Türkiye’nin ihracatı artık insan haklarına bağlı

Türkiye’nin ihracatı artık insan haklarına bağlı

.

A+A-

Mert Yılmaz

İhracatta yeni rekorlar kırıp Avrupa’nın Çin’i olmak isteyen Türkiye’nin artık bu hedef için iş sağlığı ve güvenliği, çocuk işçiliğiyle mücadele …

İhracatta yeni rekorlar kırıp Avrupa’nın Çin’i olmak isteyen Türkiye’nin artık bu hedef için iş sağlığı ve güvenliği, çocuk işçiliğiyle mücadele, çevre koruma gibi alanlarda da adımlar atması gerekecek.

AB’nin en büyük ekonomisi ve Türkiye’nin bir numaralı ticaret ortağı olan Almanya’da yürürlüğe girecek yeni yasa, Alman şirketlerini tedarik zincirlerindeki insan hakları ihlalleri, çevreye verilen zarardan da sorumlu hale getiriyor.


Almanya, tedarik zincirini insan hakları ve çevreyi koruma standartlarını dikkate alarak yeniden şekillendirecek. Fotoğraf: Daniel Reinhardt/dpa/picture-alliance

1 Ocak 2023’te yürürlüğe girecek Alman Tedarik Zincirlerinde Durum Tespiti Yasası (LkSG) sadece Alman şirketlerini değil, bu şirketlerin ticari ilişki içerisinde bulunan binlerce Türk işletmesini, Türkiye ekonomisinin performansını da etkileyecek.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tartışmalı ekonomi politikaları, seçimler öncesinde artan siyasi gerilim ve küresel ekonomideki çalkantılar nedeniyle büyük zorluklar yaşayan Türkiye’deki sanayici ve üreticiler, bu yeni kurallara uyum konusunda da çetin bir sınavla karşı karşıya.

“Türkiye ekonomisi için dönüm noktası”

Düşünce kuruluşu Avrupa Komşuluk Konseyi (ENC) Direktörü Samuel Doveri Versterbye, 1 Ocak itibariyle Türk-Alman ekonomik ilişkilerinde başlayacak yeni dönemin, Türkiye ekonomisi açısından önemli bir dönüm noktası olacağını söyledi.

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Vesterbye, Almanya’da yürürlüğe girecek yeni yasanın hem Türkiye-Almanya ekonomik ilişkilerinin geleceğini hem de Avrupa’nın yeniden şekillenmekte olan küresel tedarik zincirinde Türkiye’nin üstleneceği konumu tayin edeceğine dikkat çekti.

Türkiye için Almanya ile ekonomik ilişkiler büyük önem taşıyor. AB’nin en büyük ekonomisi olan Almanya, halen Türkiye’nin bir numaralı ticaret ortağı ve iki ülke arasındaki ticaret hacmi 41 milyar euroyu aşıyor.


Avrupa Komşuluk Konseyi (ENC) Direktörü Samuel Doveri Versterbye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için Almanya pazarının “hayati önem” taşıdığını, yürürlüğe gidecek yasayı ve olası sonuçlarını gözardı edemeyeceğini kaydetti. Fotoğraf: Privat

Almanya aynı zamanda Türkiye’ye en fazla yatırım yapan Avrupa ülkelerinden. Almanya’nın en önemli şirketleri Türkiye’de yatırımcı, Türkiye’de 7 bin 800’den fazla Alman ya da Alman sermayeli Türk şirketi faaliyet gösteriyor, yüzbinlerce kişiye istihdam sağlıyorlar.

Ancak Türkiye, en önemli dış ticaret ortağı ile ekonomik ilişkilerini geliştirmek, hatta mevcut olan ekonomik ilişkilerini muhafaza etmek istiyorsa, o zaman Almanya’da yürürlüğe girecek yasanın insan hakları ve çevrenin korunması için öngördüğü standartlarına da uyması gerekecek.

Almanya’daki yeni yasa ne öngörüyor?

“Yasa, Alman şirketlerinin ekonomik ilişkilerini, yatırımlarını, ticaretini, insan hakları ve çevrenin korunması şartlarına, kriterlerine endeksliyor” diyen Versterbye, “Bu yasa aslında, AB üyelik müzakerelerinin ‘Yargı ve Temel Haklar’ başlıklı 23. Fasıl ile ‘Adalet, Özgürlük ve Güvenlik’ başlıklı 24. Fasılın hafif versiyonları” diye konuştu.

Alman Tedarik Zincirlerinde Durum Tespiti Yasası’nda (LkSG), Alman şirketlerinin tedarik zincirlerinde insan hakları ve çevrenin korunması gibi alanlarda uymaları gereken kurallar ve standartlar sıralanıyor.

Çocuk işçi çalıştırılmaması, iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyulması, sendikal haklara saygı ve hukuka aykırı bir şekilde taşınmaz mallara el konulmaması bunlardan bazıları. Tedarikçilerin, etnik köken, cinsiyet, siyasi görüş ve cinsel yönelim gibi nedenlerden ötürü ayrımcılık yapmama yasağına uymaları da gerekecek.


Alman şirketleri, tedarikçilerinin hava kirliliğine sebep olmamalarına özen göstermek zorunda.Fotoğraf: Getty Images/AFP/B. Kilic

Üretim süreçlerinde çevrenin korunması, hava kirliliğine sebebiyet verilmemesi, toprağın ve su kaynaklarının kirletilmemesi ve atıkların çevreye zarar verecek şekilde taşınmaması da yasada yer alan hükümlerden.

Yasa ilk aşamada, idari merkezi Almanya’da bulunan ve 3 binden fazla çalışanı olan işletmeleri kapsayacak. 2024 yılından itibaren ise Almanya’da bin ve daha fazla çalışanı olan işletmeler için geçerli olacak.

Yasada yer alan hükümlere uymayan Alman şirketlerine, 8 milyon euroya kadar idari para cezaları uygulanabilecek. Yıllık cirosu 400 milyon euroyu aşan işletmeler ise toplam cirolarının yüzde 2’sine kadar ulaşacak para cezası ödemek durumunda kalabilecek. İhlalin ciddiyetine bağlı olarak şirketler kamu ihalelerinden de muaf tutulabilecek.

Alman yasası neden Türkiye’yi etkileyecek?

Yasanın getireceği yeni yükümlülükleri DW Türkçe’ye değerlendiren Avukat Emre Keki, “Bugüne kadar önemli olan üretilen malın kalitesi ve fiyatlaması gibi iktisadi kıstaslardı. Yasa ile birlikte artık yeni bir kıstas daha geliyor: Üretim süreçlerinde insan hakları ihlallerine, çevresel ihlallere sebebiyet vermemek” dedi.

Almanya’daki yeni yasa ile birlikte artık Alman şirketlerinin tedarik zincirlerindeki insan hakları ihlallerinden doğrudan sorumlu hale geldiğine işaret eden Keki, şöyle devam etti:

“Bu, Alman şirketlerine tedarikçilerinin bu kıstaslara uyup uymadığına bakma ve bunlara uyan tedarikçilerle çalışma yükümlülüğü getiriyor. Üçüncü ülke tedarikçileri de bu nedenle kendilerini bu kıstaslara uyan bir iş ortağı olarak konumlandırmak zorunda. Bu Türk şirketleri için de inanılmaz boyutta bir uyum baskısı getirecek. Çünkü Alman şirketleri, bu yasadaki kıstaslara uyduğunu belgeleyemeyen bir tedarikçiyle çalışamayacak, eğer bazı ülkelerde sorunlar görüyorlarsa, kendilerine başka alternatifler arayacaklardır.”

“Altyapı hamlesi olarak görülmeli”

Alman Ticaret Odası ile birlikte Türk tedarikçilerini bilgilendirme çalışmaları yürüttüklerini anlatan Keki, çalışan hakları bakımından Türkiye’de ciddi sıkıntılar olduğunu, atılması gereken adımlar bulunduğunu söylemekle birlikte, bu standartları yakalamanın hiç de zor olmadığını vurguladı.


Enflasyonun yükseldiği, TL’nin değer kaybettiği Türkiye’de hayat pahalılığı artıyor.Fotoğraf: DesignIt/Zoonar/picture alliance

“Gerekli adımlar atıldığı takdirde Türkiye’den daha iyi konumda olabilecek üçüncü bir ülke de yok kanımca” diyen Emre Keki, “Bu standartlara uyumu, bir altyapı hamlesi olarak görmeniz gerekiyor. Çalışan haklarını çok da önemsemiyor olabilirsiniz ama ‘Ben yarın malımı, hizmetimi nereye satacağım?’ diye düşündüğünüzde, rasyonel olan sizin bir an önce bu kıstaslara uyum sağlamaya çalışmanızdır. Çünkü Türkiye’nin ekonomik anlamda büyümesini, Avrupa pazarına daha fazla ihracat yaparak sağlayacaksanız, o zaman bu standartları, ihracatı artırmaya yönelik bir altyapı hamlesi olarak görmeniz gerekir.”

Küresel tedarik zincirinde üs olma hedefi suya düşebilir mi?

Avrupa ülkeleri, Koronavirüs salgını, Ukrayna savaşı, Çin ile artan rekabet nedeniyle tedarik zincirlerini yeniden yapılandırıyor. Türkiye, güçlü lojistik ve sanayi altyapısı ile yeniden şekillenen bu tedarik zincirinin merkez üssü olabilir. Nitelikli işgücü, coğrafi yakınlığı, Gümrük Birliği’nin bir parçası olması sebebiyle Türkiye aslında Avrupalı şirketler için ideal bir konumda.

Ancak insan hakları, çalışan hakları alanlarında devam eden sorunlar konusunda uzmanlar uyarıda bulunuyor.

Özellikle bazı sektörlerde yaygın kayıt dışılık, Suriyeli sığınmacıların kaçak olarak çalıştırılması ya da asgari ücretin altında ücretlendirilmeleri, çocuk işçiliği, sendikal hakların tanınmasındaki eksiklikler, işçi sağlığı ve güvenliği için yeterli önlemlerin alınmaması, çevrenin korunması için gerekli adımların atılmaması, bu konudaki ihlallere karşı düzenlenen protestolarda güvenlik güçlerinin uyguladıkları şiddet, dikkat çekilen sorunlar arasında bulunuyor.

“Erdoğan olası sonuçları gözardı edemez”

Alman yasasında, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmeleri gibi, aslında Türkiye’nin de zaten taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde yer alan ve yerine getirmekle yükümlü olduğu insan hakları ve çalışan hakları standartları sıralanıyor.

Peki, son yıllarda demokrasi, hukuk devleti ve temel haklarda büyük gerilemenin yaşandığı Türkiye’de insan hakları ve çevrenin korunması için adım atabileceği beklentisi gerçekçi mi?

ENC Direktörü Samuel Doveri Versterbye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için Almanya pazarının “hayati önem” taşıdığını, bu yasayı ve olası sonuçlarını gözardı edemeyeceğini kaydetti.


ENC Direktörü Samuel Doveri Versterbye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye ekonomisini ayakta tutabilmek için insan hakları ve çevre kriterlerini gözetmek zorunda olduğunu kaydetti.Fotoğraf: Murat Cetinmuhurdar/Presidential Press Office/REUTERS

Versterbye, “Önümüzdeki yıl seçimlerin yapılması bekleniyor. Erdoğan, Almanya pazarına bağımlı. Ekonomiyi ayakta tutabilmesi için istese de istemese de bu kriterlerin yerine getirilmesine önem atfetmek durumunda. Aksi takdirde Türkiye’deki hak ihlalleri Alman mahkemelerine taşınacak, Alman hakimler, Türkiye’de yaşanan insan hakları ve çevre ihlalleri için Alman şirketlerini cezalandırabilecek. Bunu da Alman şirketleri göze almak istemeyecektir” görüşünü aktardı.

Alman mahkemelerinde yüzlerce dava açılabilir

Yürürlüğe girecek yeni yasa uyarınca, Türkiye gibi tedarikçi ülkelerde çalışan işçiler, Almanya’daki sivil toplum kuruluşları ve sendikalar aracılığıyla, Alman mahkemelerinde davalar açılmasını sağlayabilecek.

Şimdiden, Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları ve baroları, bu yasa ile ilgili bilgilendirme, farkındalık oluşturma çalışmalarına başladı, sendikalar arasında da görüşmeler yürütülüyor.

Uzmanlar, Türkiye’de gerekli adımların atılmaması halinde bir kaç yıl içinde Alman mahkemelerinde yüzlerce davanın açılabileceğine dikkat çekiyor.

“Alman şirketleri de ellerini taşın altına koymalı”

İş Dünyası ve İnsan Hakları Derneği Minerva’nın eş kurucuları Dr. Pınar Kara ve Dr. Çiğdem Çımrın, bu alanda uzman iki hukukçu.

Yürüttükleri çalışmalarla, Almanya’da yürürlüğe girecek yasa hakkında Türkiye’de kamu kurumlarını, şirketleri ve sivil toplum kuruluşlarını bilgilendirme çalışmaları yürütüyorlar.

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Dr. Çiğdem Çımrın, yaşanmakta olan değişim süreciyle ilgili farkındalık yaratmaya ve bir iletişim kanalı oluşturmaya çalıştıklarını anlatırken, “Bu alanlarda adımların atılması, uluslararası ticarette Türkiye’nin ne kadar rekabetçi olup olmak istemediği ile ilgili bir konu” dedi.

Türkiye’deki kamu kurumlarının büyük bir bölümünde bu konunun ne kadar önemli olduğu konusunda bir farkındalık olduğunu söyleyen Çımrın, özellikle mevzuat açısından gelişme kaydedildiğine dikkat çekerek, şunları kaydetti:

“Ben umutluyum, gelişme var ve bu zaten zaman alan bir süreç. Şunu da vurgulamak lazım, Türkiye’de üretim yaptıran, mal alan Alman şirketlerinin de taşın altına ellerini koymaları, kendi tedarikçilerinin kapasitelerini güçlendirmeleri, onları teşvik etmeleri gerekiyor. Ancak nihayetinde, bu vizyon değişikliği, şirket, devlet ve sivil toplum aktörlerinin kolektif olarak, birlikte çalışarak, insan haklarına bakışta sağlayacakları değişim, çok önemli ve heyecan verici.”

“Ülkelerinde gösterdikleri özeni diğer ülkelerde de göstermeliler”

Dr. Pınar Kara ise, Almanya’da yürürlüğe girecek yasanın dünyada yaşanan değişimi yansıttığına dikkat çekerken, bu konuda Fransa ve Hollanda gibi diğer Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde de benzer yasaların yürürlükte olduğuna, AB’de de konuyla ilgili bir direktif üzerinde görüşmelerin sürdüğüne işaret etti.

“Bir dönüşüm sürecinden geçiliyor. Bundan sonra iş yapma usulünün hiçbir şekilde aynı kalmayacağı bir zeminden bahsediyoruz” diyen Kara, şirketlerin insan hakları alanındaki bu adımları artık uluslararası rekabet için atmak zorunda olduklarını kaydetti.

Pınar Kara, şunları söyledi:

“Gelişmiş ülkelerde merkezleri bulunan şirketlere, kendi ülkelerinde gösterdikleri özeni, faaliyette bulundukları diğer ülkelerde de gösterme yükümlülüğü getiriliyor. Çünkü bu şirketler, çevre ve insan haklarına verilen zararlardan ötürü kendi ülkelerinde yapmadıklarını üçüncü dünya ülkelerinde yapıp, sorumlu tutulmaksızın işin içinden sıyrılabiliyor, mağdurlar da gerçek zararlarının tazminine ulaşamıyorlar. Örneğin, Kanada’lı bir şirket, kendi ülkesinde yasak olan bir miktarda siyanürün çevreye ve insanlara zarar verdiğini bilmesine rağmen, bir başka ülkede bunu kullanmaktan çekinmiyor. Bu nedenle, bir çok şirketin iktisadi bakımdan bir çok devletten daha güçlü hale geldiği günümüz dünyasında, özellikle çok uluslu şirketlerin iş yapma usullerinin değişmesi büyük önem taşıyor.”

Kaynak: DW Türkçe

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.