduğu gibi, birden bire yine fabrika ayarlarına dönüyor ve tek parti ideolojisiyle karşımıza çıkıyor. Şimdi de IKBY'nin bağımsızlık referandumu için Türkiye'nin İran ve Irak ile işbirliği yapmasını, bir yanıyla Sadabad Paktı'nı[1] yeniden canlandırmak istiyor.
AKP ise gerçek yüzünü çoktan beri gösterdi. 2005'te Diyarbekir'de "Kürt sorunu yalnız Kürtlerin değil, Türklerin de sorunudur. Benim de sorunumdur." diyen Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, 16 Mart 2015'te Balıkesir'de yaptığı konuşmada; "Şimdi varsa yoksa Kürt Sorunu, Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok.." diyebiliyor. Gözümüze soktuğu "Rabia" işaretiyle, biz Kürtlere "Nah, siyasi hak alırsınız!" demek istiyor.
1994'te HEVDEM dergisinde yazdığım bir makalede," Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah Partisi gibi dinci partiler, aslında Türk milliyetçiliğini dinle cilalayan partilerdir. Düzene karşı görünümleriyle Kürdistan’da epeyce destek bulmuşlardır. Sonuçta maskeleri düşmüş, Kürt sorunun karşısındaki çehreleri ortaya çıkmıştır. RP’nin 1991 seçimlerinde MHP ile ittifakı bunun en güzel kanıtıdır." diye yazmıştım.[2] AKP, çoğu bu partilerin içinden gelen kadrolarla kuruldu. Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP kurucularından Abdullah Gül, Bülent Arınç bu kulvardan gelen isimledir. AKP'nin bugün Kürdistan'ın güneyindeki bağımsızlık için referandumuna karşı aldığı tavır, 1994'te yazdıklarımı doğrulamakta ve dini referans alan partilerin, ırkçılığa varan milliyetçiliklerinin dinle cilalandığını bir kez daha ispatlamaktadır. AKP, İttihat ve Terakkicileşmektedir.
AKP'nin bugün Kürtlerle ilgili politikasına bakıldığında, tek parti döneminin CHP'si ile pek fark görmezsiniz. Kürt ve Kürdistan düşmanlığında, üç parti arasındaki fark silinmektedir. Kürt meselesinde görünürdeki aralarındaki tartışma, hangisinin Kürtlere taviz verdiği ve vermekte olduğunda yoğunlaşmaktadır.
Her üç partinin söylemlerine bakılırsa, Kürtlere karşı değiller. Kürtlerden söz ederken "Kürt kardeşlerimiz" demeyi de ihmal etmezler. Kürtlere karşı olmadıklarını söylerler, ama Kürtlerin hak sahibi olmasını da istemezler. Bir insandan yahut bir milletten hakkını geri alırsan, o insan ve milletten geriye bir şey kalmaz. Onun için Türkiye'deki siyasiler, Almanya'da gelişen ırkçılığı eleştirmeden önce aynaya bakmalıdırlar. Irkçılığı o kadar içselleştirmişler ki, aynaya baksalar bile gerçek yüzlerini görmeleri zordur.
Umuyorum ki bu partilerin gerçek yüzlerini göremeyen Kürtler, bağımsızlık referandumunda yaşadıklarıyla görür ve yaşadıkları kırılmayı unutmazlar. 26/09/2017
[1] Sadabat Paktı, 8 Temmuz 1937'de Türkiye, İran ve Irak arasında imzalanan saldırmazlık ve işbirliği anlaşması. Tahran'daki Sadabat Sarayı'nda imzalandığı için bu adı aldı. İkinci Dünya Savaşıyla önemimi yitirdi. Savaş sonrası bu boşluğu doldurmak üzere Türkiye, Pakistan, Irak, İran ve İngiltere'den meydana gelen Savunma İşbirliği Antlaşması antlaşması imzalandı. Merkezi Bağdat'ta olduğu için Bağdat Paktı dendi. 1958'de Kral Faysal'ın darbe ile düşürülmesinden sonra, Irak çekildi. Kalanlar ABD'nin katılımıyla CENTO olarak devam etti.
[2] Ruşen Arslan, HEVDEM, Şubat 1994, 7. Sayı, Cilt: 2, s.282-283