Uluslararası Politika Büyük Ortadoğu Projesi Cihatçı Devlet ve Örgütler ve Kürtler -3-
Üçüncü Bölüm
TC. Devleti’nin BOP’a Yaklaşımı
Başlarken öncelikle bir soru ile giriş yapmak istiyorum: T. Devleti, Ortadoğu’da statünün değişmesini ister miydi? Niye istesin ki? Çünkü Kürt sorunundan ötürü bölgedeki değişimin ucu ona kesin dokunacağını bilir. Çünkü Kürdistan’ın en büyük toprak parçası (haliyle en kalabalık Kürt nüfusunun yaşadığı yer) Türk devletinin egemenliği altındadır. Ve Kürdistan sorunu Ortadoğu’nun başat sorunlarından biridir, haliyle de çözüm gerektiriyor.
Kürdistan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi de hatırı sayılır bir düzeye varmıştır. O yüzden BOP, Kürt sorununu es geçemez, geçse salt Kürt sorununu kulak ardı etmiş olmaz, BOP denen tasarının hiç gerçekçi olmadığı, birilerinin çıkarları doğrultusunda düşünülmüş bir tasarı olduğu anlaşılır. Çünkü eğer amaç, bölgenin var olan sorunlarının çözümü ve dolaysıyla bölgeye hak nosyonuna dayalı bir düzen vermekse ne Kürdistan sorunu ne de Filistin sorunu teğet geçilebilir. Ne de Cihatçı grupların varlığı (Ortadoğu’ya çöreklenmiş ve dünyada dolaşan kâbus) es geçilebilir. Ezcümle en azından bölgenin temel sorunlarının çözümü, BOP’un ana maddeleri olarak içerilmesi şarttır.
İşte, bundan dolayı T. Devleti, BOP’a hep kaygıyla yaklaştığı hiç saklanacak gibi değildir. Öyle ya, emperyalist devletlerin bıraktığı taşı, alt-emperyalist bir devletin o taşı yerinden kaldırmasının çok güç (imkânsız) olduğuna göre, kaygılanmaması elde değil.
Gelelim T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BOP Eş Başkanı olmasına ilişkin beyanlarına ve bundan dolayı oluşan çelişik durumun izahına. Evet, çelişik bir durum. Üstelik R.T. Erdoğan’ın konuyla ilgili beyanları çok köşeli ve öyle de iddialı… Ama O’nun dış politikadaki zikzakları göz önünde bulundurulduğu zaman söz konusu iddiaların altının ne kadar boş kaldığı da anlaşılır. Ancak T.C. Devleti’nin bölgede oluşan duruma (ve olası hareketlere) göre kendine vazife çıkarmaya çalıştığını izlediği politikalardan anlıyoruz. Fakat onun egemenliği altındaki Kürtlerin neler çektiğini de dünya görebiliyor.
Açıktır ki Kürt-Kürdistan sorunu, artık dünyanın ve dolayısıyla uluslararası politikanın gündemine girmiştir. Bu sorun, Kürtlere karşı yapılan tarihsel bir haksızlıktan ötürü oluştuğu biliniyor. Kürtler, bu haksızlığa hiçbir zaman için rıza göstermedi, eyvallah demedi, boyun eğmedi, tam tersine bu haksızlığa karşı, haksızlığın oluştuğu tarihten beri kesintisiz bir mücadele vermektedirler.
Artık büyük ölçüde ayağa kalkan on milyonlarca Kürdü kim nereye koyacak? Birde Kürtler, bölgede çağdaş bir denge unsuru olma verileri-özellikleri taşımaktadır. O nedenle Kürtlere Büyük Ortadoğu Projesinde bir yer/statü düşünüldüğü kesin gibi. Cumhur İttifakı’nın telaşı bundandır.
AKP ve MHP Hükümetin Bölge Politikası
Bu noktada evvela AKP ve MHP ilişkisini biraz irdelememiz gerekiyor. Hemen belirtelim, bu ilişki tartışılmaya muhtaçtır. Çünkü şüpheli ve biraz da belirsiz bir ilişki. Çünkü bu iki parti, düzen partileri için fikren ve politik söylem bakımından birbirinden en uzak iki partiydi. Özellikle Devlet Bahçeli, MHP geleneğinde “Türk İslam sentezine” çapraz bakan biri olarak bilinirdi. Haliyle politik İslam’a karşı bir mesafesi vardı. Bundandı ki bir zamanlar R.T. Erdoğan ile D. Bahçeli’nin birbirine ne kadar hakaret ettikleri hala da “muhalif basında” (özellikle sosyal medyada) sık sık gündeme getirilmekte. Buna rağmen Ak Parti ve MHP seçim ittifakı (20 Şubat 2018) hala “Cumhur İttifakı” olarak sürmektedir. Bunca çelişik bir ittifakın bunca uzun sürmesi tuhaf ve akla kuşkular sokmuyor değil.
Hala da sanki “Cumhur İttifakı” sürsün diye yemin içmiş gibi duruyor iki tarafta. Tuhaf doğrusu, ama ya gruplar bir şekilde susturtulmuş veya biat etmeye yatkın iki gruptan söz ediyoruz. Öyle ya, birbirlerinin ellerinde yemin içmediklerine göre… Ama öyle belli ki yansıyan fikir ve söylemlerin çok ötesinde ve daha derin de duran bir nedenle ittifak kurdular ve aynı nedenle hala ittifaklarının sürmesinde ayak diriyorlar. Daha akla ve mantığa yakın nasıl bir izah olabilir, bilmem.
Ama çanlar, her iki taraf için de çalıyor sanki. Çünkü politika ve tüm icraatları, tam bir Otokratik Rejimi canlandırıyor. Örtüştükleri iç ve dış politikaları da son derece pragmatik ve eklektiktir. Verdikleri kararların demokrasi ve hukukla bağdaşır hiçbir yanı yok. Baskı ve şiddet yüklü bir siyasal çizgiye oturan Cumhur İttifakı, Yargıyı kullanma mantığı ve Kayyum Politikasıyla telafisi güç hatalar işledi. Durumunu çok zora soktu, adeta ecel terleri dökmeye başladı! Günü birlik görüntü kurtarmak ve bir şekilde ittifaklarını sürdürmekle mustarip hale geldiler, ama ne çare artık!
Biraz uzattım, asıl konuya döneyim. Cumhur İttifakın, bölgede politik İslami bir ima ile diplomatik ilişkilere girdiği biliniyor. Aynı bakışla Uluslararası diplomatik ilişkilere de yaklaştığını belirtelim. Hemen şunun altını da çizelim. Uluslararası diplomasi düzleminde, hiçbir devlet maksadını saklayamaz. Çünkü burası hem uzmanlık alanıdır ve hem de gizli servislerin çok etkin olduğu bir yerdir.
Ortadoğu düzlemindeki politika ve tavırları her bakımdan tartışılmayı gerektirir. Misal, HTŞ ve SMO (dünkü ÖSO) ile ilişkileri. Her iki örgüt de cihatçı. Hele SMO, ne amacı belli ne de elemanlarının ruh halleri tanımlanır gibi. İnsan öldürme, kelle kesme müptelası kişilerden oluşmuş bir çete olduğu kırk metreden belli oluyor. Çeşitli yerlerden toplanmış insanlar. Dün DAİŞ ile birlikteydiler, bugün HTŞ ile…
Bir devlet olarak SMO gibi bir çeteyle ilişki kurmak, bir de boşluktan türeyip cihatçı mefhumla malul hale gelmiş ve bilinen güçler tarafından “yürü aslanın” diyerekten yola çıkarılmış bir HTŞ üzerinden güç devşirip politik bir uğrak belirlemek normal bir durum olmasa gerek. Yetmedi, Suriye’de üs kurmaya yeltenirken bölgenin en etkin devletlerinden olan İsrail Ordusunun sert tepkisiyle karşılaştığı anında basına yansıdı… Bu ciddi bir vakadır.
Kürt karşıtlığıyla kafa bozan T. Devleti, böyle giderse daha çok heyula göreceği kaçınılmaz gibi…
T. Devleti’nin Kürtlere Bakışı
Bu hikâye çok uzun, ama çok iyi de biliniyor, çünkü Kürtlerin belleğindeki yeri o kadar belirgin ki unutulacak gibi değil. Kuşkusuz bugünkü bakışları dünden yansımadır. Fetihçi ve işgalci zihniyet, ırkçı düşünce ve politikalarla sürmektedir, ne yazık. Onca zulüm ve zulme karşı koyma da mazlum Kürt halkının payına düşüyor, kaçınılmaz olarak. Böylece Kürtler, kendi tarihlerinin başkaları tarafından yapılmasına da müdahale etmiş oluyorlar. Onlarca ayaklanmanın feci bir biçimde kanla bastırılmasına ve Kürtlerin maruz kaldığı süresiz zulme de ayna tutuyor bu tarih. Evet, bu yalnızca bir mazı değil, kitaplar boyu anlatılmış bir tarihtir ve daha nice ciltler dolusu yazılacak şeyler var. Ne fena, çünkü boncuk taneleri gibi dizilen feci olaylardan teşekkül olan zıt hikâyeler… Karşıt hikâyelerden hangisi gerçek tarih olabilir?
Ne var ki öteden beri süregelen o anakronik bakış, henüz değişme belirtisi bile vermiyor. Öyle ki taş değişir başka şey olur, dolasıyla yeni bir değere döner, ama sömürgeci devletlerin Kürtlere bakışı değişse “kıyamet kopar” sanki.
AKP ve MHP Koalisyon Rejimi, Kürtlerin ulusal demokratik haklarını tanımak bir yana, İran, Irak ve Suriye Devletleri egemenliğindeki Kürtlerin ulusal demokratik haklarından söz edilmesini bile sakıncalı buluyor ve söz edenlerin varlığını devletine karşı bir tehdit olarak niteliyor. Hiç düşünebiliyor muşusunuz, Kürtlerin yalnızca Türk devletinin egemenliğinde kalmasını değil, aynı zamanda Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürtlerin de diğer sömürgeci devletlerin denetiminden kalmasını istiyor? Niye? Bu ne demek? Açıkçası bu, Kürtleri köle olarak düşünmektir. Bu, bakış, ırkçı bir zihniyetin mahsulüdür. Oysa bütün dünya biliyor ki Kürtler, tarihte kimsenin topraklarına konmamış, işgal etmemiş, üzerinde yaşadıkları toprakların otokton halkıdır. Yurt ettikleri toprakları başka kavim ve/veya ‘halkı’ kovarak değil, bir orman gibi oluşarak yurt edinmişlerdir. Gerçek tarihin sayfaları açık, herkes araştırabilir, inceleyebilir.
Anlayacağınız T. Devleti, Kürtlerin dünden bugüne süregelen “kötü kadere” boyun eğmesini istemektedir. Alelade bir Kürt karşıtlığı değil midir bu?
Şimdi sorulması gereken can alıcı suale gelelim. T. Devleti’nin Kürtlere bakışı böyleyken, Kürtler için nasıl bir çözüm düşünüyor olabilir? Ardından şu soruyu da sormamız lazım: Bu bakış sürdürülebilir bir nitelikte mi, değil mi? Burada, meseleye dışardan bakan bir araştırmacı gibi biraz düşünelim… Kesinlikle hayır. Öyleyse bu müşkül hal, nasıl mucibince amel olabilir?
En ağır soruna gelelim. Sürgit savaş ve kan dökme! Öldür öldür bitmiyor Kürtler! Demek ki T.C Devleti’nin tuttuğu yol sonuç verecek gibi değil. Olsaydı, devlet PKK’nin daha dar-az bir güçle 1984’te fiilen başlattığı bir savaşı, daha kısa bir süre bastırmış veya bir şekilde bitirmiş olurdu. Oysa baksanıza kırk yıl sonra durum ne boyuta gelmiş bulunuyor? Demek ki olgu farklı, yaklaşım sakat…
Ha şunun altını da çizelim: İki taraf için de savaşın istenilir bir sonuç vermediği açık. (Öyle bir oyun düşünün ki yenişmek yok. Sporcu-oyuncu-ların gücüne ve hünerine rağmen oyun Pata ile noktalansın. Çünkü olgu farklı! Milyonlarca sivili katledecek bir orduya insanlık izin vermiyor artık. Tarih-insanlık, iyi kötü [henüz tam olmasa da] sivilleri korumaya aldığı bir dünyada yaşıyoruz artık.)
Demek ki söz konusu sorun çok ağır. Öyleyse ne yapılmalı? Çünkü Kürt sorunun acil çözüm gerektirdiğini artık bütün dünya görüyor ve dünya Kürtlerin yaşadığı zulme seyirci kala kala yeterince şişti, artık seyirci kalamaz!
Dolayısıyla gelinen aşamada durum şu: T. devleti Kürt sorununu istediği gibi çözemiyor, çözemez de. Kırk yılı aşkın bir süredir sürdürdüğü savaş bu gerçeği ayyuka çıkardı, nihayet bu gerçek büyük ölçüde anlaşılmış oldu. Keza PKK de, başta söylediği gibi, kırk yılı aşkın bir süredir Sürdürdüğü Gerilla-Halk Savaşı ile Kürt-Kürdistan özgürlüğü ve bağımsızlığını gerçekleştiremedi. Sonuç ortada… Kim neye hık-mık edebilir?
Durum tastamam böyle! Öyleyse ne yapılmalı?
Bu sorun, ne R.T. Erdoğan’ın özel niyeti ve düşünceleriyle ne de Abdullah Öcalan’ın hapiste ürettiği fikirleriyle çözülebilir. Öyle ya, kırk yıldır kaç denemede bulunmalarına rağmen çözemediklerine göre, bu barış denemesinden de sonuç alınamayabilir. O halde bu kez soruna daha samimi ve ciddi eğilmek şarttır. İki tarafta olguyu iyi analiz etmeli ve sorunun çözüm mesuliyetini doğrudan üstlenmelidir.
Bunun için Türk devleti tarafı, devlet erkânı, hükümet sorumluları, bütün milletvekilleri, muhalif partiler, bilim adamları ve aydınlar olarak şapkalarını önüne koyup düşünmek zorunda, çünkü bunların hepsi kırk yıllı aşkın süren savaş ve sonuçlarının sorumluluğunu (farklı derecelerde de olsa) paylaşanlardır. Savaşın başından beri bu sorumluluğu paylaşmış olup hala yaşayanların hepsi, bu sorunun çözümünün sorumluluğunu da paylaşmaktan kaçamaz. Herkes elini taşın altına koymalı ve sorunun çözülmesine pozitif katkı sunabilmenin onurunu da paylaşmalıdır.
(Burada bir analoji yapmak istiyorum. Türkler, biraz İngilizler gibi düşünebilirse, Kürt sorununda reel ve rasyonel çözümü keşfedebilirler. Türk Devleti, İngiltere Devleti’nin Hindistan ve Pakistan sorunun nasıl çözdüğünü hiç inceledi mi acaba? İncelememişse incelemesinde fayda var. Kürt sorununda palyatif çözümler çare değil, boşa uğraştırır. Reel ve akılcı çözüm en hayırlı yoldur.)
Gelelim PKK tarafına! Hemen belirteyim, başta lider ve merkez kadrolar olmak üzere, bütün militanlar, taraftar aydınlar, sempatizanlar ve kitleler, ayrıca genel olarak Kürt aydın, akademisyen ve bürokratlar da aynı şekilde şapkalarını önüne koyup düşünmek zorunda; çünkü kırk yılı aşkın süren savaşın sorumluluğunu (farklı derecelerde de olsa) hepsi paylaşmaktadır. Kürt-Kürdistan sorununun çözümünün mesuliyetini de üstlenmelidirler. Öylece sorunun çözüm onurunu da paylaşırlar.
Aksi halde kangrenleşen-çözümsüz kalan Kürt meselesi, Türklerin ve Kürtlerin (aslında karmaşık toplumun bütün etnik ve farklı kimliklere sahip herkesin) başını daha çok ağrıtacağı kesin…
İki taraf acilen sorunun çözümü doğrultusunda bir yola girmelidir. Barış hemen, kesinlikle köklü, gerçek bir barış!..
Çalışmamın bu bölümünü bir hatırlatma ve tavsiyede bulunarak noktalamak istiyorum, belki işe yarar umuduyla… Kürtleri hiçbir güç, tarih sahnesinden silemedi, silemez de… Çünkü medeniyeti kuran milletlerden biriydi. Tarihte Kürtlerin bir millet olarak başka bir milleti hegemonyasına aldığı söylenemez. Aksine Kürtler, tarihi haksızlığa uğramış bir millettir. Ama Newroz mitolojisindeki Dehak misali gibi pek çok diktatöre karşı başkaldıran bir millet kimliğini de taşımaktadır. Ve üstünde millet olarak var oluştuğu toprakları terk etmediler, millet ve ulus olarak varlıklarını koruya geldiler bugüne… Hala Dünya’da elli milyonu aşan nüfusuyla dört ayrı devletin denetiminde zorla tutulmalarına rağmen ortak kültür, özgürlük özlemi ve hayallerle yaşamakta ve uğratıldıkları tarihi haksızlığa karşı da mücadelelerini sürdürmektedirler… Artık hiçbir güç Kürtleri özgürlük yolundan çeviremez… Dört sömürgeci devletin, bugüne kadar yaptıkları zulümden dolayı Kürtlerden özür dileyerek, bizzat kendi elleriyle halklar arasında ektikleri kin ve nefret tohumlarını ortadan kaldırmaya çalışmalıdırlar. Belki Kürtlerin dostluğunu öyle kazanabilirler.
Abdürrahim Gümüştekin
Mart-Nisan2025/MUŞ
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.