Türk Cemal Süreya‘dan Kürt Cemali’ye

Türk Cemal Süreya‘dan Kürt Cemali’ye

.

A+A-

 

 

 

 Abuzer Bali Han

Araştırmacı Yazar

   -Türkolog-

 

 

 

CEMAL SÜREYA

(1931 Pülümür, 9 Ocak 1990, İstanbul)

„Türk Cemal Süreya‘dan Kürt Cemali’ye“

Cemal Süreya, resmi kayıtlarda „Cemalettin Seber“ olarak geçer. 1931 yılında Dêrsim’in Pülümür kazasında dünyaya gözlerini açar. Babasının adı Hüseyin ve annesinin adı ise Gülbeyaz’dır. Seber ailesi Zaza, Alevi ve Kürt kökenlidir. O, çocukluğunu 1937 Dersim kırımına kadar doğduğu yerlerde geçirir. Kara vagonlu tren Bilecik istasyonuna vardığında “Seber” ailesinin adı okunur. Trenden inen aile şaşkın bakışlarla istasyondakilerle karşı karşıya gelirler.Bu karşılaşma daha önceki sert ve ırkçı karşılaşmalardan farksız olarak, halkçı bir yaklaşımla bölge halkının dostluğuyla karşılanırlar. Seber ailesi artık Bilecik’te yaşamaya başlar. Bilecik dışına ailenin çıkması da yasaklanır. Aile babanın dışında kalanlar geldikleri yerin ne dilini ve ne de örf adetlerini bilmiyorlardı. Bu yad elde Cemalettin’in annesi Gülbeyaz Hanım çok yaşamaz, henüz daha 23 yaşında iken hayata veda eder. Çocuk yaştaki Cemalettin öksüz kalınca, babası Cemalettin‘i İstanbul’a akrabalarının yanına gönderir. Anne ve babadan ayrı, aileden uzak bir çocukluk ve okul hayatı O’nun için yeniden bir yaşama dönüşür. Bu yaşantı O’nu daha çocuk yaşta hayal kırıklığına uğratarak sarsar...

 

Sürgüne gönderilmek için toplatılan Dêrsimlilerden bir grup!

Ailesi de diğer Dêrsimliler gibi sürgüne yollandığında Cemalettin’in aklında kalan, askerler köylüleri  önlerine katarak, dağdan indirip, Erzincan istasyonuna kadar getirdikten sonra, halkı kara vagonlara tıka basa doldurarak onları bilinmiyen bir diyara gönderilişleri kalır...

Erzincan’dan sürgün edildiklerinde bindirildikleri sürgün treni, onları nereye götürüldüklerini bilmeyen insanlarla doldurulur. Görevli askerlere hangi ailelerin nerelerde indirileceği listesi daha önceden kararlaştırıldığı gibi, yakın akrabaların bir arada olmamasına dikkat edilir. Yedi yaşında Cemalettin’in çıktığı bu yolculuk, O’nun bütün hayatını etkileyen bir olay olduğunu ancak şiirlerindeki ifadelerinde görüyoruz!..

Erzincan istasyonunda Dêrsimliler  kara vagonlara tıka basa doldurulurken!..

 

 

 

Erzincan istasyonunda Dêrsimliler  kara vagonlara ne yiyecek, ne içecek ve tuvaletsiz vagonlara günler sürecek yolculuğa çıkarılırken, onlan başlarına gelecek her şeyden habersizdiler!..

Şair bu sürgün yolculuğunu sonraları şu şiir dizelerinde dile getirir:

Sürgün

Bizi bir kamyona doldurdular
Tüfekli iki erin nezaretinde.
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular!
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar!
Tarih öncesi köpekler havlıyordu.
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler!
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü!..” der.

 

Dêrsim kırımı döneminde Erzincan’dan sürgüne peşpeşe kara vagonlar dolusu sürgün trenleri kalkıyor ve nereye gittiklerini içindekiler tarafından bilinmiyordu!İçlerinden bazıları ölüme gödürüldüklerini sanıyorlardı. Bir bilinen oydu ki kırıma uğramadıkları için,şimdilik sağ kalıp yaşadıklarına şükrediyorlardı! Şairin yedi yaşında çıktığı bu yolculuk sonraları O’nun tüm hayatını etkiliyecekti…

Aile Bilecik’e yerleşir yerleşmez,erken ölen Gülbeyaz’dan sonra öksüz kalan Cemalettin’e hayat zor gelir. Bu hırpalanmalar, şairi şair yapan duygu dünyasına taşır. Sonradan O’nun için :“Küllerini aşktan doğurup savuran, aşka aşık, özgür ruhunu gökyüzünden dünyaya kolye yapmış şiirleriyle onları sallandıran adam, Cemal Süreya Seber!..“i“Anadolu‘nun bağrından kopan Türkçe yazan ve unutulmayan Kürt şairleri arasına katar…

Cemalettin, Bilecik’te ilkokula başlar. İstanbul’da akrabalarının yanında ilkokul eğitimini sürdürür.Şairlik duygusu daha O’nun çocukluğundan itibaren kendini gösterir. Çünkü daha çocukluğunda kendisinin ‘’kalbimin kuşu’’ diye adlandırdığı annesi Gülbeyaz, O‘na ’’Kerem ile Aslı’’yı „Ferhat ile Şirini, Dêrsim kılam ve öykülerini” sonra Batılıların trajik bir aşk öyküsü ve William Shaksperare’nin yazdığı “Romeo und Julia”sını andıran Kürtlerin “Memo Zini” ve daha nice diğer halk ozanlarının deyişlerinin araya serpiştiği zengin bir kültür ile oğlunu büyütmüştü. Annenin bü kültür zenginliğini o zamanlar okur-yazar olan ve yörede “Bey” diye hitap edilen babası Hüseyin Bey de katkılar sunmuş!.. Böylesi bir ortamın başlangıcı şüphesizki ailede sonraları şair olacak olan Cemalettin’i fazlasıyla etkilemiş…

Annesi O’ndaki şairlik ruhunu daha çocuk yaşta iken keşf eder. O’nun bu şairlik ruhu ilkokula başladığında arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı bir okul dergisinde görüyoruz! Dergi çıkarmada Cemalettin, önüne çıkan engelleri ise kişisel gayretiyle çözer. Şairlik ve yazarlık ruhu daha küçük yaşlarda O’nu ilgilendirir.Dergiyi arkadaşları ile birlikte el yazısı ile yazarak, resimlerini de arkadaşları ile birlikte kendileri çizerler. O, bu başlangıç ile kendinde bir yaratma özgüvenini bulur. Dergi çıkarmada en çok da kız arkadaşları O’na yardımcı olurlar. Bu kızların destekleme işi, belki de hiç farkında olmadan şairin sonraları kadınlara olan ilgi ve aşklarının da başlangıcı oluyordu!Cemalettin Seber, daha ortaokulda okurken tanıştığı sınıf arkadaşı Seniha ile ilk evliliğini sonraları yaparak, çok evliliklere de ilk adımını atar. Cemalettin Seber’in aşkları da şair Nazım Hikmet’in aşkları gibi peşpeşe dizilirler!..

Her şeyin bir resmi yanı toplumda yankı bulur! Bu çok evliliklerden dolayı bu şairleri pek de eleştireni göremedim. Eleştirenler olmuşsa da ben onların yazılarını okumadım! Bu konuda bir eleştiri yazısını ilerde yazmak kaydıyla bu konuyu burada kapatmak isterim!..Cemalettin ortaokuldan sonra babasına haber vermeden yatılı lise sınavlarına girer ve İstanbul Haydar Paşa Lisesi’ne yatılı – burslu öğrenci olarak kaydını yaptırır. Başarılı ve çalışkan bir öğrenci olarak liseden sonra eğitim hayatını Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye ve İktisat Bölümü’nde tamamlar. 1954 yılında Eskişehir Vergi Dairesi’nde stajını yaparak meslek hayatına ilk adımını atar. 1955 yılında kazandığı sınavla maliye müfettiş yardımcısı olarak İstanbul’da işe girer. Devletin çeşitli kademelerinde memuriyetlerde bulunur. Şairlik ruhu Cemalettin’e sık sık iş değiştirmeyi huy yapar. En uzun çalışma işlerinden biri olan, on yıl kadar Kültür Danışmanlığı görevinde bulunmasıdır…

Bir zaman da İstanbul’da Darphane Müdürü olarak görev yapar. Bu sefer de bağlı bulunduğu bakanlığa kafayı takar. Müdür olduğu süre zarfında tüm Darphanedeki olumsuzlukları bakanlığa yazılı olarak bildirir. Fakat yazdıklarının karşılığında hiç bir yanıt alamaz! Bu konuyu  arkadaşı Sunay Akın,koyuyu  Cemal Süreya’dan dinlediği gibi sonraları şöyle dile getirir:”Cemal Süreya, Darphane’de müdür; paranın yerinde şair müdür. Bütün yolsuzlukları tespit edip, rapor eder, Ankara’ya gönderir, mükafat bekler, ama ses yok. Bir daha yazıp bir daha gönderir.Çok geçmeden zamanın bakanı Darphane’yi teftişe gelir. Gelir ama Cemal Süreya’nın elini bile sıkmaz. “Bu kapının arkasında ne var?” diyerek bütün odaları dolaşır. Cemal Süreya’ya hiç muhatap olmaz, yardımcılarına sorar. Bu kapının arkasında ne var?Burada ne var?… İki saat dolaşır ve gider!

 

Giderken Cemal Süreya der ki:

“Bir kapı var ki, onu size hiç açmayacağız”.
“Hangi kapı, ne kapısı” der bakan!..
“Gönlümüzün kapısı” der!..

 

„Bakan gider, bir rapor hazırlar: Darphaneyi gezdim, çok pis buldum. Müdür Cemalettin Seber’i (Cemal Süreya) görevden alıyorum! Cemal Süreya, bu yazıyı alınca bir basın toplantısı düzenler ve der ki:Bakan haklı, gerçekten de o gün şanlı Darphane, tarihinde ilk defa kirliydi. O da Sayın Bakanın burada teftişte olduğu saatlerdi!” diyerek Şair Cemal Süreya’ya yaraşır biçimde O, meramını da şiir gibi dile getirir!..

Şair Cemal Süreya, yukarda belirtilen bir çok görevin yanı sıra bir de yayıncılık, editörlük, redaktörlük gibi işleri de yapar. O, bir çevirmen olarak da adı o dönemin tanınmış çevirmenleri arasında geçer. Şair, ortaokul, lise ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrendiği düzgün ve güzel Fransızcası ile Fransızca’dan 40’tan fazla değerli yapıtı Türkçe’ye çevirisiniyaparak büyük bir hizmeti yerine getirir. Şair ayrıca bilimsel sosyalizme gönül verdiği dönemde bir de “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı yapıtı da Türkçeye kazandırır. Fransa’nın ve dünyanın büyük yazarlarından biri olan Honore de Balzac’ın “Vadideki Zambak” ve  “Gorio Per-Goriot Baba”sını da Türkçeye çevirir.

Üniversite hayatı O‘na Muzaffer Erdost, Sezai Karakoç, Hasan Basri, Nihat Kemal Eren, Ahmed Arif gibi birçok yakın arkadaşlıklar kurduğu dostlarını kazandırır.

Daha sonraları Cemal Süreya ile Ahmet Arif’in dosluğu biraz da şairsel yönü ağır basan bir dostluğa dönüşür. Her ikisi de yaşadıkları dönemin büyük şairleri arasında adları geçiyordu. Her ikisi de birbiriyle daha tanışmadan önce birbirine şairlikten dolayı ilgi duyarlar. Ahmet Arif, Cemal Süreya’yı tanıdıktan sonra O’na öylesine hayran kalır ki Cemal Süreya’ya, yüzünü bile görmediği kız kardeşi Ayten ile O’nu evlendirmek ister. Cemal Süreya da görmeden bile seven ve bu teklife evet diyecek kadar duyguları yoğun olan biri şairmiş!..

Ahmed Arif, kız kardeşine bir gün bu evlendirme işini açarak: “Evlen kız, Türkiye’nin en iyi şairidir” der! Ayten, önce abisinin bu teklifine şaka yapıyor diye şaşırır. Sonunda da “ağabeyim ne diyorsa doğrudur!” mantığından giderek Ahmed Arif’in sözünü dinler. Bu evliliği Ankara Kızılay’da Zafer Çarşısı’nda buluşmak üzere sözleşirler! Zafer Çarşısı‘nda rahmetli arkadaşım Fethi Bey’in bir iş yeri vardı. Kendisi de o dönemde benim gibi Ankara Belediyesi ile de ilişkideydi. Yurtdışına çıkışım, sonra yurda giriş yasağım ve vatandaşlıktan atılmam, böylesi bir düğünü kaçırdığıma da hayıflanır dururum…

Gelin ve damat Ordu Evi karşısındaki Fethi Bey’in Zafer Çay Bahçesi‘nde ilk kez birbirlerini görüp, orada tanışacaklarmış!.. Oradan da birikenlerin tümü ile birlikte kalkıp Gençlik Parkı’ndaki „Evlendirme Memurluğu“nun yolunu tutacaklarmış!Epeyce bekledikten sonra bekledikleri son kişi de gelmeyince, olanlar kalkıp Zafer Çay Bahçesi’nden ayrılırlar. Evlendirme Dairesi‘ndeki konuklar arasında gelinin ağabeyi Ahmed Arif halen ortalıklarda yokmuş!..

Cemal Süreya ise anılarında bu olayı şöyle dile getirir:“ Ertesi gün öğrendiğmde Ahmed Arif’in düğüne giyip geleceği temiz bir gömleği olmadığı için gelememiş!..“der. Böylesi mazeretler ancak şairlere özgü ve şair ruhlu insanlarda bulunur. Bana göre böylesi bir günde anlatılan böylesi bir mazeret, bir sebep olamazdı! Şairlerin birçoğunun Neyzen Tevfik’e benzer yönlerinin var olduğu kanısı bende de var!..

Cemal Süreya’nın aşıklık ve şairlik dönemi yüksek öğrenimini yaparken hep devam eder. Erganili Sezai Karakoç ile olan yakın arkadaşlıkları yüksek öğrenim boyunca hep devam eder. Her iki şair de geldikleri yöreye hep mahçup olarak eğilirler. Daha doğrusu her ikisi de Kürt olduklarını bildikleri halde bu konuyu birbirinden bile gizli tutarak bu hasas konuda konuşmazlar. Bu mahçupluk sonraları Cemal Süreya’da isyankar, halkçı ve sosyalist bir çizgiye dönüşerek gelişir. Sezai Karakoç ise ümetçi bir çizgide dinsel düşüncelerini ön planda tutarak, kendisi gibi asimile olan Kürt ve alevi kökenli olan Dulkadiroğulları’ndan Necip Fazıl Kısakürek’in izini takip eder.  Sezai Karakoç da Necip Fazıl Kısakürek’in kendini tüm benliği ile bağladığı şeyhi olan Kürt Şeyh Abdülhakim Arvasi Efendi'nin yollarından giderek onları takip eder. Bu düşüncede olanlar için etnik yapının hiç bir anlamı ve özelliği yoktur. Yeterki müslüman, ümetçi olsunlar! Kürtlüğüne sahip çıkmayan Sezai Karakoç ile Cemal Süreya’nın en son buluştukları nokta ise Sezai Karakoç’un annesinin de Pülümürlü oluşuyla, her ikisinin bir hemşehrilik ruhundan başka ortak bir yönlerinin kalmayışıdır.

Cemal Süreya, ilk şiirine annesinin „Gülbeyaz“ adını çağrıştıran şiirine ‘’Şarkısı Beyaz’’ adını vermiş. Bu şiir, şairin 8 Ocak 1953 tarihinde ''Mülkiye'' dergisinde ilk kez yayınlanan şiiri olur…

Ankara’da şaire „Kürt Cemali“ diyenler de oldu. Şairle yaşları birbirine yakın olan diğer bir Kürt Cemali daha o dönemlerde Ankara’da yaşamaktaydı. O „Kürt Cemali“ de Ankara’nın kabadayılar kralı olan Kürt Cemali (Cemali Coşan) idi. Ankaralı Kürt Cemali 1933 yılında 7 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelir. Ankaralı Ailesi Şeyhbızini Kürtlerinden olup, Güney Kürdistan’dan Bayburt’a, oradan da Ankara’ya göç eden Kürtlerdendi. Ankara Belediyesinde çalıştığım zamanlar  Belediye‘ye yardım ve memleketlerine geri dönmek için baş vurupta gidemeyenlerin bir kısmını Altındağ’daki Kürt Cemali’nin  bürosuna  yönlendirirlerdi. Cemali, her işin üstesinde gelen ve fakirler babası olarak nam yapan biriydi. O, yiğitlik ve mertliğine kurban giderken, O’nu vuranların elebaşısını yeğeni  O’nun bir an önce hapisten çıkartmakla uğraşmıştı. Davaya girilmeden bir yıl içinde hapisten çıkan katili ilk gün Kürt Cemali’nin 16 yaşlarındaki yeğeni Nuri Çoşan, O’nu bizat elleriyle öldürerek amcasının öcünü almıştı. O dönemde büyük bir olay ve haber olarak bu konu Ankara’da yankılanmıştı!.. 

Buraya kadar şairin adını „Kürt Cemali“ ve diğer değişik şekillerde yazarak bir anlam kargaşalığını ortadan kaldırmak için konuya biraz daha değinmek istiyorum. Birçok şair ve yazar gibi Cemalettin Seber de şairliğe özenerek bir gün adını değiştirmeye karar verir. İlk adı  olan “Cemalettin”i “Cemal“ olarak kısaltıp yanına da „Süreyya“yı ekler. Sonra bu adına bir de aileden gelen „Seber“ soyadını ilave ederek, gerçek adını ‘’Cemal Süreyya Seber’’ olarak değiştirir. Şair olarak da şiirlerinde „Seber“i pek kullanmaz. Adını şiirlerine hep ‘’Cemal Süreyya“ olarak yazar.

Kayıt altına alınan bir sava (idiaya) göre Cemal Süreyya, iddilaşmayı çok seven ve kaybeden birisiymiş. Bir gün arkadaşı ve şair dostu Sezai Karakoç ile bir telefon numarası üzerine iddiaya girişirler. İddiayı kaybederse soyadındaki iki “yy”den birisini sileceğini söyler. Neticede Cemal Süreyya iddiayı kaybeder. Bu sefer soyadındaki iki ‘yy”den birini kaldırarak adını “Cemal ‘’Süreya’’ yapar. Şiirlerinde bir “y” harfinin sildirdiği soyadı, ilk kez 1956 yılında yazmış olduğu ‘’Elma’’ adlı şiirinde  “Süreya” bir “y” ile yazılır. Bu olaydan sonra da şairin adı  hep “Cemal Süreya” olarak kalır.

 

Emel İrtem, „ Nasıl biliriz Cemal Süreya'yı?“ adlı yazısında (13 Ocak 2023, Fikir Turu, Kültür Sanat’ta) Cemal Süreya’nın birçok özelliğini sayarken bir özelliğinde de derki:“Türkçeyi Türkçenin içinden, Türkçenin hükümranlığına şikâyet eden” bir Dersimli olarak biliriz. O Dersimli ki Yakındoğu’nun dallı İspanyolcası Kürtçeyle en güzel Türkçeyi yazandır. Beng-ü bâde’nin peşinde şiir ülkesinin bir libertasıdır!“ der. Ben bu sözlerden pek de bir şey anlamadım! Deseydi anadili olan Kürtçesini kendisine unutturduğumuz, asimile olan ve Türkçeyi en güzel yazan bir Kürt şairdir!“ deseydi sözleri daha anlamlı olurdu!..

Cemal Süreya, birçok asimile olan Kürt gibi, O da Kürt olduğunu yıllarca hep saklamaya çalışmıştı! Bu dönemde ne O’nun şiirlerine ilgi duydum, ne de kendisiyle tanışmak istedim. Ancak çok uzun bir zaman sonra geldiği topluma yakınlayışı olumlu yönde gelişerek, kendi aslına geri dönen birçok Kürt gibi, yerini halkından yana almayı yeğlediği için O’na sempatim gelişti. Kürtlüğüyle bir Kürt şair olarak halkının saflarında olmayı benimsemişse de ne yazık ki anadiliyle tek bir şiire bile imza atmamıştı. Ya da Kürtçe şiir yazmışsa da ben şiirini hiç görmedim.

O yaşadığı son dönemde her yerde “Kürt ve Sürgün Dêrsimli Zaza Kürt”ü olduğunu, yılların suskunluğunu gidermek için her yerde nisbet olsun diye bağırarak söyleyip durmuş! Yılların suskunluğuna isyan olsun diye bazan da yeri olmadığı halde bu “Kürtlük” kavramını hep tekrar eder, dururmuş. Biricik oğlunu nüfusa yazdırmak için nüfus bildirim kağıdına oğlunun adını “Memo” olarak yazdırmış. Nüfus memuru adı “Memet” veya “Mehmet” olarak kaydetmek isteyince O, “Memo”nun önüne “Kürt Memo”yazmasını diretince, memur çocuğun adını “Memo Emrah” olarak kayıt altına almış. O dönemde de, bugün olduğu gibi bazan Kürtçe ad koymalarda yasak ve engeller hep olagelmiş! Ayrıca Kürtlüğüne sahip çıkan biri olarak Cemal Süreya, “Tek Kürt olarak ben korkusuzca çocuğuma ‘Memo’ adını koydum!” diye de övünürmüş! Fakat şair oğlu Memo’dan beklentilerini göremez. Cemal Süreya‘nın hastalık ve üzüntülerinin bir bölümünün oğlundan kaynaklandığı da  söylenir…

Cemal Süreya sağlığında kendini tanıtırken uzun bir süre oturduğu İstanbul Kadıköy semtinde:“Kadıköy’ün Kürdü” diyerek kendini taktim edermiş! Cemal Süreya bu aşamayı yaparken Sezai Karakoç ve benzeri şair ve yazarlar ise sadece asimile oluşlarını aşamıyarak, Ziya Gökalp gibi „Türkçülüğün Esasları“nın temelini atan, egemen ulus milliyetçiliğinin değirmenine tüm ömürleri boyunca su taşımışlar!..

Cemal Süreya’nın şiirlerine bakıldığında 1980’den itibaren O’nun korkusuzca politik mücadelesi ön plana geçer. Askeri Cunta’nın 1980’li yıllardan itibaren giderek ağırlaşan zülmüne isyan eder. Askeri Cunta lider Kenan Evren şair ve sanatkarları yaptığı bir toplantısına çağırırken, bu çağrıya uymayan Cemal Süreya, adı geçen  toplantıyı boykot ederek gitmez. Kürt kökenli Reisicumhur  Turgut Özal zamanında da O’na karşı da tavır alır. Her zaman darbe karşıtı bir duruş sergileyen Cemal Süreya artık saflarını belirginleştirmiş bir şair olarak sempati görür. O, bu tavrını şiirlerine de yansıtır…

Babası Hüseyin Bey, daha sürgüne gönderilmeden önce memleketinde hali vakti yerinde olan zengin birisiymiş. Zenginliği aileden gelen bir zenginlik olduğundanO, itibarı olan birisiymiş. Fotoğraflardaki özelliklerine bakıldığında okumuş ve yöresinde söz sahibi olduğu için çevresi O’na hep„ Hüseyin Bey“ diye hitap edermiş!.. Hüseyin Bey,1957 yılında bir trafik kazasında ölünce Cemal Süreya,babasının ölümüne çok üzülür. Şair bu kayıptan sonra daha da çok vaktini yazmaya ayırarak, babasına şu aşağdaki şiirini yazar:

 

Sizin Hiç Babanız Öldü mü?

 

Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü, kör oldum

Yıkadılar, aldılar, götürdüler

Babamdan ummazdım bunu, kör oldum

Siz hiç hamama gittiniz mi?

Ben gittim, lambanın biri söndü

Gözümün biri söndü, kör oldum

Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak

Söylelemesine maviydi, kör oldum 

Taşlara gelince hamam taşlarına 

Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi 

Taşlarda yüzümün yarısını gördüm 

Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü 

Yüzümden ummazdım bunu, kör oldum 

Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

 

Şair Cemal Süreya, 1958’de ''Üvercinka'' adını verdiği ilk şiir kitabını okuyucu ile buluşturur.Bunu „Göçebe, Beni Öp Sonra Doğur Beni, Uçurumda Açan, Sıcak Nal, Güz Bitiği“ gibi şiir kitaplarını bastırarak okuyucuyla buluşturur. Cemal Süreya’nın toplu şiirleri ise ölümünden sonra “Sevda Sözleri” adıyla 1990 yılında yayımlanır. “Şapkam Dolu Çiçekle, Günübirlikler, Onüç Günün Mektupları” gibi düzyazı yapıtlarının da  basımı yapılır.

Cemal Süreya, yaşarken itibar gören büyük bir şair olarak 1959 yılında Yeditepe Şiir Armağanı’nı, 1966 yılında Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü, 1988 yılında ise Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanır. 

Şair Cemal Süreya, 9 Ocak 1990 yılında daha 59 yaşında iken İstanbul’da hayata gözlerini kapar. İstanbul’da Şişli Camii'nde kılınan öğle namazından sonra  „Kulaksızlar Mezarlığı“nda oğlunun mezarının yanı başında toprağa verilir.

O’nu bunca övme ve eleştiriden sonra birkaç şiiri ile de bu yazıdaki değerlendirmeye de son vermek istiyorum…

 

 

 

 

Tanrı

 

Bin birinci gece şairi yarattı,
Bin ikinci gece Cemal’i,
Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı,
Başa döndü sonra,
Kadını yeniden yarattı.

 

Beni Öp Sonra Doğur Beni

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
– uykusuzluğun sütlü inciri –
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

 

 

 

 

Dilekçe


Sokağımsan
Ben anahtarı çevirdiğim zaman
Kapanan evin kapısı değil,
Senin kapın olsun açılan.

Adresimsen,
Mektuplarım doğru dürüst gelsin;
İki kişi telefonla konuşurken
Olmayalım hemen üç kişi.

Kentimsen,
Başka kentler de girsin araya;
Daha bir sevinçle katılayım,

Şenliğimsen.
Her şeyi yaz tarihimsen,
Ama her bir şeyi;

Dilimsen,
Sen de koru biraz dilliğini.

Düşüncemsen,
Kızkardeşim pencereyi açsın;
Sorguçlu bir ışık aracılığıyla
Günyenisi dolsun içeri.

Uzat saçlarını Frigya,
Yârimsen,
Yurdumsan;
Söz ver Anadolu.

Açılmış Kapılar


Sevdiğin kentlerin selamı sanki
Sülüs kamyon şoförleri
Kûfi hamallar

Anılar hep sonbaharda gibidir
Astragan gecede
Süt yıldızlar

Belleğinin yerini tutar kadehindeki
Taşlar taş kemerler
İvedi sarmaşıklar

Hayatını sarsan bin bir andan
Adlarını yıllara
Veren yargıç krallar

Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar

Bilir misin iki kökeni var hüsnüniyetinin:
Çiçek durumu aşklar,
Yaprak düzeni siyasalar.

Şarkısı Beyaz


ayıcılar geçti, affedilmemiş insanlar geçti
şehirler taş yürekliydi şarkısı-beyaz
insanların büyük rüyaları vardı
insanlar bir ölümle öldüler ki
sevgiler arasında şaşırıp
bir unuttular ki deme gitsin.

ben olanca kuvvetimle
halatlara asılıyorum nafile
ben ayrı düşmüşüm bir kere
ayrı düşmüşüm insanlardan.
bu yıldız tutmaz mavilikte
ne deniz ne köpük kar eder bana.

arada bir ağlamak için
onu kocaman ellerimle sevdim.
ölüm daha saçlarına gelmemişti şarkısı-beyaz
saçlarını kestim, şarapla ıslattım
saçlarını koynumda saklıyorum
arada bir ağlamak için.

ve suların altında mavileyin
küstah bir çalparaydı ayağını uzatmış
mesut hatırasına balıkların.
ve kocaman küfürleriyle sarhoş
yatardı yavaşlamış tüyleriyle
gemicilerin öldürdüğü kuş.

siraküzaya uğrayamadık
torbadaki çakıllara baktım şarkısı-beyaz
benimkilerin üstünde üç tane hilal
üç tane uzun hilal vardı, upuzun
siraküza açıklarında bahanesiz bir yaz
çalkandık durduk.

Elma

Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgililerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul’da bir duvar

Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben böyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise
İstanbul’da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci’nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum

Sevgilim Bir Günüm


Sevgilim, bir günün ortası şimdi
Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık,
Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde
Uzat bana uzat ellerini
İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar
İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu,
Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor

Ben seni düşünüyorum seni
Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi
Kalbim diyorum kalbim
Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi
Aşkı anılar besliyor düşler kadar
Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır
Sevgi eskidikçe sevgi.

Günümüz ekmeğimiz, türkümüz
Çoluğumuz çocuğumuz
Binalar yan yana yükselip gidiyor
Vapurların ağzı köpük içinde
Uzaklarda ne kapılar açılıyor
Trenin biri bir istasyona varıyor
Ordan çıkıyor biri.

Her şey biliyor her şey
Sen biliyor musun bakalım
Seni nice sevdiğimi?
Üstüne titrediğimi?
Geldiğimi?
Gittiğimi
Hadi!

Aşk


Şimdi sen kalkıp gidiyorsun, git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar, gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

 

 

Yazmam Daha Aşk Şiiri


Oydu bir bakışta tanıdım onu
Kuşlar bakımından uçarı
Çocuk tutumuyla beklenmedik
Uzatmış ay aydınlık karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu

Dünyanın en güzel kadını oydu
Saçlarını tarasa baştan başa rumeli
Otursa ama hiç oturmaz ki
Kan kadını rüzgardı atların
Hep andım ne yaşanır olduğunu

En çok neresi mi ağzıydı elbet
Bütün duyarlıklara ayarlı
Öpüşlerin türlüsünden elhamra
Sınırsız denizinde çarşafların
Bir gider bir gelirdi işlek ağzı

Ah şimdi benim gözlerim
Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor
Bir kadın gömleği üstümde
Günün maviliği ondan
Gecenin horozu ondan

 

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.