Ulusal simge ve değerlerden sapma kürdleri nereye götürür!
Sizi sömürgeleştirenlerin, sizde yarattığı en büyük yıkım, Zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.Frantz Fanon
Kamil Sümbül
Sizi sömürgeleştirenlerin, sizde yarattığı en büyük yıkım, Zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.
Frantz Fanon
Bir ulusu ulus yapan temel ögelerden biri olan ulusal simgeler ve değerler, tarihsel bir süreç içinde gelişerek oluşurlar. Bu simge ve değerler Kurdistan genelinde, özellikle Kuzey ve Rojava Kurdistan’ında gerçek anlamda nasıl algılanmaktadır, irdelemek gerekmektedir.
Nasıl ki Kürd ve Kürdistan adı binlerce yıllık süreç içerisinde yerleşmişse, Kürd ulusal bayrağı olan Ala Rengin de yüz yıllar içinde tüm ulusça kabul edilen renklerden oluşmuştur. Ulusal marşımız olan Ey Reqip de yazıldığı dönem Kürd ulusal gerçekliğine uygun olduğundan ulusal marş olarak kabul edilmiştir. Birer ulusal simge olan bayrak ve ulusal marş’a karşı; her hangi bir lider ne kadar güçlü ve otoriter olsa bile, kendi keyfine göre yeni bir bayrak ve marş dayatamaz, dayatsa da kabul görmez.
Ulusal simge ve değerleri korumak; kurulu devletlerin dışında günümüzde bir ulusal devlete sahip olamayan bir çok ulus ve halkların da üzerinde titrediği hassas noktalardır. Nedense biz Kürdlerde, özellikle Kuzey ve Rojava Kürdistan’ında egemen olan politik yapılarda ulusal simgeler ve değerlere sahip çıkılması doğal yolunda gitmemektedir.
Ulusal simge ve değerleri kimler ve niçin önemsemeyip yok saymaktadır, sorusu Kürd Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde yerli yerine konulması gerekmektedir. Bu değerleri kabul etmek istemeyen veya içeriğini boşaltıp Kürdleri amaçsız ve hedefsiz bırakanlar;
-Sömürgeciler ve işgalciler istemez.
-Ulus içindeki işbirlikçiler ve kendi çıkarlarını ulusal çıkarlardan üstün görenler istemez.
-Enternasyonalizm ve halkların kardeşliği demagojisini savunan ezen ulus solcuları istemez.
-Dini inançları öne çıkarıp ümmetçilik yapanlar istemezler.
Kürd ulusal bayrağı olan ALA RENGİN 1920’lerde Rojava Kürdistanı’nda ve Şam’da sürgünde yaşayan Kürd önder ve aydınları tarafından kabul edilmiş ve 1930 Ağrı direnişi ve Mahabat Kürd Cumhiriyeti’nde ulusal bayrak olarak kabul edilince tüm Kürdler tarafından benimsendi. Ulusal marşımız olan EY REQİB de 1938’de zindanda olan Kürd şairi Dildar tarafından yazıldı. Bu şiir daha sonra bestelendi ve ulusal marş olarak tüm parçalarda kabul edildi. Doğu Kürdistan siyasi örgütleri son yıllara kadar kendilerini İran’ın bir parçası görmelerine rağmen, Ala Rengin ve Ey Reqip’ten kesinlikle taviz vermemişlerdir. Güney Kürdistan halkı ve siyasi hareketleri Ala rengin, Ey Reqip marşından ve Kürdistan hedefinden hiç bir zaman vazgeçmemişlerdir.
Kuzey Kürdıstan’da ise PKK hariç tüm siyasi grup ve örgütler her zaman Ala Rengin ve Ey Raqip marşına ulusal değer olarak sahip çıktılar. PKK 1990’lara kadar görünüşte Birleşik Bağımsız Kurdistanı savundu ancak hiç Ala rengin ve Ey Raqip marşına sahip çıkmadı. Ve hep karşı oldu. Kürdistan'ın devlet olma hakkına ve ulusal simgele karşı olan PKK içinde, sadece Kişi putlaştırması almış başını gidiyor. Liderlik kültü ulusal simgelerin önüne geçmiş. Lider demek parti önderliği demekti, Kürd halkı ve Kürdistan ise liderlik ve partiden sonra gelmeye başladı. Önceki Ulusal Direnme hareketleri ve şehid önderleri küçümseniyor. Kürdleri kendisi yeniden yaratmış gibi tezler savunuluyor. Kürdistan’ın 4 parçaya bölündüğü tezi terk edildi. Ala Rengin ve Ey Reqip marşına Barzani'nin bayrağı, marşı diye, taşımasını engelliyorlar.
Buna karşılık PKK 1990’lı yıllarda çıkan gazetelerinde MİT ajanı Mahir Kaynak yazılar yazmaya başlayınca kimse soramıyordu ki; bu adamın bir Kürd gazetesinde işi ne. Derin devletin adamları olan Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük Bekaa ve Şam yollarını aşındırıp baş köşeye oturtulmuştu. Özellikle Yalçın Küçük ideolojik olarak PKK hareketinin kurdi yanlarını törpüleyerek yönlendirmeye başlamıştı. Yaptığı röportaj ve çektiği resim ve filmleri Türkiye’ye girerken usulca bir göz altı olayı ile maskeleyip devlete teslim etmekteydi. Böylece Kürdleri kendi ulusal değerlerinden uzaklaştırma dönemi başladı. Geniş kitlelere sanki uyuşturucu bir şerbet içirtildiğinden soru bile soramaz hale gelmişlerdi. Soru sorana; ajan hain damgası hazırdı.
Hiç bir PKK’li Öcalan’la Suriye devletinin nasıl bir ilişki kurduğunu sorguluyamadı. Sorgulamaya kalkanın başına binbir türlü işler geldi. Diğer parçalardaki Kürdlerle ittifak ve dayanışma yapacağı yerde onlarla savaşarak kardeş kanı dökülmesine neden oldu. Giderek öyle Kürdistanilikten uzaklaşıldı ki; geçen yıl ki Diyarbakır Newrozu’na ellerinde Kürd ulusal bayrağı ile gelenleri alana sokmak istemediler fakat alanda Türk bayrakları ve Atatürk resimleri sallamak serbesti. Daha da yüzkarası bir eylemi Almanya’da yaptılar. Alman parlamentosuna Kürd kadınlarını gönderip; ‘’Aman Peşmergelere askeri yardım yapmayın’’ diye oturma eylemi bile yaptırtıldı.
Kuzey Kürdlerini; ’Şehidler edebiyatı ve ödenen bedeller’ le susturmaya çalışıyorlardı. Artık mevcut sınırların değişmesini savunmak onlara göre ilkel milliyetçilikti. Ulus devlet kurma dönemi bittiğini savunurken devletsizliği sadece Kürdler için savunuyorlardı. Yoksa Kuzey Kıbrıs ve Filistinin de devlet kurmaması gerekir, diyemiyorlar aksine haklarıdır diye adeta Kürdlerin gözünün içine baka baka söylüyorlardı. Tüm çabaları Güney’in bağımsız devlet olmasını önlemekti. Güneyli lider ve örgütlerine hainlikten tutun her türlü çamur atmayı kendilerine bir görev saydılar. Nedeni açıktı; Güneyin devletleşmesi demek; Kuzey’de uyuşturulan halk gerçekleri görmeye başlayacak demekti.
Türkiyelileşme gündeme getirilerek; Kürdlere bağımsız bir yaşamın dışında Türkiye’ye entegre olması için her türlü açıklamaları yaptılar. 1990’ların başından itibaren Türkiye’de legal alanda mücadele eden insanların tüm fedakarlıklarına, verdikleri can’lara rağmen sağa sola savrularak, farklı görüşler altında Ort-Doğu konfederali, demokratik Cumhuriyet, öz yönetim gibi Kürdistan gerçekleri ile bağlantısı olamayan, paranoyak görüşlerle Kürd halkı oyalanıp, Ulusal mücadelesi bulandırılıp amaçsız bir duruma getirildi.
Suriye’de iç savaşın başlamasıyla Rojava Kürdistanı’ndaki Kürdlerin eline altın bir fırsat geçmişti. Kürdler bir statü elde etmemesi için önce Kantonlar gündeme getirilip Suriye Baas yönetimi ile bağlarını kesmediler. Diğer muhalif Kürd gruplarını ya susturdular, ya da Güneye sığınmaya mecbur ettiler. Kürdistan ismini kullanmaktan kaçınıp Suriyenin bir parçası olduklarını her gün açıkladılar. Kürd ulusal bayrağının renkleri ile oynayarak uyduruk bir bayrak ortaya çıkardılar. Kobani’deki kahramanca direnişlerinin kırılmaması için Güney Kürdistan yönetimi ve başkanı Mesut Barzaninin gösterdiği özel çaba ve yardımlarını bir süre sonra hiçe sayıp önemsemediler.
Kürdlerin önünde duran en büyük problem; Lider kültü yaratılarak tapınma noktasına getirilip, Örgüt ile birlikte tartışmasız Ulus ve ülke çıkarlarının önüne koyma durumudur. Bu tür görüşler ortaya atılıp tartıştırılarak kafa bulandırılmaktadır. Böyle bir durum; Kürdistan’da hayati bir tehlikeyi ifade etmekte olduğundan kesinlikle aşılması gerekmektedir. Eğer bu tehlikeli durum aşılamaz sa Ulusal çıkarlar öne çıkmayıp lider kültü ve örgüt çıkarları öne çıkarılırsa bu anlayış, Kürdlerin hedefini bulandırdığı gibi yaşamsal ittifaklarını da etkiler. Bu ittifaklar; ulusal güçler arasında, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki güçlerle olacağına, ismi bile kalmamış Türk marjinal sol gruplarıyla olur sa, Kürd Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin özgürleşmesi de olamaz, giderek Lozan antlaşmasında çizilen Kürdler için meşru olmayan sınırlar savunulmaya başlanır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye sömürgeci devletleri ile ilişkiler gündeme gelir. Bölgede Kürdlerin bir yer edinmemesi için tüm çabalarını gösteren güçler sahaya gelir. Bunun sonucu da ne hazindir ki; Var olan sınırlara bekçilik yapmaya götürür, Kürdler arasında olması gereken birliği dinamitler. Böyle bir politikaya karşı Küzey’de ve Güney Batı Kürdistan’da en geniş yurtsever kitleler de uyuşturulduğundan, şehid edebiyatı, ödenen bedeller le önleri karartıldığından tavır koymaları da çok güç ve sınırlı olmaktadır çünkü baskı altında olup değiştirme gücüne sahip değildir. Halkın Diyarbakır Sur’da, Cizre ve diğer kentlerde olduğu gibi evini barkın terk edip devlet kontrolunda olan yerlere sığındığı bir durum ortaya çıkar.
Yüz yıldır esaret altında inleyen Kürdler; Orta Doğu’daki karışıklık sonucu altın bir fırsat yakalamıştır. Uluslararası koşullar ilk kez Kürdlerin lehinde bir durumdadır. Bu fırsatı hiç bir Kürd örgütünün tepme lüksü yoktur. Güney Kürdistan’da gelinen statü, ki; tüm olumsuzluklara, rüşvete, aşiret ve örgüt çıkarlarına karşın devlet olmaktadırlar ve uluslararası ilişkilerde meşru bir yerdedirler. Şu soruyu hep kendimize sormalıyız; PKK ve HDP’nin bu politikaları Kürdlerin kurtuluşu için mi yoksa lider ve örgüt için mi? Binlerce Kürd gençleri içeriği, amacı belli olmayan öz yönetim gibi hiç te savaşmayı gerektirmeyen bir taleple mi ölüme gönderiliyor? Kürd yurtseverliğinin en yüksek olduğu, belediyelerin ellerinde olduğu, kısmi bir öz yönetime sahib olmalarına rağmen bu şehirlerde hendek kazıp hangi amca hizmet etmektedir. Şehirlerin eşitsiz güç karşısında yakılıp yıkılması, insanların yaşadığı yerleri boşaltması, ulusal çıkarlara nasıl hizmet eder!
Türkiyelileşmek politikasının Türkler arasında çok cüzzi bir kesimin dışında bir karşılığı var mı? Bu soruyu kendilerine soruyorlar mı? Ne acıdır ki; 1970’ler de ayrı örgütlenme ve bağımsızlık isteyen Kürd gruplarına Türk solu; birliktelikten, halkların kardeşliğinden, Türkiyelileşmekten dem vurup devrimden sonra ulusal hakların verileceğini söyleyip Kürdleri eleştirirken, şimdi HDP-PKK izlediği politikalarla onların yerine geçmiş durumda.
Denilebilinir ki; Türk devletinin hiç mi suçu yok! Kürdler bu sömürgeci devleti yıllardır tanıyor. Bu devletin Kürdler için ne olduğunu, baskı ve katliamlarıyla, sürgünleriyle, yakıp yıkması ile, işkenceleri ile iyi tanıyor. Kemalizmin, Mustafa Kemal’in bizler için ne ifade ettiğini çok iyi biliyor. Sorun sömürgecilere katliam ve yıkımlar yapmaya malzeme veren yanlış politikalar ve eylemlerdir, Kürdlerin hedefinin saptırılmasıdır. Zaten devlet bu tür fırsatları her zaman dört gözle beklemektedir.
Son 30 yılda Özellikle Diyarbakır’da Kürd analarının geçen yıl yaptığı eylem bir ilk di. 18 yaşından küçük çocuklarının zorla dağa götürülmesini açlık grevleri ile protesto etmişlerdi fakat baskıyla engellenmişlerdi. Sanırım yine, diğer politik grupların şu an engellemeye gücü yetmediği bu dönemde analar yine meydana çıkıp; ‘’Ben çocuklarımın ne idüğü belirsiz öz yönetim için, Türkiyelileşmek için sürü gibi ölüme göndermedim. Diğer parçalardaki Kürdlerle savaşması için göndermedim. Bağımsız bir Kürdistan için gönderdim. Şehid se benim şehidim, bedel se en büyük bedeli ana olarak ben ödedim, çocuklarım geri gelsin!’’ Demeye başlamaları kimseyi şaşırtmasın.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.