Ulusal İnşa Siyasetinde Dil ve Kültürün Önemi ve İlişkileri Bakımından Kuzey Kürdistan Siyasetinin Acıklı Hali
Son zamanlarda, gerek Kürd ulusal siyaseti içinde, gerek PKK ve çevre örgütlerinde ve gerekse de AKP ve CHP’si ile Türk Siyasi partilerinde, Kürd Kültürü ve özellikle dili ile ilgili, eskisine oranla daha farklı ve yoğun belli tartışmalar ve dolayısıyla hareketlenmeler, açıklamalar gözleniyor.
Bu yazıdan amacım, Dünya Anadil Günü vesilesiyle de anılan ilgi ve hareketlenmenin olumluluklarının yanı sıra, esasen hayra alamet olmayan olumsuz bazı yanlarına işaret etmektir.
Konuya girmeden önce, ulusal inşa sürecinde/mücadelesinde, dil ve kültürün yeri ve bunların karşılıklı rollerine ilişkin, günümüze kadarki pratiklerle de doğrulanan genel teorik bir çerçeveye işaret etmek gerekiyor.
Açıktır ki, ulusal inşada dil ve kültürün, çok ama çok, önemli rolleri var. Ancak devletleşmeyi ve dolayısıyla her yönüyle kendi kendini yöneterek, kendi kamusal alanlarını yaratmayı amaçlamayan, yaratamayan bir ulusal mücadelenin/inşanın, hele de inkar ve imha nitelikli Türk egemenlik sistemi ve yanı sıra mevcut küreselleşme koşullarında, dil ve kültürünü geliştirmesi bir yana, onları koruması dahi mümkün değildir. Özcesi, özünde biri birini destekleyip tamamlayan bu öğelerin siyasal ve toplumsal denklemi, uzun vadeli sürecin belirleyeni olan ulusal inşaya/devletleşmeye hizmet edip onu amaçlamıyorsa, kendi başına dil kültür “Kürtçülüğü” yapmak, eskiden yaptığımız yanlışın bir başka versiyonu olarak ciddi yanılgılara ve dolayısıyla algı yanılsamalarına neden olup ulusal inşa sürecinin kendisine ciddi zararlar verebilir.
“Eskiden yaptığımız yanlış”tan kastım şu: 19. Yüzyıl’ın ilk yarısındaki yenilgiler sonrasında, 1960’lı özellikle 70’li yıllarda, Kürd ulusal hareketi olarak yeniden ortaya çıktığımızda, örgütten örgüte kısmi farklılıklar içermekle beraber, genel olarak anılan denklemin dengesini, dil ve kültür öğelerinin rolünü önemsemeyen ve dolayısıyla bunları ulusal inşa ve devletleşme, o zamanlar kullanılan klasik deyimi ile “devrim” sonrasına erteleyen, yanı sıra dili ve kültürü, siyasetin ve hatta örgütsel çıkarların çok basit araçları gibi gören bir anlayış ve pratik benimsedik. Bu yanlış anlayışın, günümüzde hem siyasal hem de dil ve kültür alanında yaşadığımız asimilasyon ve entegrasyon felaketinde çok önemli bir rolünün olduğunu, aşağıda belirteceğim somut tarihsel örneğin de şahsında kabullenmemiz lazım.
1970’li yıllarda, Dr. Şıvan Hareketi’nin politik geleneğini, ortaya çıkan yeni koşullarda, devam ettirme iddiasındaki KİP/DDKD hareketinin genel bir yöneticisi olan İsmail Müttevelizade ile PKK yöneticisi Mehmet Karasungur arasında (ikisi de ışıklar içinde uyusunlar), Bingöl’deki bir parkta, nerede ise kavgaya dönüşen bir tartışma yaşanmıştı. Tartışma, yaptığımız/yaşadığımız yanlışın tipik bir örneğini ve bunun günümüzdeki hazin sonucunu yansıtması bakımından çok önemlidir. Tartışmanın konusu, KİP/DDKD hareketinin, Dr. Şıvan’ın T-KDP’sinin programındaki ulusal inşa siyasetinde dil ve kültürün rolü ile Kürdistan’da ekolojik dengenin korunması ile ilgili bazı maddeleri aynen programlaması ve buna uygun olarak Anadilde eğitimi ve Kürdistan’daki ekolojik dengeyi korumayı savunmasıdır. Buna karşılık, iradi bir anlayışla “Her şeyden önce Kürd ve Kürdistan Devrimi gerçekleştirilmelidir” türünden bir tezi savunarak, anılan talepleri adeta aşağılayan PKK yönetici Mehmet Karasungur, “Siz Kürdistanı ve Kürdleri mi, yoksa le le lo lo ile kuşları ve ağaçları mı kurtaracaksınız?” türünden sözde radikal ancak ucube bazı görüşlerle cevap vermiştir. Konumuzda ve hayatın diğer mücadele alanlarında, gerçeklikten uzak bu tür içi boş radikal, maximalist görüş ve tutumların, zaman içinde çoğunlukla kendi karşıtlarına dönüştüklerini biliyor ve yaşıyoruz. Nitekim, tıpkı günümüzde yaşandığı gibi, PKK ve çevre örgütlerinin, zamanla o maximalist siyasal stratejilerini ve dolayısıyla paradigmalarını, Kürd ve Kürdistan’ın ulusal inşasında milletleşme ve devletleşme amaçlarından arındırıp, bunların yerine demokratikleşme, ekoloji, kadın vb. gibi tali siyasal ve toplumsal sorunları ön plana çıkaran ve bu yolla asıl meseleyi öteleyip gizleyerek, Türk egemenlik sisteminin entegrasyonist politikasına açıkça hizmet ettikleri biliniyor.
Yazının asıl konusuna dönersek…
Kanaatimce, son zamanlarda dil ve kültüre ilişkin tartışmanın, Kürd ulusal hareketi ve özellikle PKK ve çevre örgütleri içinde yoğunlaşmasının başlıca birkaç nedeni var. Birincisi, TC’nin yüzyıllık red, inkar ve imha politikasının sonucu zaten hayli ilerleyip hızlanmış bulunan asimilasyon ve entegrasyonun, küreselleşme ve tekniğin, özellikle iletişim ve medya tekniklerinin olağan üstü bir hızla gelişmeleri sonucu daha bir hızlı/etkili hale gelmesidir. Bu durum, başta Kürd siyaseti, dil-kültür ve sivil toplum çevreleri olmak üzere, tüm Kürdleri, daha bir kaygılandırarak konuyla ilgili duyarlılıklarını arttırmıştır. Yanı sıra, başta İstanbul, İzmir olmak üzere bazı CHP’li belediye başkanlarının, Kürtlerin yoğunca yaşadıkları belediyelerdeki hizmet sunumunda Kürtçenin de kullanılacağından ve Kürtçe dil kurslarının açılacağından bahsedip somut bazı teşebbüslerde bulunmaları, AKP’yi de konu ile ilgili olarak hareketlendirmiştir. Adalet Bakanı’nın Kürtçe için “Bin yıllık bir dil” belirlemesi yapması ve Türk Dil Kurumu tarafından hayli zamandır hazırlanan Türkçe-Kürtçe sözlüğün yeni bir ürünmüş gibi şimdilerde basına yansıtılması, Kürdler arasında konuyla ilgili oluşan/yükselen duyarlılığın, ulusal inşa ve devletleşmenin bir kaldıracı olarak işlev görmesinin tersine, dil ve kültür “Kürdçülüğü”nün yanı sıra, seçim rekabetine de malzeme yapılacağını gösteriyor. Hatta AK Parti’nin, önümüzdeki seçim döneminde bu amaçla kullanmak üzere, Kürdler için bazı dil ve Kültürel haklar içeren muhatapsız yeni bir “Çözüm Süreci”ni devreye sokacağı kulislerde konuşulmaktadır. Özetle anılan nedenlerle Kürd toplumunda, dil ve kültür konusunda oluşan kaygı ve dolasıyla hassasiyetin istismar edilerek, entegrasyonist planlar doğrultusunda kullanılma ihtimali ve dolayısıyla tehlikesi hayli yüksektir. Yanı sıra anılan hassasiyetin, HDP ve DBP dahil, Türk egemenlik sisteminin belli başlı partileri arasında seçim rekabetinin bir malzemesi olarak da kullanılacağının ciddi ihtimalleri ve hatta belirtileri var.
Gelecek yazımda , son yıllarda oluşan bu hassasiyetin bir sonucu/gereği olarak, yaklaşık 2 yıl önce, HAK-Par hariç, bütün Kürt parti ve gruplarınca oluşturulan “Platforma Zimanê Kurdî”nin (PZK) yeterince verimli olamamasının nedenlerini ve son zamanlarda HDP ve DBP çevrelerinin organizasyonlarıyla kurulan ve süre içindeki çabalarıyla yukarıda belirtilen kaygıları artıran “Kürt Dil ve Kültür Ağı” adlı oluşum ile bu oluşumun örgütlediği anlaşılan bazı gazete, dergi ve derneklerin faaliyet ve rollerini irdelemeye çalışacağım.
21 Şubat 2020
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.