Sultan Selahattin – 3
Dr. Yekta Uzunoğlu
Kürt Sultanı Selahattin 1138 yılında Tikrít’de doğar ve 4 mart 1193’de Şam’da toprağa verilir.
Selahattin’in hayatı hakındaki çoğu bilgilere bugünün teknolojisiyle ulaşmak mümkündür ama Selahattin’i dünyanın 100 unutulmayan şahsiyetinden biri yapan, onun günümüz de Suriye, Lübnan, Ürdün, Mısır,Libya diye anılan yerleri alması ve anılan bu coğrafyada hükmetmiş olması değildir.
Selahattin’e bir gün, ölüm kararları çıkartılmış 20 tane yahudi teker teker huzuruna getirilerek gösterilir ve işledikleri suçlar duyurulur.Teker teker huzuruna getirilen bu kişiler arasındaki 18. kişi getirildiğinde Selahattin, mütevazi tahtından aniden sıçrayarak kalkar ve bu 18.yi göstererek “Bu kimdir?” der.
”Bu kişi Yahudiler'in ermiş dedikleri, borç vermek istemeyen Natan’dır,” denir. ”Emrediyorum hemen onu bırakın,” der ve Natan’ı yanına çağırır. Yanına korkuyla yaklaşan bu kişiyi Selahattin kucaklar ve ”Sen benim merhum kardeşime ne kadar benziyorsun, gerçekten sen Yahudi misin, Kürt olmayasın,” diye sorar. Natan, Yahudi olduğunu ve tek suçunun faizle borç para vermek istememek olduğunu, ölümü hak etmediğini, onu suçlayan hakimlerin çoğunluğunun onun sözlerine inanmadıklarını ve bu nedenle de adil yargılamadıklarını söyler.
O inanılmaz şartlardaki tanışmadan sonra Natan bir ömür boyunca Selahattin’in en yakın dostu, sırdaşı ve yoldaşı olmakla kalmaz, bazen de ona dostluk hukuku çerçevesinde kasalarla altın verir.
Natan, Selahattin’in kişiliğinin aşığıdır. Hayal edip de olabileceğine inanmadığı bir şahsiyet modelini Selahattin’de bulur.
Natan, salt bir tüccar değildir, aynı zamanda tarihle yakından ilgilenen, servetinin büyük bir kısmını bulduğu tarihi eserleri satın alabilmek ve üzerlerinde çalışabilmek için harcayan ve vaktinin geri kalan kısmını felsefeye adamış bir bilgedir. Parayı, bilime yaklaşırken önüne çıkabilecek engelleri kaldırmak için ve bilime daha rahat ulaşabilmek için kazanır.
Selahattin’in dünya varlığının tahtın, tacın ve zenginliğin çok uzağında yaşayan kişiliğine hayran olur ve onu tanımak, o kişiliğe hep yakın olmak ister.
Natan’la Selahattin’in arasındaki dostluk ve Natan’la Kürtler arasındaki ilişki aile olmaya kadar gider.
Bir Alman asilzadesi olan Von Filnek, Selahattin’in soyundan gelen bir kadınla evlenir ve çocuk sahibi olur ve akabinde rivayete göre, Selahattin’in ordusuyla girdiği bir savaşta öldürülür ama her nedense kendisine eş edindiği bu kadında yok olur ve çocuk yaşındaki kızları Blanda von Filnek yetim kalır.
Bu yetim çocuğu kendi soyundan olduğu için Selahattin’in kardeşi Asad evlat edinir ve Blanda’ya kürtçe Reşe ismini verir. Ancak, Asad sürekli cephelerde savaştığından, çocuğa yeteri kadar zaman ayıramaz ve ona layık olduğu kadar bakamadığı duygusuna kapılır.
Çocuğu olmayan Natan, Asad’ın izni ile Blanda’yı kşrt.e ismiyle Reşê’yi evlat edinir. Reşê, artık Natanın herşeyidir. Natan Reşê için bir de Kürt bir bakıcı bulur. Bakıcı kadın yine Selahattin’in aşiretindendir ve adı Dayê’dir.
Kürtçede anne kelimesinin karşılığı Da ya da Dê demektir.
Dayê birleşik olarak ismin vokativ hali yani çağırma ve seslenme halidir ama o dönemin tarihçileri kürçeyi bilmediklerinden Dayê’yi isim olarak algılarlar ve tarihe isim olarak geçerler.
Natan’a Reşê’nin bakımında Selahattin’in maliyede dahil işlerinin yöneticisi olan kızkardeşi Sitah’da sıkça yardım eder. Artık onlar gerçek bir ailedirler.
Natan, o dönemin en ünlü aydını olduğundan ”Ermiş Natan” diye çağrılır ve anılır ( almanca Nathan der Weisse ).
Natan, o dönemde ortadoğunun en tanınmış bilimadamı, aydını ve ermişidir. Reşê’nin babasının ölmesine rağmen, Reşê’nin babası Alman olduğu için Reşê’ye hristiyanlığı da tanıması için hristiyan dadılar da tutar.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.