Ulusal bilinç, birlik, değerlere sahip çıkma ve örgütlü mücadele ile toplumsal çürüme virüsüne dur diyebiliriz
Cano Amedî
Günlük yaşamın çetrefili sokaklarında, çoğu kez, masallar, öyküler ya da bir takım ata sözleriyle, birtakım anlatımlarla, hayatın gerçekliğine dair doğrudan ya da dolaylı atıf yapılarak, gerçeklerle yüzleşmemiz sağlanmaktadır.
Kürd toplumunun kültüründe, günlük yaşamda , birtakım mesajlar iletmek ya da dolaylı eleştiri sunma açısından, ata sözlerini, anektodları kullanma yaygın ve etkili bir yoldur.
Dolaysıyla, bugün yaşadıklarımızı, geçmişin tecrübeleriyle kıyaslayıp bilgi ve tecrübe süzgecinden geçirdiğimiz zaman, geleceğe ilişkin ne tür bir yol haritasına sahip olacağımız da netleşecektir.
Bugün, duygu ve düşüncelerimi yakın tarihte yaşanmış bir öykü/hikaye kulvarında paylaşmak istiyorum.
Kızılderililere atfedilen bir ata sözü vardır, derler ki: “Eğer bir nehirde balıklar kavga ediyorsa, biliniz ki oradan uzun bacaklı birisi geçmiştir.” Tabi ki, kast edilen “uzun bacaklı”lar İngiliz misyonerlerden başkası değildir.
Hikâye, bazen kurmaca, bazen rivayet, bazen de hayatın ta kendisi olabilir.
“Uzun bacaklı” Anglosakson geleneğinin istilacıları Kızılderililer’de, bu denli etkili olmuşken; Kürdler ise, orta Asyanın barbar, yağmacı ayaktakımının, arapların yağmacı ve fetih geleneğinin, perslerin hain ve sinsi politik entrikalarının yanı sıra, bölgede at koşturan bütün işgalci imparatorluklara karşı var olmak ve bu coğrafyadan kopmamak için büyük bir direniş ve mücadele sergilemişledir. Dolaysıyla, Kürdler, Anglosakson zihniyetinin sembolize ettiği “uzun bacaklı” zihniyet ve gücün bizzat kendisiyle de yeterince mücadele etmiştir.
Anlatıcıların anlatımına göre hikaye, 1900’lerin başında, İngilizler “Irak” ismiyle bir devlet kurmaya karar verdiklerinde, saha çalışmalarını yürüten bir general ve beraberindeki heyetin rutin çalışmaları esnasında yaşanmıştır. İngiliz general ve kafilesi, Irak’ın güneyinde yolculuk yaparken, bir gün yol kenarında otlanan büyük bir sürüyü görüyorlar. Sürüyü idare eden çoban ve köpeği İngiliz generalin dikkatini çekiyor. Çoban vurdum duymaz, avanak avanak etrafa bakıyor, ama, köpek fıldır fıldır sürünün etrafında dönüyor, sürüyü toparlıyor, yön veriyor ve ara sıra etrafta seyir halindeki “uzun bacaklı” general ve ekibine tepkisini ortaya koyuyor. Bu durum, İngiliz generalin kafasında yeni bir hinlik için şimşeklerin çakılmasına yol açıyor. İngiliz General çobanı yanına çağırıyor, onunla sohbet ederek, sürüsü ve köpeği hakkında bilgi ediniyor. Çoban, yeterince bilgiç bir edayla, köpeğinin meziyetlerini, korkusuzluğunu, sürüyle olan uyumunu dile getiriyor ve en önemlisi de idareciliğine atıf yapıyor. General, çobana dönüp ona sürpriz bir teklifte buluyor, diyor ki: “Söylediklerine inandım, köpeğin iyi ve yetenekli, ancak benim senden istediğim farklı!”. Çoban ezilip büzülerek, heyecanlı bir şekilde “efendim söyleyin ben sizin için ne yapabilirim?” diye cevap veriyor.
General, köpeğe bakarak, çobana şu teklifi yapıyor: “Ben sana 100 sterlin versem köpeğini öldürür müsün?” Çoban bir yandan köpeğine bakıyor, bir yandan da kafasında canlanan 100 sterlini düşünüyor. Çobanın yaşamında 100 sterlin büyük para; ve bu köpek giderse, yerini başka bir köpekle doldurabileceğini düşünüyor ve generalin teklifini hemen kabul ediyor, silahını ateşliyor. Can yoldaşını, yardımcısını ve sadık köpeğini öldürüyor.
General, 100 sterlini uzatarak, “eğer köpeğinin derisini yüzersen, sana bir 100 sterlin daha veririm” diyor. Çoban heyecanlanarak hemen köpeğin derisini yüzerek generalin ayakları dibine seriyor. General tekrar 100 sterlini uzatarak, “eğer köpeği parçalara bölerek birbirinden ayırırsan sana bir 100 sterlin daha vereceğim’’ diyor. Çoban sihirli “para” sözcüğünü duydukça, generalin talimatlarını hızla yerine getirmeye devam ediyor.
General, heyetiyle birlikte araçlarına binip ayrılmaya hazırlanırken, çoban hala generalin etrafında dolanıp durmakta. En sonunda, “efendim sen 100 sterlin daha verirsen, köpeğimin bir parça etini de yiyebilirim” der!
General, çobana dönerek şöyle der: “Gerek yok, ben merak ettiğim sorunun cevabını buldum. Sen şimdi git köpeğin gibi bir köpek bul. Benim asıl gayem senin yol arkadaşın, yardımcın ve sana sadık olan bu köpeğe karşı senin yaklaşımını öğrenmekti! Ben sorunun cevabını aldım, sen para için yoldaşını, arkadaşını, yardımcını, en zor anlarda sürüyü kolaçan eden, sahip çıkan köpeğini hiç düşünmeden öldürdün. İşte benim öğrenmek istediğim de buydu” diyerekten yoluna devam eder.
General etrafındakilere dönerek şöyle der: “İnsanlar bu karakterde olduğu sürece, onlara istediğiniz şeyleri yaptırabilirsiniz. Siz yeter ki parası olup değeri olmayanın; değeri olup parası olmayanın yaşam anlayışlarının değiştirilmesini bilin! Gerisi çorap söküğü gibi gelir.”
Yaşam anlayışınız, dünyaya bakış açınız, yerel ve evrensel sorunları okuma ve yorumlama tarzınız, aynı zamanda karakterinizi de yansıtmaktadır. Bireysel karakteriniz, aynı zamanda örgütsel ve toplumsal karakterin oluşumunda etken rol oynar. Toplumsal karakterler, ulusal karakterler aynı zamanda coğrafyanıza sahip çıkma refleksleriyle ilgilidir. Dolaysıyla, değerlere sahip olmak, sahip çıkmak ve geliştirmek bir kültür ve mücadele geleneğidir. Bu mücadele geleneği güçlendikçe, istilacı barbarların kapital gücünü ve yüzyıldır toplumuzu zehirleyen “satın alma” tılsımını bozmuş oluruz.
Elbette, günümüzde toplumun büyük bir kesimine empoze edilen ‘’paranın satın alamayacağı bir şey yoktur’’ zihniyeti ve kültürü, toplumsal çürümenin ve yozlaşmanın başlangıç noktası ve kaynağını oluşturmaktardır. Bu zihniyettin etkin olmasını tetikleyen farklı faktörler mevcuttur, ancak egemen sistem hukuksuzluğu teşvik ederek, bu zihniyetin toplumda kök salmasını sağlıyor. Şahsi menfaat, bireysel açgözlülük ve çıkar gruplarının, narko-paramiliter güçlerin operasyonel özelliği bu bataklığının aktif olmasını sağlamaktadır. Günümüzde, yeniden pazar paylaşım ikliminde savaş tamtamları çalınmaya başlandığı bir süreçte, narkotik ve insan kaçakçılığı zemininde demografik yapının değiştirilmesine ve paramiliter güçlerin transferine ağırlık verildiğini görüyoruz. Ne yazık ki, bireysel ve grupsal çıkar içgüdüleri, bu toplumsal ve ulusal tehlikenin boyutunu perdelemektedir. Oysa buzdağının görünmeyen yüzünde ciddi tehlike sinyalinin belirtileri görülmektedir. Bu tehlikeye, ancak örgütlü, toplumsal bir dinamizm ve ulusal reflekslerle karşı konulabilinir. Ne yazık ki, çıkar iklimini cazip hale getiren güç odakları, büyük bir inatla örgütsüzlük ikliminin devamı noktasında nemalanıyorlar. Artık, bireysel çıkarları için insanlar temel değerlerini mezata çıkaracak hale getirildiler. Ama az, ama çok, rakamların sihirli gücü giderekten bireyleri esir almakta, sistemin çarkları arasında törpülemektedir. Temel insani değerler, toplumsal ve ulusal karakter ve çıkarlar silsilesi giderekten darbe almaya başladı. Suskunluk ve örgütsüzlük tercihleri, nemelazımcılık, giderekten toplumsal dinamiklerin etkisiz ve güçsüz olmasına yol açmaktadır.
Özcesi, para için değerlerini satanlar, düşmanın kapısında el pençe duranlar; makam ve mevki için her türlü “dönme dolaplarda” Beko Ewan’lık edenler, zevk ve sefaları için ulusal, toplumsal çıkarları heba edenler, aslında kendilerini mezata çıkardıklarının farkında da değiller. Bunlar egemen güçlerin istemleri doğrultusunda benliklerinden, değerlerinden, ulusal ve toplumsal karakterlerinden uzaklaştıklarının, hatırlatılmasını da istemezler. Onlar için her şeyi satmak mübahtır,. Artık günümüzde “uzun bacaklı” Anglosakson misyonerlere ihtiyaç kalmadı. Sistem yerli ve etkili aparatlarıyla düzenini inşa etmiş durumda. Bu sistemin çarklarıyla tanışanların iflah olması çok güç, ancak güçlü bir rüzgar ve örgütlü bir ulusal duruş, bu çarkın dişlilerini tuz buz eder. Yeter ki ulusal bilinç ve ulusal karakter temellinde örgütlü mücadele geleneğini baskın kılabilelim…