Yine DEDAŞ, sıcak, gazeteciler

.

Vecdi erbay

Siyasetçiler, sendikacılar, bilumum hak savunucuları işçilerin hakları için mücadele etmeli ve DEDAŞ'ın işçileri kriminalize etme çabasını boşa çıkarmanın imkanlarını bulmalı.

Dicle Elektrik Dağıtım Şirketi (DEDAŞ) ile ilgili yüzlerce haber okumuş olmalısınız. Bu yazıların konusu özetle şöyle: DEDAŞ, her yaz elektrik verdiği illerde elektrik kesintisi uyguluyor. Kesintilerin saati ve süresi DEDAŞ'ın insafı ve vicdanı doğrultusunda belirleniyor. Kimi zaman 4 saattir kesinti ve bunu ikiye bölerek uyguluyor. Kimi zaman aralıksız 8-10 saattir.
DEDAŞ, yıllardır bu kesintileri kaçak elektrik kullanımının önüne geçmek için uyguladığını ileri sürüyordu. Yakın zamanda bu söylem, yerini 'bakım çalışması'na bıraktı.
Esas mesele ise çok basittir: DEDAŞ kar amacıyla kurulmuş bir şirkettir ve alacağını bir şekilde tahsil etmek isterken, zaman zaman elektrik sağladığı illerdeki yurttaşlarla karşı karşıya geliyor.
Burada "bir şekilde" cümlesi önemli. DEDAŞ, alacağını tahsil etmek isterken toptan bir cezalandırma yöntemine başvuruyor. Nasıl mı? Basit şekilde ifade etmeye çalışırsak: Örneğin benim DEDAŞ'a borcum var ve vakti geçtiği halde ödemedim. Bu durumda, sözleşme gereği şirketin elektriğimi kesmek, borcunu tahsil için beni dava etme hakkı var. Amenna. Ama benim elektriğimi keserken faturalarını muntazam yatıran, hiçbir borcu bulunmayan komşumun elektriğini kesmeye ne hakkı olabilir DEDAŞ'ın?
DEDAŞ bunu yapıyor. Borcunu ödemeyen bir çiftçi yüzünden onlarca köyü cezalandırıyor. Onlarca köy elektriksiz ve susuz saatler geçiriyor. Sıcağın 40 derecenin altına düşmediği yaz aylarında çocuklar, yaşlılar, hastalar şirketin amansız, hukuksuz, fütursuz şiddetiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Yukarıda hukuksuz dedim. Evet, yakın zamanda Mardinliler DEDAŞ'a açtıkları davayı kazandılar. DEDAŞ, kesintilerin bakım, onarım nedeniyle gerçekleştiği şeklinde savunma yapmış olsa da mahkeme, bu gerekçe ile yapılacak kesintinin günde 3 saatle sınırlandırılması kararı verdi.
Mahkemenin kararına itiraz eden DEDAŞ, bir yandan elektrik kesintisine devam ederken bir yandan da dezenformasyon yoluna başvuruyor. Şirket, elektrikle ilgili sıkıntıların tümünü, şikayetleri mahkeme tarafından kabul edilen yurttaşlara yüklüyor. Çiftçilerin kaçak elektrik kullanarak hint keneviri yetiştirdiğini iddia eden şirket, şikayetleri kabul gören yurttaşları da 'terörist' olmakla suçlarsa şaşırmayacağız.
DEDAŞ'ın marifetleri bununla bitmiyor elbette. Şirket, özlük hakları için talepte bulunan işçileri işten çıkardı. İşçilerin eylemi devam ederken şirket, sendikadan istifa edenleri işe geri almaya başladı. DEDAŞ'ın bu hamlesi, dağınık ve işlerini kaybetme endişesi duyan işçilerin arasına nifak tohumu sokmak anlamına geliyor.
İşçiler direnir ve sonunda haklarını alırlar. Bunun için, elbette dayanışmaya da ihtiyaç var. Siyasetçiler, sendikacılar, bilumum hak savunucuları işçilerin hakları için mücadele etmeli ve DEDAŞ'ın işçileri kriminalize etme çabasını boşa çıkarmanın imkanlarını bulmalı.
*
Mevsim normallerinin üzerinde seyrediyor sıcak hava. Uzmanlar görevlerini yerine getirerek uyarıyorlar, şu saatlerde dışarı çıkmayın diye.
Esasında uzmanların bir şey demesine de gerek yok. Diyarbakır'da güneş o kadar yakıcı ki, dışarı çıkanın nefesini kesiyor zaten.
Gelgelelim yetkililer uyuyor ya da akıllarına gelmiyor yaz aylarında çalışma saatleri ile ilgili bir düzenleme yapmak.
DEDAŞ da bildiğini okuyor. Eve ya da iş yerinde klimaya, vantilatöre hapsolan insanların elektriğini kesmekte hiçbir beis görmüyor. DEDAŞ'ın fütursuzluğu, arkasının sağlam olduğu şeklinde yorumlanıyor ve binlerce beddua ile anılıyor.
Geçenlerde Diyarbakır’daki taksi ve dolmuşlardaki klimaların 'bozuk' olduğuna değinmiştim. Yakıta yapılan zamları hatırlatarak şoförlere hak verenler oldu. Şoförler yakıta yapılan zamlarla baş etmek için klimayı açmıyorlar. Haksız değiller, eve ekmek parası götürmek zorundalar. Pekiyi. Ama şoförler klimayı açmayınca yolcular eziyet çekiyor ve sonra, sıcağın da etkisiyle, yolcular ile şoför arasındaki tartışmanın harareti birden yükseliyor.
"Temmuz da bitiyor, sabır" diyeceksiniz. Doğrudur ve zaten esas sorumlulara odaklanmayınca mesele kısır döngüye dönüşüyor. Bu nedenle, sıcak havada eziyet çektirilenlerin ah'ı yerini bulsun temennisinde bulunarak bu bahsi kapatmak istiyorum.
*
Gazetecilerin haber takibi yaparken darp edilmesi, yazdıkları nedeniyle mahkeme koridorlarında görünmesi alışıldık bir durum oldu maalesef. Kürt gazetecilerinin şafak operasyonlarıyla evlerinin basılması, mesnetsiz iddialarla tutuklanmaları da vakayı adiyeden oldu.
Gazeteciliği, ilkelerini benimseyerek meslek edinmiş insanlar baskılar nedeniyle geri adım atmıyor elbette. Serbest kaldıkları günün ertesinde işlerinin başına dönüyorlar.
Mesele şu ki gazetecinin haber yapmasının, okuyucunun haber almasının engellenmesine alışmak ve sessiz kalmak, kırıntısı kalmış demokrasinin darbelenmesinin önünü açmak anlamına geliyor.
Son hadise bir gazetecinin, Mezopotamya Ajansı muhabiri Fırat Can Arslan'ın Twitter'da bir paylaşım yapması ile gerçekleşti. Arslan ve paylaşımı paylaşan gazeteciler Sibel Yükler, Delal Akyüz, Evrim Kepenek ve Evrim Deniz gözaltına alındı. İfadeleri alınan gazeteciler yurt dışı yasağı ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Fırat Can Arslan ise tutuklandı. Arslan'ın avukatı Nuray Özdoğan, tutuklamaya gerekçe yapılan maddenin savcı ve hakimleri kapsamadığını, soruşturmanın "mağdur" olduğu iddia edilen yargı mensuplarının ısrarıyla başlatıldığını söyledi. 
Bu açıklamadan şunu anlıyoruz değil mi? Gazetecilerin evleri basılarak gözaltına alınmasının nedeni, meslektaş kıyağı, kayırmacılığı.
Bu, hukuk adına, hukukçular adına ayıp bir şeydir elbette.
Kamuya açık bir bilginin bir gazeteci tarafından haber olarak paylaşılması etrafında kopan fırtınanın, belki bir ayıbı gizlemek için olduğu da geliyor akla.
Ama bu keyfiyet içeren baskı, yara bere içinde olduğu aşikar demokrasinin bir kez daha darbelenmesi anlamına da gelmiyor mu?
Demokrasi iktidarın belirlediği sınırlardan ibaret değildir. O halde gazeteciliğine tanıklık ettiğimiz arkadaşlarımızın yanında olacağız.

Bir kitap: "koca bir yaz geçirdim,/
şimdi yorgunum biraz."
Yaz'ı, yaz aylarını anlatan çok güzel şiirler vardır Türkçede. Ama Oktay Rifat hep yaz şairi gibi gelmiştir bana. Öfkesi bile ılık bir yaz akşamı gibidir. "Yaprak" şiirinde olduğu gibi:
"Bütün yapraklarım açarsa...
Kork,
Çünkü yalnızlığım ben,
Çünkü yoksulluğum ben,
Tepeden tırnağa..."
Oktay Rifat'ın bütün şiirleri iki cilt halinde Yapı Kredi Yayınları'ndan çıktı.

Kaynak: Gazete Duvar

Kurdistan Haberleri

Üçüncü Dünya Savaşı - Arzu Yılmaz*
Eğer Danielle Mitterrand bugün burada olsaydı
Myles Caggins: Kürdistan petrolünün yeniden ihracatı için birçok adım atıldı
Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz