Sushi, tarikat ve suikast - Yıldıray Oğur*
.
Yıldıray Oğur
Shinzo Abe'yi el yapımı bir silahla öldüren 42 yaşındaki Tetsuya Yamagami ifadesinde cinayeti annesinin bütün varlığını kaptırıp aileyi iflas ettirdiği bir tarikat yüzünden işlediğini söyledi. Fakat, ne polis, ne siyasetçiler ne de gazeteler günlerce o tarikatın adını vermedi. Çünkü hikayenin gerisinde Japonya’nın karanlık tarihi geçmişinden kimsenin artık açmak istemediği sayfalar vardı.
1980’lerin başlarına kadar Sushi, ABD’de bile bilinmeyen bir yiyecekti.
Bir Japon yemeği olan Sushi’yi dünyanın en popüler yiyecekleri arasına sokan ise 1980 yılında New York’ta verilen bir vaaz oldu.
Vaazı veren kişi 60 yaşındaki Koreli Rahip Sun Myung Moon’du.
Birleştirme Kilisesi ya da bizdeki bilinen adıyla Moon Tarikatı’nın Mesih’iydi Rahip Moon.
Kore’de Konfüçyüs inancına mensup bir ailede doğmuş, ailesi 30’larda Protestan olmuştu.
Tarikatın resmi tarihine göre 1936 yılında henüz 16 yaşındayken bir Paskalya Bayramı’nda Hz. İsa, Moon’a göründü ve çarmıha gerildiği için yarım bıraktığını işini tamamlamasını istedi.
O da ömrünü bu misyona adadı.
İkinci Dünya Savaşı bitip, Kore Japon işgalinden kurtulunca Moon, tebliğe başladı.
“Kutsal İlkeler” adlı tarikatın kutsal kitabını yazdı.
1946 yılında tebliğ için komünistlerin kontrolündeki Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’a gitti ve orada tutuklandı.
34 ay çalışma kampında tutuklu kaldı. Ancak 1950’de Kore Savaşı sırasında uluslararası güçler kampı ele geçirince serbest kalabildi.
Bu tutukluluk Moon’u ateşli bir anti-komünist yaptı.
Savaştan sonra Amerika’nın himayesindeki Güney Kore’nin başkenti Seul’de 1954 yılında Birleştirme Kilisesi’ni kurdu.
Kilise, Hristiyanlığın hızla yayıldığı ülkede birkaç yıl içinde milyonlarca müride ulaştı.
Birleştirme Kilisesi’nin 50’lerin sonlarından itibaren en çok güçlendiği ülke ise eski düşman, yeni komşu Japonya’ydı.
Rahip Moon, Japonya’da kendisine çok güçlü hamiler bulmuştu.
Ama hamileri onun Mesihliğinden çok anti-komünist olmasıyla ilgiliydi.
O güçlü hamilerinden biri kendisini “dünyadaki en zengin Faşist” olarak tanıtan işadamı Ryoichi Sasakawa’ydı.
Sasakawa, ülkenin en zengin ve güçlü adamlarından biriydi.
Gücü sadece parasından gelmiyordu.
Japon mafyası Yakuza’nın İngilizce’deki “godfather”, bizde “mafyababası”na denk gelen ”Kuromaku”suydu. (Kara Perde)
İki savaş arasında Japonya para militer gençlik organizasyonlarına liderlik etmiş, faşist eğilimli partilerin kurucusu olmuştu.
Faşizme gönülden bağlıydı, Faşist İtalya ile Japonya ilişkilerini geliştirmek için İtalya’ya gidip Mussolini ile görüşmüştü.
Moon’un bir diğer hamisi de Sasakawa’nın faşist yoldaşı Yoshio Kodama’ydı.
Samuray ailesinden gelen Kodama, ülkenin güçlü Kurmaku’sydu. Yakuzaları birleştirmiş, 200 bin kişilik küçük bir mafya ordusunun başına geçmişti.
İki savaş arası Japonya’sında Çin’le barış yanlısı siyasetçilerin öldürülmesi, Başbakana suikast girişimi gibi pek çok kriminal faaliyetin arkasında onun aşırı sağcı para militer grupları vardı.
Çin’de afyon kaçakçılığından elde ettiği servetle Asya’nın en zengin adamlarından biri haline gelmişti.
Siyaseten inanmış bir Japon milliyetçisi, yine inanmış bir anti-komünist ve Çin karşıtıydı.
Sasakawa ve Kodama, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Japon donanmasına askeri malzeme almaktan, Kamikazeleri desteklemeye kadar bütün güçlerini Japon imparatorluğunun yayılmacı emelleri için kullandılar.
Kodama’nın kurduğu istihbarat örgütü Çin’de sahada aktif rol oynadı.
Savaşı Japonya kaybedince Amerikan güçleri tarafından tutuklandılar ve Japonların Nurnberg’i Tokyo Duruşmaları’nda en üst düzey savaş suçluların yer aldığı Class A grubu içinde yargılandılar.
Savaş suçlularının tutulduğu Sugamo Hapishanesi’nde tanıştıkları bir başka Class A savaş suçlusu 10 yıl sonra Japonya’nın Başbakan’ı olacaktı: Nobusuke Kishi.
Kishi, 2. Dünya Savaşı yıllarında Japon hükümetindeki bakanlardan biriydi, savaşın öncesinde de Japonların işgal ettiği Çin toprağı Mançurya’nın ekonomisini yönetmişti.
Savaşı Japonya kaybedince Kishi de tutuklandı.
Sugamo Hapishanesi’nde günlerini Kodama ve Sasakawa ile siyaset konuşarak, gazeteleri okuyarak ve idam edilecekleri günü bekleyerek geçirdi.
Ama Amerikalılar, bu üçlünün de aralarında olduğu anti-komünist ve Çin karşıtı Class A grubu içindeki savaş suçlularının bir kısmını yeni Japonya’da faydalı olacakları inancıyla serbest bıraktı.
Aralarında Kodama’nın da olduğu bazı eski savaş suçlularının Amerikan askeri istihbaratı tarafından istihdam edildiği iddia edildi.
Japonya, savaştan sonra ABD tarafından teslim alınmıştı.
1947 yılında hazırlanan Japon Anayasası’nın dokuzuncu maddesiyle Japonya askeri iddialarından vazgeçmişti:
“Adalet ve düzene dayalı bir uluslararası barışı içtenlikle arzulayan Japon halkı, ulusun egemen bir hakkı olarak savaşı ve uluslararası anlaşmazlıkları çözmenin bir yolu olarak tehdit veya güç kullanımını sonsuza dek reddeder.
(2) Bir önceki paragrafın amacını gerçekleştirmek üzere kara, deniz ve hava kuvvetleri ile diğer savaş potansiyeli asla sürdürülemeyecektir. Devletin savaşma hakkı tanınmayacaktır.”
Bu anayasayla Japonya’nın sadece savunma amaçlı teçhizatla zayıf bir ordu kurması mümkündü.
1952 yılında imzalanan Amerikan-Japon Güvenlik Anlaşması’yla Japonya’daki Amerika üsleri ve güçleri kalıcı hale gelmişti.
O yıllarda Japon siyasetinde ABD hegemonyasına karşı çıkan Japon Sosyalist Partisi güçleniyordu.
Başbakan Shigeru Yoshida’nin başında olduğu Liberal Partisi ise Amerikan mandasını kabul etmişti.
Kodama ve Sasakawa gibi Japon milliyetçileri için bu içe sindirilebilecek bir teslimiyet değildi.
Ama bir taraftan ülkedeki sosyalist tehlikesine karşı da Amerika ile işbirliği içindeydiler.
Güçlenen Sosyalist Partisi’ne karşı sağ blokta milliyetçi bir parti kurulması için Yoshio Kodama, Çin’den 72 milyon yen getirdi, Ichiro Hatoyama’ya teslim etti ve Japon Demokrat Partisi kuruldu.
Kodama, parti kuruluşu için para vermekle kalmadı, Amerikan-Japon Güvenlik Anlaşması’nı imzaladığı için teslimiyetçi olarak görünen Başbakan Shigeru Yoshida’nın devrilmesi için de çalıştı.
Bu sırada Yoshida bir suikast girişiminden kurtuldu.
Ama daha sonra baskılara dayanmayarak koltuğunu Hatayoma’ya bıraktı.
1955 yılındaki seçimlerden Japon Demokrat Parti birinci çıktı.
Seçimlerden sonra Japon Demokrat Parti ve Japon Liberal Parti birleşti ve Liberal Demokrat Parti kuruldu.
Böylece Japon siyasetinde hala süren “1955 sistemi” olarak adlandırılan dönem başladı.
İki partili ama Liberal Demokrat Parti’nin domine ettiği sistem siyaset bilimi literatürüne “hakim parti” modeli olarak geçti.
Fakat parti içinde Amerika ile ilişkiler ve Anayasa’nın 9. Maddesi üzerinde süren tartışmalar milliyetçiler ile ılımlılar arasındaki mücadeleyi artırdı.
1957 yılında yine Kodama ve Sasakawa, nüfusuyla partinin liderliğine ve Başbakanlığa eski hapishane arkadaşlarını Nobusuke Kishi’yi taşıdılar.
Soğuk Savaşı’n ortaya çıkardığı ortak düşman Japon milliyetçilerinin Amerikan karşıtlığı hislerini törpülemişti.
Kishi 1957’de gittiği Washington’da 10 yıl önceki bir savaş suçlusu değil, bir müttefik olarak ağırlanmıştı.
Yine de Kishi, İkinci Dünya Savaşı’nda silahsızlandırılmış Japonya’yı Anayasa’da bir maddeyle güvence altına alınmış mutlak pasifisizmden kurtarmak istiyordu.
Bunun için Amerikalılarla pazarlıklara başladı.
Nihayet Amerikan-Japon güvenlik anlaşmasını bir miktar yumuşatmayı başardı.
Fakat ülkedeki Amerikan üsleri korunuyordu.
Kishi, anlaşmanın imzalanması için ABD Başkanı Eisenhower’i Tokyo’ya davet etti. Bu İkinci Dünya Savaşı ve Hiroşima-Nagazaki sonrası Japonya’ya ilk ABD Başkanı ziyareti olacaktı.
Ama anlaşmanın yenilenmesi ve Eisehower’in ziyaret takvimi Amerikan üslerine tamamen karşı olan Japon Sosyalist Partisi taraftarlarını sokaklara döktü.
Nisan 1960’da Kore’de ABD destekli diktatör Syngman Rhee’yi deviren protestolar Japonlara da ilham kaynağı olmuştu.
Gösteriler sürerken 1 Mayıs günü İncirlik Üssü’den kalkan Amerikan U2 casus uçağı Sovyetler tarafından vurulması ABD ve SSCB’yi savaş aşamasına getirmişti.
Bu casus uçaklarının bir kısmının Japonya’daki ABD üslerinde olması, Japonlarda yeni bir nükleer savaşın hedefi olma korkularını artırmıştı.
Sosyalist Parti milletvekilleri Japon meclisi Diet’ten Amerikan-Japon Güvenlik Anlaşması’nın geçirilmemesi için kürsü işgaline başladı.
Mayıs sonunda tatile girecek Meclis’ten anlaşma geçirilmezse Eisenhower ziyareti de iptal olabilirdi.
19 Mayıs günü Başbakan Kishi radikal bir karar verdi, Meclis’e polisi soktu, muhalefet milletvekillerini zor kullanarak salondan çıkarttı.
Mecliste yaşananlar sokaklardaki eylemleri büyüttü.
Eisenhower’in ziyaretlerinin hazırlıkları için Tokyo’ya gelen başkanın özel sekreterinin aracı protestocu kalabalıkların arasında kaldı.
Milyonlarca Japon güvenlik anlaşmasının Japonca’daki kısaltması olan ANPO protestoları için sokaklardaydı.
15 Haziran’da protestolara polisin müdahalesi sırasında bir üniversite öğrencisi kız hayatını kaybetti.
Öfke doruğa yükseldi.
Milyonlarca protestocu sokaklardayken ABD Başkanının Tokya’ya gelmesi mümkün değildi.
Başbakan Kishi en büyük destekçisi Kodama’dan destek istedi.
Kodama, 150 bin kişilik bir silahlı sivil güvenlik gücünü sokaklarda protestocuları dağıtmak ve Eisenhower’ın güvenliğini sağlamak için organize edebileceğini vaad etti.
Fakat Kish’inin bu tehlikeli önerisi hem kabine hem de Amerikalılar tarafından kabul edilmedi.
Nihayet Kishi, Eisenhower ziyaretini iptal etmek zorunda kaldı.
Washington’a giderek anlaşmayı Beyaz Saray’da imzaladı.
Tokyo’ya döndükten sonra anlaşmadan rahatsız bir kişinin bıçaklı saldırısına uğradı.
Sekiz bıçak darbesi aldı ama bıçak atar damarlarına denk gelmediği için kurtuldu. Kısa bir süre sonra da Başbakanlıktan istifa etti.
İstifası yüzünden “komünistleri” suçladı.
Birkaç ay sonra Japonya başka bir suikast girişimiyle sarsıldı.
Bu kez Başbakan ı istifa ettirmiş, Eisenhower ziyaretini engelletmiş Japon Sosyalist Partisi’nin lideri Inejiro Asanuma’nın Tokyo’daki bir salon toplantısı sırasında karşısına samuray kılıçlı bir saldırgan çıkmıştı.
Sosyalist lider o kadar şanslı değildi ve aldığı darbelerle hayatını kaybetti.
Suikastın faili aşırı sağcı bir gençti.
Parmaklar Kodama ve Yakuza çetelerine doğru uzanıyordu.
Ama ispatlanamadı.
Gücünü artırmış Kodama, dava arkadaşı Sasakawa ile birlikte Liberal Demokrat Parti’nin yeni liderini ve başbakanı belirledi.
Üç eski Class A savaş suçlusu, bundan sonra hayatlarını komünizmle mücadeleye adamışlardı.
Komünizmle mücadelede yanlarına milyonlarca takipçisi olan bir dini tarikatı da almışlardı.
Koreli Rahip Sun Myung Moon’un Moon Tarikatı’nı.
İşbirliği 1950’lerin sonlarında başladı.
Maocu güçlere karşı iç savaşa kaybedince Tavyan’a çekilen ve Çin Cumhuriyeti’ni kuran Çan Kay Şek’in çağrısıyla Asya Halkları Anti Komünist Ligi kuruldu.
Ligin kurucuları arasında daha sonra Kore’nin başına geçecek Park Chung Hee, Yoshio Kodama, Ryiochi Sasakawa ile birlikte Birleştirme Kilisesi’nden Rahip Moon’un adamları vardı.
1984 yılında ölen Yoshio Kodama’nın adı 1965 yılında Endonezya’da Sukarno’nun devrilmesinden, Peru’nun Japon asıllı diktatörü Fujimoro’nun desteklenmesine ve İrangate skandalına karıştı.
Ryiochi Sasakawa ise 1995 yılında ölene kadar komünizme karşı mücadele etti.
Carter’ın arkadaşı oldu, Vatikan’a bağışlar yaptı.
Moon Tarikatı ise zengin Japon yakuza liderlerinin desteğiyle 60’lı yıllardan sonra gücünü artırdı.
1961’de Kore’de iktidara darbeyle anti-komünist Park Chung Hee’nin geçmesinin ardından Rahip Moon başkanın sağ kolu haline geldi.
Moon, 1965’de ilk kez ABD’ye giderek, anti-komünist fikirleriyle bilinen Başkan Eisenhower ile görüştü.
Tarikat Kore’de o kadar güçlenmişti ki 1975’de Kuzey Kore’nin sınırda Güney’e açılan gizli tüneller yaptığının ortaya çıkması üzerine olağanüstü hal ilan edilen Güney Kore’de milyonlarca insanın katıldığı ülke tarihinin en büyük gösterilerinden biri Rahip Moon öncülüğünde düzenlenmişti.
1965’de Moon Tarikatı’nın öncülüğünde Kore’de kurulan Uluslararası Komünizme Karşı Zafer Federasyonu’nun üye sayısı 4 milyona yakındı.
Federasyonun onursal yöneticisi eski Japon Başbakan’ı Kishi’ydi.
Kishi, Birleştirme Kilisesi’nin Japonya’daki hamilerinden biriydi.
Kilisenin Tokyo’da açtığı ilk genel merkezin arsasını Kishi bağışlamıştı.
Tarikatın Japonya’daki müttefiki her zaman Liberal Demokrat Parti oldu.
Japonya’da hızla büyüyen tarikatın üyeleri 70’li yıllarda LDP’li politikacıların seçim kampanyalarında gönüllü olarak çalıştılar.
O politikacılardan biri Shintaro Abe’ydi.
Abe’nin bütün kampanyasını Moonist denen Moon tarikatı müritleri sırtlanmıştı.
Abe, politikacı bir aileden geliyordu.
Babası Kan Abe eski bir parlamenterdi.
1951 yılında Yoko Kishi ile evlenmişti. Böylece kayınbabası da bir politikacı olmuştu: Altı yıl sonra Başbakan olacak Nobosuke Kishi.
Başbakanın damadı olarak 1958 yılında babasının boşalttığı parlamentodaki koltuğa seçildi.
Çiftin üç oğulları oldu.
1954 yılında doğan ortanca oğullarının adı Shinzo Abe’ydi.
Shinzon Abe de babasının ve büyük babasının izinden gitti.
Bu arada Japonya’da güçlenen Moon Tarikatı, hedefi biraz daha büyütmüştü.
Yeni fethedilecek ülke ABD’ydi.
Rahip Moon, çoğunluğu Japon binlerce müridiyle birlikte 1971’de ABD’ye ‘hicret’ etti.
ABD’de Hristiyanlık Krizde başlıklı konferanslar verdi.
ABD’de de siyasetten uzak durmadı.
Başkan Nixon ile iyi ilişkiler kurdu.
1974’de Nixon, Watergate Skandalı’yla sarsılırken, Beyaz Saray’ın önünde Rahip Moon ve binlerce müridi günlerce Nixon için dua etti.
Moon Tarikatı 70’lerde Amerika’da kült tarikat tartışmalarının ortasında kaldı, hakkında soruşturmalar açıldı.
Ama tarikat Rahip Moon’un yönlendirilmesiyle ABD’de önemli bir insan ve para varlığına ulaştı.
Özellikle de ‘Mesih’in davetine icabet edip Japonya’dan ABD’ye yaşamaya gelen müritlerle.
Onlardan biri Takeshi Yashiro’ydu.
Bir Japon protestan rahibi babanın oğluyken ‘Mesih’in davetine uyarak ABD’ye göç etmişti.
Moon tarikatına girdiği için bütün ailesinin yüz çevirdiği genç adam, Rahip Moon’un son vaazını dinlemek üzere 13 Temmuz 1980 günü diğer binlerce müritle birlikte New York’a giderek New Yorker Oteli’nin balo salonundaki yerini aldı.
Vaazın başlığı biraz tuhaftı “Ton Balığının Yolunda”
Moon sahneye çıktı ve müritlerine ton balığı işine girmelerini tavsiye etti.
Tarikat daha önce Alaska’da balık işletmeleri kurmuştu. Ama Rahip Moon bu kez Japon balık kültürünü ABD’ye taşımayı tavsiye ediyordu.
Her şeyi de düşünmüştü:
“Tekne yapımından başlayarak tüm sistemi kurdum. Tekneleri yaptıktan sonra balıkları yakalayıp pazar için işliyoruz ve sonra bir dağıtım ağım var. Bu sadece çizim tahtasında değil, zaten yaptım.”
Vaazı dinleyen ve sondaki yemini de eden Takeshi Yashiro, tavsiyeleri emir telakki etti ve arkadaşlarıyla True Worlds Food’u kurdu.
https://www.nytimes.com/interactive/2021/11/05/magazine/sushi-us.html
Şirket kurduğu zincir lokantalar ve dağıtım ağıyla sushinin önce Amerikalıların daha sonra ise bütün Batılıların damak tadına girmesini sağladı.
Sushi ile ekonomik gücünü artıran Moon Tarikatı, 1982 yılında Washington Times gazetesini kurdu, kitlesel evlilik törenleriyle bütün dünyanın ilgisini çekti.
1989’da komünizmin yıkılmasından sonra tarikat kendine yeni misyonlar belirledi, önce dinlerarası diyalog, sonra umut…
Bu amaçla dünyanın her yerinde toplantılar düzenlediler.
Toplantılarına dünyanın her yerinden siyasetçiler, entelektüeller, ünlüler davet edildi.
2006 yılında düzenledikleri toplantıların birine tebrik mesajı gönderenlerden biri Japonya’nın 52 yaşındaki yeni Başbakanı’ydı: Shinzo Abe.
Abe, tarikatla ailesinden miras kalan güçlü ilişkileri sürdürdü.
Daha geçen yıl tarikatın düzenlediği toplantıya ABD Başkanı Trump ile birlikte bir video mesaj göndermişti.
Ama Abe, dedesinden sadece Moon Tarikatı ilişkilerini miras olarak almamıştı. “Ben Shintaro Abe’nin oğluyum ama genlerim Nobusuke Kishi’den gelmedir” diyen Abe, geçen hafta Karar’da çıkan Japon siyaseti konusunda uzman siyaset bilimci Hasan Kösebalaban’ın yazısında detaylı olarak anlatıldığı gibi dedesi başbakan Kishi gibi Japonya’nın pasifist halinden memnun değildi, Anayasa’nın 9. maddesini değiştirmek istiyordu.
https://www.karar.com/gorusler/soguk-savas-sonrasinin-en-onemli-figuruydu-1674638
Fakat o görevdeyken Japonlar bu riske girmek istemediler. Abe de deden miras anayasal reformu yapamadan Başbakanlık’tan sağlık koşulları yüzünden ayrıldı.
Ama Ukrayna savaşı ve Çin’in artan agresif politikaları, Almanya, İsveç ve Finlandiya gibi Japonya’yı da tedirgin etti, Japon halkı Abe’nin dededen miras kalan işini tamamlamasına sıcak bakabilirdi.
Ama geçen hafta el yapımı bir tabanca buna izin vermedi.
Abe’yi el yapımı bir silahla vurduktan sonra yakalanan eski deniz piyadesi 42 yaşındaki Tetsuya Yamagami ifadesinde cinayeti annesinin bütün varlığını kaptırıp aileyi iflas ettirdiği bir tarikat yüzünden işlediğini söyledi.
Fakat, ne polis, ne siyasetçiler ne de gazeteler günlerce o tarikatın adını vermediler.
Tabii ki bu tarikatla Abe’nin ilişkisi de anlaşılamadı. Tarikatın adı birkaç muhalif sitede haber oldu.
Nihayet günler sonra Birleştirme Kilisesi’nin Japonya şubesinin başındaki Tomihiro Tanaka, katil Yamagami’nin annesinin tarikatın bir mensubu olduğunu kabul etti.
Anne Yamagami ilk olarak 1998 yılında girdiği tarikat ile 2009-1017 arasında kopmuş ama üç yıl önce yeniden ilişki kurmuş, Nara şehrinde evine yakın kilisenin ayinlerine katılmaya başlamıştı.
Abe’yi öldüren Tetsuya Yamagami’nin ifadesine anne yeniden katıldığı Moon Tarikatı’na aileyi iflas ettirecek yüklü bir bağış yapmıştı.
Bu duruma çok öfkelenen Yamagami ilk olarak tarikatın liderlerinden birini öldürmeyi planlamış, ama sıkı güvenlik yüzünden bundan vazgeçmişti.
Aklına gelen ikinci isim dedesinin Japonya’nın kapılarını açtığı Moon Tarikatı’nın güçlü bir destekçisi olan eski Başbakan Shinzo Abe oldu.
Abe’nin seçim kampanyası için şehre gelmesini bekledi ve…
Abe’nin öldürülmesinden günler sonra yapılan seçimi partisi Liberal Demokrat Parti kazandı.
Japonya’da tarikatın adından günlerce bahsedilememesinin şaşkınlığı yaşanıyor.
Bu Moon Tarikatı’nın ve onun Liberal Demokrat Parti ve medyayla kurduğu güçlü ilişkileri gösteriyor.
2012’de ölen Rahip Moon’un ardından tarikatı çocukları sürdürüyor. Tarikatın dünyada 10 milyon, Japonya’da 600 bin mensubu var.
Hala tarikatın sevgi, umut, barış gibi herkesi kesen temalarda düzenlediği yüzlerce toplantıya dünyada çok sayıda siyasetçi, entelektüel, gazeteci davet ediliyor.
90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de de örgütlenmeye çalışan Moon Tarikatı’nın toplantılarına katılan isimler çok renkli: Bülent Ecevit, Kasım Gülek, Nevzat Erkmen, Erdoğan Alkin…
Özellikle İlahiyatçılar yurtdışındaki toplantılara büyük ilgi gösteriyor.
Sebahattin Zaim, Yaşar Nuri Öztürk, Salih Tuğ, Saim Yeprem, Ömer Faruk Harman gibi isimler tarikatın toplantılarına katılmıştı.
Ankara Sheraton Hotel’de Pay Tv izlediği ortaya çıkan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz da otelde Moon tarikatının toplantısına katılmak üzere bulunuyordu.
Sonra bunun tarikatın kendisine bir komplosu olduğunu ileri sürmüştü.
En çok tartışılan davetlilerden biri CHP lideri Baykal olmuştu. 1997’de 28 Şubat postmodern darbe girişiminde aktif rol oynamış Baykal olmuştu. aylar sonra Washington’a Moon Tarikatı’nın toplantısına gidince çok eleştirildi. Baykal da kendisini “ ‘‘Tüm dinleri birleştirme gibi bir fantezisi var. Daveti değerlendirerek kafa dinlemeye geldim’’ diyerek kendini savundu.
Moon tarikatın toplantılarının en eski Türk müdavimlerinden biri olan eski CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, ömrünün son yıllarında Fetullah Gülen’le yakınlaşmış ve vaziyeti üzerine cenaze namazını Gülen kıldırmıştı.
Sıkı bir anti-komünist CHP’li olan Gülek’in tam olarak hangi Moon bağlantılı toplantılara katıldığı bilinmiyor.
50’li ve 60’li yılların soğuk savaş şartlarında Türkiye’de anti-komünist faaliyetler ve ABD ilişkisi üzerinde çok fazla tevatür olan ama mutlaka incelenmesi gereken bir konu.
Özellikle de Dünya Anti Komünist Ligi toplantılarına Türkiye’den kimlerin davetli olduğunu ortaya çıkarmak önemli olacaktır.
Belki araştırmaya İstanbul’daki bir antikacıda hala satışta olan Dünya Anti Komünist Ligi toplantısına katılanlara dağıtılmış bu saatten başlanılabilir.
Kaynak / Serbesiyet
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.