Sosyolog Yusuf Ziya Döger: Kürt Aşiret yapılanması ulus devlet prototipidir

Sosyolog Yusuf Ziya Döger: Kürt Aşiret yapılanması ulus devlet prototipidir

Gazeteci Ruken Hatun Turhallı, "Kürt Aşiretlerinde Alan Koruma" kitabının oluşum süreci ile kapsamı konusunda Yusuf Ziya Döger’le kısa bir söyleşi gerçekleştirdi.

A+A-

Ruken Hatun Turhallı

Sosyolog Yusuf Ziya Döger'in kaleme aldığı "Kürt Aşiretlerinde Alan Koruma" adlı eserin I. Cildi Sîtav Yayınları tarafından Ekim 2019 tarihinde Türkiye'de yayınlandı. Kitabın oluşum süreci ile kapsamı konusunda Yusuf Ziya Döger’le kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Kitap, Kürt aşiret yapılanmasını, tarihsel ve ideolojik perspektif dışında, farklı  ele alan bir bakış açısının da mümkün olabileceğini gösteriyor.

“Kürt Aşiret yapılanmalarının günümüz ulus devlet prototipi olduğunu söyleyebiliriz. Pro-devleti, sınırları belirlenmiş bir coğrafi alanı olan ve bu alan üzerinde siyasal otoriteyi kullanarak hem üretimsel etkinlik gerçekleştirebilen hem de kendisine ait olan kültürel etkinlikleri gerçekleştiren bir güç olarak tanımlanabilir. Bu yapılanmanın günümüzdeki devlet yapılanmasıyla özdeş değil. Ancak  günümüzdeki devlet modellerine temel oluşturduğu kanaatindeyim. Kısaca, Kürd Aşiretlerinin her birisi Pro-Devlet modeliyle varlıklarını günümüze kadar aktarabilmişlerdir.”   

Kürd aşiretlerinde alan koruma kitabınızı hangi ihtiyaç üzerinden yazma gereği duydunuz?

Kürd tarih ve sosyolojisine ilgi duyup kafa yormaya başladığımdan beri, bu konularda bir şeylerin eksikliğini hep fark ettim. Ancak bunun ne olduğunu tam olarak belirleyebilmem pek kolay olmadı. Konuyla alakalı okumalarımı ilerlettikçe, bu eksikliğin daha fazla görünür olduğunun bilincine vardım. Söz konusu eksikliğin nereden kaynaklandığı konusunda kafa yormam gerektiğini düşünmeye başladım. 

İlk fark ettiğim şey, Kürd tarih ve sosyolojisinin Kürdlerin dışından birileri tarafından yazıldığı veya tahlil edildiğiydi. Bu yazım ve tahlillerin, genellikle ya Kürdler üzerinde sömürge hâkimiyeti oluşturmuş devletlerin bakış açılarıyla şekillendiği ya da Kürd olmayan ve bu etkinin dışında kalan diğer araştırmacıların Oryantalist bakış açılarıyla yazıldığıydı. Kürdlerin sosyal gerçeklikleriyle uyuşmayan bu yazımların, Kürdlere empoze edildiğini fark ettim. 

Kürdlerin kendileriyle ilgili gerçekleştirdikleri yazım ve tahlillerinde sıkıntılı bir mantığa dayandığını fark ettim.  Çünkü ya sömürgecilerin oluşturduğu bakış açılarına dayanan tahliller ya da Oryantalist etkilere dayanan tahliller ön plana çıkıyordu. Çoğunluğunda ise ileri sürülen tez veya tahlillerin devlet ricaline sunulma amacıyla hazırlanmış raporlara benzer veriler barındırdıklarıydı. 

Bu nedenlerden dolayı, Kürdlerin Tarih Sosyolojisi mantığıyla ve Kürdlerin zihin kodlarına sahip olanlarca tahlil edilmelerinin Kürdler açısından zorunluluğunu fark ettim. Belki de mesleğim icabı bu konular ve eksiklikler dikkatimi çekti. Konu üzerinde araştırmalara başladım ve beş yılın sonunda bu kitap ortaya çıktı.

Kürdler üzerine şimdiye kadar akademik yöntemlerden uzak, partilerin ideolojik gereksinimleri doğrultusunda veya yabancıların (Türkler, Araplar, Farslar ve Batılılar) yüzeysel olarak ele aldıklarını belirtiyorsunuz. Bu durum Kürd entelektüellerini hangi boyutuyla etkilemiştir?

Kürd entelektüelleri doğal olarak yukarıdaki nedenlerle kendilerine dışarıdan sunulan verilerle olup biteni değerlendirme yoluna giderek, Kürdleri tahlil etmeye yönlendirilmişlerdir. Bu durum, kendi toplumu hakkında zihinsel karmaşa yaşamlarına neden olmuştur.  Bu zihinsel karmaşa, ortaya koydukları veriler üzerinden rahatlıkla gözlenebilmektedir. 

Çünkü ortaya koydukları tahlil ve değerlendirmelere odaklanıldığında genellikle düşünsel anlamda ideolojik perspektiflerin etkisi altında kaldıklarını görebilmekteyiz. Kendi toplumunu değerlendirme konusu yaptıklarında bu ideolojik etki rahatlıkla görülebilmektedir.  Bu ideolojik perspektifler onların kendi toplumlarına ait sosyal dinamikleri göz ardı etmelerine neden olmuştur. Gerçi bunun tamamıyla öyle olduğunu söylemek doğru değildir ama bunu ileri sürdükleri argümanlarda görmek mümkündür. 

Tabi ki bu sonuç, devlet organizasyonuna sahip olmayan bir toplumun entelektüelleri açısından rahatça anlaşılabilir bir sonuçtur. Çünkü akademileri olmayan bir toplumun entelektüellerinin akademik kisveye büründürülmüş veya dışarıdan birileri tarafından üretilmiş bilgilerle iktifa etmeleri çok doğaldır. Devlet yapılanması ve akademileri olmayan bir toplumun üyeleri kendileri hakkında bilgi arayışına giriştiklerinde önce akademik nitelik taşıyan veri ararlar. Ancak Kürdler hakkında akademik nitelik taşıdığı ileri sürülen bilgilerin çoğunluğunda taraflı bakış açısıyla bilinçli çarpıtmaların ön plana çıkartıldığı kesindir.  Akademik disipline sahip olmayanların bunu gözlemlemesi mümkün olamamaktadır.  Sonuçta empoze edilme amacıyla yazılanların etkisi altında kalarak şekillenen bu entelektüel zihinlerin kendi toplumunu doğru veriler üzerinden ele alması da mümkün olmayacaktı.

Kürd aşiret formu, iç ihtiyaçlardan kaynaklı olarak mı yoksa dış saldırılar karşısında korunma sebebiyle mi oluşmuştur, buna göre alan koruma üzerinden nasıl şekillenmiştir?

Kürd aşiret formu, benim kanaatime göre hem iç hem de dış koşulların etkisiyle biçimlenmiştir. İç koşullar, Kürdi varlığı daim kılma ihtiyacı üzerinden gelişmiştir. Çünkü Kürdlerin yaşadığı coğrafyada merkezi otorite olma imkânı elde eden toplumların kısa veya uzun vadede varlıklarıyla birlikte ortadan kalktıklarını tarihsel verilerden okuyabiliyoruz.  Tarihin ilk üretim merkezi olan Kürdistan topraklarındaki aşiretler bu durumu süreç içerisinde gözlemleme imkânı bulmuşlardır. Bundan nasıl etkilenmeyecekleri konusunda hem coğrafi koşullarını dikkate alarak hem de ampirik verileri dikkate alarak alansal mekanda var olmanın yol ve yöntemlerini arayarak Kürd aşiret formunu oluşturmuşlardır.

Dış koşullar, bunlar daha çok tarihsel süreçteki Dünya egemenlik mücadelesiyle yakından ilişkilidirler. Kürdistan Coğrafyası Dünya egemenliğine sahip olmak için jeo-stratejik bir konumdadır. Bu nedenle tarihsel süreçte dünya egemeni olma güdüsüyle hep bir çatışma alanına dönüştürülmüştür. Kürdler bu çatışmalı ortamda varlıklarını sürdürebilmek amacıyla alansal egemenliğe dayalı olan bu aşiret formunu geliştirmişlerdir. Temel amaç çatışma ortamından en az etkilenecek bir yapı oluşturmaktı.

 Kitabınızda Kürt aşiret yapılarını devlet modelleriyle kıyaslayarak ele alıyor ve pro devlet biçimidir iddiasında bulunuyorsunuz, bahsettiğiniz Kürd aşiret pro devlet yapılanmasını biraz açar mısınız?

Günümüz devlet yapılanmaları son tahlilde Rönesans ve Fransız Devrimiyle oluşan yeni zihin dünyası çerçevesinde oluşmuşlardır.  Kürdlerden söz edilirken en az beş bin yıllık bir tarihi süreç söz konusudur. Bu süreçte kanaatimce Kürdler bilinçli olarak merkezi otoriteye dayanan bir devlet yapılanmasına gitmediler. Bunu ileriki bölümlerde açıklamaya çalışacağım. Lakin oluşturdukları Aşiret yapılanmalarının günümüz ulus devlet prototipi olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla kitap çerçevesinde bu durumu günümüz devlet yapılanmasını karşılayabilmesi için Pro-devlet modeli olarak tanımladım.

Pro-devleti, sınırları belirlenmiş bir coğrafi alanı olan ve bu alan üzerinde siyasal otoriteyi kullanarak hem üretimsel etkinlik gerçekleştirebilen hem de kendisine ait olan kültürel etkinlikleri gerçekleştiren bir güç olarak tanımlamaktayım. Bu yapılanmanın günümüzdeki devlet yapılanmasıyla özdeş olmadığını ifade etmek gerekir. Buna rağmen günümüzdeki devlet modellerine temel oluşturduğu kanaatindeyim. Kısaca Kürd Aşiretlerinin her birisi Pro-Devlet modeliyle varlıklarını günümüze kadar aktarabilmişlerdir.

 

3-049.jpg

 

Kürd aşiret yapılanmaları Orta Asya ve Arap aşiret yapılanmalarından farklı olarak nasıl şekillenmiştir, bunu alan koruma mantığı üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ota Asya ve Arap aşiretleri öncelikle tarımsal üretime yönelmiş yapılanmalar değildir. Oysa Kürd aşiretleri tarihsel süreçte tarımsal üretimin başladığı topraklarda olmaları nedeniyle tarımsal üretimi merkeze alan ve bu üretimi hem sürdürme hem de geliştirme eğilimine sahiptiler.

Tarımsal faaliyet sürdürmeyen bir yapılanmanın alana sabitlenmesi mümkün değildir.  Tarımsal faaliyete coğrafi koşulları nedeniyle yönelmeyen toplumsal yapılanmaların hayvancılığa yönelerek göçebe bir yapılanma biçimine sarılmaları doğaldır. Dolayısıyla alan koruma yerine alan bulma arayışına yönelme doğal bir durum olarak öne çıkmaktadır. Bu arayış ise sonuçta üretimsel faaliyet sürdüren toplumların alanlarını işgal veya talan etme şeklinde kendini gösterir. Orta Asya aşiretleri bu özelliklerini günümüzde kendilerinin dünyaya nizam verme yetisine sahip oluşlarıyla açıklamaktadırlar.  Oysa Çin Seddi tarihsel olarak bu özelliğin nereden kaynaklandığının belgesi olarak ortada durmaktadır. Arap aşiretleri ise alan bulma ve talan etme anlayışlarına dinsel bir kılıf bularak bu özelliklerini fetih kisvesiyle gizlemektedirler.

Sonuçta, alan Koruma üretim yapma ve varlığını daim kılma mantığına dayanırken, alan bulma talan ve işgal mantığını öncelemektedir. Kürd Aşiretleri bu nedenle ne Orta Asya aşiretlerine ne de Arap aşiretleriyle özdeş bir yapılanma göstermemektedirler.

Kürd aşiret yapılanmaları üst egemenlik yerine, alansal egemenliği önemsediler, bu durum milli bilincin oluşmasını engellerken Kürd varlığının yok olmasını engelleyip, sürekliliğini sağlamıştır diyorsunuz, bunu biraz daha açıklar mısınız?

Kürd aşiretlerinin alansal egemenliği üst egemenliğe tercih etmelerinin altında coğrafyalarının tarihsel dünya egemenlik mücadelesinin gerçekleştiği çatışma alanı içerisinde olmasıyla açıklanabilir. Ancak bu yapılanma biçimine gitmelerinde diğer etkenleri de göz ardı etmemek gerekir. Alansal egemenlik yereli dikkate aldığı için varlığın korunup daimi kılınmasında temel bir fonksiyon görevi görebilmektedir. Ancak alana odaklanan bir mantık kendisine özdeş olan bir yapının hâkimiyetini kolay kolay kabul etmez. Dolayısıyla kendi aralarında üst egemenlik oluşturma yerine dışarıdan olan bir egemenliği daha kolay biçimde yeğleyebilmektedir.

Bu nedenlerle Kürd aşiretleri tarihsel olarak Kürd varlığını ve kültürünü korumayı başarırken Rönesans ve Fransız devrimiyle yeniden şekillenen dünya zihinsel yapısına uyum sağlamaları mümkün olamamıştır. Alansal egemenliğe odaklanan zihinsel yapı uluslaşma bilincine varamamıştır. Çünkü ulus onlar için sadece kendi aşiretsel bağlarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla üst düzeyde bir ulusal birlikte ve egemenlik anlayışını oluşturmaktan uzak kalmışlardır. 

Kürd aşiret yapılanmalarının bilgiye ulaşımı nasıl olmuştur. Aynı şekilde ulaştıkları bilgileri koruma ve geliştirme konusunda kişi ve kurumları nasıl düzenlemişlerdir?

Coğrafi keşiflere kadar Kürdistan dünya bilgi dolaşımı açısından merkezi bir konuma sahipti. Bu konumu itibarıyla dünyadaki gelişmeleri kolaylıkla okuma imkânını elde edebiliyordu. Ancak coğrafi keşiflerle birlikte dünyadaki bilgi dolaşımı yol ve yön değiştirmeye başladı. Bu değişime kadar Kürdistan hem içeri hem de dışarı açısından bilgi üzerinden kurumsal yapılanmalar oluşturabilmiştir. Örneğin İslam dünyasının önemli bir felsefi ekolü olan İşrakilik gibi düşünsel mantalitelerin gelişmesine bile yol açmışlardır.

Lakin bilgi dolaşımının yol ve yön değiştirmesiyle bu avantajı kaybetmeye başladıklarını ilk fark edenlerden biri de Ehmed-i Xani olmuştur.  Xani dünyadaki değişimi görerek Kürdlerin hem yapısal hem de eğitimsel anlamda yeniden yapılandırılmış kurumlar oluşturmalarını önermiştir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi aşiretsel mantığını alansal mekanda öne çıkaran anlayışların bu kurumsal yapılanmaların önemini kavramaları mümkün olmamıştır. Dolayısıyla bilginin üretimi ve geliştirmesi noktasında dünyadaki gelişmeleri takip etme ve geliştirme düzeyi açısından geri kalmışlardır.

Kürdler de merkezi sistemlerin oluşamamasında iç ve dış etkenlerin etkisi nasıl olmuştur? Bunun oluşamamasında aşiretler arası ilişki faktörleri nelerdi?

Aşiretler arası ilişkiler dikkate alındığında özdeş yapıların ilişki biçimiyle karşılaşmaktayız. Özdeş yapılardaki ilişkide aynı konum ve güce sahip olma niteliği öne çıkmaktadır. Bu ilişki biçimi merkezi yapılanmaların ortaya çıkışına izin vermemektedir. Aşiretlerden birisinin güçlenmesi de bundan dolayı doğal olarak mümkün olamamaktaydı. Bu nedenle Kürdlerin merkezi sistem oluşturamadıklarını da ileri sürmek mümkündür. Bu konuda İdris-i Bitlis-i’nin Osmanlıdan kopardığı üst Kürd otorite imkânı özdeş güçler nedeniyle kullanılamamıştır.

Aşiretlerin özdeş güçlere sahip olması Dünya egemenlik mücadelesinde yer alan merkezi otoritelerin işine de gelmekteydi. Çünkü bu aşiretler üzerinden güç dengelerini kendi lehlerine çevirme imkanı bulabilmekteydiler. Bununla aşiretleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek aşiretler arası çatışmalarında gelişmesinde etkili olabilmişlerdir. Bu ilişkilenme biçimleri Kürdlerin kendi aralarında merkezi otorite oluşturmalarının önünde engel oluşturmuştur.

Safevi ve Osmanlılar döneminde Kürdler iç bağımsızlıklarını hangi yollarla koruyabildiler?

Osmanlı-Safevi çatışmasının geliştiği alansal mekân dikkate alındığında merkezi konum Kürdistan aşiretlerinin egemenlik alanlarıdır. Aslında bunun altında yatan temel sebep her iki yapının da kendi İslam anlayışlarını İslam dünyasına benimsetme düşüncesidir. Bunu başarabilmeleri için rakip olan İslam yorumunun ortadan kaldırılması gerekmekteydi. Çatışmanın altında bu mantık yatmaktadır. Kanaatimce Kürd aşiretleri bu durumu çok iyi biçimde okuyarak kısa vadeli ilişki biçimlerine odaklanarak iç bağımsızlıklarını bu güçlere rağmen koruyabilmişlerdir. 

Osmanlı Bizans başkentine sahip olduğunda Bizans’ın Ortodoks mezhebi üzerinden sahip olduğu otoriteyi fark etti. Osmanlı benzeri bir otoriteyi suni İslam yorumu üzerinden sağlamayı amaçlarken, Akkoyunlular ve Safeviler Şii İslam yorumu üzerinden sağlamayı amaçlamaktaydılar. Dolayısıyla bunların karşılaşma alanları Kürdistan idi. Kürd Aşiretleri bu çatışmadan en az zararla çıkmayı başarmak zorundaydılar. Bu zorunluluk alansal egemenliğin temel mantığına dayanmaktadır.  Sonuçta Kürd aşiretleri bu çatışmayı kullanarak kendi iç bağımsızlıklarını koruma yoluna gitmişlerdir.

Osmanlılar II. Mahmut döneminde Kürdlerin alan koruma yaklaşımlarını tehlikeli bulup yöneldi. O döneme kadar tehlikeli görünmeyen bu durumun, II. Mahmut tarafından tehlikeli bulunmasının nedenleri nelerdi?

Osmanlı padişahı II. Mahmut dönemine kadar, Osmanlı Avrupa’daki gelişmelerden ne kadar kötü etkilendiğinin tam anlamıyla farkında değildi. Gelişen ulusçuluk anlayışı Osmanlı’nın Avrupa’daki egemenliğini tehlikeye sokmuştur. Osmanlı İslam Dünyası üzerindeki egemenlik gücünü kaybetme tehlikesi olarak gördüğü yerel egemenliklerin (Kürd Aşiretlerine dayanan pro-devlet modellerini) gücünü kırmaya yöneldi. Bu anlamda en güçlü yerel egemenlikler Kürdlere ait idi. Osmanlı Kürdlerdeki bu yerel egemenlikleri yok ettiğinde aynı zamanda İslam dünyasına da gözdağı niteliğinde olacaktı.

İşte bu nedenlerden dolayı öncelik Kürd yerel egemenliklerine verildi. Buna gerekçe olarak da yereldeki düzensizlikler ve otorite boşluğu gösterilmeye çalışıldı. Oysa kitapta da belirtildiği gibi dönemin yabancı tanıkları bu otorite boşluğunun daha çok merkezi otoritenin egemenliğinde olan alanlardaydı. 

Şeyhlik kurumlarının belli bir dönemden sonra alan koruma yaklaşımında öncü güç haline gelmelerinde ki objektif gereksinimler nelerdi? Şeyh Abdüsselam Barzani’nin hem aşiret hem Şeyhlik Kurumu üzerinden geliştirdiği alan koruma mücadelesi nasıl ele alınabilir? Kürd ulusal mücadelesinde Barzanilerin bu temeldeki katkıları nasıl gelişti?

Kürdistan özelinde şeyhlik kurumunun etkinlik kazanmasının nedeni de Osmanlı’nın Kürd Beyliklerini tasfiyesine dayanmaktadır. Alansal egemenlik mantığına sahip olan Kürd toplumu eşrafından yoksun kalınca bunun yerine ikame edeceği bir eşraf niteliği aramaya başladı. Osmanlı yeni den düzenlemeyi amaçladığı sistemi açısından yerel egemenliğe izin vermediğinden Kürdler bunu dini kurumlar üzerinden hayata geçirmek istediler. Dini niteliğe sahip olan bu şeylerin etkinlik kazanmasını Osmanlı ilk dönemde alttan alta destekledi. Ancak alansal egemenliğe alışkın Kürdler bu kurumlar üzerinden alansal egemenliklerini yeniden tesis etmeye başlayınca Osmanlının hedefi haline geldiler. Bu konu da en iyi örnek Şeyh Ubeydullah Nehri’dir.

Kürdlerin bu konudaki gereksinimi alansal egemenlik anlayışından kaynaklanmaktaydı. Şeyh I. Abdulselam Barzani ile başlayan mücadele alansal egemenliklerini kaybeden Kürdlerin çıkış aramalarından kaynaklanmaktadır. Ancak Barzani şeyhliği Kürdistan’daki diğer Şeyhliklerden farklı olarak mücadelelerini dar alandan genişlemeyi amaçlayan ama adım adım ilerleyen bir mantığı öncelemiştir. Hata Osmanlıdan talep ettiklerine bakılırsa dar alan üzerinden gelişecek ama alanı sağlama alma düşüncesini barındırmakta olduğu kolaylıkla görülebilmektedir. 

Dolayısıyla Barzaniler bu geleneği kendileri için mihenk taşı olarak kabul etmişlerdir. Yüzyılı çok aşan Mücadele tarihleri dikkate alındığında alanı terk etmeye dayanan bir strateji geliştirmedikleri tersine alanı esas alan bir mücadele biçimi benimsedikleri görülür. Bence günümüze kadar sürdürmeyi başardıkları başarılarının altında alana odaklanan mücadele biçimleri yer almaktadır.

Günümüzde Kürdlerin alan koruma yaklaşımlarının yansımaları nasıl devam etmektedir. Küresel güçlerin Ortadoğu politikaları içerisinde Kürdlere etkileri nasıl olur?

Günümüzdeki Kürd siyasal yapılanmaları alansal egemenlik yerine ideolojik anlayışlarına ve bakışlarına dayanan egemenliği koyarak mücadele etmeye çalışmaktadırlar. Oysa ideolojik egemenlik zaman zaman alanda alansal egemenlik duvarına çarpmaktadır. Dolayısıyla ideolojik bakışla biçimlenen mücadele Kürdler içerisinde ortak bir değer üretememektedir. Ortak değer üretemeyen bu anlayışlar ise kapsayıcı olamamaktadırlar.

Bu durum Kürdistan topraklarında egemenlik oluşturan güçlerin işine gelmektedir. Bunu kullanma imkanı bulduklarında bu ideolojik bakışlı siyasal örgütlenmeleri kendi rakiplerine (devletlere) karşı koz olarak kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu nedenle söz konusu Kürd siyasal yapılanmaları Küresel güçlerin beklediği noktaya da gelememektedirler. Dolayısıyla Küresel güçlerin uzun vadeli planlarına uygun yapılanmalar olmadıkları için günümüzde Kürdler açısından olumlu sonuçlar üretememektedirler.

Kürdler de alan koruma yaklaşımı zamanın ruhuna dönüşemediği için Kürdler kendi coğrafyalarında bir Ulus – devlet yapılanmasını gerçekleştirememiştir, diyorsunuz, bu tespitinizin dayanağı nedir?

Açıkça söylemem gerekirse sorularınızın en zor cevaplanacak olanı budur. Çünkü bunu anlamlandırmak için uzun sayılacak iki yüz yıllık bir tarihi dikkate almak gerekmektedir. Ben de kitabımda son iki yüzyıllık Kürd aşiretsel yapılanma döneminin Alan Koruma mantığını kapsamadığını ileri sürmekteyim. Bunun çeşitli gerekçeleri var. Ancak burada bu gerekçelere girmeyeceğim. Bu kitabın devamı olacak son iki yüzyıldaki Kürd Aşiret görünümü üzerinde çalışmaktayım. Umarım bu sorunuzun cevabı elinizdeki kitap gibi bir kitap şeklinde ortaya konulacaktır.

Son olarak ‘Kürd Aşiretlerinde Alan Koruma’ beş bin yıllık Kürd Sosyolojisine dokunan ve bu konuyu tartışmaya açmayı amaçlayan bir ön giriş niteliğindedir. Konuya dair belki de ilk çalışmadır. Umarım Kürd entelektüellerini ideolojik sarmalın etkisinden kurtularak Kendi toplumlarını kendi bakışlarıyla ele almalarına da vesile olacaktır. 

Bir diğer beklentim ise genç nesillerin zihinsel karmaşadan kurtularak berrak bir zihinle kendi toplumlarına bakmalarının gerçekleşmesidir. Son olarak Kitap üzerinden bu konulardaki düşüncelerimi açıklama imkanı verdiğiniz için sizlere müteşekkirim.

 

Basnews

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.