TBMM’nin “Kürt Sorunu”nun Çözümü İçin Dayatılmakta Olan “Tek Adres”liği ve Evrensel Gerçek…
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı (CHP) Kemal Kılıçdaroğlu, “Kürt sorunu”nun çözümü için meşru bir muhatap olması gerektiğini belirterek "HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz" dedi. Kılıçdaroğlu, daha bu demeci olumlu olumsuz bazı yönleriyle yoğunca tartışılırken, bu demecini tamamlayan başka bir belirleme daha yaptı: "Ben görüşümüzü söyledim. Bizim için bu konuda tek adres var o da Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Parlamento dışında bir adres yoktur. İmralı da Kandil de muhatabımız değildir"
CHP’nin, bir müddet önce, üst düzey bir heyeti ile Güney Kürdistanı da ziyaret ederek, oradaki federal devletin ve belli başlı siyasal partilerin yetkilileriyle bazı görüşmeler yapması, söz konusu demeçlerle ilgili tartışmaların yoğunluğunu daha bir etkiliyor.
Tüm bunlar, komplocu bazı yaklaşımları bir tarafa bırakırsak, biz Kürdlerin, Irak’ı, Suriyesi, İran'ı ve Türkiye2siyle tüm Bölge’de güç dengelerini etkileyecek siyasal mevziler edindiğimizi ve bu nedenle CHP’nin (yarın başkalarının da) de haliyle “Kürd Sorununun çözümünü gündemine aldığına yoruluyor.
Bu yazımın esas konusu, Cumhuriyet tarihi boyunca tüm seçim dönemlerinde Kürd oylarını etkilemek amacıyla Türk taraflarca yapılan bu tür manipüle edici çıkış ve çabaların konjonktürel anlam/neden ve önemlerinden çok, Kürd milli davasının çözümünde, Türk Parlamentosu’nun rolünü tartışmaktır.
*****
Bilindiği gibi, Sömürge-sömürgeci ilişkileri bakımından, sömürgecilerin parlamentoları, sistemin kanun yapıcıları olarak tüm sömürgeci uygulamaların temeli ve odağı oldukları için esas sorumlusudurlar da. Bu özellik ve rolleriyle ezilen milletler sorununun temel kaynağını da teşkil ederler. Bu nitelikleriyle özellikle kendi uluslarını ve çıkarlarını temsil eder; onlar adına karar verirler.
Tarihte davaları/sorunları çözüme kavuşturulan ezilen milletlerin birçoğunun ezen milletlerin parlamentolarında, şu veya bu nedenle/amaçla da olsa, temsilcileri yoktu; olmayabilir de. Zira sorunun çözümü için bu temsiliyet, zorunlu ve gerekli bir şart değildir. Gerekli olan şart, tarafların kendi belirledikleri meşru temsilcileriyle çözüm konusundaki projelerini müzakereler sonucunda uyumlulaştırarak bir sonuca vardırmaya çalışmalarıdır.
Böylesi bir süreçte Türk Parlamentosu, Kürd milletvekillerinin varlığına rağmen, sadece Türk tarafını temsil etmektedir/edecektir. Kim/ler yaparsa yapsın; Türk tarafların, kendi parlamentolarındaki söz konusu Kürd milletvekillerini bahane ederek Kürdlerin kimler tarafından temsil edildiklerini ve edileceklerini belirlemeye çalışmaları kabul edilemez. Böylesi, bir yöntem, sorunun çözümüne hizmet etmek yerine, çözümsüzlüğe hizmet edecektir.
Bu, sorunun çözümü yolunda, Kürdleri ve örgütlerini de, kendi aralarında bölüp parçalayıp biri birlerine düşürmekle kalmayacak; aynı konuda, aynı akıbeti Türklerin de başına getirecektir.
Oysa sorunun çözümü konusunda tarafların temsiliyetle ilgili kendi içlerindeki mutabakatları, siyasal ve toplumsal olarak, mümkün olduğunca genişle(til)diği oranda, belli bir çözüm için başarı şansı da artacaktır.
Bütün dünyada bu böyledir. Hele de sömürgeci Türk egemenlik sisteminde, bu gerçek daha bir böyledir. Bu bakımdan Türk Parlamentosu’nun, Kürd milletini de temsil etmek diye bir özelliği yoktur ve işin doğası gereği olamaz da!... Türk Parlamentosu, sadece meselenin çözümü ile ilgili kendi projesini ve bu projeyi Kürd tarafıyla müzakere edip yürütecek kendi temsilcilerini belirleyebilir. Kürd tarafı da aynı şeyi kendi içinde, kendi iradesiyle yapar.
Gerek TBMM’inde ve gerekse de yerel yönetimlerde, Kürdler adına temsil görevi yürütenlerin geçmişte ve hele de günümüzde başlarına getirilenler, söz konusu temsiliyetin bu haliyle Kürdlerin milli hak ve hukukları açısından hiçbir anlam ifade etmediğini ortaya koyuyor.
Kuzeyli Kürdler, kendilerini vatanlarının egemeni kılacak milli hak ve özgürlükleri için uzun vadeli bir siyasal stratejiye sahip olmalı ve bu stratejinin çıkarlarının bir siyasal öznesi/aktörü olarak, konjonktüre göre, Türkiyeli siyasal güçlerle ittifaklar geliştirmelidirler.
Yazımı, benzer bir “temsil” iddiasına Gandi’nin verdiği çarpıcı cevapla sonuçlandıracağım. Şimdilerde söz konusu cevabı nerede okuduğumu hatırlayamadığım için konuyu mealen anlatacağım.
Gandi liderliğindeki Hindistanlıların, İngiliz sömürgecilerine karşı verdikleri mücadelenin bir aşamasında, İngiliz askerleri barışçıl bir gösteriye karşı çok sert hatta vahşi bir mukabelede bulunurlar ve yüzlerce göstericinin ölümüne ve yaralanmasına neden olurlar. Bu vahşet, İngilizlere karşı hem içerde hem de dışarda büyük bir infiale ve dolayısıyla tepkiye neden olur. Bunun üzerine İngiliz Sömürge Valisi, tepkileri yumuşatıp dindirmek için Gandi’yi çadırında ziyaret eder. Söz konusu olay nedeniyle Gandi’nin çadırı ve çevresinde mahşeri bir kalabalık vardır. Sömürge Valisi, olaydaki şiddet nedeniyle oluşan ölüm ve yaralanmalar için üzüntülerini ve pişmanlığını belirtir. Gandi, Vali’yi nezaketle dinler. Vali devamla, önümüzdeki günlerde Londra’ya gideceğini, konuyu aynı düşünce ve duygularla Majestelerine de anlatacağını ve böylece bir daha bu türden olayların olmamasını saylayacağını umduğunu belirtir. Bunun üzerine Gandi, söz konusu vahşeti üreten politikanın temelinde İngiliz sömürgeciliğinin bulunduğunu ve bu politikanın esas sahibi ve yürütücüsünün de Majesteleri olduğunu, ona inanmaları ve ondan umut beklemelerinin söz konusu olmadığını, belli bir nezaketle ve fakat açık bir kararlılıkla dile getirir ve sömürgeciliğe karşı mücadelelerine devam edeceklerini de özellikle ekler.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.