Yüzleşme ve sorgulama yazımın ilk bölümünde bölgemizdeki devletlerin tarihindeki katliamlarla yüzleşmesi gerektiğini, yoksa halklar arasında bir barışın mümkün olamayacağını belirtmiştim. Bu ikinci bölümde ise, Kuzey Kürt hareketlerinin bugün geldiği noktada, son 50-60 yıllık kendi tarihi ile yüzleşmesinin önemini kendimce belirtmeye çalışacağım.
Toplumsal hareketlere örgütlü olarak önderlik eden kişi ve örgütler yenilgi yaşadıklarında ve/veya önlerine koydukları hedeflere ulaşamadıklarında, neden bu noktaya gelindi sorusunu irdelemek zorundadırlar. Dersim direnişinden sonra Kürtler 49’lar adıyla anılan Kürt aydınlarının tutuklanmasıyla birlikte kendini toparlamaya başladı. 12 Mart 1971 darbesine kadar gerek yayın düzeyinde gerekse örgütlenme konusunda adımlar atıldı. Aynı zamanda Kürt ulusal kurtuluşu için de teorik ve pratik olarak bazı değerler de oluşturuldu. 1973-74’le birlikte Kürt Ulusal Hareketi hem iç dinamiklerin hem de dış dinamiklerin etkisiyle değişik gurup ve örgütsel yapılarla bir atılım yapıp kitleselleşmeye başlamıştı. 1970’lerde genelde dünyada özelde de bölgemizde esen sol radikal rüzgârlar ülkemizi de etkilediğinden her ne kadar Kürt ve Kürdistan sorunu, Kürtlerin ulusal haklarından kaynaklanan talepleri iç dinamiklere dayansa da, örgütlenme biçimi ve savunulan ideoloji dış dinamiklerin etkisi altındaydı. Kuzeyde geleneksel KDP hareketi her yönüyle iç dinamiklere dayanmaktayken diğer örgütlenen gruplar (Rızgari/Ala Rızgari hariç) şöyle ya da böyle bölünmüş uluslararası sol hareketlerin ülke düzeyinde yansımalarını temsil etmekteydiler. Öyle bir noktaya gelinmişti ki, Kürt siyasetinin temeli olan Kürtlerin kaderini tayin hakkı, ulusal talepleri savunmanın önünü; dünyadaki hangi sol akımı doğrudur, benim gurubum diğer gurupları nasıl ideolojik-politik olarak alt etmeli mantığı alıp günlük yaşama damgasını vurmuştu. 12 Eylül faşist darbesinin bu kadar rahat başarılı olması gerek Kürt Ulusal Hareketinin gerekse Türk solunun dağınık olması, amaçları yerine birbirleriyle uğraşması yüzündendi.
Askeri darbeler dönemi, muhalefet güçlerinin güç dengesi karşıtıyla eşit değilse aynı zamanda geri çekilme dönemidir. Geri çekilme demek; kadrolarını koruma, yeniden toparlanma, en geniş kesimlerle ittifak etme anlayışının gündeme geldiği bir dönemdir. Kürt hareketlerinde ise geri çekilme dönemi tam tersi olmuş, her gurup birkaç parçaya bölünmüş, bırakalım ulusal güçlerle ittifakı, kendi öz güçleriyle bile birliğini koruyamamış bir hale gelmişti. Bu durumun yarattığı sonuç ise; parçalanıp giderek küçülmeyi, kadroların güven kaybından dolayı umutsuzluğa sevk edilmelerini, davaya inançsızlığı, örgütsel olarak güç ve varlıkların küçülmesinin yanında mültecileşmeyi de beraberinde getirdi. Batı Avrupa’ya kapağı atanlar birleşik bir güç yaratıp güçlü bir kamuoyu yaratacağına, bireysel ve küçük grupların çalışmaları yeterli görüldü. Genelde bireysel olarak herkes kendi geleceğini garanti altına almaya girişince dağınıklık, güvensizlik, inançsızlık sürgün yaşamına da yansıdı.
Günümüzde gerek sürgün yaşamında, gerekse ülkede bölük pörçük olan hareketlerin önderleri arada bir geçmişle ilgili yazılar yazarken görüşlerinin değiştiğini, eski sol mantıktan ulusal değerlere dönüştükleri görülmekte. Fakat bu yazılanlarda değişen görüşler ve yanlışlıklar nelerdi yeterince yazılıp çizildiğini ya da tartışıldığını sanmıyorum. Can alıcı sorular: Savunulan ideolojik görüşlerden ziyade kurmuş oldukları örgütlerin yapılarını niye kurumlaştıramayıp lider veya liderlerin ağzından çıkacak laflara kalındığı; kadro, üye ve sempatizanların örgütte tüzel kişiliklerini, haklarını belirleyen ne bir tüzük ne de kuralları oluşturulamadığı hiç konuşulmamaktadır. Bazı önderler anılarını yazarken sanki hep haklılar, hep söyleyip yazıp çizmişler fakat diğerleri bunu yerine getirmemiş gibi başkalarını suçlayan, kendisini doğru kabul ederken aslında kişisel popülizm yapmakta, sorumluluktan kaçmaktadırlar.
Yıllarca birlikte yürüdüğü yoldaşı ile ufak bir ayrılığa düştüğünde geçmişin sorunlarını, sorumluluklarını birlikte paylaşmak yerine suçlama, yalan ve iftiralarla sanki o kişi doğuşundan beri her yaptığı yanlışmış bir mantıkla suçlu yaratılmak istenildi. Zaaflara, hatalara, yanlışlıklara birlikte çözüm aranacağına, görmemezlikten gelindi. Süreç önceden öngörülemediğinden veya becerilemediğinden uygun yapılar oluşturulamadı. Bizler niçin başaramadık, niye yapılarımız bölündü ve dağıldı gibi benzeri hayati sorulara gerçekçi yanıtlar vermeden, konuşup akıllıca değerlendirmeler yapmadan nasıl toparlanmalıyız sözleri havada kalır ve kalmaktadır. Eski yapılarının dağılmasına neden olanlar yeniden bir yapı kurmak istiyorlarsa eğer, öncelikle niye eski yapıları dağıttılar sorusunu cevaplamalı ve kendileriyle yüzleşmeleri gerekir, yoksa nasıl güven verebilirler? Eski tüfekler, yani 1960’lardan, 70’lerden beri örgüt kurup örgüt dağıtanlar, ideolojik ve politik önderlik yapanların yeniden aynı fırsatı bir daha yakalayacaklarını sanmıyorum. Eski görüş ve örgütlenme modellerinin yeni nesillere vereceği pek fazla bir şey olacağını düşünmüyorum. Eski tüfeklerin yapacağı en yararlı şey, “sol hastalık”tan arınarak kendileri ile yüzleşip anılarını yazmaktır.
Bizde yüzleşmenin olamamasının nedeni, çoğu kez bilerek ve bir tercih sonucundan değil, yetişme biçiminden, içinde yaşadığımız kültürden kaynaklanan bir davranış olduğunu da düşünüyorum. Bağımlı ilişkilerin hüküm sürdüğü toplumlarda bireyselleşmiş, özgür birey olmak istenmeyen bir özelliktir çünkü “Sözlü kültür”ün egemen olduğu Asya toplumlarında yüzleşmenin olması ender bir durumdur. “Yazılı kültür”ün egemen olduğu Batı toplumlarında ise olması gerekendir. Bizler dağları yerinden oynatma iddiasında olanlar olarak kendimizle, geçmişimizle yüzleşerek olması gerekeni yapmak zorundayız. 1970’li yıllardaki sol örgütlenmeye baktığımızda eleştiri/özeleştiri devrimcilerin, sosyalistlerin dillerinden düşmezdi. Ama gerçek anlamda bu sözcüklerin anlamına uygun bir tutum içinde olunmadı. Eleştiri ve özeleştiri daha çok şahısları, grupları veya düşünceleri mahkûm etme amaçlı kullanıldı. Ama böyle olsa bile eleştiri/özeleştiri hiçbir zaman olumlu işlevselliğini yitirmedi. Gerçek bir özeleştiri yüzleşmeye yardımcı olur, ama özeleştiri bir yüzleşme değildir.
Kuzey’de yeni nesil bir arayış ve beklenti içine girmiştir. Bu beklentilere cevap verecek oluşumlar, yeni görüşler ve bir vizyon lazımdır. Yoksa yatıp kalkıp geçmişteki sorumluları suçlama, onları bir günah keçisi haline getirme, yerden yere vurmakta çözüm değildir. Bunları sanki karşı rakipmiş gibi görmek, karşı karşıya getirmekte değildir. Bu insanları bazılarının yaptığı gibi mağdurlaştırma ya da açıklamalarını günah çıkarma olarak kabullenme de yüzleşme değildir. Ayrıca bu geçmiş sorumlulukları taşıyanlar tek muhatap olarak, her şeyde sorumlu görülmeli de demiyorum. Ayrıca 12 Eylül darbesinin hem içerde hem de dışarda çok ağır sonuçları olmuştur. O dönemi de göz önüne almak gerekmektedir. Yüzleşmek aynı zamanda hafızalarımızı geriye götürmek demektir. Eskiden önderlik edenler şimdi 70 yaşlarını geçmekte, kadrolar ise en genci 60 yaşına yaklaşmaktadır. Yüzleşmeyle yapılacak önemli noktalar yeni genç nesiller için bir yol pusulası olabilir.
1976 sonlarında katıldığım kendi gurubum olan önce Rızgari sonra da Ala Rizgari geçmişiyle yüzleşebilmiş değildir. 1991’de Fransa’dan bir kısım arkadaşların yeniden bir araya gelme çağrısıyla İsveç’te yapılan toplantılarda geçmiş ile yüzleşme ve cezaevi sürecini değerlendirmesi önerilirken ve yüzleşme ile ilgili bir fırsat yakalanmışken farklı amaçlar için gelenler öneriye ilgi duymadılar. Benim için 1991’le birlikte artık tarih olan Ala Rızgari geçmişimize baktığımda; bağlı olduğum grubun bazı politik değerlerini taşımasından gurur duymaktayım. Her şeyden önce uluslararası sol gruplaşmanın dışında oluşu, zemin olarak Kürdistan iç dinamiklerini temel alması önemli bir anlayıştı. Fakat Ortodoks’ça Marksizm-Leninizm’i savunup Kürdistan gerçeğini bu ideoloji ile açıklamaya çalışması ulusal bir hareket için geniş halk kitleleri nezdinde kabul görme şansı çok azdı. Kürt grupları arasında kardeş kavgasına girişilmeyip geçmişi temiz olması, kardeş kavgası sonucu ölüm olaylarını yapanların mahkûm edilmesi, kendi kadrolarının ellerini kana bulaştırmaması o dönemin fırtınalı günlerinde çok önemli bir tavırdı. Ayrıca kadro ve sempatizanlara bir mürit gibi bakılmaması anlayışı Kürt Ulusal Hareketine bırakılan değerli miraslardı. Fakat logosundaki kızıl yıldızın bir kenarındaki Kalaşnikof nasıl legal bir dergide logo olabiliyor, kimse bu soruyu hâlâ sormuş değil?
Rızgari dönemi pratik anlamda bir hantallık dönemiydi, bir yıl bekliyorduk ki bir yayın çıksın. Bölünmenin bir nedeni de bu hantallıktı kanımca. 1979 başlarında başlayan yeniden örgütlenme her alanda hız kazanmasına rağmen iki yıl gibi kısa bir dönemde askeri darbe gelince kesintiye uğramıştı. Her ne kadar içimizde Rızgari döneminden kalan hantallığa alışmış kaçak güreşenler olsa da. Eğer darbe biraz daha geç gelseydi sanırım bu kaçak güreşenler yeni ve hızlı bir örgütlenmeye ayak uyduramayacak, alanda kendilerini gizleyemeyeceklerdi. 1979 Eylül başından 1984 sonuna kadar cezaevinde olmamdan dolayı gerek darbe öncesi bir yıl, gerek darbe sonrası Güney Kürdistan’a geçişler sonrasında, gerekse Batı Kürdistan’da bölünmelere, dağılmalara, ortaya çıkan güvensizliğe tanık olamadım. Ülkeye girerken tutuklanıp cezaevine gelenlerden neler olduğunu dinledim. Şimdiye kadar ciddi bir yüzleşme yapılamadığı gibi, cezaevi sürecini yaşayanlar için de bir hapishane konferansı bile yapılamayınca ortalıkta yalan yanlış bir sürü görüşler dolaşmaya başladı. Hâlbuki avukatlar vasıtasıyla mahkeme tutanakları temin edilip yazılı ve sözlü tüm ifadeler bir mahkeme dosyası olarak yayınlanması bu türden yalan ve yanlışların önüne geçilebilirdi.
Geçmişle yüzleşmekten amacım bazılarını mahkûm etmek ve hesaplaşma değildir; geçmişimizle yüzleşmektir. Yüzleşme kavramı hesaplaşmadan çok daha geniş bir anlamı içerir. Hesaplaşma bir suçlu bulup mahkûm etmeyi de içerdiğinden yüzleşme kavramı bana daha doğru gelmektedir. Tekli ve sekter tutumlar, ikameci siyaset tarzı ve kendi adamını yaratma anlayışından benim grubum da kurtulmuş değildi. Bazılarına göre dün dündü bugün bugündür, dün söylediklerine kulak asmayıp tüm yazılı ve sözlü pratiklerine dönüp bakmayı bile istemez. Yeniden Biz olabilmek için, yüzleşme ve geçmişteki yanlışları onarma anlayışının hâlâ uzağında bulunmaktayız. Diğer Kürt guruplarında da bu tür bir yüzleşme tavrını görememekteyim. Yazılan anılarda kendini haklı çıkarıp birilerini mahkûm etme anlayışının egemen olduğu yazı ve yorumlardır bana göre bunlar.
Yüzleşme olayında PKK yapısını dışarıda tutmaktayım. 1977’de Kuzey Kürdistan politik ortamına birden giren bu hareket 45 yıla yakın bir döneme damgasını vurmakta. Bu yapıdan zaman zaman ayrılıp gerekçelerini yazanların anlatımları, PKK’nin iç işlerliğini, iç infazları canları pahasına yazıp anlatmaları bir anlamda kendi geçmişleri ile bir yüzleşmedir. Fakat bir bütün olarak PKK hareketi ile yüzleşmek; kuruluşundan beri yaptıklarını, iç infazlarını, diğer parçalarda gördükleri işlevleri ancak gerçek bir Hakikatleri Araştırma Komisyonu yapabilir. Bu da bugünkü şartlarda mümkün değil. Tüm dört parçadaki Kürtleri temsil eden bir ulusal birlik veya cephe bu komisyonu kurabilir veya bir parçada bağımsızlık kazanılınca o parçadaki bağımsız mahkemeler bu komisyonu kurup bu hareketi incelerler.
Kuzey Kürdistan’a bugün baktığımızda geleceğimiz rehin alınmış durumdadır. Kırk yıllık bir silahlı mücadele Kürtlere bir statü kazandıramadığı gibi öyle bir hedefleri de olmadı. Bağımsızlıktan var olan sınırları korumaya, devletleşmeye karşı çıkılmaya, ulusal değerlerin içi boşaltılmaya başlandı. Kürtler, devlet aklıyla iyi bir toplum mühendisliği planıyla rehin alındı. Hafızalar geriye götürülüp yüzleşilemezse geleceği inşa etme girişimi eksik veya sonuçsuz kalır. Şu anda görebildiğim kadarıyla Kuzey Kürtlerinin hafızayı geriye götürme mantığı; Kürt’ün duygularını, zihnini, üretkenliğini, geleceğini özgürce düşünmeden ziyade zayıflayan, daha da parçalanıp bölünen, direncini azaltan, iradesini rehine olmaktan kurtulmak için çabalamada zorlanan bir görünüm arz etmektedir. Yüzleşme birileri aleyhine bir ceza kesmek, mahkûm etmek adına da yapılmamalı, amacı yeniden ortak geleceği kurmak için birlik şartlarını yaratmak olmalıdır. Çünkü geçmiş yeniden her ne kadar bazı ortak özellikler gösterebilse de artık bir daha yaşanmaz. Hafızalar geriye gidip hatırlama kültürü aynı zamanda yakın tarihimizde olan ve kanayan bir yara olan iki Saidler olayı gibi birçok talihsiz olayların bir daha olmamasını ve “unutmak” gerektiğini de bilmek gerek.
Geçmişin olumsuz ve yenilgi dönemleri ile yüzleşemeyen toplumlar, ortak bir gelecek kurmada başarılı olamazlar. Bunun içinde yüzleşmeyi yapabilecek güçlü bir irade ve güçlü bir karakterin taşıyacağı yeni bir vizyonla ortaya çıkıp tüm farklı kesimleri bünyesine alıp birliktelik ile başarılı olacaktır.