TÜRKİYE’DE KÜRDLERE YÖNELİK BUNCA KİN VE NEFRET NEDEN?
Özellikle son 7-8 yıldan bu yana Türkiye’de, Kürdlere yönelik hayatın tüm alanlarında sistematik bir biçimde vahşet düzeyine varacak uygulamaları görmekte ve yaşamaktayız. Türkiye’yi yönetenler yıllardır PKK örgütünü bahane ederek Kürdlere olmadık zulüm, işkence ve insanlık dışı yöntemler uyguladılar. Ancak Erdoğan, Bahçeli ve Perinçek ortaklığı sonucu uygulanan güvenlikçi politikalar neticesinde ve PKK’nin tümüyle şiddete dayalı yanlış politikaları, Kürd halkı arasında PKK’nin de ciddi bir güç kaybına uğramasına neden oldu ve kendine ait güçlerin önemli bir kısmını Türkiye dışına çıkarmasına rağmen mevcut iktidarın Kürdler üzerindeki vahşetinde zerre kadar bir azalma olmadığı gibi sivil halka ve demokratik mücadele kurumlarına karşı zorba yöntemlerin dozu giderek artmaktadır.
Bu konu sosyolojik bir perspektifle irdelendiğinde görünen o ki Kürdlerin haklı ve meşru hak talepleri ve bu doğrultuda verdikleri mücadele her şeye rağmen Türkiye’yi yönetmekte olan kesimler tarafından hoşgörüyle karşılanmamakta ve ortaya konan uygulamaların tümü Kürdlerired ve inkarın ötesinde tümüyle imha etmeye yönelik olduğu ortaya çıkmaktadır.
Peki bütün bu uygulamaların altında yatan gerçeklikler nelerdir?
Bilindiği üzere yaşadıkları Orta Asya topraklarından saldırgan ve agresif özelliklerinden dolayı kovularak yollara düşen Türk kavmi, en sonunda medeniyetin beşiği ve kadim kültürlerin yaşadığı mümbit Anadolu, Mezopotamya topraklarına gelirken Kürdlerin de büyük destek ve yardımlarıyla bu topraklara yerleşebildiler. Genetik özellikleri gereği başka halklarla barış içerisinde bir arada yaşama alışkanlığı olmayan ve dünyada barbarlıklarıyla ünlü Türk kavmi, Anadolu, Mezopotamya halklarının engin hoşgörüsü sebebiyle bu coğrafyada biraz nefes aldıktan sonra bölgenin kadim yerleşik halklarına saldırarak ve envai türlü entrikacı oyunlar sergileyerek bölgede büyük bir hakimiyet kurdular. Uzun bir dönem üç kıtaya hakim olan bu barbar kültür Birinci Paylaşım Savaşında ellerinde bulundurdukları toprakların dörtte üçünü kaybederek tarihte emsaline az rastlanır büyük bir yenilgiyi yaşadılar.
Bu büyük yenilginin sonucunda temelleri jön Türkler tarafından atılan uygulaması ise İttihat Terakki anlayışıyla devam eden bir konsepti devreye sokarak daha çok Balkan ve Kafkas devşirmeleri tarafından T.C. devleti bir biçimde meydana getirildi. Daha önce yaşadıkları büyük yenilginin kuyruk acısına sahip Türk kavmi bölgede, Müslüman olan Kürdlere de büyük vaatler vererek onların desteğini aldıktan sonra gayrimüslim halklara yönelik bir soykırım ve sürgün politikasını devreye soktular. Kısa zamanda bu entrikacı ve sahtekarca anlayışlarıyla ciddi bir sonuca da ulaşmış oldular.
Yazının başında da belirttiğim gibi genetik özelliklerinden dolayı başka milletlerle barış içerisinde bir arada yaşamayı bir türlü içine sindiremeyen Türk kavmi, bu sefer de kendilerinin bu coğrafyada muktedir olmalarını sağlayan en büyük ve samimi güç olan Kürdleri tasfiye etmeye yönelik birtakım sinsi ve vahşi yöntemleri uygulamaya başladılar. En sonunda T.C. devletinin kurucusu olan Atatürk’ün Kürdlere vermiş olduğu vaatler Lozan vb. anlaşmalarda yok sayılarak Kürdler tümüyle statüsüz bırakılıp köle durumuna düşürüldüler.
Bu ve benzeri uygulamaları içine sindiremeyen ve yine bu haksızlıkları kabullenmeyen birtakım yurtsever Kürd aydınları ve onlara itibar eden halkımız, yapılan bu uygulamalara karşı haklı ve meşru haklarını savunmak üzere birtakım direnişler sergileyerek günümüze kadar bu onurlu mücadeleyi sürdürmektedirler. Yaşamın bütün alanlarında Kürdleri sömürerek giderek güçlenen T.C. devleti ve onu yönetenler, son yıllarda emsali görülmemiş birtakım vahşi yöntemlerle Kürdleri kendi coğrafyasından uzaklaştırıp iğrenç bir asimilasyon politikası uygulamaktadırlar. Bununla da yetinmeyen mevcut devlet yöneticileri, şiddeti ve zorbalığı esas alan bir anlayışla dört parça Kürdistan’da tüm Kürdistani kazanımlara yönelik düşmanca saldırılar düzenlemekte ve dünyanın neresinde olursa olsun herhangi bir Kürd’ün nefes almasına bile tahammül göstermemektedir.
Bütün bunlara baktığımızda ve Türk sosyolojisini enine boyuna sorguladığımızda görünen odur ki bu saldırgan ve agresif kavim kendilerinin dışında ve onlara biat etmeyen hiçbir fertle ve halkla barış içerisinde yaşamayı kabullenmemektedir. Bu anlamada Türk kavminin bilinen bu özellikleri de göz önüne alınarak yapılacak mücadele bu minvalde örgütlenmelidir. Dolayısıyla, Türkiyelileşme ve halkların kardeşliği anlayışını mazlum Kürd halkına dayatanların bu anlayışlarını yeniden gözden geçirerek Kürd ulusal mücadelesini milli bir perspektif çerçevesinde kabullenmeleri ve kendilerinin dışındaki Kürd siyasi yapılarına kardeşçe yaklaşmaları bir ihtiyacın ötesinde önemli bir zorunluluk olarak kabul edilmelidir. Bunun da tek ve vazgeçilmez yolu Kürdlere ait tüm değerlerde tartışmasız bir araya gelmek ve Kürdlerin haklı ve meşru mücadelesini bu çerçevede örgütlemektir.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun
27.09.2020 / İstanbul