Türkiye’nin Güneybatı’yı işgal arzusu neyin eseri?
.
Hüseyin Doğan
Güneybatı’yı işgal için bir hayli motive olan Türkiye’nin, ABD’nin ‘çekileceğiz’ açıklamasından sonra geri durması bir takım soru işaretlerini de beraberinde getirmişti. Kimileri, Türkiye’nin, Minbiç ve Fırat’ın doğusuna girmekten vazgeçtiğini bile ileri sürebildiler.
Ne var ki Türkiye’nin bu işgal arzusu çok esaslı sebeplere dayanıyor ve gündemdeki yerini koruyor. ABD’den yükselen ‘çekilirsek Türkiye Kürtleri katleder’ türünden birtakım Türkiye karşıtı açıklamalar, Türkiye’deki işgal heveslerini yeniden alevlendirdi. Bolton başkanlığındaki heyet ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İ. Kalın arasındaki görüşmelerin pek de olumlu geçmediğini, Erdoğan’ın AKP Grup Toplantısındaki konuşmasından anlamış olduk. Erdoğan, grup toplantısında yaptığı konuşmada her ne kadar Bolton’un İsrail’den yaptığı açıklamaları hedef aldıysa da ABD ile yapılan görüşmelere laf yetiştirdiği belliydi. Kimisine göre Trump-Erdoğan görüşmesinde yapılan anlaşmaya uymayan ABD tarafı değil, Erdoğan’dı. Zaten Erdoğan’ın TNT’de yayınlanan ve oldukça dikkatli bir dil kullanılarak kaleme alınan makalesi de bunun açık kanıtı.
İşgale yönelik hazırlıklar
Türkiye’nin Güneybatı’yı işgal etmek için ciddi hazırlıklar içinde olduğu açık bir şekilde gözleniyor. Basına yansıyan haberlerden anlaşıldığı gibi Türkiye, sınır boyunca yoğun bir askeri yığınak yapıyor. Her ne kadar somut bir veri olmasa da kimi küçük çatışmaların olduğu da gelen haberler arasında. Şimdilik daha çok ÖSO cepheye sürülüyor. Birtakım Arap aşiretlerinin satın alındığı da gelen haberler arasında.
Türkiye’nin Güneybatı’yı işgali konusundaki arzusunu gösteren bir diğer faktör ise, İran ve Rusya ile yaptığı görüşmelerdir. Bu görüşmelerden elle tutulur bir destek çıktığını söylemek mümkün olmasa da olmayacağı konusunda kesin bir kanaate varmak da mümkün görünmüyor. İran’ın içinde bulunduğu zor durum ve Rusya’nın ABD ile rekabetinde Türkiye’ye duyduğu ihtiyaç göz önüne alınırsa, Türkiye’nin lehine Kürtlerin aleyhine bir takım çözüm biçimlerinin hayata geçirilmesi pekala mümkün.
Son ve Türkiye’nin kurumsal olarak da işgale hazırlığını gösteren bir diğer veri ise, ‘Afrin kahramanı’ ilan edilen İsmail Metin Temel’in rütbesinin düşürülerek görev yerinin değiştirilmesidir. Bu ‘Afrin kahramanı’, İkinci Ordu Komutanlığı gibi aktif bir görevden alınarak Genelkurmay Denetim ve Değerlendirme Dairesi gibi pasif bir alanda görevlendirildi. Basına sızdırılan bilgilere göre Temel, mevcut işgal hareketini desteklemediği için görevden alındı.
Türkiye’nin şartları
Bu verilerden anlıyoruz ki Türkiye, ciddi bir işgal hazırlığı içindedir. Soru şu: Türkiye bunu gerçekleştirebilir mi? İçinde bulunduğu şartlar ve uluslararası durum buna müsait mi?
Türkiye, artık açık hale geldiği üzere, ağır bir ekonomik sorunla karşı karşıyadır. Döviz krizi olarak başlayan sorun, artık bir ekonomik sorundur ve her gün yeni iflaslar, konkordatolar ve sermaye kaçışlarına tanık olmaktayız. Son bir yıldır Türkiye’den ciddi sermaye kaçışlarının olduğu zaten bilinmekteydi fakat artık bu durum, dünyanın saygın gazetelerinden biri olan NYT tarafından da dile getirilmektedir. Türkiye, sermaye çeken değil, sermaye kaybeden bir ülkedir.
Bu sermaye kaçışları, Türkiye’nin sermayeye ihtiyaç duyduğu şartlarda gerçekleşiyor. Bu nedenle var olan ekonomik sorunları daha bir ağırlaştırmaktadır. Görünür bir gelecekte, uluslararası düzeyde en pahalı sermayeyi kullanan Türkiye’nin bu sorunu çözemeyeceği artık netleşmişken sermaye kaçışlarının gündeme gelmesi zaten ciddi olan bir sorunu daha da ciddi bir hale getirecektir.
Bu sermaye kaçışlarına paralel olarak Türkiye, sermayedar nüfusun yanı sıra, yetişmiş nitelikli nüfusu itibariyle de ciddi bir kayıpla karşı karşıyadır. Çeşitli basın organlarına yansıyan haberlere göre nitelikli nüfus Batıya göç etmektedir. İlginç verilerden biri, bu nitelikli nüfusun, sadece ABD, İngiltere, Almanya ve Hollanda gibi ülkelere değil, Çekya, Estonya ve Romanya gibi Doğu Avrupa ülkelerini de tercih etmesidir.
İşsizlik büyük bir sorun. Tartışmalı olan rakamlara göre bile genel işsizlik oranı %13.5 civarında; gençler arasında bu oran %27 düzeyinde. Orta sınıf olarak tabir edilen, tüketici kredisi ve kredi kartı kullanan kesimlerin ezici çoğunluğu aldığı kredileri geri ödeyemiyor. Konut sektörü neredeyse çökmüş durumda. Türkiye’nin yeni vizyonu olarak sunulan İstanbul Havaalanının uçuş konsepti bakımından yeterli olmadığı iddia edilmektedir. Küçük bir yağmurda pistlerin su ile dolması bunun kanıtı. Anlıyoruz ki inşaat sektörü, böylesine iddialı bir konuda bile taahhütlerini yerine getirmek hususunda ya vurdum duymaz ya da ciddi yetersizlik içindedir.
Bütün bu verilerin doğal sonucu, siyasal çürüme ve toplumsal çöküştür. Bir toplumun kalitesini tespit etmek için cezaevlerine bakmak lazım, ne türden suçlar işlenmektedir? Türkiye’de suç nevi ibret vericidir; toplumun her kesiminden insan cezaevlerini işgal etmektedir. Siyasal iktidara göre ‘suçlu’ sayısı, yarım milyonu geçmektedir. Üstelik bu rakam azalmak yerine her gün artmaktadır.
Sorunu risk alarak çözmek…
Bu olumsuz şartlar altında iktidarın herhangi bir savaşa girmesi olası görünmemektedir; ülkenin mevcut ekonomisi savaş gibi ağır bir yükü kaldıramaz gibi görünüyor. Ancak bu açmaz, tam da savaş gibi bir ‘açar’a da çıkabilir. Hükümet, mevcut sorunu aşmak için daha büyük bir risk alarak bütün toplumsal tepkileri bastırmak için Güneybatı’yı işgale yönelebilir. Büyük savaşlara baktığımızda, yukarda sıralanan realiteye tekabül ettikleri görülecektir.
Türkiye’de buna ek olarak meşruiyeti hızla eriyen bir iktidar bloku var. Bu çağdışı koalisyon iktidarda kalmak için, beka demagojisini de kullanmak suretiyle, hem genç nüfusu cepheye sürmeyi ve hem de düşman olarak gördüğü Kürtleri ezmeyi tercih edebilir. Bu, objektif olarak yönetimi daha büyük bir rezaletle karşı karşıya getirse de sübjektif olarak rahatlatacaktır. Savaş gibi bütün insani değerleri öğütücü güç, iktidarda kalmak isteyenlere nefes aldırabilir. Bunun hayata geçip geçmemesi ayrı mevzu fakat mevcut çöküş süreci, bir savaşla geciktirilebilir ya da iktidar, iktidarda kalmak için savaşı bir gerekçe olarak kullanabilir. Üstelik, varlık sebebi haline getirdiği anti-Kürt siyasetin ciddi risklerle karşı karşıya geldiği günümüz şartlarında…
Uluslararası durum
Uluslararası durum, Türkiye’nin heveslerini gerçekleştirmeye müsait gibi görünmemektedir. En ‘son ve yeni’ müttefiki ABD, Türkiye’nin açgözlü istekleri karşısında adeta ‘bu kadarı da olmaz’ dedi. Rusya gayet net bir şekilde, ABD’nin çekilmesiyle boşalan alanlara Suriye’nin girmesi gerektiğini deklare etti. İran sessiz gibi görünse de kendisinin açıklama yapmasına gerek bırakmayacak kadar Türkiye’nin Suriye ve Güneybatı’ya girmesine karşı çıkacakların olduğunu biliyor. Bir bütün olarak Arap dünyası, Suriye devleti ve DSM, Türkiye’nin müdahalesine karşı olduklarını açıkladılar. Esad karşıtı güçlerin önemli bir kısmı bile, Türkiye’nin müdahalesine karşı.
Buna rağmen Türkiye, Güneybatı’yı işgal arzusundan vaz geçmeyecektir. Birinci sebebini yukarda söyledim: Türkiye’deki mevcut gerici ve anti-Kürt blok, içinde bulunduğu ağır ekonomik ve toplumsal sorunları aşmak için savaşı bir çare olarak düşünebilir. İkincisi ise, Suriye’de gerçekleşecek olan, Kürt meselesinin gelecekteki çözümü için bir model olacaktır ve Türkiye, gelecekte kendisine de dayatılacak olan böylesine bir modelin hayat bulmasını istemeyecektir. Irak modeli olarak bilinen ve Suriye’de de hayata geçmesi muhtemel Kürt özerkliği, Türkiye’nin en büyük korkusudur ve bunu önlemek için elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışacaktır.
Kürtlerin, siyaset oluştururken, her zaman öne alması gereken temel parametre bu olmalıdır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.