İzmir'de “dur ihtarına uymadığı” gerekçesiyle aracında vurularak öldürülen Baran Tursun'un ailesinin verdiği adalet mücadelesi 2007 yılından bu yana sürüyor. İlk başta kendi oğullarının öldürülmesi için adalet arayan ailenin mücadelesi daha sonra “Baran Tursun Vakfı” çatısı altında tüm yargısız infazlar için adalet arayışına dönüştü. Polis eliyle yaşanan tüm ölüm vakalarının araştırmasını yapan vakıf son olarak, “Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu Madde 16 Kapsamında Yargısız İnfazlar Raporu” başlıklı çalışmayı hazırlayarak uluslararası kurumlara gönderdi.
Baran Tursun Vakfı Kurucusu Mehmet Tursun ve Avukat Sinem Hun tarafından hazırlanan raporda yaşamı korumakla görevli olan kolluk kuvvetlerinin makul olmayan ölçüde ateşli silah kullanımı veya kötü kullanımı sonucunda 2007-2021 yılları arasında 410’dan fazla kişinin vefat ettiği belirtildi. Vakfın verilerine göre bugün gelinen noktada ise bu sayı 419.
Mehmet Tursun, hazırladıkları raporu ve Türkiye'deki “yargısız infazları” hakkında Gazeteduvar'dan Cihan Başakçıoğlu'na konuştu.
'POLİS SİVİL İNSANLARI ÖLÜMLE CEZALANDIRIRKEN, ÖLÜM EMRİNİ DE KENDİ KENDİNE VERİYOR'
“Polis Vazife ve Sâlahiyet Kanunu (PVSK) Madde 16 Kapsamında Yargısız İnfazlar” raporunun içeriğini ve hazırlanış sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Baran Tursun Vakfı Türkiye genelinde insan hakları izleme, veri tabanı oluşturma ve haritalandırma faaliyetlerinde bazı gerçeklere ulaştı. Hak temelli sivil toplum örgütlerinin 50 yıl boyunca değişmeyen ve hatta bıkkınlık yaratan kalıplaşmış anlatımları dışında farklı ifadeler, farklı kavramlar ve farklı olayların olduğu gerçeğine ulaştık, yani tespit ettik. Tespitlerimizi; ulusal ve uluslararası insan hakları mekanizmaları dışında, bir akademisyenin veya bir pazarcı esnafının anlayacağı bir dille yaptık. Yolda yürüyeni, parkta oturanı, okuldan döneni, yatağında uyuyanı, anasının kucağında emzirilen çocuğu, anasını, babasını ve hatta amirlerini dahi öldüren polisin ve cinayetlerin tespitini anlattık. Olayların en acı veren tarafı da, polis bu sivil insanları ölümle cezalandırırken ölüm emrini de kendi kendine veriyor.
'STÖ'LERİN DİLE GETİREMEDİĞİ YARGISIZ İNFAZLARIN TESPİTİNİ YENİ TANIMLAMALARLA SUNDUK'
Türkiye'de birçok insan hakları kuruluşunun da polis şiddeti ve ölümler ile ilgili hazırladığı rapor var. Sizlerin hazırladığı rapordaki farklılıklar neler?
Baran Tursun Vakfı, hak temelli STÖ’lerin dile getiremediği, savunuculuğu yapamadığı 419’dan fazla yargısız infazın tespitini yeni tanımlamalarla ulusal ve uluslararası insan hakları mekanizmalarına sundu. Rapor incelendiğinde hak temelli STÖ’lerin bıkıp usanmadan 50 yıldır tekrarladıkları savunuculuk ifadeleri ve kavramları dışında, yargısız infazlara dair yeni tanımlamalar ve yeni savunuculuk çerçevesini göreceksiniz. Örneğin, “Çoğunluğu, Kara Yolları Trafik Kanunu veya Kabahatler Kanununa göre işlem yapıp, yargı sürecine dahil edilmesi yerine, PVSK madde 16’ya eklenen 'Öngörü, Makul Şüphe ve Taktir' gibi soyut kavramlara kendince bazı anlamlar yükleyen ‘zanlı polis’ 419’dan fazla sivil insanı ölümle cezalandırdı” şeklinde polis şiddeti sonucu gerçekleşen yargısız infazlara yeni tanımlama getirdik.
'YARGISIZ İNFAZ VAKALARI ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI MEKANİZMALARI TARAFINDAN DİKKATLE İZLENDİ'
Raporunuz hangi uluslararası kurumlarca değerlendiriliyor veya değerlendirilecek? Yine rapora dair aldığınız geri dönüşler nasıl?
Başta Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği olmak üzere, uluslararası insan hakları mekanizmaları Türkiye’de gerçekleşen yargısız infazları farklı bir çerçevede ve farklı bir tanımlamayla savunuculuk yapan Baran Tursun Vakfı adlı bir STÖ olduğunun farkına vardılar. Türkiye kamuoyu veya Türkiye’de kurulu hak temelli STÖ’lerin çok önemsemedikleri veya yeteri derecede savunuculuğunu yapamadıkları yargısız infaz vakaları, uluslararası insan hakları mekanizmaları tarafından önemsenerek dikkatle izleniyor diyebilirim.
'ÖLÜMCÜL OLAYLARIN AĞIRLIKLI OLARAK KÜRT İLLERİNDE MEYDANA GELDİĞİ GERÇEĞİ KARŞIMIZA ÇIKIYOR'
Son olarak İstanbul’da polis tarafından öldürülen Erhan Eser ile birlikte 419 ölümlü vakadan bahsediyorsunuz. Vakaların oluş biçimi de göz önüne alındığında Kürt illerindeki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye genelinde yargısız infaz edilen 94 çocuğun 78’inin Diyarbakır ve çevre illerinde olduğunu, polise ait zırhlı araçların çarpması sonucu gerçekleşen 34 ölümcül olayın 30’unun Diyarbakır ve çevre illerinde olduğunu tespit ettik. Ölümcül olayların bölgelere göre haritasına baktığımızda, çoğunlukla Kürt bölgelerinde yargısız infaz gerçekleştiği gerçeği karşımıza çıkmakta. Ölümcül olayların ağırlıklı olarak neden Kürt illerinde meydana geldiği gerçeği, karar vericilerin, toplumun ve uluslararası insan hakları mekanizmaların üzerinde durması gereken bir reailtedir diye düşünüyorum.
'CEZASIZLIK OLAĞAN YARGI SÜRECİ GİBİ ALGILANIYOR'
Uluslararası mekanizmaların yanı sıra Türkiye yargısı ve hukuk sisteminin bu infazlar karşısındaki tutumunu nasıl görüyorsunuz?
Vakfın çalışmaları ve raporlarımız kapsamında cezasızlığın adeta olağan yargı süreci gibi algılandığını, karar vericilerin olağan dışı cezasızlık süreçlerinin gideriminde bulunmadığını tespit ettik. Devlete karşı suçlar ve devletin işlediği suçlara yargının farklı bakışı, yargıyı tarafgir durumuna getirdi. Yargı bu tarafgir tutumuyla evrensel hukuktan ve adil yargılamadan uzaklaşarak toplum vicdanında itibarsızlaşmıştır.
İşkence, kötü muamele ve yaşam hakkı ihlalleri kapsamında görülen pek çok davada güvenlik güçlerinin soruşturma ve kovuşturma aşamasında görevlerine devam etmesi, yargı sürecini olumsuz etkilenmekte ve suçluların cezalandırılmasını zorlaştırıyor. Yaşam hakkı ihlallerinden sorumlu olan veya sorumlu olabileceğinden şüphe edilen polisin yargılanmak yerine terfi ettirilmesi de adalet arayanların önünde engel teşkil ediyor.
'ÖLDÜRME OLAYININ FAİLİ POLİS DELİLLERİ KENDİSİ TOPLAMAKTA VEYA OLAYIN AKIŞINA GÖRE DELİL ÜRETMEKTEDİR'
Raporda polisin aşırı güç kullanması sonucu ölümle sonuçlanan bazı vakalarda, etkili ve tarafsız soruşturmalar yapılmadığı, yine delil karartma ve benzeri süreçlerin yaşandığına da dikkat çekiyorsunuz. Bu konuyu somut örneklerle detaylandırır mısınız?
Öldürme olayının faili olan polis genellikle olay yerinde delilleri kendisi topluyor veya olayın akışına göre delil üretiyor. Zanlılar tarafından üretilen ve toplanan delillere göre Emniyet birimleri tarafından olayın fezlekesi düzenleniyor.
Örneğin: İzmir’de Baran Tursun’u öldürdükten sonra, ateş etmeyi gizlemek suretiyle trafik kazası raporu düzenlenmesi, Ankara’da 20 yaşında ki Soner Cankal’ı öldürdükten sonra, cesedinin üzerine kurusıkı tabanca bırakılması, Antalya’da motosikletiyle gezerken öldürülen 17 yaşındaki Çağdaş Gemik’in cesedinin yanına birkaç gram uyuşturucu bırakılması, Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı öldürdükten sonra cesedinin üzerine silah bırakılması gibi delil yaratma fiilleri diğer vakalarda da yaygın bir şekilde görülüyor.
Bu fiillerle amaçlanan şey; kendileri veya arkadaşlarının fail olduğu kötü muamele veya öldürme vakalarının esası olan delilleri gizlemek, aklama yönünde delil üretmektir.
Polisin aşırı ve orantısız güç kullanması sonucu meydana gelen yaşam hakkı ihlallerinde mahkûmiyetle sonuçlanan davaların oranının çok düşük olması, polisin soruşturmaların tarafı olduğu birçok olayda delilleri toplaması, tanıklık yapması ve aktif görevlerinde kalmalarına izin verilmesi yaşam hakkı ihlallerini artırıyor.
Peki bahsettiğiniz 'cezasızlık' sürecinin tek aktörü polis mi?
Türkiye’de yaşam hakkı söz konusu olduğunda, gerek yargıda gerekse karar vericiler nezdinde “cezalandırmama kültürü” nün hakim olduğunu görüyoruz. Bu tarafgirlik ve müsamaha, zanlı polislerin fiilen cezasız kalmalarını kolaylaştırıyor. Cezasızlık sürecine dair iş ve işlemler bir kişi ile sınırlı olmayıp, cezasızlık sonucunun oluşmasının çok farklı etkileri ve yöntemleri var. Suçluyu koruma ve kollama, soruşturma süreci, delil üretme, devlette yaşama hakkı algısı, devletin ali menfaati, devlet bekasının her şeyin üstünde tutan hakimin takdir yetkisi, sivil toplum kuruluşlarının etkisizliği gibi kavramlar, ya tek tek, ya birkaçı ile ya da tüm bu kavramların bir araya gelmesiyle cezasızlığın koşulları oluşuyor diyebilirim.
Davalının devletin güvenlik görevlisi olduğu durumlarda suçluları koruma mekanizmaları farklı etki ve yöntemlerle devreye giriyor. Hukukun üstünlüğüne inandığını söyleyen idareciler, farklı etki ve yöntemler kullanarak cezasızlığa zemin hazırlıyor. İdari makamlar adaletin tesisine yardımcı olmak yerine, bir yanda öleni ve ağır insan hakları ihlaline maruz kalanları kötüleme ve aşağılamakta, öte yanda suça karışan polisin masumiyeti yönünde medya organlarında koruma ve kollama yönünde görüş bildirmekte ve hoşgörülü davranmaktadır.
'BM'YE SUNULAN 11 MADDELİK ÇÖZÜM ÖNERİLERİ'
Bugüne kadar hazırladığınız diğer raporları da göz önüne aldığımızda, Türkiye genelindeki 'yargısız infazlar' karşısında vakıf olarak çözüm önerileriniz nedir?
Baran Tursun Vakfı yaşam hakkının hem teoride hem de uygulamalarda ne düzeyde korunduğunun tespitini ve analizlerini raporlaştırarak başta BM olmak üzere uluslararası insan hakları mekanizmalara sunuyor. Bu raporlarıyla birlikte sorun haline gelen ve yüzlerce masum insanın ölümüne neden olan PVSK Madde 16'nın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çerçevesinde yeniden yapılandırılması için bazı önerilerde bulunuyoruz.
Baran Tursun vakfı’nın ve diğer STÖ’lerin sorunlara dair önerileri BM tarafından Türkiye devletine bildiriliyor. 20 gün önce BM'nin online olarak gerçekleştirdiği EPİ toplantısında, Türkiye devletine bildirilen 240 önerinin, 130’unun kabul edildiği, diğer önerilerin de Türkiye devleti tarafından not edildiği bizlere bildirildi. Daha önce BM'ye gönderdiğimiz “Polis şiddeti ve yargısız infazlar” raporumuzdaki 11 maddelik çözüm önerilerimizi yineliyoruz. Bu söz konusu çözüm önerilerine ve raporumuza resmi internet sitemizden ulaşılabilir.
'STÖ'LER SİYASALLAŞTIKLARI İÇİN TOPLUMDAN UZAKLAŞMIŞ DURUMDA'
Son olarak STÖ'lerin yargısız infazlar konusundaki tutumu hakkında ne söylemek istersiniz? Kamuoyuna ve kurumlara çağrınız nedir?
Baran Tursun Vakfı insan hakları izleme çalışmalarında Türkiye genelinde bululan STÖ’leri de ziyaret etmiş ve hedefleri çerçevesinde değerlendirmelerini almıştır. Başta kamuoyu olmak üzere, toplumun otorize gücü dediğimiz hak temelli STÖ’ler siyasallaştıkları için toplumdan tamamen uzaklaşmış ve kendi ekseni etrafında dönmekten ötürü, toplumdan kopuk, toplumsal sorunlardan kopuk mikro düzeye inmiş durumda. Sorunlara karşı etkin direnemiyorlar, çözüm üretemiyorlar, karar vericiler üzerinde caydırıcı kuvvet olamıyorlar.
En önemli ve kahredici tarafı da, hak temelli STÖ’ler siyasallaştığı için kendi ölümlerini toplumun ölümlerinden çok çok üstün tutmaları. Yargısız infaz savunuculuğunu bu ayırımcılığa göre yapmaları bizleri kahrediyor.
İstanbul’da ekmek almaya giderken öldürülen 14 yaşında Berkin Elvan ve Diyarbakır’da ekmek almaya giderken öldürülen 14 yaşında Helin Şen. Bu iki çocukta ekmek almaya giderken polis tarafından yargısız infaz edildiler. Ama kamuoyu ve STÖ’ler birini biliyor, diğerini bilmiyor. Neden diye soruyoruz.
Siyasallaşan STÖ’ler, İstanbul’da ekmek almaya giderken öldürülen Berkin Elvan cinayeti ile Diyarbakır’da ekmek almaya giderken öldürülen Helin Şen cinaye"tlerinin savunuculuğunu aynı kuvvetle ve perspektifle yapıyorlar mı? Bu sorularımız yargısız infazlar arasında ayırımcılık yapan, toplumdan kopuk ve siyasallaşan STÖ’leredir.