Son 30 yılda sağ’da ve sol’da Misak-ı Milli sesleri - Alper Görmüş
.
Alper Görmüş
Devlet Bahçeli’nin Ege’deki Yunan adalarının çoğunun ‘bizim’ olduğunu gösteren “Denizlerdeki Misak-ı Millimiz” başlıkla haritayla verdiği poz, işin bir tarihi olmasaydı yaklaşan seçimi kutuplaşma ve milliyetçilikle kazanma hesapları yapan iktidarın bir iç politika numarası olarak algılanır, üzerinde fazla durulmazdı. Fakat işin 100 yıllık bir tarihi var ve dolayısıyla her yeni vurgu bölge ülkelerinde bu basitlikte algılanmıyor, bir gün kuvveden fiile çıkacak bir niyet olarak görülüyor. Ama biz bu tarihin son 30 yılına bakmakla yetineceğiz
Önceki yazımda Devlet Bahçeli’nin Girit, Rodos, Midilli, Sakız, Sisam gibi adaları Türkiye toprağı gibi gösteren “Denizlerdeki Misak-ı Millimiz” başlıklı haritayla verdiği pozun ( Erdoğan’ın Lozan-Adalar meselesinde ‘güncellenme’ istediği birkaç yıl önceki konuşmalarını da hatırlatarak) komşu ülkelerdeki “Türkiye Misak-ı Milli sınırlarından vaz geçmiş değil” düşüncesini iyice pekiştirdiğini dile getirmiştim.
Yazının sonunda, o yazının devamında yazacağım iki yazıdan ikincisinin (yani bu yazının) konusunu “Son 30 yılda Türkiye’den yükselen Misak-ı Milli sesleri ve konunun 2016’dan itibaren devletin bir numaralı ismi tarafından sahiplenişinin kronolojik özeti” diye belirlemiş, o noktada durmuştum.
Kesin bilgiler ve sanki bilerek muğlak bırakılmış izlenimi veren spekülatif bilgiler
Türkiye’nin ‘suya sabuna dokunmayan’, ‘pısırık’, ‘korkak’ gibi sıfatlarla anılan dış politikası 1990’ların başından itibaren ‘heyecanlı’ bir vasıf kazandı, alevlendi. Bu heyecanın en önemli girdilerinden biri de ABD’nin bölgeye müdahalesinin Türkiye’ye bir Misak-ı Milli atağı yapma imkânı verebileceğine dair beklentilerdi. Birinci ağızdan hiçbir zaman doğrulanmasa da anlatılanlara göre beklentinin ve ona bağlı projenin merkezinde Musul ve Kerkük’ün yeniden Türkiye’ye dahil edilmesi vardı. Fikrin mimarı da dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’dı.
Parantez: Yalnız ‘sağ’ın değil ‘sol’un da…
Fakat oraya gelmeden önce biraz geriye gidip Musul’un yalnızca ‘sağ’ siyasetin değil CHP’nin de hülyası olduğunu hatırlamak yerinde olur.
Eski Sakarya Milletvekili Yalçın Koçak 2004’ün sonlarında bir iddia ortaya attı. Koçak’a göre Musul’un alınması Atatürk’ün vasiyetiydi, bunu İsmet İnönü de biliyordu ve hatta İnönü Atatürk’ün bu vasiyetini Bülent Ecevit’e de iletmişti.
Nitekim Ecevit ölümünden (2006) bir yıl önce bu iddia kendisine sorulduğunda İnönü’nün kendisine şöyle dediğini açıklayacaktı: “İsmet İnönü, genel sekreteriyken beni çağırıp ‘Şartlar elvermiyordu biz alamadık. Şartlar elverdiğinde Türkiye’nin Musul’u topraklarına katması uygun ve gerekli olacaktır. Bunu hatırından çıkarma’ dedi.”
Ecevit o açıklamasında “o zaman şartlar elvermiyordu, şimdi oluşmuştur” da diyordu. Milliyet yazarı Fikret Bila bu açıklamadan sonra Ecevit’i evinde ziyaret edip, konuşmasının özellikle bu bölümüne açıklık getirmesini isteyince Ecevit şu cevabı verdi:
“Benim şartlar oluştu derken kastettiğim şudur: Türkiye, Kuzey Irak’a girmezse Kuzey Irak Güneydoğuya inecektir. Kuzey Iraktaki Kürtler siyasi olarak tek çatı altında toplanıyor, buna Güneydoğudaki Kürt kökenli vatandaşlarımızın da iştirak etmesi isteniyor. Söz konusu olan bu. Eğer tek çatı altında toplanma gerçekleşirse, geriye bağımsızlık ilanı kalır. Bu Türkiye’nin parçalanması anlamına gelir. Bunun işaretleri görünüyor. Türkiye’nin önlemini alması gerekir. Eğer geç kalırsa, bölünmeye sürüklenir. Ben geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanına çıkarak bu kaygımı ve bu görüşümü aktardım.” (Milliyet, 4 Ocak 2005).
1992: Özal Ankara’da ‘Musul’ toplantısı yapıyor ama…
Dönelim 1990’ların ilk yıllarına… ANAP milletvekili Yalçın Koçak, 1992’de Ankara Kent Otel’inde Özal’ın direktifiyle, kendisinin de katıldığı ‘Musul’ konulu bir toplantıdan söz ediyor. Koçak’a göre Özal Körfez Savaşı sırasında Musul’a girmek istemiş fakat engellemelerle karşılaşmıştı:
“Özal çıkmamak üzere girmek istedi Musul’a. 1990’da Köşk’te zirve yapıldı. Kemal Yamak Paşa ve ekibi Özal’ın bu fikrine destek çıktılar. Ancak Kenan Evren ve NATO’cu askeri grup karşı çıkarak engelledi. Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay da Özal’ın Musul’a girme kararlığını görünce istifa etti. 1998’de Evren verdiği bir mülakatta Musul’a girmek isteyen Özal’ı kendisinin durdurduğunu söylemişti.”
Koçak’ın o döneme ilişkin dikkat çekici bir iddiası daha vardı:
“Demirel’in sağ kolu olan Necmettin Cevheri, Özal’a geldi. Demirel’in ‘Özal Musul’a mehter marşıyla girerse bir daha onu iktidardan indiremeyiz’ dediğini ve bu yüzden destek vermediğini söyledi.”
Başka bir iddia: “Bush, ‘tabii, girebilirsiniz, kalabilirsiniz, bizim için sakınca yaratmaz’ dedi”
1990’ların başında ‘Musul’ başlığında dile getirilen iddialardan bir başkası da dönemin ABD Başkanı Bush’un Türkiye’ye Musul yolunu açtığına dairdi.
İddianın sahibi dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut’tu. Buna göre, irinci Körfez krizi sırasında ABD Başkanı George Bush, Özal’a “Biz güneyden gireceğiz. Siz de kuzeyden Irak’a girin. Musul ve Kerkük’te hakkınız var. Buraları alın” diyerek Türkiye’ye yeşil ışık yakmıştı. Nitekim dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut da yıllar sonra bazı eski ANAP’lı milletvekilleri ile sohbetinde, Özal ile Bush arasında şu diyaloğun yaşandığını aktarmıştı:
Bush: Sayın Özal, Kuzey Irak ve Kerkük’e girin.
Özal: Sayın Bush, bugün gir diyorsunuz. Yarın da çık dersiniz.
Bush: Kim girdiği yerden çıktı ki siz de çıkacaksınız… Kıbrıs’a girdikten sonra çıktınız mı?
1990’ların başındaki bu hararetten sonra Misak-ı Milli’nin bir parçası olarak Musul meselesi yeniden sumen altına itildi. Özellikle AK Parti iktidarının Suriye’de Esad’la, Irak’ın Kürt bölgelerinde de Barzani ile kurulan iyi ilişkiler döneminde konu bir daha hiç açılmadı. Ta ki 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gürültülü ve kararlı bir biçimde konuyu yeniden alevlendirmesine kadar…
NOT. Bu yazının çerçevesini “Son 30 yılda Türkiye’den yükselen Misak-ı Milli sesleri ve konunun 2016’dan itibaren devletin bir numaralı ismi tarafından sahiplenişinin kronolojik özeti” diye çizmiştim ama meselenin 1990-2016 arası tahminimden uzun bir yer kapladı. Dolayısıyla burada kesiyorum.
Bu durumda bu mini dizinin son bölümünün konusu şu iki bölümden oluşacak: a) Misak-ı Milli’nin 2016’dan itibaren devletin bir numaralı ismi tarafından sahiplenişinin kronolojik özeti ve b) 2016’dan sonra kurulan yeni ittifakın harcının önemli bir parçası olarak Misak-ı Milli hayali (ya da hedefi).
Kaynak / Serbesiyet
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.