Tarihimizin artık komedileşen tekerrürü
Yazıya başlık koyarken Marx'ın şu sözünden esinlendim:
'“Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder ...'
Oysa biz Kürtlerin yaşadığımız trajik olayların, aynı minval üzere tekrarı, "ikinci" değil; nerdeyse onlarca...
****
Haberlere göre, "Türkiye Başbakanı Bağdat'tan sonra gittiği Erbİl'de Başika'dan çıkıp çıkmayacağımız; PKK'nin Sincar'dan ve Musul'un da terörıstlerden temızlenmesine bağlı..." demiş!...
Belirtildiği gibi, yakın ve çok yakın tarihimizde, benzer demeçler ve sonrasında da benzer uygulamalarla cereyan eden trajik olayları hatırlayınca, yüreğim yansa da, gülümsemek zorunda kaldım... Çünkü ortada, neredeyse aynısının tıpkısı olan tekerrürlerle artık komikleşen bir durum var!...
PKK"nin, hem de Irak adına Kürdistan'ın kalbi sayılan Şengal'i adeta işgal etmesi fahiş bir yanlış hatta düşmanca; ama Güneylilerin birkaç yıldır oluşan/konuşulan bu sorunu çözmeye çalışırken, Türkiye'ye rol çıkarması/vermesi de kabul edilebilir bir şey değil. Ve bunun cezasını da hep beraber çekeceğiz.
Bu ve benzer olayların tekerrürüne dönersek...
*****
'İki Sait Olayı' trajedisinin ikinci perdesinin, yani Dr. Şıvan ve arkadaşlarını kurşuna dizilmeye götüren safhanın startını, 12 Mart Cuntası'nın Adalet Bakanı olan İsmail Arat'ın, Nusaybin'e gidip, Sait Kırmızıtoprak'ın (Dr. Şıvan) T-KDP'sinin Güney Kürdistan'daki, Dışeş kampını kastederek; " Komşu bir Ülkede Türkiye'ye saldırmak üzere yapılan silahlı hazırlıkları biliyoruz ve buna müsade etmeyeceğiz!" tehditi ile başlamış ve halen Kuzey'in Kürd siyaset sahnesinde etkin biri olarak tutulmaya çalışılan bir şahıs, ale acale bu demecin gazete kupürlerini toplayarak Nawperdan'a, yani Melle Mıstefa Barzani'ye gitmişti. Gerisinin trajedisini biliyoruz...
1980'li yıllarda, İran ve Suriye'nin, belli amaçlarla, o zamanlar, birçok yönüyle hayli zor durumda bulunan I-KDP'yi zorlayıp ikna ederek PKK'yi Güney Kürdistan'a yerleştirdiği ve bu sayede PKK'nin, 1984'te Kuzey Kürdistan'da silahlı hareket başlattığı biliniyor. Ancak PKK'nin bölgeye yerleşmesiyle birlikte, savaş, bununla sınırlı kalmadı: Türkiyesi, İranı, Irakı ve Suriyesi'yle Kürdistan'ın tüm sömürgeci işgalcileri, kimi zaman PKK'nin Güney'deki varlığını bahane ederek; kimi zaman da bu varlığı fiilen şu veya bu şekilde kullanarak, Kuzey'i, Güney'i, Batı'sı ve Doğu'suyla hem tüm Kürtlere karşı (Türkiye bu süreçte hem PKK'ye hem de I-KDP'ye defalarca saldırdı) hem de Kürtlerin kendi arasında (Özellikle PKK, I-KDP ve YEKİTİ arasında) kanlı bir savaş başlattılar. Acıları, henüz taptaze olan ve binlerce peşmerge ve gerillanın şehadetine neden olan bu süreçteki savaşın, bellibaşlı her safhasının, yöntemi de, yukarıdakilerin tıpatıp aynısıydı: Sömürgecilerimiz, kılı kırk yaran planlamalardan, toplumsal mühendisliklerden sonra, yetkili ve etkili birinin demeciyle fitili ateşliyorlardı.
1998'de, Abdullah Öcalan'ın, Suriye'den çıkarılarak Türk egemenlk sistemine (İmralı'ya ) tekrar intikalinin sağlanmasının trajik hikayesi de, Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş'in, Hatay'ın Samandağı'nda verdiği sıradanmış gibi görünen bir demecle başlatılmıştı. Daha sonra ortaya çıkan bilgiler, olayın, sıradan bir demecin ötesinde, Abdullah Öcalan'ın ülke ülke dolaştırılarak, O'nun şahsında Kürtlere koca Dünya'da yalnız ve çaresiz olduklarının empoze edilmesi dahil, birçok yönüyle en ince ayrıntısına kadar planlandığı ortaya çıkmıştı.
Türkiye'nin Batı Kürdistan'a karşı başlatıp "Fırat Kalkanı Harekatı"yla gırla sürdürdüğü savaşın da gerekçesi aynıdır ve yine benzer hazırlık ve demeçlerle başlatıldı: "Teröristler temizlenmeden..."
Oysa İşin aslı çok açık; yok edilmek istenen 'teröristler' değil; Kürd ve Kürdistan'dır!...
İşin garip tarafı ise, anılan trajedilerin her defasındaki uygulanmasında farklı Kürt politik aktörlerin taşeron olarak kullanılıyor olmasıdır ve bunun hep tekerrü etmesidir.
Özetle, Sömürgecilerimiz, özellikle Türk egemenlik sistemi, yıllardır neredeyse aynı kelimelerden oluşan bir gerekçe ile aynı yöntemi kullanarak, Kürdistan'ın değişik parçalarında bazen tek tek, bazen de birkaç parçada birden, bu trajediyi uygulaya- duruyorlar. Böylesi süreçlerde Kürt politik hareketi olarak işin hedefi olarak ölmek, öldürülmek, zarar görmekle kalmıyoruz; aramızda yaratılan nifaklarla birliğimizi ve dolayısıyla geleceğimizi de karartıyoruz.
*****
Büyük bir saygıyla andığım (umarım henüz sağdır) Kenan Bulut Hocam, biz öğrencilerinin aynı şeyi tekrarladığımız durumlarda, aşağıdaki tekerlemeyi söyleye-dururdu. Biz de, hep merak ede dururduk: Jandarma ile kurbağanın akibeti hep böyle mi kalacak; bu trajik terane hep böyle sürecek mi?...
"Damdan düştü bir kurbağa
Onu gördü bir jandarma
Götürdü mezara koydu
Ve Taşına şunu yazdı:
(...)
"Damdan düştü bir kurbağa
Onu gördü bir jandarma
Götürdü mezara koydu
Ve Taşına şunu yazdı:
......."
9 Ocak 2017
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.