TC Devleti, Sömürgecilik ve İktidar!
Bir iktidarın iki ayri yüzü, süreç içinde, nasıl hem „reformcu-demokrat“ vehem de „diktatör“ olabiliyor?
Sömürgeci devletin, sömürgeyi yönetme biçiminin, zaman zaman yumuşak veya çok sert yöntemlerle hareket etmesi; sömürgecilerin, sömürgedeki varlıklarının biçimsel değişiklikleridir. İktidarlar, sömürgeci devletin ve sömürgeci siyasetin özünü değiştirmez. Bu anlamda iktidarı hedef yapan ve devletin sömürgeci-kurumsal varlığını görmezlikten gelen her siyasi görüş, sömürgeci devletin sömargedeki varlığını meşrulaştırmaya yöneliktir.
Tanık olduğumuz Tarih sürecine bakalım:
Türk devleti Kurdistan'da her katliam, soykırım ve göçe zorlayici politikalarının doruk noktaya çıktığı bir süreçten sonra, kısa süreli bir yumuşak geçiş etabına geçmiş. Bunun nedenleri, sömürgedeki siyasal durum, bölgesel ve ekonomik nedenlerin yeniden tayinine ilişkindir.
Siyasal olarak, baskıcı süreç sonrası devletten uzaklaşan sömürge ulusun, yeniden günlünü kazandırmak, yeniden devlete entegre etmeyi amaçlamak ve baskıcı sürecin etkilerini gözlemek olarak özetlenebilir. Bu elbette hem sömürgedeki siyasal durum, devletin bulunduğu bölge, siyasi ve ekonomik-askeri koşullarla bağlantılı izlenerek uygulanan bir durumdur.
Bu iki nokta, ondan sonraki süreçte, sömürgede izleyecek politikanın rotasını tesbit etmeye yöneliktir.
Bilindiği gibi; AK Parti’nin 2007 yılına kadar „reformcu ve yumuşak“ bir süreç izlediğini, Sömürge Kurdistan’da derin devlet örgütleri eliyle işlenen katliam ve cineyetlerin üzerine gittiğini, faillerini yakalayarak yargılamaya başladığını, „12 Eylül Anayasası“nı tartışmaya başladığını görürüz. Bu Ergenekon, Jitem ve hem de Hizbullah yargılamaları ile ilgili izlenen süreçte tanık oluruz.
2012’den itibaren „Arap Baharı“ diye tabir edilen islam ülkelerindeki gelişmelerle birlikte, AK Parti iktidarında bir „rota değişikliği“ni görürüz. Bunun nedeni, Kurdistan, bölge ve konjöktörün değişimiyle birlikte; devletin çıkarları gereği, iktidarın önüne görev olarak çıkan yeni politik hedeflerdir. Bu değişikliği gerektiren nedenler; olası gelişmelere karşı, Türk Devleti’nin Kurdistan’daki durumu kontröle alma, dinamikleri parçalama ve yönetmeyi kolaylaştırma biçimi olarak özetlenebilir.
Çünkü, yönetme biçimindeki bu değişiklik, „Arap Baharı“ , İŞID saldırıları ve bölgesel dengenin değişimi, ile „Türk Devletin Bekası tehdit altında“(!) olgular yumağının direkt devlet müdahalesi olarak algılanması gerektiği kanaatindeyim. O halde,Türk devlet yetkililerin „Devletin bekası“ dedikleri şey ile ne kastediyorlar?
Devletin bekası, „devletin varlığı“ ile doğrudan alakalı ve egemenliğin en hassas çizgilerini belirlemek için kullanılan bir terimdir. Elinde Kurdistan gibi bir sömürgesi olan devlet, demek ki bölgedeki gelişmelerle birlikte en „hasas çizgi“ olarak gördüğü Kurdistan sorununu bir tehdit olarak algımaya ilişkin, durumu kontröle almaya başladığını görürüz. Bu bir devlet hamlesidir. Sorunu iktidara bağlamak, devletin Sömürge Kurdistan’daki amaç ve hedeflerini gizlemeye matuf olur.
1938 Kurd katliamından sonraki sürece ve belgelere bakın: 1950, 1960, 1970, 1980, 1990, 2000 ve 2018 süreçlerine bakın; belgelerde hep bu gelgitleri görürsünüz. Hatta ayni parti ve ayni liderin iki ayri yönetim biçimlerini de görürsünüz. Ayni adam hem "demokrasinin kurtarıcisi" hem de " barbar diktator" olduğunu iki ayri yüzünde görürsünüz. İşte bu yüz, „devlet bekası tehdit altında“ sözünün sömürge Kurdistan üzerindeki esas devlet tehdidini görürüz. Kurdistan’da siyaseti belirleyen iktidarlar değil, bizzatihi devletin kendisidir. Kurdistan’da yürütme, devletin bir stratejik aracı gibi iş görür. Tıpkı ordu-paramiliter güçleri, sömürgeci hukuk ve sömürgeci eğitim sistemi gibi.
Ama Kurd siyasi aklı hafızadan yoksun olduğu için, hep hafızasini silbaştan yapan „kabullenmiş vasiflarından“ dolayi, kendi kendilerini kandırır durumundalar. İktidarı, yapılanlardan dolayi sevmeyen, ama kendini devlete yakın gören bir sakat hafıza ve siyasi durumla karşıyayiz.
Kurdler olarak önce bizim bu silik hafızadan kurtulmamız lazım..
Bu nedenle, sömürgeci parlamento ve onun seçim siyasetinin sömürgede meşruluğu yoktur. Askeri-paramiliter-polisiye metodlar, sömürgeci hukuk, eğitim sistemi; sömürgeci devletin, sömürgeyi yönetmenin bir "meşru hakkı" olarak seçimlerle bir paralellik arz eder. Sömürgeci hukuk ve mahkemeler de, yasal kılıfları hazırlayan kurumlar olarak işlev görür. Eğitim sistemi de asimilasyonu hedefler. Dolayısiyle, devletin sömürgedeki varlığını "değiştirme" değil, red siyaseti sömürge kurtuluş mücadelesinin vazgeçilmez tercihi olmak zorunda.
Bu amaçla; Türk devleti‘nin 95 yılık sürece yayilan soykırım, katliam, inkar, yoketme, entegrasyon ve asimile ederek, eriterek ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasetine ilişkin binlerce örnek var.
Peki Türk devletin, sömürgeci-baskıcı ve zora dayalı, inkarcı-katliamcı ve asimilasyoncu karekterinde bir değişiklik var mı? Bu yoksa, öyleyse zaman zaman yumuşak ve sert inişler, çıkışlar sadece kendi uygulamalarını gözleme ve yeni metodları devreye somaya yönelik yönetme biçimleridir. Öze ilişkin siyaset, devletin sömürgedeki varlığı ve hedeflerine ilişkindir.
Bu gerçeklere rağmen, iktidar ile devlet arasındaki ilişkide Türk.Devletin değil, Kurd‘ün TC ile ilgili görüş ve konum değişikliğine başladığı kanısındayim. Yani kurdlerde bir stratejik hedef feragatı, vazgeçme olduğu aşikar. Bu yumuşak geçiş yapan bir çok Kurd siyasetçisi, aydını, kadrosu-partisi mevcut. Ama bana göre, sömürgeci devletin sömürgesi olduğu sürece ve sömürge de kendi ulusal-toprak hakları talebinde bulunduğu sürece; sömürgeci devletin sömürgedeki varlığı, zora ve zorba yöntemlere dayalı yürümek zorundadır. Hem ulusal hak ve toprak talebinde bulunacaksınız ve hem de sömürgeci millitarist-polisiye-paramiliter devlet size gözyumacak! Bu olmaz. Mutlaka nedenleri araştırmak zorundasınız!
Bu bir kural. Devlet sömürgedeki varlığında ısrar ettiği sürece, bütün zorba kurumlarını aktif bir şekilde kullanmak zorundadır. Bu bir sömürgeye sahip olma koşuludur.
Devlet sömürgede kendini İlke olarak, en üstün bir örgütlenme ile tanımladığı sürece, çizdiği sınırların „sahibi“ ve vazgeçilmezi olarak dayatır. Bu dayatma da; sömürgede bulundurduğu kurumlar gücüyle yürütür. Asimilasyonu amaçlayan „ortak kültürü yaratma“(!) amacı ile, sömürgede kendi çıkarlarını korumak için, sömürgeci hukuk adına „eşit hukuk“ ve ve işgalı amaçlayan millitarist gücün „vatan bekçiliği ve namus-mülk koruyuculuğu“ olarak yürütür. İşte bu da, Türk sömürgeci devletin kurdlere dayattığı „devlek bekası, devletin ölmezliği“ olarak vuku bulur.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.