Siyaset Bilimci Dr. Arzu Yılmaz: Ortadoğu’nun ihtiyacı yeni bir toplumsal sözleşme
Dr. Arzu Yılmaz, 104. yılında Sykes-Picot’yu Evrensel'e değerlendirdi.
Cengiz Anıl BÖLÜKBAŞ
Sykes-Picot’nun kurucu bir anlaşma olmasa da geçerliliğini koruyan bir metin olarak anıldığını söyleyen Siyaset Bilimci Dr. Arzu Yılmaz, Sykes-Picot’nun gündemde olmasının Ortadoğu’daki altüst oluş olduğunu belirtti. Bu sürecin iki zorlukla karşılaştığını ifade eden Yılmaz bölgesel güçlerin kendi politikalarını hayata geçirmek için uğraştığını ve Ortadoğu’nun ihtiyacı olanın birey-toplum-devlet arasındaki ilişkileri düzenleyecek yeni bir toplumsal sözleşme olduğunu dile getirdi.
Dr. Arzu Yılmaz, 104. yılında Sykes-Picot’yu Evrensel'e değerlendirdi.
"EMPERYALİST GÜÇLERİN ROLÜNÜ ORTAYA KOYUYOR"
Sykes-Picot’yu 1920 Sevr ve 1923 Lozan antlaşmalarıyla birlikte ele almanın daha doğru olacağını söyleyen Yılmaz şunları söyledi: “Zira Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı sonrası kurulan ulus-devletler bu süreçte şekillenir. Bu haliyle, Sykes-Picot her şeyden önce Arap devletlerinin kuruluşuna dair Fransız ve Britanya güçleri arasında varılan mutabakata işaret eder; ancak, asıl önemi Ortadoğu’da sınırların değişmesi ve yeniden belirlenmesi konusunda dönemin emperyalist güçlerinin oynadığı başat rolü ortaya koymasındadır. Sonuçta, söz konusu başat rolü oynayan devletler zamanla değişse de kurulan politik sistem değişmez: Ortadoğu’da iktidarların varolma ya da hayatta kalma yetenek ve kapasitesini belirleyen temel faktör emperyalist güçlerin çıkarlarıyla uyum yetenekleridir. Belki de bu yüzden, aslında kurucu bir anlaşma niteliğine hiçbir zaman kavuşmamış olsa da Sykes-Picot yüzyıl sonra hâlâ geçerliliğini koruyan bir metin olarak anılmaya devam eder.”
"TÜRKLER SEVR’DE KÜRTLER LOZAN’DA EMPERYALİSTLERİ İŞARET EDİYOR"
Bu sürecin Türkler ve Kürtler arasındaki ilişkilere yansıması bağlamında iki noktaya açıklık getiren Yılmaz, “Türk resmi tarih yazımı ve söylemi Sykes-Picot yerine Sevr Antlaşmasını öne çıkarmayı yeğler. Zira Sykes-Picot’dan farklı olarak Sevr, Türk ulusal kurtuluş mücadelesinin vücut bulduğu Anadolu’nun paylaşımına dair bir antlaşmadır. Anadolu’nun Türk milletinin ana vatanı olarak kodlaması kurulan ulus-devletin meşruiyeti açısından işlevseldir; aynı iddiayı Arapların çoğunlukta olduğu coğrafya için diri tutmak ne ulus-devlet tahayyülü ne de politik imkanlar çerçevesinde mümkündür ve dolayısıyla özünde Arap devletlerinin kurulmasına dair bir mutabakatın metni olan Sykes-Picot antlaşması geri plana itilir” ifadelerini kullandı. Türklerin bu tercihiyle ve bu tercihin sonuçlarıyla ilişkili ve paralel bir şekilde Kürtlerin de Lozan Antlaşması konusunda seçici bir yaklaşım benimsediğini belirten Yılmaz, şunları dile getirdi: “Bundan 6 yıl önce, Radikal 2’de kaleme aldığım ‘Lozan bu işin düğüm noktası’ yazımda tartıştığım üzere, Kürtler Lozan Antlaşması’nın Kürtlerin sadece bir “devlet” olmalarının değil, bir “millet” olarak kalmalarının da önüne geçtiğini düşünür. Zira Lozan’la birlikte Kürdistan Kürtlerin birbirleriye temas bile edemeyeceği bir biçimde parçalara bölünmesini ve bölündüğü her bir parça içinde yok olmaya mahkum edilmesini ifade eder. Kürtlere göre, neredeyse yüzyıldır yaşanan tüm zulümlerin referansı Lozan’dır. Bu haliyle Lozan Antlaşması, Kürtler için Türkiye’nin kurulmasından çok, Kürtlerin ve Kürdistan’ın, deyim yerindeyse, kökünün kurutulmasını ifade eder. Fakat paradoksal olan ve Kürtlerle Türkleri yüz yıl öncesinin çözümlemesinde buluşturan, Türklerin Sevr Kürtlerin Lozan bağlamında asıl sorumlu olarak emperyalist güçleri işaret etmesidir.”
Reklam
“ABD İSTİKRARSIZLIK ARAYIŞINDA OLACAK”
Bugün, Sykes-Picot’nun yeniden gündemin ön sıralarına çıkmasının asıl nedeni ise hiç kuşkusuz Ortadoğu’daki altüst oluş olduğunu söyleyen Yılmaz, Ortadoğu’da yüz yıl önce kurulan sistemin devam ettiğini ama karşı karşıya kaldığı iki zorluk olduğunu vurguladı. Yılmaz, “Birincisi, bu sistemin sürmesini sağlayan başat aktör ve bugünün emperyalist gücü ABD ne ekonomik ne siyasi ne de askeri yönleriyle ortaya çıkan maliyeti yüklenmenin çıkarlarıyla uyuşmadığını söylüyor. ABD’nin yerini alacak yeni bir emperyal gücün yokluğunda da, Türkiye gibi bölgesel güçler ya da IŞİD gibi devlet-dışı aktörler kendi politik hedeflerini hayata geçirme fırsatı buluyor. Bu her iki örneğin de temel iddiası Ortadoğu’ya kendi ideolojik perspektifleri doğrultusunda yeni bir düzen getirmek. IŞİD, uluslararası toplumun ortaya koyduğu ortak tavır neticesinde bu iddiasının şimdilik çok uzağında. Ama Türkiye’nin iddiasına aynı güçte ve tutarlılıkla karşı çıkıldığını söylemek zor. Tarihsel devamlılık içinde bir okuma yapmak gerekirse, bugün cevap arayacağımız soru Türkiye’nin söz konusu iddiasının başta ABD olmak üzere uluslararası toplumun çıkarlarıyla ne ölçüde uyuşabileceği? Eğer son beş yılda olanlar üzerinden bakarsak, sanırım en azından şunu söylemek mümkün: ABD Ortadoğu’da başat aktör rolünü sürdürme niyeti taşımıyor olsa bile kendisinden başka bir aktörün bu rolü oynamasına ya da kendisine rağmen bir düzenin kurulmasına engel olmak için bölgede istikrar değil istikrarsızlık arayışında olacak. Bu arayışta, Türkiye gibi ‘Oyun kurucu’ kapasitesi olmayan ama ‘Oyun bozucu’ yeteneğine sahip bir aktörün desteklenmesi de şaşırtıcı olmaz”
"POLİTİK DENKLEMİ SADECE DEVLETLER ÜZERİNDEN OKUYAMAYIZ"
Mevcut sistemin sürdürülebilirliği konusunda ikinci zorluk olarak gördüğü bir toplumsal meydan okuma var olduğunu dile getiren Yılmaz, şu ifadelerle değerlendirdi:
“Bugün artık yüzyıl önce olduğu gibi Ortadoğu politik denklemini sadece devletler üzerinden okuyamayız; devlet-dışı aktörler de var. Arap Baharı bu toplumsal meydan okumanın çağdaş bir işaretiydi. Ortaya çıkan uluslararası mutabakat sonucu, işlevsiz ve şiddet uygulamaktan başka icraatı olmayan mevcut iktidarların desteklenmesi pahasına, statükonun korunması ve sınırların değişmemesi saikiyle şimdilik bastırıldı. Ancak, bu dalganın sonuna gelindiğini söyleyemeyiz. Dolayısıyla, Ortadoğu’da bir düzenin sürdürülmesi ya da kurulması bugün artık yalnızca emperyal güçlerle -ki günümüzde bu niteliğe haiz bir gücün varlığı tartışmalı- bölge devletlerinin çıkarlarda ortaklaşmasına bağlı değil. Politik bir özne olarak kapasitesi ve yetenekleri artan bireylerin ve toplumun beklenti ve rızası da bu denkleme dahil edilmek zorunda. Bu bağlamda, Ortadoğu’nun ihtiyacı olan şey de yeni devletler arası bir anlaşmadan çok birey-toplum-devlet arasındaki ilişkileri düzenleyecek yeni bir toplumsal sözleşme diye düşünüyorum.”
Evrensel
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.