Şeyh Sait Hareketi'nde 'Ergani'
Şeref Yalçın
Şeyh Sait Hareketi’nde, tüm bölgeler ya da şehirlerin duruşu derli toplu yazılmamış. Herkes bulunduğu yerde ya da dinlediği kişilere göre olayı anlatmıştır. Ben de bunlardan biri olacağım herhalde!
Babam M.Nuri YALÇIN (Nuro’yé İngiko) ve ağabeyim Yaşar’ın anlatılarını aktarmak istiyorum. Böylece Ergani ve çevresinin o döneme ait verilerini yazarak, tarihe not düşmesini istedim.
Öncelikle o döneme ait şahısları bir tanıyalım.
1. Madenli Kadri Bey: Kadri TAŞKIN
2. Reşit Ağa’yé Şero: Reşit KARATAŞ (Zengetil Köyü)
3. Zülfikar Ağa: Zülfikar KARATAŞ (Tılhum Köyü)
4. Nuro’yé İngıko: M.Nuri YALÇIN
5. Fuat Bey: Fuat YILDIRIM
6. Şevki Bey: Şevki YILDIRIM
7. Sıho Macır
8. Şeyh Helim: Helim ASLAN (Kotegan Köyü)
9. Kalhana’lı Lavit Ağa
10. Ziyaret Köyünden Ömer Ağa
11. Hemo’ye’ Hındo Dağkıran
12. Leğeri köyünden Ahmedé Fıstuj
13. Dımırlı Köyünden Temir Ağa
14. Madenli Dr. Nafiz
15. Tılkadi köyünden, Xalıté Nofo
16. Külavan Köyünden Apé Çipo (Abdullah ÖZTÜRK)
17. Ingıko köyünden Zülfo’yé Eyo
18. Çoban ömer (Ömer ağa)
19 .Şeyh Abullatif(Termıl Köyünden)
20.Şeyh İsmail(Ergani Termıl köyünden)
Benim öğrendiğim isimler bunlardan ibarettir. Umarım bu yazımdan sonra bazı hatırlamalar yapılır ve tümüyle olay anlaşılır. Bunlar işin başında olanlardır. Silahlı yakınları hariçtir.
Şimdi bunlar hakkında edindiğim bilgileri aktarmaya çalışacağım:
Bunlardan bazıları idam edildi. Bazıları kürek mahkumluğuna çarptırıldı. Bazıları silahlı çatışma sonucu şehit oldu bazıları da Suriye’ye kaçtı.
Kadri Bey: Diyarbakır Vilayeti Daimi Encümeni iken, vali olmayınca onun yerine valilik yapıyor. Vali iken üniformalı bir subay kılıcının kınıyla valilik makamının kapısını açıyor. Bunun üzerine makamında oturan Kadri Bey sinirlenerek “siz kimsiniz” diyor. Subay “-Ben 7. Kolordu komutanı Mustafa Kemal’im” diyor. Kadri Bey de cevaben: “ Ben de D.bakır halkını temsil eden, Kadri TAŞKIN’IM” diyor. “Dışarı çık, izin al, öyle gel” diyor. M.Kemal dışarı çıkıp, kapıyı çalıp, içeri giriyor. Getirdiği yazıyı imzalayıp, misafirine kahve ısmarlıyor. Çıkarken de elini sıkıp çıkıyor. M.Kemal, sert ve tutarlı, tavırlı Kadri Bey’i hazmedemiyor.
Şeyh Sait İsyanı (Başkaldırışı) olunca, Kadri Bey’i teslim almak üzere iki paşa , askerlerle birlikte evine geliyor. Kadri Bey bunlara “bir şey yapmayacağına” dair Bext verip eve davet ediyor. Kadri Bey’e “Siz Şeyh Sait’e bölge valiliğini imza ederek kabul etmişsiniz. Bu nedenle sizi tutuklamaya geldik. Fakat biz seni görmedik, siz arka kapıdan çıkıp, gidin” diyorlar.
2 saat sonra baş nazır’ı Sehé Doleké atını hazırlıyor. Bir heybenin bir gözüne altın, diğerine gümüş bırakıyor. Diğer arkadaşlarına yetişip, Suriye’ye gitmek için Safkan Arap atına binip hareket ediyor. Arpa meydanına gelince Ergani Mezra köyünden Horoz Ahmet’i görüyor. Kadri bey’i hiç sevmeyen bu adam “nereye kaçıyorsun, hani hiç korkmuyordun ” diyor. Bunun üzerine çok sinirlenen Kadri Bey “Ben kaçmayacağım, eğer devlet beni asmazsa, ben döndüğümde seni Arpa Meydanında ben asacağım” diyor. Geri dönüp, teslim oluyor.
Muhakemede:
“Bu imza senin mi?” Diye soruyorlar.
“Evet” diyor.
“Niye attın?” diyorlar.
“Kürd halkının özgürlüğü için attım.” Diyor.
Muhakeme Heyeti, Kadri Bey’in imzasını inkar etmesi için
“sen sinirlisin, bir saat dinlen öyle gel” diyorlar.
Tekrar getirildiğinde aynı şeyi söylüyor.
1.Kişi Şeyh Sait Efendi asılıyor.
2.Kişi olarak da Kadri Bey asılıyor. Kadri Bey’in ipini çingeneler de kıyıp çekmiyor. Kadri Bey boynuna ip takılırken şöyle haykırıyor. “Bu toprakların insanları için beni şehitliğe layık görmüyor musunuz? Ben şehit olmak istiyorum.” Diyor. Ayağını kürsüye kendisi vurup, şehitlik yüce makamını hak ediyor. (Ruhu şad olsun-inançları bizlere örnek olsun.)
Kadri Bey’in toprakları Ergani köylerinde Elmedin, Kabasakal ve diğer bazı köylerde mevcuttu. Sonra kızı Esma Hanım ve diğer torunları tarafından satıldı. Ergani köyleri bu aileyi yakından tanır.
Zülfükar Ağa, Hemé Hındo, Ahmet Ağa (Ahmedé Fıstuj), Lavit Ağa, Temir Ağa Elazığ’da asılıyorlar.
Fuat Bey (Şevki Beğin kardeşi,Sporcu Aziz Yıldırımın Dedesinin kardeşi), Şeyh Helim (Milletvekili Osman Aslan’ın dedesi) Ergani’nin Hersın’a Xeraba’da askerlerle çatışma sonucu ikisi de (16 arkadaşlarıyla birlikte) şehit oluyor. Zülfo’yé Eyo işkence edilip, Elazığ’da işkenceden dolayı fazla yaşamayıp ölüyor. Şevki Efendi işkence yapılıp, öldürülüyor. Bu da F.B. li Aziz Yıldırım’ın dedesi. Ömer ağa tutuklanıp, serbest bırakılıyor.
Suho Macır: Cezası idamdan kürek mahkumluğuna çevrildiği Manisa’da bir çiftlikte hapsediliyor. Aftan sonra Ergani’ye değil, kendi memleketi olan Muş’un merkez köyüne gidip yerleşiyor.
Çoban Ömer: Ağalığı çok seviyor. Jandarmalar çölde , “sen kimsin” diyorlar. O da “ben Ömer Ağayım” diyor. Jandarmalar da onu Ziyaret Köyünden Ömer Ağa zannedip, ayaklarını iplerle bağlayıp, kadana atlarla çekip, parçalayıp, öldürüyorlar.
Ahmedé Fıstuj’da sırf ağalığa özendiği için kendine Ahmed ağa dedirtiyor. Onu gerçek ağa zannedip, Elazığ’da onu da asıyorlar. Sırf ona ağa denildiği için.Bunların hiç birisinin cenazesi ailelerine verilmiyor.Mezarları hala nerde olduğu belirsizdir.
Bir grup’ta Suriye’ye kaçıyorlar. Bunlar:Reşit Ağa’ye şero, Nuri Efendi (Nuro’yé İngıko “Babam”), Xalité Nofo, Apé çuço, aileleri ve çok yakın akrabaları. Bunlar üç yılı aşkın Suriye’de kalıyorlar ve aftan sonra memleketlerine geri geliyorlar.
Bu ailelelerin ne denli sıkıntı çektiklerini anlamak için, özel olarak babamı ve başından geçeni anlatmam lazım.
Babam Ergani’nin Bervi kabilesindendir. Bu köyler 9 tane olup babamın sözü ve hatırı geçerdi. Dedesi Xıdır keya zamanında bu köylerin tümünün yetkilisi ve büyüğüymüş. Babam Rüştiye okulu mezunuydu. Berviler Karakeçi aşiretinin, Amini Binisokyo boyundandırlar.
DE EWLAT AVET ...!
Babamlar ve Yoldaşlarının yolculuğu:
Babam Tité adlı atına biniyor. Herkes atlı ve silahlı. Bunlar Karaca dağ mıntıkasına gelince, Tank Tabur Komutanı Ali Rıza Bey’in askerlerinin mevzilendiğini ve mıntıkadan geçişleri engellediklerini görüyorlar. Hemen karar veriyorlar. “Teslimde olmayacağız, geri de dönmeyeceğiz” diyorlar. Zayıf bir noktayı tespit edip, o mevzileri kurşun yağmuruna tutup, yarıp geçiyorlar.
İşte tam kurtulmuşken, babam Analığıma soruyor. “Ka péçek?” (hani kundak?) diyor. O’da “ aha şu ot yığınının üstüne attım.” Zaten kurtuluşumuz yok. Bebekte ölmek üzere. Bir damla sütüm yok. Açlıktan nasıl olsa ölecek. Bunun üzerine babam şöyle devam etti: “hemen Tité’nin yularını çevirdim. Yıldırım gibi kurşun menziline girip, attan inmeden elimi kundağa atıp, kundağı alır almaz geri döndüm. Kurşunlar sağıma soluma düşüyordu. Ama menzilden çıkmıştım artık” diyordu.. Büyük bir zevk ve zaferle arkadaşlarıma yetiştim. Artık rahatlamıştık.
Tehlikeli mıntıkayı geçtikten sonra, Kereçilerin konakladığını gördüm. Hemen kundağı alıp, bunların yanına gittim. Kendimizi tanıttım. Onlarla tanıştık Unisé Kereçi büyükleriydi.
Dedim ki “Biz Suriye’ye kaçıyoruz. Bu çocuğumuz açlıktan ölecek. Annesinin sütü kurumuş. Biz Ergani’nin şu köyündeniz. Ölürse gömersiniz yok eğer yaşarsa hayrınız olsun. Biz de bir gün dönersek siz ne isterseniz veririz.” Dedim. Bu ara kadın bebeği almış, memelerini ağzına vermişti bile. Büyük bir zevk ve iştahla şapur şupur süt emmeye başlamıştı bile bizimki. Hepimiz güldük ve mutlu olmuştuk.
Büyük bir zevkle deyip; çocuğu bizden alıp, gözyaşlarıyla vedalaştık.
“Suriye’de tam üç yılı aşkın kaldık. Bir defa yalnız memlekete geldim. Biz gelince Reşit Ağa; küçük oğlu Heydo’yu köyde (Zengetilde) annesinin yanında bırakıyor. Babam şöyle demişti. “Reşit amcam çok merak ediyordu.” Benden ricada bulundu, “ancak sen çocuğumu bana getirebilirsin. Çünkü sen 5-6 yıl Suriye’de askerlik yapmışsın. Bu yolları avucun gibi bilirsin. Bir de ben kimseye de güvenemem.” Dedi. Ben de bir ara gelip, Haydar’ı alıp döndüm. Reşit ağa rahatlamıştı. Tüm sıkıntıları bir yana küçük oğluna olan hasret bir yanaydı. Dünyalar onun olmuştu. (Reşit ağa eşi Ayşe Hanımı köyde bırakmıştır.)
“MUTLU BULUŞMA”
Babam Nuro (ya da Nuri Efendi) şöyle anlatmıştı:
“Af çıkmıştı. Evlerimize, memleketimize dönmüştük. Yaklaşık dört yıl gibi bir zaman geçmişti. Ben ile anneniz Emo, damın gölgesinde oturmuştuk. Akşam üzeriydi. Evimizin karşısında, çay kenarında iki koca dut ağacı vardı. Baktık bir kereçi gurubu gelip, yerleşmeye başladılar. Ümidimizi kestiğimiz bebeğimiz hemen hatırıma geldi ve heyecanlanmaya başladım. Olmaya ki çocuğumuz sağ olsun, bunların yanında olsun. (ben bunları düşünürken, meğerse hanım da aynı şeyleri düşünüyormuş.) Pür dikkat onlara bakıyorduk. Adeta nefes almıyorduk. Hemen yüklerini indirdiler ve bir erkekle, bir bayan ortalarında bir çocukla, bize doğru gelmeye başladılar. Adete kalbim duracaktı. Baktım, çocuğumuzu teslim ettiğimiz bay, bayan yanımıza yaklaşmıştılar, donup kalmıştık. “Selamünaleyküm” Exu dediler. Biz ayağa kalktık. Gülerek siz Nuri Ağa değil misiniz? Dediler. “Evet” dedik. İşte bu da oğlunuz dediler. Şaşırdık, önce biz hanımla birbirimize ağlayarak sarıldık. Sonra yaklaşık dört yaşına yaklaşmış, kara yağızlı, kıvırcık saçlı, gözleri parlayan bizim, bizim canımız olan bu çocuğu beraber kucaklayıp, ağlayarak adeta yaladık, yedik; şapur şupur, yılların özlemi ve acısıyla doymak bilmez şekilde bağrımıza bastık. Uçuyorduk, dünyalar bizim olmuştu. Her şey uçmaya başlayıp gidiyordu. Kafamızda yalnız sevinç ve mutluluk kalmıştı.
Oturduk, geçen günlerin ve yılların yaşantısını konuştuk. Sonunda bizden herhangi bir ücretin alınmayacağını, sadece tek ricalarının “yaz aylarında bölgenize geldiğimizde Rıza’yı bize vereceksiniz, işimiz bitince sıcak memleketlere (beri’ye) göçtüğümüzde size bırakırız” dediler. “Çünkü bu çocuk, bizim de çocuğumuz, biz ondan kopamayız” dediler. Biz de makul karşıladık. Bu isteklerini. “Bizden fazla sizin hakkınız var” dedik. Rıza ağabeyim onların tüm sanat ve özelliklerine sahipti. Çok iyi kaval ve diğer çalgı aletlerini çalardı. Onlarla bir aile gibi hep yaşadık. Ağabeyimin başı sıkışınca, bir olay olunca hemen yardıma koşarlardı.
Rıza ağabeyimin 9 oğlu, 5 kızı oldu. 1997 yılında… 73 yaşında vefat etti. Onun dört torunu şehit oldu. Bir torunu da çatışmada iki gözünden kurşunu yiyerek gazi oldu. Ve şimdi Avrupa’da yaşıyor. Bir torunu da şimdi Ergani Belediye Başkanıdır.
Babam, Suriye’den döndükten sonra, serhıldan da şehit olan yukarıda zikrettiğim Fuat Bey’in bir çocuğu ile dul kalan eşiyle (annemle) ikinci evliliğini yapıyor. O’da 1972 yılında vefat etti.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.