27 Eylül 2020 günü başlayan Ermeni-Azeri savaşı 10 Kasım 2020 günü nihayet bitti gibi. Rusya’nın araya girmesiyle sağlanan ateşkes ve izleyen günlerde yerine getirilecek yükümlülükler konusunda bir ‘ağırdan alma’ gündeme gelmezse, sorunun yeniden masa başında çözülmesi için güçlü bir başlangıç yapılmış olur. Ancak kısa vadede kesin bir çözüm ihtimalinin görünmediğini belirtmekte yarar var; her şeyden önce uluslararası ‘büyük güçlerin’ anlaşması lazım, ondan sonradır ki kesin bir çözüm ihtimali yeşerebilir.
Kişi olarak, yeryüzünde yaşanan çelişki ve çatışmaların barışçıl yöntemlerle çözülmesinden yanayım; bunun mümkün olmadığını bilmeme rağmen, bu iyi niyetimi belirtmeden geçemeyeceğim. Bu kadar acı ve gözyaşından sonra masaya oturmayı akıl eden ‘kurbanlar’ umulur ki bunu fark eder, yeni bir acılar sarmalına girmeden barışçıl yollarla çözüm bulmanın başlı başına bir kazınım olduğunu anlarlar.
Sadece bu nedenle olsa bile, Rusya'nın arabuluculuğuyla Ermenistan ile Azerbaycan'ın ateşkes ilan etmesini bütün halklar için olumlu bir gelişme olarak görmekteyim.
Temennim, ateşkesin ihlal edilmemesi, Karabağ ve ilişkili sorunların uluslararası anlaşmalar ve BM'nin kararları doğrultusunda nihai çözüme kavuşturulmasıdır.
Belli bir tarihselliği olmakla birlikte, esas olarak SSCB'nin çöküşüyle birlikte ortaya çıkan Karabağ Sorunu, Ermenistan ile Azerbaycan arasında haksız bir ‘egemenlik mücadelesine’ sahne olmuş, Ermeni ve Azeri halkının ciddi zarar görmesine sebep olmuştur.
Ancak bu ‘haksız savaşın’ gerçek kurbanı Kürt halkı olmuştur. Ermenistan-Azerbaycan Savaşı nedeniyle on yıllardır Kızıl Kürdistan statüsünde yaşayan Kürt halkı ülkesini yitirmiş, eski Sovyetler Birliği ülkelerinde mülteci olarak yaşamaya mecbur edilmiş, dilini ve kültürünü de yitirerek yok olmayla yüz yüze getirilmiştir. Rusya'nın garantörlüğünde yapılan ateşkes anlaşmasında yer alan maddelerden biri de savaş nedeniyle topraklarını yitiren bölge sakinlerinin evlerine dönebileceğine işaret etmektedir.
Taraflar arasında imzalanan anlaşma metninin 7. Maddesi şöyle diyor:
“7. Yerelde yerinden edilmiş kişiler ve sığınmacılar, Dağlık Karabağ topraklarına ve çevredeki ilçelere BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin kontrolü altında döner.”
Bu, gerçek ve adil bir barışın tesisi için olumlu bir başlangıç olabilir mi? Doğrusu emin değilim; zaten ortadan kaldırılmış bir halkın yeniden var olmasına imkân verecek böylesine bir gelişmeye öncelikle savaş dışında konuşup anlaşma kabiliyeti olmayan güçler itiraz edeceklerdir.
Ne var ki çabalamadan bu sonucu kabullenmek ve kaybettiklerimizle yetinmek doğru ve yerinde bir davranış olmaz. Kızıl Kürdistan’da yaşayan Kürtler başta olmak üzere bütün Kürtler, şimdilerde mültecilik yollarında eriyip giden bir halkın ‘var olma’ ve dünyanın diğer halkları gibi kendi topraklarında ‘yaşama hakkını’ temin için harekete geçmelidirler.
Gerek anlaşmanın 7. Maddesi ve gerekse BM’nin bölgeye ilişkin yaklaşımı Kürtlerin kendi topraklarına dönmeye zemin hazırlamaktadır. Herkesin kendi topraklarına dönmesi için bir imkân yaratan 7. Maddenin Kürtlere tatbik edilmeyeceğini kimse iddia edemez. Yeter ki biz gönüllü olarak bu imkânı kullanmaktan vaz geçmeyelim. Şu andan itibaren yapacağımız en basit girişim, başta BM olmak üzere Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan devletlerini, Kürt halkının kendi topraklarına dönmesi ve sahip olduğu statüde yeni bir başlangıç yapması için üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmeye çağırmaktır.
Bütün Dünya devletleri biliyor ki, Kızıl Kürdistan Kürt milletinin yurdudur. İki devletin arasındaki çatışmanın kurbanı olduğu da bilinmektedir. Bilinen bir diğer gerçek ise, ‘barış’ gibi ulvi bir meselenin tartışıldığı şu günlerde, Kürtlerden ve haklarından hiç söz edilmemesidir. Bu açık haksızlığı ortadan kaldırmak için öncelikle Kürtler konuşmalıdır. Kerkük, Afrin, Kobane’nin hedef alınmasında nasıl bir araya gelmeyi ve tepki göstermeyi başardıysak, yok edilen Kızıl Kürdistan’ın yeniden hayat bulması için de sesimizi yükseltmeliyiz. Gerçek barışın ancak Kürtlerin de kendi topraklarına dönmesi ve milli statüleriyle yaşamasıyla mümkün olabileceği unutulmamalıdır.