Simurglar
.
İsmail Beşikci
Mimurglar Vera Koyî’nin kitabı.
Vera Koyî, Simurglar, Doz Yayınları, Mart 2022, İstanbul, 302 s. Kitapta, Mehmet Sanrı’nın, Bir ‘Yol Hikayesi’ başlıklı önsözü var. (s. 5-7)
Mehmet Sanrı Bir ‘Yol Hikayesi’nde iki konuya değinmektedir. Mehmet Sanrı, Kut’ül Amare Kuşatması hakkında, İngiliz hükümetinin teşvikiyle önce subaylar sonra erler tarafından onlarca ciltlik Kut’ül Amare anıları yazıldığını belirtmektedir. Amaç, Kut’ül Amare hakkında güçlü bir bellek ve arşiv oluşturmaktır. (x)
Mehmet Sanrı 40 yılı aşkın devam eden PKK savaşında da böyle bir belleğin ve arşivin oluşmasının gereği üzerinde durmaktadır. PKK’nin herhangi bir kademesinde savaş katılan herkesin anıları yazmasının önemli olduğunu dile getirmektedir.
Mehmet Sanrı, ikinci olarak da Mart 1992’de Şırnak çevresinden onbinlerce Kürd’ün Başur’a göçtüğünü, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin bu mülteciler için Etroş Kampı’nı kurduğuna işaret etmektedir. Bu tarihten itibaren PKK’nin savaşın ana eksenini Güney’e, Başur’a çevirdiği, Başur’un istikrarsızlaştırılmasını hedef aldığı, Kürd kazanımlarını hedef aldığı vurgulanmaktadır.
***
Vera Koyî, Simurgların, Zümrüdü Anka ve Kaf Dağı’nın Doğu Kültür ve Düşünce dünyasında önemli bir yere sahip olduğuna işaret etmektedir.
Vera Koyî, simurgların, zaaf ve heveslerle, bir yığın yalan-yanlış ve aldatmacalar arasında kaybolan ama inatla küllerinden yeniden doğan, bilginin, bilgilenmenin gücüne vakıf olan bir duruşu ifade ettiğini vurgulamaktadır. (s.4)
Vera Koyî, Simurglar çalışmasında PKK’nin önemli bir unsuru Şilan’dan hareket ederek PKK tarihini yazmaya çalışmıştır.
***
Saadet, Çukurova Üniversitesi’nde öğrencidir. Bir gösteriye katılmaktan gözaltına alınmıştır. Birkaç gün sonra bırakılır. Saadet, üniversitede, faşizm, komünizm, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkı, demokrasi, kurtarılmış bölge gibi kavramlarla karşılaşır. Saadet, gösterilere, mitinglere, yürüyüşlere, toplantılara, konferanslara vs. katılmaya devam eder. Bu arada Kürdlere yaşatılan baskı zulüm inkar politikaları, uygulamaları da sık sık gündeme gelir. Gözaltına alınmalar da devam eder. En sonunda tutuklanır. Bir süre sonra cezaevinden tahliye edilir. Gözaltılar, tutuklanmalar, tahliyeler bir süre daha devam eder. Ondan sonra Saadet’e bir okul arkadaşı şöyle der : Artık okuldan ayrılmalısın ve bu şehri terk etmelisin. Artık polislerin hedefindesin, senin peşini bırakmazlar. Cezaevleri, işkenceler daha ağır bir şekilde gündeme gelebilir. Okul arkadaşı, Saadete bunu sık sık hatırlatır. Sonunda Saadet üniversiteyi ve Adana’yı terk eder. (s. 19)
Üniversiteyi, Adana’yı terk etmek, aileden uzaklaşmak, örgüte katılmak anlamına gelmektedir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin psikolojik etkilerinin yoğun bir şekilde sürdüğü bir dönemdir.
Saadet, kendi durumunu yaşayan arkadaşları ile birlikte kendini dağ yolunda bulur. Örgüte katılmıştır. ‘Şilan’ kod adını almıştır. Örgüte katılan bir kişinin ilk olarak yıkanması temin edilir. ‘Heval yıkanmalısın’ derler, yıkanmasını sağlarlar. Bu kimliğinin, varsa öbür belgelerinin, cüzdanının kontrolü anlamına gelmektedir.
Şilan’ın yolu ilk önce Cudi Dağı’na uğruyor. Orada Kürdistan’ın Güneyi’ne bir geçiş var. Yol bir süre sonra Bekaa’ya ‘Askeri Akademi’ye varıyor. Yol oradan tekrar Kürdistan sahasına dönüyor. Bu, çok geniş yelpazedeki tanıklığı biraz daha ayrıntılı bir hale getirebiliriz:
Cudi Dağı Kış Kampı, Hevalê lojistik (örgüt içinde bir toplantı), Hilal Ahmer ( Kızılay, Suriye El Muhaberatı’nın ilişkiler ağı.) Afrin, Dağdaki mücadeleye katılma, Kampa Hingo (Etroş Kampı’nın peşmergelerce denetlenmesi), Newroz’un kutlanması, Bağımsız Kadın Müfrezesi, Zağroslar, Govend Dağı, Merge Dağı, Güney Savaşı, Brakuji (1995-1996 yıllarında, PKK’nin İkinci 15 Ağustos Atılımı diyerek peşmergelerle savaşması), Tepeyê Xwedê (Kadın Grubunun savaşı), Miroz (Avaşin, Barzan Dağı ve Gerdi bölgesi arasındaki Miroz Vadisi’nin yakılması) Şirin Dağı (Barzan’da yer alan bir dağ), ) Yine Zağroslar, Hakurk, Platform ( Dağ yaşamında Platform mahkeme, sorgu işlevi görmektedir), Şilan (Şilan’ın platforma çekilmesi), Kaya altı (infazların gerçekleştirildiği alan ), Karargah ( yönetim yeri)
Bu kısa yolculuk, Şilan’ın çok geniş bir yelpazede tanıklığını gösteriyor. Vera Koyî Şİlan’ın yolculuğunu yakından izlemiş. Yukarına Etroş Kampı’ndan söz edilmişti. Simurglar’ın yazarı Vera Koyî’nin, o kampta görevli olarak çalışan bir uzman olduğunu unutmamak gerekir. Bunun ötesinde Vera Koyî’nin bir süre gerilla olduğunu, Abdullah Öcalan ’ ile de zaman zaman karşılaştıklarını, örgüt evine gidip gelen bir kişi olduğunu da bilmek gerekir.
Dağ yaşamı, dağa katılan kadınlar … Bu süreç dikkatle incelendiği zaman dağın kadınları özgürleştirmediği, kadınlara güzellik vermediği görülmektedir. Dağ yaşamının kimseyi özgürleştirmediği de dile getirilebilir. Savaşın, genel olarak bireyi ve toplumu özgürleştirmediği de söylenebilir. (s. 83-84)
Kaya Altı infazları
Türk basını, 40 yılı aşkın bir zamandır, ‘Terör örgütünde iç hesaplaşma’dan söz etmektedir. Bu süreçte binlerce gerillanın infaz edildiği vurgulanıyor. İnfaz gerekçesi olarak da devlete ajanlık yaptıkları ileri sürülüyor. Örgüt Lideri Abdullah Öcalan da bu infazları doğruluyor. (xx)
Şam’daki On Katlı Apartman
Yalnız, burada, Şilan’ın Şam’ daki bir tanıklığı gündeme geliyor. Şam merkezinde on katlı bir bina. Bu apartman Başkanlık Sarayı’nın tam karşısında yer alıyor. On katlı bu binanın giriş katında ve üçüncü katında el Muhaberat kalıyor. Bu binanın beşinci katında Türk Büyükelçiliği’nin Askeri Ataşesi’nin İrtibat Subayı kalıyor. Onuncu kat ise örgüt evi. PKK lideri Abdullah Öcalan orada kalıyor.
Şam’daki Türk Büyükelçiliği’nin Askeri Ataşesi’in İrtibat Subayı Atilla Uğur’dur. Yıllar sonra, Örgüt liderinin Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde sorgusuna ilk katılan, ‘Yüzbaşı Atilla’ olarak hafızalarda kalan kişinin Atilla Uğur olduğu anlaşılıyor. Son dönemlerde ise, Atilla Uğur’un, Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı olduğu vurgulanıyor.
Şİlan, Şam’daki örgüt evine gider-gelirken, örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın, aynı apartmanda, Türk Büyükelçiliği Askere Ataşesi, İrtibat Subayı Atilla Uğur’la komşu olduğunu fark ediyor. Ama o dönemde, bunun ne anlama geldiğinin bilincinde değil. (s. 60)
29 Nisan 2011 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde, Hafız Esat döneminde (1970-2000) Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Abdülhalim Haddam’ın verdiği bir röportaj yayımlanıyor. Abdülhalim Haddam röportajın bir yerinde, şunları söylüyor: ‘Abdullah Öcalan’a, ‘kaldığın dairenin alt katında Türk Büyükelçiliği Askeri Ataşesi kalıyor, biliyor musun’ şeklinde bir soru sordum’. ‘biliyorum’ anlamında bir söz ifade ediyor. ‘Bu bina dünyanın en güvenlikli binasıdır.’
Örgüt liderinin, Türk Büyükelçiliği Askeri Ataşesi İrtibat Subayı ile bu şekilde komşuluk ilişkisi yaşarken, gerillaların ajandır denerek yargılanması, infaz edilmesi elbette sorgulanmalıdır.
‘Kürd’e Devlet Gerekmez’ Görüşü Nasıl Oluştu?
Bundan çok daha önemli bir sorun var. PKK/KCK’de ‘Biz Kürd devletine karşıyız, Kürd’e devlet gerekmez. Bizim görevimiz Ortadoğu’daki devletleri demokratikleştirmektir. …’ şeklinde, bir görüşün, tasavvurun olduğu bilinmektedir. Bu Kürd düşüncesi değildir, devletin görüşüdür. Kürdleri baskı altında tutan devletlerin görüşüdür. Devletin bu düşünceleri Kürdlere söyletmesi, devletin çok büyük bir kazancıdır. Emekli Türk generalleri de ‘Kürd’e devlet gerekmez, Kürtlerin devleti Türk devletidir’. diyerek aynı görüşü dile getirmektedirler.
PKK 1978’de ve sonrasında, Bağımsız, Birleşik Kürdistan şiarıyla mücadeleye başlamıştı. Gelinen noktada ise (2023 sonu) Kürdleri için bir devlete gerek olmadığı vurgulanmaktadır. Buysa, Kürdlerin değil, Kürdleri müşterek olarak baskı altında tutan devletin, devletlerin programıyla hareket etmek, bu programı yaşama geçirmek için çaba göstermek anlamına gelir.
Bu mücadele sürecinde on binlerce Kürd gencinin yok edildiği bilinmektedir. Bu Kürd gençleri, ‘Demokratik Türkiye’, ‘Demokratik Irak’, ‘Demokratik İran’, ‘Demokratik Suriye’, ‘Demokratik Ortadoğu’ için mi harekete katıldılar? Bu Kürd gençlerini mücadeleye iten temel şiar ‘Bağımsız Birleşik Kürdistan’ şiarı değil miydi? ‘Demokratik Türkiye için, neden Türkler mücadele etmiyor? Bu hamallık değil mi?
Demokratik Türkiye için, en başta Türklerin mücadele etmesi gerekmez mi?
PKK/KCK Kürdlere devlet gerekmediğini vurguluyor. Ama, örneğin Filistinli Araplar için, bağımsız bir devleti bütün Müslüman ülkeler gibi, Türkiye, Irak, İran, Suriye gibi PKK/KCK’de savunuyor.
Burada önemli bir sorun daha var. ‘Demokratik Türkiye’, ‘Demokratik İran’, ‘Demokratik Irak’. ‘Demokratik Suriye’, ‘Demokratik Ortadoğu’ diyenlerin, pratik yaşamlarında uyguladıkları fiillere bakıldığında aslında demokrat kişiler olmadığı görülür. Kendi örgüt çatısı altında muhaliflere yaşam hakkı tanımayan, kendini aşağılama içerikli özeleştiriyi öne çıkaran, sınırsız eleştiri kurmunu ise yasaklayan, liderlik kültünü dokunulmaz kılıp, kutsayanların demokrat olmadıkları ve olamayacakları açıktır. Bu anlayış sahibi kişilerin herhangi bir alanda iktidar olduklarında, kendilerinden başka hiç kimseye, hiçbir gruba söz ve yaşam hakkı vermediklerini dünyadaki pratiklerinden anlayabiliriz.
Ayrıca, PKK/KCK’de, Kürdî ve Kürdistanî bir duruşu sergileyen Kürdistan Demokrat Partisi’ne, Mesut Barzani’ye karşı, Kürd kazanımlarına karşı, karşıt, düşmanca bir sürecin geliştiği de biliniyor. Bugün, PKK/KCK’ye niteliğini veren temel ilke Kürd karşıtlığı olmaktadır, Barzani düşmanlığı olmaktadır. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni istikrarsızlaştırmak, Kürd kazanımlarını etkisiz bırakmak çok önemli bir çaba olmuştur.
Bütün bu ilişkilerin, yukarıda sözü edilen on katlı apartmandaki komşuluk ilişkileri sürecinde geliştiği, temellendiği söylenebilir.
(x) Osmanlı ordusunun Nisan 1916’da İngiliz ordusuna çok büyük kayıplar verdirdiği, İngiliz ordusunu püskürttüğü dile getirilmektedir. Ama bu süreçte İngiliz ordusunun geliştirdiği savaş taktiklerinin başarıyla denendiği de anlatılmaktadır. İngiliz ordusunun, Şubat 1917’de, İkinci Kut savaşında Kut şehrini geri aldığı, Osmanlı ordusunun Kut’dan geri çekilmesinin sağladığı da anlatılıyor.
(xx) Bu konuda bir örnek şudur:
“ … Günler, haftalar yıllar geçti ve yıl 1993, mevsim kış, bir gazete haberiyle kıyametler koptu.
Gazetenin başlığı ‘Terör örgütünde iç hesaplaşma’ Haberin altındaki fotoğraf ise korkunç boyutlardaydı. Onlarca örgüt mensubu yarı çıplak haldeydi. Ölü bedenleri üst üste yığılmıştı ve bu ‘iç hesaplaşma’ olarak ele alınıyordu. Kim, neden onlarca insanın, parçalanmış cesetlerini basına verir? Çıplak halde kar yığınları üzerinde kızgın demirle dağlanan 12 beden.
Kiminin gözleri oyulmuş, kiminin parmağı kesilmiş halde 12 insan, 12 Kürd evladı. … Cesetlerin altında sağ kalmayı başaran Welat’ın sözleri balyoz gibiydi. “Bunlar içimizdeki gerçek düşmanlardı. İnfaz edilen her arkadaşın son sözü ‘Yaşasın Kürdistan’ dı.”
Ve Engizek Dağları o kış, Kürd evlatlarının kanına girmişti. Welat bu vahşetten sağ kurtulmuş, birçok riski göze alarak Şam’a ulaşmıştı. Kısaca örgütten kaçıp yine örgüte gelmişti.
Örgüt ilişkilerinde yaşamak zamanla alışkanlığa dönüşüyor. Birçok şey şaşırtıcı olmaktan çıkıyor. Ölüm, infaz, ihanet, kumpas, entrika, tuzak, ve değerden düşen hayatlar ve yaşamı hükmü altına alan, uyduruk hesaplar, ve kıskançlık, öldürücü, yıkıcı bir ağ gibi yayılıyordu ilişkilerde. Ulusal olmayan bir öncülük ve örgütsel realitenin bütün kaprisleri örgüt yaşamına yansıyor hayat içinden çıkılmaz bir hal alıyordu.
Garip bir sistem, garip bir düzen, ama kaynağı neydi?
Welat, birkaç Gün örgüt evinde dinlendikten sonra yaşadıklarını yazmaya, anlatmaya başladı. Örgüt evindeki birçok örgüt üyesi farklı deneyimler yaşasa da, yaşananlara anlam vermiyor, bir türlü içinden çıkamıyorlardı. Welat’ın sırtı hala yanık izleriyle doluydu. Vücudunun bazı yerlerinde sigara söndürülmüş yanan naylon damlatılmıştı. Bazı yerlerinde kasaturayı ateşte kızdırıp sırtını dağlamışlardı. Neden sorusunun cevabını o da tam veremiyordu. ‘Ama ben böyle bir düşmanlık ne gördüm ne okudum’ derdi. ’Biz kendi içimizde direnişe geçtik. Arkadaşlarımız son nefeslerine kadar ‘Yaşasın Kürdistan’ sloganlarıyla can verdiler’
Bölge yönetimi ‘Operasyon var’ diye acele bölgeyi terk eder. Bir gün sonra asker Engizek Dağları’na girer. Kış kampının hemen girişindeki çadırda, üst üste yığılı cesetleri gördükten sonra haberi tüm Türk Basın-yayın kuruluşlarına verir. oradan hemen ayrılırlar. Welat’ın yaşadığını bile anlamamışlardır.
12 gerillanın Engizek’lerde hunharca katledilmesi, örgüt mensupları tarafından öfke ve nefretle karşılandı. ‘Bu bir iç hesaplaşma değil, ihanettir’ Diyorlardı. İhanet, bu coğrafyada öyle ince elenip sık dokunmuş ki ihanetin nerede başlayıp nerede bittiğini anlamıyor, sadece bunun ağır sonuçların yaşıyorlardı. Bu ağır sonuç bazan ölüm bazan işkence tezgahı bazan öyle yakılıp yıkılmak oluyordu.
Ve Büyük Yoldaş’ın dünyasında nasıl olur da bunlar yaşanıyordu? Bunu ne Şilan tam olarak anladı, ne de örgütün genel çalışanları … Herkes, örgütün resmi beyanları neyse ona inanıyor, onu kabul ediyor, iç alemindeki çelişkileri sümen altı ediyorlardı. (s. 62-63)
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.