Tahir Elçi davası: Şüpheli polisler yine tutuklanmadı, duruşma 14 Temmuz’a ertelendi
.
Diyarbakır Baro Başkanı iken 28 Kasım 2015’te Suriçi’nde Dört Ayaklı Minare önünde öldürülen Tahir Elçi davasının ikinci duruşması bugün görüldü.
2 Ekim’de görülen ilk duruşmada avukatlar reddi hâkim talebinde bulunmuştu. Ancak bu talep kabul edilmemişti. Davanın ikinci duruşması aynı heyet tarafından görülürken şüpheli polislerin tutuklanması talebi yine reddedildi ancak polislere yurt dışına çıkış yasağı getirildi. Duruşma 14 Temmuz’a ertelendi.
Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya 1'i ihraç olmak üzere 3 polis memuru ve 1 firari PKK’linin sanık olarak yargılandığı duruşmaya Elçi’nin eşi Türkan Elçi ve Elçi ailesinin avukatları, Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın, Van, Urfa, Mardin, Batman, İstanbul barolarından avukatlar, Uluslararası Af Örgütü Temsilcileri, CHP’li ve HDP’li vekiller katıldı.
“Bizim arkamızda devlet de yok devler de”
Mahkeme, Türkan Elçi’nin katılma talebini kabul ederek ilk olarak kendisine söz verdi. Avukatların oluşturduğu sosyal medyadaki Tahir Elçi Davası adlı hesaptan aktarıldığına göre, Türkan Elçi şunları söyledi:
“Bilindiği üzere yüz otuz iki gün önce bu salonda uzun yılların ardından açılan bir cinayet dosyasının adalet arayışının ilk adımları atılacaktı, umutluyduk. Beş yılı aşkın bir zaman da geçmiş olsa umutluyduk. Toplumda yaşadığımız genel atmosfer düşünüldüğünde "umut" sözcüğü çoğu insan için inandırıcılığını yitirmiş olabilir, fakat gerçek bir mağdur hiçbir zaman umut etmekten vazgeçmez vazgeçemez, çünkü umut onların yaşam dayanağıdır. Çoğu kayıp yakınından dinlediğim hikayelerde gidenlerin günün birinde kapıdan içeriye gireceklerine, geri döneceklerine inandıkları gibi ben de adaletin tecelli etmesi gerektiğine hep inandım. Yüz otuz iki gün önce ‘adalet dağıtıcısı olarak addedilen makamınıza saygımız var, çünkü mağdur vekili olarak yapılan haksızlıkların adaletle buluşması için hukuka inanan bir insanın ruhunun mahkeme duvarlarında izi var’ şeklinde meramımızı anlatacaktık, fakat saygı duyduğumuz makam bizi dışarıya atmakla tehdit etti. Makamınıza birilerini salondan atma olanağı tanındığını bilebilecek durumdayız, fakat bir yetki vicdani ve empati gibi değerlerden uzaklaştığında ortada iletişimi koparacak ve güveni sarsacak bir güç kalır.
İlk duruşmada usul tartışması hususunda gösterilen direnç sanıkların salonda hazır bulundurulması konusunda da gösterilmiş olsaydı, yargılamanın sıhhatle yapılmasının olanakları yaratılsaydı, taraflara objektif yaklaşıldığına, adaletin tecellisi için gayret edildiğine kanaat getirilecekti. Zımni de olsa bir yargıç, taraflara meylini hissettirdiğinde eşitlik ilkesinin varlığından söz etmek ne derece doğru olacaktır? Bir yargı makamı kendini adaletin hizmetinde değil de devletin bir memuru olarak görüyor ve sanık sandalyesinde devletin menfaati için çalıştığını iddia eden polisleri yargılama hususunda hassas davrandığını hissettiriyorsa bunun keyfi bir yaklaşım olduğu, keyfiliğin vicdanları yaraladığı da bilinmelidir. Bir yargıcın meylini hissettirme konusunda Hz. Ömer Ebu Musa'ya gönderdiği mektupta ‘Duruşma salonundaki yerlerinde ve duruşma anındaki bakışlarında taraflara eşit muamele et ki onlardan zengin olanlar adaletsizlik yapacağı zannını hissetmesinler, zayıf olanlar da adaletsizliğe uğrayacaklarını hatırlarına getirmesinler’ der. Yargıcın tarafsız olması kadar tarafsız görünmesinin hissettirilmesi de önem arz eder ve bu nedenledir ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 10. maddesinde ‘Herkesin hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine suç yüklenirken tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır’ denir. Yargı makamından tarafsız, objektif, bağımsız ve başkalarından farklı tutulmamayı istemek de biz vatandaşların en doğal hakkıdır ve adil yargılanma hakkımızın temelini oluşturmaktadır. Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayet dosyasında maktul olarak yer alan, koca bir şehrin baro başkanı, ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adamış Tahir Elçi; toplumun kaosa sürüklendiği, sokaklarda bombaların patlatıldığı, silahların gece gündüz susmak nedir bilmediği, masum insanların zarar gördüğü bir gidişata hiç kimsenin cesaret edip dur diyemediği bir anda sadece kendi insani duygularının etkisiyle ve savaşa karşı durmak gerektiğine olan inancıyla son sözlerini dile getirdiği anda katledildi. Ölümler karşısında kendini sorumlu hissetmesi bana Karl Jaspers 'ın bu sözlerini hatırlatır: ‘İnsanlar arasında insan olmalarından gelen bir dayanışma vardır ve bundan ötürü herkes karşı sorumludur, bilhassa da kişinin tanıklığında işlenen yahut bilmiyor olamayacağı suçlara karşı. Bunları önlemek için elimden geleni yapmıyorsam ben de suç ortağıyım demektir. Diğer insanların öldürülmesini önlemek için hayatımı tehlikeye atmamışsam, sessiz kalmışsam kendimi hukuken, siyaseten ve ahlaken hiçbir şekilde anlaşılamayacak bir biçimde suçlu hissederim, tüm bunların ardından hala yaşıyor oluşum bana kefareti ödenemez bir suçluluk yükler.’
Bugün ben de bu salonda bunu içtenlikle dile getirmek isterim ki; bir insan olarak insanların ölümünden duyulan mahcubiyeti yüreğinde hisseden bir baro başkanını katledenlerin cezalandırılması yönünde mücadele etmememiz de bize kefareti ödenemez bir suçluluk yükleyecektir... Bu talep bir eşin talebi olduğu kadar, bir suçun cezasız kalmaması için sıradan bir vatandaşın insani bir talebi olarak da kabul edebilirsiniz. Yaşanan insanlık dramının karşısında kendini sorumlu hisseden birinin, kaosa mahal verecek şiddet dilini reddederek savaşa karşı olduğunu, savaşın taraflarından çekinmeden samimiyet ve cesaretle dile getirdiği esnada katledilmesi toplumda yankı bulmuş, ölümü esefle karşılanmıştır. Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayetin acısını dile getirip faillerin cezalandırılmasını talep ettiğim kadar bu menfur cinayetin, toplumun üzerindeki tezahürünün de göz ardı edilmemesi gerektiği hususuna dikkat çekerek adaletin tecelli edeceği beklentisinin toplumun umudu haline geldiğini de belirtmek isterim.
Sonu bir mabedin ayakları altında dramla biten bir senaryonun yazarlarının bulunup cezalandırılması huzur ve güven içinde bir ülkede yaşamamız açısından elzemdir. O daracık sokakta başrolleriyle, figüranlarıyla oynanan oyunun senaristinin, yönetmeninin, kurşunu sıkanın bilinemeyeceği veya işlenen suçun taksiren olduğu inandırıcı değildir. Hukuk devleti ilkesi gereği, yaşadığımız mağduriyetin hukuksal çözümünü yargı mekanizmasına bırakmayı gerektirir. Yetkililerin yaşanan mağduriyet karşısında sessiz kalması, olanakların adaletin tecellisi için kullanılmaması, hukuka ve makamlara olan güveni zedeler. İşlenen cinayetle kanayan yaranın onarılma görevinin yargıya düştüğü, kamu düzeninde karşılaşılan her türlü haksızlığın yargı makamlarınca çözülebileceği, adaleti tesis edebilme rolüyle toplumsal barışın ve huzurun sağlanacağı unutulmamalıdır, yargı toplumsal yaraları adaletle onarma işleviyle mükelleftir. Yargı makamlarının adalet dağıtıcısı olarak tanrısallaştırılmış işlevini yerine getirmemesi, suçluların cezalandırılmaması neticesinde yargı hanesinde tarih boyunca hatırlanacak bir leke olarak yerini alacaktır. Davaya katılmama karar verilmesini talep ediyorum.”
Tahir Elçi’nin kardeşleri Mehmet Elçi ve Ömer Elçi de şikayetçi olduklarını ve davaya katılmak isteklerini beyan etti.
“Faili meçhullerden herkesi korumak istiyoruz”
Müştekiler adına müşteki vekili Avukat Beydağ Tıraş Öneri katılma taleplerinin nedenlerini şöyle açıkladı: “Bu kamu davasının iddianamesinin 35. sayfasından itibaren 37. sayfa arasında; Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sorumlu olan faillerinin tespitinde yaşanan güçlükler, olay yeri incelemelerindeki imkansızlıklar, neden bazı incelemelerin yapılamadığı ve can güvenliği nedeniyle yapılamayan keşiflerin gerekçeleri açıklanıyor. Bir başka anlatımla iddia faaliyetinde ve soruşturmada eksikliklerin gerekçeleri iddianamenin konusu haline dönüşmüş olduğu anlaşılıyor. İddia faaliyetinin gerçekleştirilmesi, kovuşturmanın devlet tarafından yürütülmesinin amacı suçların cezasız bırakılmaması düşüncesidir. Devlet tarafından yürütülmek demek Cumhuriyet savcılığı eli ile yürütülmektir ki; ortaya kamu davası çıkar. Hukukumuzda suçtan zarar gören kişinin de kovuşturmada yer alması sağlanır. Bireysel olarak iddia makamı olamıyoruz. Toplumsal iddia yanında kendimizi var edebilmeliyiz ve bunun için kamu davasına katılmak istiyoruz. Kamu davasına katılma hakkı ve koşulları CMK 237. Maddesinde düzenlenmiştir. Davaya katılmak istiyoruz çünkü Cizreli Avukat Tahir Elçi meslektaşımızın öldürülmesi davasında “duruşma hakkımız” olduğu kanaatindeyiz. Böylece bu yargılamaya etkin ve verimli bir şekilde katılabiliriz. Sadece meslektaşımızın katledilmesi nedeniyle bizim uğradığımız zararların nasıl giderileceğini görmenin ötesinde Türkiye’de bir baro başkanının hangi gerekçelerle ve neden öldürüldüğü hakkındaki hukuki yazgının belirlendiği sürece katılmak suretiyle bu topraklar üzerinde savunma hakkıyla ilgili hukuki yazgıyı bizler de belirlemek ve yeniden hak ihlallerinin yaşanmasını istemediğimiz faili meçhullerden herkesi korumak istiyoruz. Ki böylece; bu topraklar üzerinde savunma hakkıyla ilgili hukuki yazgıyı bu davada bizler belirlemek ve yeniden yaşanmasını istemediğimiz faili meçhullerden herkesi korumak ve hak ihlallerinin tekrarını önlemek istiyoruz. Adalet hakkı bunun içindir. Hakikat hakkı vardır ve onarım hakkı hepimizin hakkıdır. Çok daha önemlisi herkesin “ihlallerin tekrarına karşı güvencelere sahip olma hakkı” nedeniyle bu davaya katılmak istiyoruz. Adil yargılanma hakkı herkesin hakkı olduğu için duruşma hakkımızı “katılan” sıfatıyla kullanmak istiyoruz. Herkesin duruşma hakkını, yargıya erişim hakkını, yargının demokratik denetiminde söz ve karar sahibi olmasını, yargılama yoluyla hakikate ulaşımı ve gizlilikten kaynaklanan hiçbir şey kalmamasını ve karanlıktan beslenen hukuk varsa hukuk yoluyla aydınlanması için mücadele edebilmek adına bu mahkeme salonundayız.”
Avukat Benan Molu da soruşturma sürecinde devletin yükümlülüklerini, 5 yıllık süreçte hakikatin açığa çıkarılması gerektiğini ve Tahir Elçi gibi bir insan hakları hukukçusunun katledilmesi karşısında devletin ve adli makamların pasif tutumunu dile getirdi.
Elçi ailesi ile Diyarbakır Barosuna kabul
Ardından Diyarbakır Barosu, Tahir Elçi İnsan Hakları Vakfı, Antep Barosu, Van Barosu, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Mardin Barosu, Urfa Barosu, Ankara Barosu, Şırnak Barosu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği davaya katılma talebinde bulundu.
Mahkemece Türkan Elçi, Mehmet Elçi, Ömer Elçi ve Diyarbakır Barosunun katılma talebinin kabulüne, diğer kurumların taleplerinin reddine karar verildi.
Sanık polis şikayetçi oldu
Sonrasında polis sanık S.T.’ye savunması için söz verildi, o da şunları söyledi: “Olay günü görev aldım. Meydanda silah sesi geldi. Koşan örgüt mensuplarına 2 el ateş ettim. Ben de yaralandım. Benim bulunduğum yerden Tahir Elçi’nin olduğu yer görünmüyordu. Tahir Elçi’yi görmedim. Öncesinden bize istihbarat gelmemişti bize. Şikayetçiyim.”
Katılan vekillerinden Avukat Mehmet Emin Aktar’ın sorusu üzerine sanık S.T. “Olay yerinde güvenlik şubeye bağlı kamera ve kayıtlar için orada bulundum. Yaralananlara ateş etmedim” dedi. Ayrıca, “Örgüt militanlarının olay yerine gelmesine dair anons almadık. Sadece bir ticari taksiden söz edildi. Detay verilmedi. Olay yerinde kimlerin zarar gördüğünü bilmiyorum. İstihbarattan kimseyi tanımam” diye konuştu.
Sanık S.T. şu beyanda bulundu: “Cemal Temizöz veya Kamil Atak diye kimseyi tanımıyorum. Ben önümden koşan kişilere ateş ettim. Dört Ayaklı Minare tarafına ateş etmedim. 5-6 ay güvenlik şubede çalıştım. Bizim dışımızda TEM ve istihbarat da olay yerinde takip yapıyordu. Olaydan sonra idari soruşturma geçirmedim, ifadelerimiz alındı, rapor tutulup tutulmadığını bilmem. Benim bulunduğum yerde 2 ekip arkadaşım vardı. Güvenlik şube, sanık Fuat, vatandaşlar vardı. Silah seslerinden sonra sokak boşaldı. İlk silah sesini duyduktan sonra orada Emniyet Müdürü de olsaydı aynı istikamete ateş ederdim. Daha evvel çevik kuvvet, trafik şube gibi birimlerde çalıştım. Gelen anons üzerine aracı kontrol etme prosedürünü işlettik. Biz her zaman emir-komutaya bağlı çalışırız. TEM ekip amir vekilinin ısrarla silah kullanmayın anonsundan haberim yok, duymadım. Uzun namlulu silah sesi duymadım, ayırt edemem de. Yaralandıktan kısa bir süre sonra duydum. Bize polis memurlarının öldürüldüğü haberi gelmedi. Telsiz kanalından anons edilir böyle durumlar. Bizim görevimiz kayıt almak. Özellikle sivillerin olduğu yerde silah kullanma ile ilgili bir eğitim almadım, normal eğitim neyse onu aldım. Mermilerimin kaçının isabet ettiğini bilmiyorum. Bunu öngöremem de.”
“Emniyet Müdürü de olsaydı aynı şeyi yapardık”
Ardından polis sanıklardan M.S. savunmasını yaptı: “Ekip amir vekili Fuat Tan’ın çağrısı üzerine olay yerine gittik. Ben Kürtçe bildiğimden orada amacım yapılacak Kürtçe açıklamaları merkeze bildirmekti. Açıklama bittikten sonra yaşlı bir adam Tahir Elçi’ye yaklaştı. Silah seslerinden sonra iki kişi yanımızdan kaçtı. Tahir Elçi atış alanımın dışındaydı o esnada. Benim 2 ya da 3 el atışım oldu. Benim mermim azdı. Şarjörüm bitti. Tahir Elçi’nin vurulma anını görmedim. Olay yerinde ve esnasında uzun namlulu silah sesini duymadım. Sonrasında duydum. Hep güvenlik şubede çalıştım, Şırnaklıyım. Tahir Elçi’yi baro başkanlığı nedeniyle tanıyordum. Tahir Elçi’nin nereli olduğunu bilmiyordum. Sokakta kimlerin ateş ettiğini bilmiyorum. Olay yeri incelemesine ben gitmedim. Olay anında Tahir Elçi’yi ve kendimizi korumak yerine koşan kişileri etkisiz hale getirdik. Olay yerinde Tahir Elçi yerine Emniyet Müdürü olsaydı da aynı şeyi yapardık.”
“Görüntüleri izleyip ifade vermeye gittik”
Polis sanık F.T. de şunları söyledi: “Ben ve M. aynı ekipteydik. Olay günü olay yerinde görevlendirildik. Basın açıklamasını takip etmek üzere oradaydık. Daha önce detaylı savunmamı sunmuştum. Kaç el ateş edildiğini hatırlamıyorum. Olay yerinde tanıklar ve sanıkların katılımıyla birlikte keşif talebimiz vardır. Olay günü ben amir vekiliydim. Tahir Elçi’yi en son yaşlı kadınla konuşurken gördüm. Silah sesinden sonra Balıkçılarbaşı istikametine döndüm. Orada S. ve diğer arkadaşlar vardı. Görevimiz basın açıklamasını takip etmekti. Örgüt üyeleri silah sıktıktan sonra S.’ı yaralı olarak gördüm. M.S.’yi ateş ederken görmedim. Sonra TV’den gördüm. Militanların bize ateş attığını görmedim. S.T.’nin yaralandığını gördükten sonra ben meydana gittim. Ambulans geldi. Takviye ekipler geldi. Sonra biz Emniyet Müdürlüğü’ne gittik. Kaç el ateş ettiğimi hatırlamıyorum. Olay sonrasında görüntüleri emniyette izledim. Sonra gidip ifade verdik. Olay tutanağının olaydan 11 saat sonra düzenlenmesinin nedenini bilmiyorum.”
Sanıklardan üçü de Elçi’yi vuranın polislerden biri olduğu sonucuna varan Forensic Architecture’ın raporunun yanlış olduğunu iddia etti.
Sanıklar tutuklanmadı
Sanık beyanlarının ardından duruşmaya ara verildi. Aranın ardından savcı mütalaasını verdi, “Tanıkların dinlenilmesini talep ederiz” dedi. Katılan vekillerinden Avukat Aynur Tuncer Yazgan: “Biz tevsii tahkikat ile ilgili soru, keşif ve bilirkişi ile ilgili taleplerimiz olacak. Tanıkların ve sanıkların duruşmada hazır edilmesi ile ilgili talebimiz olacak. Bunlarla ilgili süre talep ediyoruz” dedi.
Diyarbakır Barosu Başkanı Cihan Aydın da “Soruşturma kötü yönetildi. Sanıkların tutuklanması gerekmektedir. Halen görev başında olan iki sanık var. Bunların delil karartma ihtimalleri var. Sanıkların tutuklanmasını talep ediyoruz” diye konuştu.
Mahkeme ara kararında, müşteki ifadelerinin alınmasına, tanık ve gizli tanıkların duruşmada dinlenmesine ve sanıkların tutukluluk talebinin reddi ile yurt dışına çıkış yasağı tedbirinin uygulanmasına hükmetti.
Bir sonraki duruşma 14 Temmuz 2021’de görülecek.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.