XOYBÜN'A TUTULAN IŞIK...!

XOYBÜN'A TUTULAN IŞIK...!

Türk ve Arap devletlerine peşkeş çekilen bir halkın sürgün ve tarumar edilmiş aydınlarının, boyun eğişi ret eden ve ulusal onurlarını her şeye rağmen ayakta tutan çabalarının ürünü. Xoybun en zor ve ümitsiz koşullar altında kuruldu.

A+A-

Mûrad Ciwan.

Rohat Alakom en üretken araştırmacılarımızdan biri. Kişisel olanak ve çabalardan öte hiç bir yaşam temeli olmayan Kürt araştırmacılığını raylar üzerinde yürütmek için lokomotifine habire kömür atan ateşçi gibi peş peşe değerli eserler veriyor. En son çalışması yine tarihimizin önemli bir kesitine, önemli bir olgusuna ve aynı kesitin mücadeleci insanlarına ışık tutar nitelikte.
 

Alakom bu sefer Xoybûn’u ve onun örgütlediği Ağrı ayaklanmasını konu almış.

Hiç kuşkusuz Xoybûn’un Kürt tarihinde önemli bir yeri var. O, Birinci Dünya Savaşı’nın galibi batılı devletler, Kemalist yöneticiler ve yeni kurulan Sovyetler Birliği yöneticilerinin ikili, üçlü anlaşma ve ittifaklarıyla kendisine diz çöktürülen, ülkesi yeniden parçalanarak Türk ve Arap devletlerine peşkeş çekilen bir halkın sürgün ve tarumar edilmiş aydınlarının, boyun eğişi ret eden ve ulusal onurlarını her şeye rağmen ayakta tutan çabalarının ürünü. Xoybun en zor ve ümitsiz koşullar altında kuruldu. Uluslararası alanda ve bölgede, herkes hesabını bitirmiş, alacağını alan almış, paylaşacağını paylaşmıştı. 0 işin en acısı paylaşılanın kendisi Kürt aydın ve ileri gelenlerinin vatanıydı. Her türlü uluslararası destek ve hoşgörüden yoksundular.

Tek destekçileri, Ermeni devleti tarafından bile düşman olarak görülen Taşnak Ermeni örgütüydü. O örgütün kendisi bile şuraya buraya kovulmuş milliyetçi Ermeni politikacılardan oluşuyordu. Kimsenin onları bile ciddiye aldıkları yoktu. Kürt aydınları, kimseden en ufak bir vaat almamışlardı, alamayacaklarını da az çok biliyorlardı. Üstelik dört bir yanları düşmanlarla sarılıydı. Bu koşullarda, belki de sadece ulusal onurlarına dayanarak kolları sıvadılar, halka ulaşıp örgütlemeye çalıştılar, hatta içten içe kaynayıp taşan bir bölgede bir isyan bile başlattılar.

Yalnız dış destekten yoksun değillerdi, halk arasında da cehaletten, parçalanmışlıktan, aşiret ilişkilerinden, çıkar çatışmalarından, aldatılmışlık ve ihanetten dolayı büyük zorluklarla karşılaşıyorlardı. Kendi içlerinde bile yeterlik ve olgunluktan yoksun oldukları, kimi iç çekişmelerle su yüzüne çıktı. Ama her şeye rağmen aşağı yukarı yirmi yıllık bir süre boyunca Kürt tarihine damgalarını vurdular. Kendi dönemlerinde belki pek bir kazanım elde edemediler ama kendilerinden sonraki nesillere önemli sayılabilecek bir ulusal siyasal ve kültürel miras bıraktılar. Bir ulusu inşa etmeye devam edecek günümüz kulağına hiç de küçümsenmeyecek bir harç ve deneyim birikimi bıraktılar.

Işte Rohat Alakom’un “Hoybun Örgütü ve Ağrı dağı ayaklanması” adlı son eseri böylesi bir dönemin aydın ve ileri gelenlerinin daha çok Xoybun ve Ağrı dağı ayaklanmasına denk gelen mücadelelerine ışık tutmaya çalışıyor. Emek verilmiş bir çalışma. Daha önce, Xoybûn’a ve unun örgütlediği Ağrı ayaklanmasına değişik anı, araştırma ve gezi kitaplarında dağınık bir biçimde şurada burada değiniliyordu. Derli toplu bir bilgiye ilk kez Alakom’un çalışmasıyla ulaşıyoruz.

Çalışma bilinen dağınık bilgileri derleyip toplamakla kalmamış, yeni yazılı ve sözlü kaynaklara dayanarak, kimi yeni bilgiler de veriyor, muğlak ve belirsiz olan bazı yanları aydınlatıp netleştiriyor. Okuyunca, çalışmanın akışı içinde aynı dönem aydın ve ileri gelenlerinin yaşamlarına ilişkin de kısa ama derli toplu verilere ulaşıyorsunuz.

Bu arada çalışmanın bütünselliği içinde Xoybûn örgütünün o güne kadar gelen hiç bir örgütte bulunmayan ayırt edici özelliklerinden birini rahatça görmek olası hale geliyor. Bu da onun yalnız ideolojik ve siyasal bakımdan değil, eylem alanı bakımından da Kürdistan’ın dört parçasına yayılan, her dört parçadaki insanları harekete geçiren ulusallığıdır. Örgütün kurucuları arasında her üç parçadan(Türkiye, Suriye ve Irak Kürdistanı) Kürtler var, (Ağrı ayaklanması öncesi ve sonrasında olduğu gibi) 0ra Kürdistanı dahil her dört parçada örgütlü bir mücadele yürütüyor.

Çalışmanın dikkate değer yanlarından biri de Xoybûn’un tüzüğüne dayalı sivil ve askeri örgütsel yapısına ışık tutmasıdır. Savaşı ve silahlı ayaklanmayı hedeflemiş, zorla işgal edilmiş toprakları kurtarıp üzerinde bağımsız bir ülke kurma amacına uygun gizli bir örgütlemenin gereklerine cevap verebilecek katı disiplinli militan bir örgütlenme. Askeri bir örgütlenmeyi koşul koyuyor, ama bunu sivil otoritenin emrine alıyor. Sivil yapılanması da yukarıdan aşağıya katı bir disiplin esası üzerine oturmuş. Darlığı, iç çatışma ve rekabetleri esas alan aşiretçi ilişkilere tavır alan bir yapı olarak doğmak istiyor. Ulusal ideoloji net olarak kendin gösteriyor, hatta Kürdistan’ın o dönemdeki sosyal yapısını zorladığı izlenimi verebilecek düzeyde modern bir kentli ulusalcılığı var sanki. En azından tüzüğün böylesi bir görüşe dayanarak oluşturulduğu iddia edilebilir. Pratikte nasıl oldu, o ayrı bir konu. Zaten belirttiğimiz gibi proje başarıya ulaşabilecek her türlü uluslararası ve ulusal koşullardan yoksundu. Her şeyin planlandığı gibi gitmediği bir gerçek.

Bu özellik, aslında daha ayrıntılı incelenmeye muhtaç. Örgütün söz konusu anlamda ilk Kürt örgütü olup olmadığı, bunun Kürt toplumunun hangi maddi koşullarına denk düştüğü de önemli bir nokta.

Xoybûn’un yüzyılımızın ilk illegal Kürt örgütü olmadığı biliniyor. Şeyh Said ayaklanması öncesinde doğan Azadî örgütü de illegal ve dar komite hiyerarşisi içinde yapılanan bir örgütlenmeydi. Fakat Azadi’nin ideolojisi, örgütsel yapısına temel olan düşünsel yaklaşımlar üzerinde daha bir araştırma yapılmış değil. Yazılı bir tüzük ve programının olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Buna rağmen Azadî’nin dar illegal ve katı disipline sahip komiteler biçiminde örgütlendiğini belirtenler var.

Bu yapı Azadî için ne kadar gerçekleşti, ne derece yaygınlaştı, aydınlanmış değil, ama bana öyle geliyor ki Azadî’yi örgütleyenler, pratikte Kürt toplumunun aşiret, tarikat, tekve, medrese gibi örgütsel yapılanmalarıyla da uyum aradı. Osmanlı dönemindeki legal Kürt örgütlerinde böylesi bir uyum çabası belirgin olarak var. Örneğin Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin Bitlis şubesinin 80 bin üyesi olduğunu belirten kaynaklara rastlıyoruz. Bu, ancak yukarıda değindiğimiz sivil yapılanmalara dayanılarak gerçekleştirilebilir.

İllegal Kürt örgütlenmelerinden biri de bazı kaynaklarda adı geçen Kürt Azmi Kavvi Cemiyeti’dir. Ne yazık ki bu örgütün yapısı, işleyişi ve etkinliği hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyoruz.

Bu vesileyle, Kürdistan’da bugüne kadar adına ve varlığına hiç değinilmeyen bir örgütlemeye değinmek istiyorum. Xoybûn’dan yarım asırdan fazla bir zaman önce kurulmuş, ama onun örgütsel yapısıyla büyük benzerlikler gösteriyor. O da hem sivil hem de askeri örgütlenmeyi, katı disiplinli dar komiteleşmeyi esas alan militan bir yapıya sahip. Bahsettiğim örgüt ı868 yılı başında Dersim yöresinde kurulan gizli bir örgüt. Kürtlerle Ermeniler birlikte kurmuşlar, adına da Milli Kurtuluş için Ermeni ve Kürt Komitesi ya da kısaca Komite demişler. Komite, Xol adında askeri bir örgütlenmeye gitmiş.

Örgütün adına bir kaynak hariç hiç bir Kürt araştırmasında rastlanmıyor. Istisna tek kaynak ta Kalênê Çaçan’ın eski Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinden Ermenistanda basılan Pizmamtiya Cim’eta Ermenya û Kurda (Ermeni Kürt dostluğu) adlı eseridir. Çaçan Ermeni kaynaklarına dayanarak bu örgütün kurucularının adlarını, yöneticilerini, örgütsel yapısını ve eylemlerini veriyor.

Belirttiğim gibi Xoybûn’la pek çok ortak özelliklere sahipler. Özellikle dar örgütsel militan yapıları, yukarıdan aşağıya doğru işleyen katı disiplin işleyişleri. Komite, Ermenilerle Kürtlerin ortak ürünü. Xoybun da kurulurken Ermeni Taşnak örgütünün desteğini arkasına aldı. Hatta ilk kongresini bir Ermeni ileri gelenin evinde yaptı. daha ilk anda Taşnak’la Xoybûn bir ortak mücadele anlaşması yaptılar, pratikte de ortak adımlar attılar. Öyleyse onların Kürt toplumunun sivil yapısına denk düşmeyen bu örgütsel yapılarında Ermeni milliyetçi ideolojisinin bir tesiri mi var? Varsa ne kadardır.

Gerçi gizli ve askeri örgütlenmeler doğal olarak bu tür özellikleri benzerleştiriyor olabilir. Fakat bunların aynı zamanda endüstri toplumunun doğuşu dönemiyle beliren kentli burjuva milliyetçi ideolojisine denk düştüğü da belirtilebilir. Burada daha fazla ileri gidecek değilim. Bu kadarıyla yetinerek, Karlênê Çaçan’ın kiril alfabesiyle yazılmış söz konusu Kürtçe kitabından Komite‘yle ilgili bölümünü Türkçe’ye çevirerek bu yayında yayınlanmak üzere yazımın ekinde veriyorum.

Bu vesileyle Rohat Alakom’un bir belirlemesine de dikkat çekmek istiyorum. Alakom, Xoybûn’un aktif üyelerinden biri olan Şeyh Abdurrahman Garisi’nin Irak’ta öldürüldüğünü belirtiyor. Bu bilgiyi de Mihemmedê Mele Ehmed’in Xoybûn—Civata”Serxwebûna” Kurdî (1927 – 1946), [Şam 1993] adlı eserini kaynak göstermiş.(Alakom, Hoybun, s 56) Bu eser elimde bulunmadığı için söz konusu araştırmacının hangi kaynağa dayanarak bu bilgiyi verdiğini bilmiyorum.

Ancak Rohat Alakom, adı geçen araştırmacının eserinde yeralan bilgilerin Ahmed Abdurrahman Ağa’nın Armanc’ta yayınlanan anılarında yer alan bilgilerden öte bilgiler olmadığını belirtir.(Alakom, Hoybun, s. ıı) Ahmet Abdurrahman Ağa, Alakom’un da elinin altında bulunan anılarında, öldürülürken Şeyh Abdurrahman Garisi’nin çok yakınında olduğunu, ölüm olayına bizzat tanıklık ettiğini ve Şeyh’in Irak’ta değil, Türkiye’de öldürüldüğünü belirtmiş.

Birinci elden bir tanığın tanıklığı yerine, Alakom’un eserinde Mehemedê Mele Ehmed’e dayanmayı tercih etmesinin nedenini bilmemekle beraber bu tanıklığa değinmekte yarar olur inancıyla bu notu düştüm. Ayrıca bilinmesinde bugünkü kuşaklar açısından yarar olur inancıyla Ahmed Abdurrahman Ağa’nın anılarının Şeyh Abdurrahman’ın ölümüyle ilgili bölümünü de Türkçeye çevirerek yayınlanmak üzere ekte veriyorum.

Yazıma nokta koyarken, Rohat Alakom’un son çalışmasını büyük bir zevkle okuduğumu, onda daha önce bilmediğim pek çok bilgiye rastladığımı belirtmeliyim.

Ek: 1

Milli Kurtuluş için Ermeni ve Kürt Komitesi

1864 yazında Ermeni liderlerinden Atom Karapetyan, temsilcilerini Dirican’dan Yukarı Dersim’e(Dêrsima Çiya) [1938 Dersim ayaklanması’nın lideri Seyyid Rıza’nın babası olan] Seyyid Ibrahim’in yanına gönderdi. Temsilciler, on gün Seyyid Ibrahim’in evinde kaldılar, kendisiyle konuştular. Seyyid 0brahim sonunda tüm aşiret reislerinin katılacakları bir toplantının yapılmasını önerdi.

Toplantı 10 Ekim 1864’te Portek[Pertek?] köyünde başladı.Toplantıda temsilcilerini Türk hükümetinin nezdine gönderip Dersim’in kendi kendini idare etmesi hakkını barışçıl yollardan talep etme önerildi, bazıları bu öneriye karşı çıkarak Dersim’in öz yönetim statüsünü korumak için silaha sarılması önerisini getirdiler. Bu durum toplantıyı ikiye böldü, fakat sonunda bir heyet oluşturularak Istanbul’a gönderilmesi ve sorunun barışçıl yollarla çözülmesi kararı alındı. Yukarı Dersimliler bu karardan hoşnut değillerdi.

Dersim’in elçileri 1865 yılı martında 0stanbul’a doğru yola koyuldular. Fakat daha oraya varmadan, hainler aracılığıyla heyetin niçin gideceği haberi Istanbul’a ulaştırıldı. Heyet üyeleri Istanbul’a varır varmaz hükümet tarafından tutuklanarak zindana atıldı, ancak iki yıl sonra, 2 nisan 1867’de serbest bırakıldı. Serbest bırakılınca üyeler, Atom Karapetyan’ın başkanlığında Palapan’a[Balaban] gitmek istediler, ancak yörede istenmediklerini duyunca Yukarı Dersim’e gittiler. Uzun bir süre orada kaldılar, silahlı bir ayaklanma başlatmak için aşiret reisleriyle konuştular, ayaklanmaya hazırlanmaları için onları ikna ettiler. Sonra asıl yerlerine dönmeleri için olanak doğdu.

Orada, Atom Karapetyan’ın başkanlığında Xinzoresk köyünde Ermeni ve Kürt liderlerinin katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda öz eleştirilerini yaparak eski yanlışlarını kabul ettiler, artık hiçbir zaman hükümete güvenmeme ve yeni bir silahlı ayaklanma başlatma kararı aldılar. Bunun için de, Ermenilerle Kürtler arasında örgütlü bir mücadelenin gelişmesi, Xol adlı silahlı saldırı müfrezelerin kurulması için çalışacak “Milli Kurtuluş için Ermeni ve Kürt Komitesi” adlı bir örgütün kurulması gerekiyordu. 6 ocak ı868’de beş insan ve ı0 mührün kararıyla 14 kişilik bir “Komite” kuruldu. G. Halacyan’ın el yazmalarında bu Komite’nin üyelerinin adları var:

1- Hacik Minacıyan
2- Grigor Karapetyan
3- Halise’nin oğlu Cerdo
4- Kamer Misto’nun oğlu Ismail
5- Ahlat’lı Ahmet’in oğlu Ali
6- Hen’li Miko’nun oğlu Ûso(Yusuf)
7- Reyis’li Ömer’in oğlu Miko(Hakob)
8- Gal’li Hasan’ın oğlu Temir
9- Sergis Pağdo’nun oğlu Piğdo
10- Süleyman Pero’nun oğlu Ibrahim
11- Azakans Adam’ın oğlu Nersik
12- Manukans Gabo’nun oğlu Manuk
13- Sulo Xudo(Süleyman Hıdır)’nun oğlu Mehmet
14- Atom Grigor Karapetyan.

Milli Kurtuluş için Ermeni ve Kürt Komitesi’nin amaçları şunlardı:

1- Türk işgalcilerine karşı her alanda savaşmak;

2- Dersim’de Ermenilerle Kürtlerden Xol(Hol) adlı silahlı saldırı birlikleri kurmak.

4- Yaşları 18 ile 30 arası olan Ermeni ve Kürtler Xol birliklerine katılabileceklerdi. Katılacakların aynı zamanda Xol komutanlığıyla beş kişilik komite tarafından seçilmiş olmaları gerekiyordu.

4- Her Xol birliği 25-50 insandan oluşacaktı. Bunlar, komutanlarının her emrini yerine getirmekle yükümlüydüler. Komutan da Komite’nin her türlü talimatına uymak zorundaydı. Xol komutanı ilk defaya mahsus olmak üzere Komite tarafından atanacak, daha sonra Xol’un üyeleri komutanlarını kendileri seçeceklerdi. Ancak seçimin Komite tarafından onaylanması gerekirdi.

5- Xol komutanı, yaşı 30’a varmış ve savaşta beş kez yiğitlik göstermiş insanlar arasından seçilebilecekti.

6- Xol’un resmi dili Zazaca olacaktı. Ancak Kürtçe bilen Ermeniler Xoy üyeliğine seçilebileceklerdi.

7- Xol’un yeri, eylem ve sırları hakkında düşmana bilgi veren üyeler komutanlık tarafından kurşuna dizileceklerdi.

8- Xol’un Komite’yle ilişkilerini ancak bir kişi bilecekti.

9- Xol komutanı, eylemlerine ilişkin bilgileri ancak Komite tarafından atanmış olan bu şahıs aracılığıyla Komite’ye iletebilecekti.

10- Komite’ye ya da Xol’a üye olanlar, bir çoban gibi faaliyetlerini yürütecek, Dersim ve Balaban’ın her yöresinden, olup bitenlerden haberdar olacaktı.

ıı- Komite öz yönetimlerini koruyan Yukarı Dersim aşiret reisleriyle ilişkilerini geliştirecek, Xol’un eylemleri ve Türk askerlerinin yaptıklarıyla ilgili olarak onları sürekli bilgilendirecekti.

12- Haçik Minasyan(başkan), Halçêns Sêko(Dersim’in temsilcisi) ve Atom Grigor Karapetyan(sekreter) Komite’nin başkanlık denen yürütmesine seçildiler. Başkanlık, Xol komutanlığına emir verme ve olağanüstü durumlarda Komite’nin yerine toplanma yetkisine sahipti.

Programını belirledikten sonra Komite çalışmalarına başladı. Her şeyden önce hükümetin elinde maşa haline gelen, topluma baskı yapan ve kirli işlerini haince yürüten ağa ve beylere karşı harekete geçti. Komite’nin üyeleri şah Hüseyin Bey ve Sait Bey’le ilişki kurarak hukumete karşı ortaklaşa savaşmak için anlaştılar.

Silahlı Xol birlikleri! 868 ağustosunda 40 Ermeni ve Kürt köyünü eli altında bulunduran ve köylülere baskılarıyla büyük acı çektiren Halil Ağa’ya karşı saldırıya geçtiler. Halil Ağa bir yandan silahlı saldırıya cevap vererek bir yandan da vaat ve aldatmacalarla bir süre sonra onlara karşı üstün bir duruma geldi. Komite fazla ilerleyemedi, üyeleri arasına ikilik girdi, halkla ilişkileri koptu ve adım adım dağıldı. (Çaçani, Karlênê; Pizmamtiya Cim’eta Ermeniya û Kurda, s. 55-59)

EK 2

Garisan’lı Şeyh Abdurrhaman’ın öldürülmesi

Ahmedê Abdurrahman Axa

1932 yılının haziran ayında Xoybûn(Hoybun) bize gönderdiği mektupta Arif Bey’le Adil Bey’in arkadaşlarıyla beraber Türkiye’ye, Müks’e, 0ran sınırına yakın yörelere geldiklerini, bazı arkadaşlarının Ermeni olduklarını, gidip onları görmemizi, mektubun içine koydukları ayrı bir mektubu Arif Bey’le Adil Bey’e verdiğimizde bizi tanıyacaklarını belirtmişti. Söz konusu mektubun üst yarısı Kürtçe, alt yarısı Ermenice’ydi. En altta da Xoybûn’la Taşnak partisinin mühürleri birlikte vurulmuştu.

Ayrıca mektupta, geçen yıl verdikleri görevlerde olduğu gibi büyük işler başarmamız, Türkiye’den Iran’a, Suriye’ye ve Irak’a kadar posta yollarını açmamız isteniyor, teşekkür edilerek Tanrının yardımcımız olması dileği belirtiliyordu.

Dokuz adam hazırlandı, onları, üç adamını Suriye’ye Baneqesr köyüne göndermesi için Irak’ta Hewrêzk köyünde kalan Taşnaklı Levon Paşa’nın yanına gönderdik. Dört gün sonra gelen üç adamı da alarak Dicle nehrinin kenarına gittik. Ribêhiye köyündeki Türk karakoluna verdiğimiz rüşvet sayesinde gece sudan geçerek Türkiye’nin sınırları içine girdik. Gece boyunca Êrs köyüne varıncaya dek yürüdük.

Köylüler arasında anlaşmazlık vardı. şeyh Abdurrahman anlaşmazlıklarını çözdü, kalkıp birbirlerini öperek barıştılar. Êrs’ten Garisanlar’ın; Şeyh Abdurrahman’ın kendi aşiretinin içine gittik. Onlar da kendi aralarında ikiye bölünmüşlerdi. Onları da barıştırdık, kalkıp birbirlerini öptüler. Oradan da Çolîçemkan köyüne gittik. Bir gün ve bir gece Çolîçemkan’da kaldık. Oradan beşgece yürüdük, ta Sempanis köyüne varıncaya dek. Köyün muhtarının adı Şahin’di. Köyün dışında mola verdik, bir elçimizi muhtarın yanına gönderdik, kendisi yanımıza geldi, Şeyh’in ellerini öptü.

“Arif Bey’le Adil Bey senin yanında mı” diye sorduk.

“Dört gün oldu, yanımızdan ayrılıp Arinc’e, köy muhtarı Osman Andelib’in yanına gittiler” diye cevap verdi.

O gece, bize bir koyun kesti, akşam yemeğimizi yedik, gece de köyde kaldık. Ertesi sabah erkenden köyden çıktık, gidip köy çeşmesinin başına oturduk.

Şeyh “içimizden bazıları Arinc köyüne gitsinler, bazıları da burada kalsınlar” dedi. Ben de:

“Şeyhim, müsaadenizle hepimiz beraber Arinc köyüne gidersek daha iyi olmaz mı? Tümü dört saatlik bir yol. Eğer Arif Bey’le Adil Bey orada iseler ne ala, değillerse yine hep beraber geri döneriz.”

Şeyh, “arkadaşlar arasında senden başka kimse ses çıkarmıyor” diye serzenişte bulundu. Ben, “Xelîlan(Halilan ve Xavîtan(Havitan) aşiretleri arasında düşmanlık var, Arinc’a giden kim olursa olsun onlara rastlarsa kendisini öldürürler. Bizi ayırmamanı istirham ederim” diye ısrarlı olunca, “senden memnun değilim, hangi önlemi alsam, karşı koyar, bozarsın, bun kabullenemem” diye bana çıkıştı. Bunun üzerine, ben: “Niye kızıyorsun şeyhim, nasıl biliyorsan öyle yap” dedim.

Fakat içimden çok kızdım. Şeyh, çok kızdığımı anladı. Tümümüz beraber Müks’ün Arnûs Dağı’na varıncaya dek yürüdük. Çok yüksek bir dağdır, kaynak suları dağın yarı yamacından alt eteklerine doğru akar. Doğu yakasında geniş ve derin bir vadi var. Vadiye üç köy yerleşmiş. Dağın yarı yamacından batıdan doğuya doğru yürüdük, gidip doğu yamacında oturduk. Arinc’a giden yol dağın yarı eteğinden geçiyor. Bir saat kadar oturduk. Şeyh Abdurrhaman beni çağırdı:

Bana alınma, sana karşı sarf ettiğim sözlerden dolayı üzgünüm” dedi. Ben:

“Şeyhim, bana ne desen de kızmam, sana alınmam” dedim. Şeyh’le beraber arkadaşların yanına geldik, arkadaşlara sordu:

“Arinc köyüne kim gidecek?”

Arkadaşlardan Abdurrahman Mihê “Ben Arinc’a giderim” diye cevapladı.

Şeyh, iki arkadaşı daha onun yanına kattı, Xoybûn’un mektubunu da kendilerine verdi ve: “Bu mektubu Arif Bey’le Adil Bey’e verin, sizi tanıyacaklar” dedi.

Abdurrahman Mihê iki arkadaşla beraber gözden kayboluncaya dek yürüdü. Üç Ermeni, Şeyh’e dönüp “Şeyh’im, sadece üçünün gitmiş olması büyük bir haksızlık. Türk takip müfrezesine rastlarlarsa üçü az, karşı koyamazlar. Eğer izin verirseniz üçümüz gidip onlara yetişelim.” dediler. Şeyh de “artık sizin gitmenize gerek yok” diye cavap verdi. Hepimiz “Şeyh’im müsaade et, gitsinler” diye ısrarda bulununca “peki gitsinler” dedi. Onlar da gidip gözden kayboldular. Arinc’a gidenlerin sayısı altıya yükselmişti.

Sonradan Şeyh bana “ben Ermeniler’e güvenmiyorum, bize bir kalleşlik edebilirler diye korkuyorum. Sen de gidip onlara yetiş, Abdurrahman Mihê cahildir, bir hileye falan başvurmaya kalkışırlarsa o fark edemez” dedi. Cesaret edip “ben gitmiyorum şeyhim” diyemedim.

Eğer deseydim yine kızacaktı. Xoybun’un yayınlarıyla mührünün olduğu çantayı Şeyh’e verdikten sonra tüfeğimi omuzlayarak yola koyuldum. Başka bir arkadaş da benimle geldi. Arkadaşlara yetiştik. Arinc köyünün yakınına vardık. Köy, derin bir vadideydi. Arabi saatle üçte Arinc köyü muhtarı Osman Andelib’in yanına bir elçi gönderdik. Abdurrahman Mihê’yi de üç arkadaşla beraber köyün sırtına yolladık. Ben de üç Ermeni’yle birlikte beraber vadinin arkasında elçimizi beklemeye koyuldum.

Gündüz saat sekizde arkamızdan, geldiğimiz yol yönünden dağ başından bir tüfek sesi geldi. Ayağa kalktım. Bir tüfek sesi daha işitildi. Dürbünü dağın başına, geldiğimiz yola çevirdim, hiç kimseyi göremedim. 0 ki arkadaşı tüfek seslerinin geldiği yönde yüksek bir tepeye yolladık, onlar da bir şey göremediler. Yerimizde arabi saatle saat dokuz buçuğa kadar bekledik, Arinc’a yolladığımız elçi geri döndü, “muhtar yoktu, gelinceye dek kendisini bekledim.

Bana şeyhin ellerinden öperim, kendisine, Arif Bey’le Adil Bey arkadaşlarıyla beraber bizim yanımızda kalıyorlar. Akşam olunca köye, bizim eve gelecekler. Şeyh de arkadaşlarıyla beraber buyursunlar köye, bize gelsinler, bu akşam beraber hoşça bir vakit geçiririz.” dedi.

Elçi, bir miktar peynir ve bir çuval ekmek de beraberinde getirmişti. Her birimiz ekmekle peynirimizi alarak şeyh’le diğer arkadaşları da getirip hep birlikte Arinc köyüne geri dönmek için yola koyulduk. Yokuşun başına dek yürüdük. Akşam olmuştu. Bir süre oturup soluklandık, sonra tekrar yürüdük. Yaklaşık on metre ötede önde yürüyen arkadaşımız, bize dönerek korkuyla “bakın, bakın Şeyh’in cesedi yola düşmüş!” diye bağırdı.

Ölüsünü görünce hepimiz ağlamaya başladık, birbirimize bakarak, “arkadaşları nerede” diye sorduk.

Dağın doruğu düzlüktü. Düzlükte bir ziyaret vardı, adı şehitler Ziyareti’ydi. Ziyaret bir avluyla çevriliydi. Şeyh’in ölüsü ziyarete yakın bir yerdeydi. Birbirimize Şeyh’i öldürenler ziyaret avlusunun arkasında saklanıyorlar dedik. Hep beraber avlunun üzerine yürüdük, fakat içi boştu, kimseyi göremedik. Tümümüz koşup ölünün üzerine gittik, baktık ki başı gövdesiyle değil. Arkadaşlardan biri, “Arkadaşlar Şeyh’i öldürmüş olmasın?” diye sordu.

Abdurrahman Mihê “Hangi evi yıkılasıca Şeyh Abdurrahman’ı öldürebilir ki?” diye karşılık verdi. Ben hemen “Necmo öldürmüş” dedim. Daha dikkatli bakınca Necmo’nun bıçağının boyunla gömlek yakasının arasına düştüğünü fark ettik, tümümüz onun bıçağını tanıdık.

İşte, ulus ve din şehidi Garisan’li Şeyh Abdurrahman’ın hain Siirt’li Necmo’nun eliyle nasıl katledildiğinin hikayesi.

Bizler Arinc köyüne gidince Şeyh’in yanında üç[dört olması gerekir M.C] arkadaşkalmıştı. Üçü de yorgun olduğu için Şeyh onları Ermîşat köyüne geri göndermiş, Necmo’yla yalnız kalmışlar. Onlar da yanımıza, Arinc’a gelmek üzere yola koyulmuşlar. Şeyh’in tüfeğini de Necmo taşıyormuş. Şeyh önden gittiği için arkadan tüfeği sıkmış, kurşun Şeyh’in sırtından girerek göğsünden çıkmış.

Şeyh kendisine dönmüş, bir kurşun daha sıkmış, karnından girerek sırtından çıkmış. Şeyh yere düşmüş. Başını keserek Hakkari’nin şax(Çatak)’ına götürmüş, Türk kaymakamının önüne koymuş. Kaymakam, Necmo’nun Garisan’lı Şeyh Abdurrahman’ı öldürdüğünü, kesik başını getirip önüne koyduğunu telefonla Van valisine bildirmiş. Vali, Necmo’nun yalancı bir adam olduğunu, Şeyh Abdurrahman’ın öyle kolayca öldürülebilecek biri olmadığını, bir çobanın başı falan olabilir diye karşılık vermiş. Ama, “Eğer Şeyh’in başıysa Necmo’yu kelepçeleyip katırla Westan köyüne getirin, orada otomobil var, bindirin yanıma gönderin.” diye eklemiş.

Ondan ötesini, valinin Necmo’ya ne yaptığını bilmiyoruz. Onu affetiklerini, kendisine bol miktarda para verdiklerini, Siirt’e evine gittiğini biliyorum. Sonradan, helal süt emmiş bazıları, gidip evinde ağzına dört kurşun sıkarak ruhunu cehenneme gönderdiler.

Rehberimize kırk gümüş mecidiye vererek Şeyh Abdurrahman’ın ölüsünü şehitler Ziyareti’ne gömmesini rica ettik.

Ermeniler, Arinc köyüne, oradan İran’a, oradan da Suriye’ye döneceklerini söylediler. Kabul etmedim. Yola koyulup gerisin geriye Ermîşat köyüne geldik. Yorgun oldukları için Şeyh tarafından oraya gönderilmiş olan üç arkadaşımızı getirttik. Olayı kendilerine anlattık, hep birlikte yürekleri ve umutları yaralanmış olarak ve ağlayarak Medrese köyüne Şeyh Abdurrahman’ın kardeşi Şeyh Hasan’ın yanına geldik. Başsağlığı için bir süre orada kaldık. Bize;

“Sizden rica ediyorum, Türkler beni sıkıştırdıklarında, size haber yollayacağım, yardımıma gelin, çoluk çocuğumla beraber Suriye’ye geçeceğim” diye ricada bulundu.

Biz de “Olur, memnuniyetle” diye karşılık verdik….

Necmo’nun Garisan’lı Şeyh Abdürrahan’ı neden öldürdüğüne gelince… Necmo denen adam çok kötü bir insandı. Türkiye’de pek çok suç ve günah işlemiş, mahkum olmuş, sonra hükümet tarafından tutuklanıp hapse atılmış biriydi. Necmo birkaç başka tutukluyla beraber tünel kazarak hapisten kaçtı. Kaçanlardan bazıları tekrar yakalanırken kimisi de kurtuldu.

Necmo, 1932 yılında Türkiye’den kaçıp Suriye’ye Baneqesr köyündeki Garisan’lı ıeyh Abdürrhaman’ın yanına geldi. Neden buraya geldiğini de anlatayım. Siirt’te Bale’li Şeyh Yasin diye fabrika sahibi çok değerli bir adam vardı. Necmo’nun dayısıydı. Kendisiyle Şeyh çok yakın dosttular, birbirlerini çok severlerdi. Onun aracılığıyla Necmo Şeyh’in yanına geldi.

Şeyh Abdurrahman’ın Necmo’nun eliyle katledilmesine gelince… İbrahim Tali Diyarbakır’da Umumi Müfettişidi. Şeyh’in eylemlerinden oldukça kaygılanıyordu. Müfettiş, Necmo’nun Şeyh’in yanında olduğunu biliyordu. Gizlice Botan Cizresi’ne kaymakamın evine geldi. Heber salıp Necmo’nun annesini Siirt’ten Cizre’ye getirttiler.

Müfettiş kaymakamla Necmo’nun annesini Suriye’ye Andiwer kentine gönderdi. Bunlar, Necmo’ya “Umumi Müfettiş’in emridir, eğer Şeyh Abdurrahman’ı öldürürsen Türk hükümeti seni affedecek ve sana 500 altın verecek,” dediler. Necmo, görevi kabullendi, “bulduğum ilk fırsatta Şeyh’i öldürürüm” dedi.

İşte yukarıda anlattığım gibi bulduğu ilk fırsatta, 1932 yılı haziran ayında bu cinayeti işledi.

 

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.