Mehmed Mazlum Çelik /Independent Türkçe
Yaşar Kemal edebiyatımızın en büyüklerinden, kimilerine göre de en büyük ismiydi. Hayatının son anına kadar namuslu bir hayat yaşamanın mücadelesini veren yazar 28 Şubat 2015 senesinde aramızdan ayrıldı
Savaşın ve yokluğun pençesinde Van'dan Adana'ya bağlı Osmaniye ilçesine doğru göç eden Sadık Efendi ve ailesi yol üzerinde buldukları önce öldüğü sanılan ve gömmek için kucağa alındığında hayatta olduğu anlaşılan Yusuf isminde bir çocuğu evlat edinmişti.
Sadık Efendi, Yusuf'u çocuklarından ayırmadan evinde yetiştirdi.
İlerleyen yıllarda Sadık Efendi'nin yıllarca hasretini çektiği bir erkek evladı dünyaya geldi. Doğumundan yıllar sonra kütüğe Kemal Sadık Gökçeli ismiyle kaydettirilecek o çocuk Türk edebiyatına Yaşar Kemal adıyla damgasını vuracaktı.
Sadık Efendi, oğlunun doğumuna öylesine sevinmişti ki her yıl onun şerefine akika kurban ederek bu hadiseyi kutluyordu.
Sadık Efendi, oğlu için kestirdiği kurbanlardan birisinde Kemal'in kurbanı daha yakından görmesini istedi; ama hayvanın sert bir hamlesi sonrası kasabın elindeki bıçak Yaşar Kemal'in gözünü yaraladı.
Bu hadise sonrası Yaşar Kemal, sağ gözünü kaybetti; ama küçük bedeninin yaşayacağı ilk travma bu değildi.
Sadık Efendi, çok sevdiği oğlu Kemal ile birlikte camide bulunduğu bir sırada ölümden kurtararak evinde büyüttüğü evlatlığı Yusuf tarafından bıçaklandı.
Bu elim hadise Yaşar Kemal'in gözü önünde gerçekleşti ve babasının ölümünü tüm soğukluğuyla seyretti. Küçük Yaşar Kemal, bu travma sonrası 12 yaşına kadar konuşma zorluğu çekecek ve kekeme kalacaktı.
Yaşar Kemal bir yazar olduğunda 'Kimsecik' eserinde babasını İsmail Ağa karakteriyle tafsilatlı bir şekilde ele alacaktı.
Yaşar Kemal / Fotoğraf: AA
Babasının ölümünden sonra Yaşar Kemal'in annesi Nigar Hanım, kocasının kardeşi Tahir Efendi ile evlendirilmişti; ama bu evlilik sorunlarla doluydu.
Sadık Efendi'nin ölümü Gökçeli ailesini fukaralığın kıskacına mahkûm edecekti.
Altmış haneli bir Türkmen köyünde tek Kürt aile olarak yaşayan fukara Gökçeliler, hiçbir zaman ayrımcılığa uğramamışlardı.
Aile doğru dürüst Türkçe konuşamamasına rağmen, Yaşar Kemal'in ifadesiyle, ne arkadaşları ne de komşuları "Bir kez bile 'Kürt'sün sen' demediler."
Ayrıca Gökçelilerin asla dışarıdan gelen yabancı bir aile muamelesine de maruz kalmadığını Yaşar Kemal bizzat şu sözlerle aktaracaktı;
Doğduğum bu Türkmen köyünde bizi Kürt diye hiç ayrı saymıyorlardı. Biz de kendimizi onlardan hiç ayırmıyorduk. Bütün köylüyle akraba gibiydik. Daha da köylümle benim yakın akrabalığım sürüyor.
Şunu da ekleyeyim de bir yanlışlık olmasın, Türkiye haritasına bakılırsa görülür ki, benim doğduğum güneyle babamın geldiği doğu, yani Van Gölü kıyıları biribirlerine yüzlerce kilometre uzaklıkta. Ben, babamın Van Gölü kıyısındaki köyüne 1951 yılında gazeteci olarak gittim ve babamın köyünde, akrabalarımın arasında bir ay kadar kaldım.(Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet)
Yaşar Kemal, henüz küçük bir çocuk iken muazzam bir yeteneği keşfedilmişti; o, en usta âşıklarla yarışabilecek kabiliyete sahipti.
Bu yeteneğiyle bir gün Karacaoğlan seviyesinde bir ozan olacağı dilden dile konuşuluyordu.
Yaşar Kemal'in küçük yüreği ise annesinin eşkıyalık ile Doğu Anadolu'ya nam salmış akrabalarının hikâyeleriyle doluydu.
Nitekim İran'dan Anadolu'ya dağları titretmiş meşhur Kürt eşkıya Mahiro, Yaşar Kemal'in öz dayısıydı. Ayrıca Amca tarafı da eşkıyalığı ile bilinen kişilerle öne çıkıyordu.
Yaşar Kemal, bu durumu şu sözlerle aktaracaktı;
Dayım Doğu Anadolu'nun, İran'dan Kafkasya'ya kadar en ünlü eşkıyası Mahiro'ydu. Sanırsam yirmi beş yaşlarında vuruldu. Onun üstüne çıkarılmış çok destan dinledim. Beni, ailemin yaşamında en çok etkileyen anamın amcasının macerasıdır. Romanlarımın kimi parçalarında bu olayın epeyce etkileri vardır. Anamın amcası on beş çetesiyle Süphan dağı yamaçlarında dolaşan ünlü bir çete başıdır.
(Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet)
Yaşar Kemal'in çocukluğu Çırçır fabrikasında çalışmaya başladığı gün bitecekti; ama onun zekâsına ve öğrenme aşkına dayanamayan Kadirli eşrafı Yaşar Kemal'in okuyabilmesi için hatırı sayılır bir para toplayarak kendisine vermek istedi.
Bu teklifi nefsine ağır bulan Yaşar Kemal parayı kabul etmedi.
Türk Maarif Cemiyeti'nin sınavlarını kazanarak ortaokulu yatılı okumaya hak kazandı; ama edebiyat aşkı ve bazı hastalıklar onun devamsızlıktan okuldan atılmasına neden oldu.
Yaşar Kemal ve Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand
Özgürlük ve ekmek arasında bir mücadele devri
Yaşar Kemal ilk defa 1943 tarihinde tutuklandığında henüz 20 yaşındaydı. 1950 yılında arzuhalcilik yaptığı sırada ise Komünist Parti kurmak ithamıyla tutuklanarak 4 ay hapiste kaldı.
Bu süreçte işkence gördü ve ilk defa hapishane ortamının ağır koşullarıyla gerçek manada tanıştı. Onun tutuklanmasına neden olan hadiseyi şu sözlerle anlatacaktı;
Kadirlili bir çocuk komünist propagandası yaparken yakalanmış. Ben o zamanlar Kadirlideydim, arzuhalcilik yapıyordum, küçük bir tahta kulübeydi dükkanım. Çocuğu çok dövmüşler, o da bildiği adların hepsiyle bir olmuş Çukurova'da Komünist Partisi kurmuş. Ben de o kurucular arasındaydım.
Bir sabah candarmalar geldiler, şangur şungur, ellerinde kelepçeler, birini bana taktılar savcıya, sorgu yargıcına götürdüler, oradan da doğru hapishaneye. Kadirli hapishanesinde on beş gün kaldım. Bu arada çok işler oldu. Bir ikisini anlatmadan geçemem.(Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet)
Yaşar Kemal fikirlerini söylemekten ve bunun arkasında durmaktan çekinmeyen bir kişiydi; nitekim eserlerinin poetikasını şu sözlerle açıklıyordu;
Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuva mı… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım… Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılamazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş sanata inanmıyorum.
Öte yandan arzuhalcilikle uğraştığı sırada yapılan bu tutuklamalar yalnızca jurnalcilik ve iftiralara dayanıyordu. Yaşar Kemal köylülerin bu sefil davranışlarına daha fazla dayanamayarak İstanbul'a göç etmeye karar verdi.
Bu kararda ise tek değildi, Türk edebiyatının önemli ismi Orhan Kemal de yakın arkadaşı Yaşar Kemal ile İstanbul'a gidecekti.
Orhan Kemal / Fotoğraf: orhankemal.org
Yaşar Kemal, iki kafadarın planını ve yapacakları işi yıllar sonra şöyle anlatacaktı;
Orhan Kemal'le ne iş yapacağımızı uzun uzun anlattım. Orhan Kemal'in babası o günlerde ölmüştü. Babasından da ona altı yüz lira miras kalmıştı. Orhan'la kararımızı vermiştik. Orhan daha önce Adana'da sebzecilik yapmış, sermayeyi kediye yüklemişti.
Şimdi İstanbul'a gelecek, bir el arabası alacak içine sebze dolduracak mahalle mahalle dolaşıp satacaktık. Orhan, 'sen güçlüsün' diyordu, arabayı sen sürersin, ben de bağırırım, geçinir gideriz. Ben romanlarımı, sen hikâyelerini yazarsın. Belki yazdıklarımızdan da para kazanırız.(Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet)
Yaşar Kemal, Adana'dan ayrılmadan önce dostu Abidin Dino'yu ziyaret etti. Dino, cebinde 5 lira ile İstanbul'a gitmeye karar veren Yaşar Kemal'i karşısında görünce evindeki tüm parayı bir torbaya doldurarak arkadaşına verdi.
İstanbul'a gittiğinde de Cumhuriyet gazetesinde iş bulmasının önünü açacak bağlantıları da sağladı ve arkadaşını otobüs terminaline kadar da götürdü.
Abidin Dino ile Yaşar Kemal / Fotoğraf: Pinterest
Otobüs terminalinde yaşadığı, okuyanın yüreğini ısıtan bir hadiseyi yine Yaşar Kemal, şöyle aktaracaktı:
Dolaşarak konuştuk. Otobüs kalkış saatı geldi, çağırdılar. Abidin Dino'yla öpüştük. Öpüştük ya, Abidin Bey orada öylece durdu kaldı. Otobüs beni çağırıyor. Abidin Dino'nun bana söyleyecek bir şeyi var ki söyleyemiyor.
Yanına gittim, 'Abidin Bey, bir şey mi söyleyecektiniz bana?' diye sordum. O, utana sıkıla, 'Sen oradan bana 75 kuruş versene' dedi. Her şeyi anladım. Evde ne kadar para varsa torlamış toplamış bana vermişlerdi. Seve seve ona 75 kuruşu verdim, o giderken arkasından da, 'Abidin Bey o yetmiş beş kuruş size ananızın sütü gibi helal olsun' diye bağırdım.(Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet)
İstanbul'da Cumhuriyet gazetesinde Nadir Nadi ile görüşmek üzere randevu alan Yaşar Kemal, ne zaman Cumhuriyet gazetesinin önüne gelse bekçi tarafından geri gönderiliyordu.
Mütemadiyen Nadir Nadi'nin şehir dışında olduğu söyleniyordu. Bir gün kapıdaki bekçinin Yaşar Kemal'i kovalaması üzerine merhum yazar gerçeği anlamıştı.
Eski kıyafetler ve birbirine karışmış saç baş sebebiyle bekçi kendisini Nadir Nadi ile görüştürmüyordu. Bundan sonrasını Yaşar Kemal'den dinleyecek olursak;
Şimdiki Gazeteciler Cemiyeti'nin tam karşısında bir sıra dükkân var. O zaman da o dükkânların yerinde salaş dükkânlar vardı. O dükkânlardan birinde Çingene Ahmet çalışırdı. Hoş bir adamdı. İnsancıl bir yüzü vardı. Dükkâna girdim, derdimi anlattım, 'Vay Tahsin (bekçi) vay" dedi. Cumhuriyet'e telefonu açtı, Nadir Nadi Bey karşımdaydı.
'Efendim,' dedim, 'mektubunuzu aldıktan sonra…' Tahsin Amcayla durumumu bir bir anlattım. Sonra da kapıcının hiçbir kabahati olmadığını söyledim. Kılık kıyafetimi, saçımı sakalımı anlattım.
Nadir Bey, 'Lütfen çabuk gelin' dedi. Cumhuriyet'e girdiğimde Tahsin Amca yüzüme bakamadı. Kapıda bekleyen, bir gazeteci olacak, beni aldı Nadir Nadi'nin odasına götürdü.(Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet)
Bu görüşmede Nadir Nadi, Yaşar Kemal'in hayatını bütünüyle etkileyecek bir teklif yaptı ve Cumhuriyet gazetesinin röportaj yazarı olmasını önerdi. Üstelik Yaşar Kemal'i muhasebeye göndererek 1500 lira da avans verdi.
Yaşar Kemal gazeteden çıktıktan sonra geri dönmüş ve paranın çok olduğunu belirterek iade etmek istemişse de Nadir Nadi kabul etmemişti.
Yaşar Kemal artık bir gazeteci ve adı bilinen bir yazardı. Hayatındaki bir diğer dönüm noktası da '1955 Varlık Roman Armağanı' ödülünü kazanmasıdır. Bu yarışmanın hem jürisi hem de katılımcıları rüya takımı gibiydi.
Jüride Ahmet Hamdi Tanpınar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Kemal Suut Yetkin ve Nurullah Ataç gibi edebiyatımızın ağır topları bulunuyordu.
Yaşar Kemal'in rakipleri de en az jüri kadar güçlü isimlerdi. Bu isimler arasında Kemal Tahir, Tarık Buğra ve Faik Baysal gibi önemli kişiler bulunuyordu.
Bu süreçten sonra Yaşar Kemal sayısız eser kaleme aldı ve birçok ödüle layık görüldü. Özellikle yurt dışında kazandığı ödüller arttıkça içerideki bazı kimselerin Yaşar Kemal'e duydukları nefret arttı.
İlhan Selçuk
Dönemin Cumhuriyet gazetesi yazarlarından İlhan Selçuk, bu nefreti iğneleyen "Yaşar Kemal'in Canını Okuyacağım" isimli ironi yüklü bir yazı kaleme alır;
Peki, ne yapmalıyız?
Bizim para babalarının ne yapacaklarını bilmem; ama ben ne yapacağımı biliyorum. Hele Göğceli (Yaşar Kemal) bir gelsin; bizim gazeteye adımını attığında koca gövdesini silkeleyeceğim.
Ulan Anadolu'nun tezekli köyünden çıkmışsın; deli danalar gibi oradan oraya dolaşmışsın; arzuhalcilik, su bekçiliği, kunduracı çıraklığı yapmışsın; şimdi Mitterrand'ın özel konuğu olup Fransa'ya gidersin, Fransız akademisinin 'saygıdeğer' üyelerinden ödül alırsın üstelik Türkiye'de Yazarlar Sendikası'na üyesin.
Başımıza bela mısın ulan? Sende hiç memleket, millet sevgisi yok mu?
Niye köylüyken köylülüğünü bilmedin, yerinde oturmadın?
Yoksa Nobel ödülünü de alıp başımıza mı çıkacaksın?(1982 Cumhuriyet)
Yaşar Kemal edebiyatımızın en büyüklerinden, kimilerine göre de en büyük ismiydi. Hayatının son anına kadar namuslu bir hayat yaşamanın mücadelesini veren yazar 28 Şubat 2015 senesinde aramızdan ayrıldı.
*Daha Ayrıntılı bir okuma için "Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet" eserini ve Fethi Naci'nin Yaşar Kemal'in Romancılığı isimli çalışmasını inceleyebilirsiniz.