Yapacak bir şey yok, Kürdüz...
500 yıllık bir tarihin tanığı olan Dört Ayaklı Minare'nin taş ayaklarına kurşun değdiği için kalbi yaralanan ve feryat eden bir adama kıydılar. Olan biten hazin olmanın çok ötesindeydi.
Tahir Elçi’nin Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare'nin dibine vurulup düşmesinin üzerinden tamı tamına dört yıl geçti. 500 yıllık bir tarihin tanığı olan Dört Ayaklı Minare'nin taş ayaklarına kurşun değdiği için kalbi yaralanan ve feryat eden bir adama kıydılar. Olan biten hazin olmanın çok ötesindeydi.
Sevilay Çelenk
Geçtiğimiz hafta sonu Diyarbakır’da Tahir Elçi Vakfı’nın düzenlediği iki günlük “Kürt Meselesi” başlıklı panel, iki cümle arasında uçsuz bucaksız bir ıstırap ve direniş coğrafyasını katetti. Birinci cümle toplantının açılışında moderatör Aziz Yağan’dan geldi: “Yapacak bir şey yok, Kürdüz.” İkinci cümlenin gelişi, ikinci günü bekledi. Barış imzacısı siyaset bilimci Cuma Çiçek, olağanüstü düşündürücü konuşmasında, başımıza gelenler kadar gelebilecek olanları da değerlendirdi. Serinkanlı bir dil kullanarak, doğruları ve yanlışları, kazanımları ve kayıpları aynı adil mesafeden tartmaya gayret etti. Cuma Çiçek’i dinlerken, Kürtler söz konusuysa, Ortadoğu ve hatta dünya dengelerinin hemen her zaman aleyhte kurulduğunu, tarih boyunca Kürdün payına çok fazla acı düştüğünü de düşünmeden edemedik. Yine de Cuma Çiçek, “Ama biz haklıyız” dedi. Elimizdeki ikinci cümle de buydu. Kürdün hayatı bu iki cümle arasında yaşanıyor diye düşündüm naçizane. “Yapacak bir şey yok, Kürdüz. Ama biz haklıyız.”
Tahir Elçi’nin Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’nin dibinde vurulup düşmesinin üzerinden tamı tamına dört yıl geçti. 500 yıllık bir tarihin tanığı olan Dört Ayaklı Minare’nin taş ayaklarına kurşun değdiği için kalbi yaralanan ve feryat eden bir adama kıydılar. Olan biten hazin olmanın çok ötesindeydi. İnsanı isyan ettiren bir cinayetti. Diyarbakır, Tahir Elçi’nin ebediyete uğurlandığı gün, caddelerden akan bir insan selinin ardından sokak sokak, ev ev, balkon balkon ağladı… Tahir Elçi’nin ölümü, Kürdün her türlü ve her yerde hedef olabileceğini ve bir göz kırpışı vakitte hayattan koparılabileceğini gösteren çok acı bir ölümdü…
“Kürt Meselesi” başlıklı panele gelince, “Eşit Yurttaşlık” ile “Sokağa Çıkma Yasakları”nın tartışıldığı iki oturumdan oluşan ve katılımın oldukça yüksek olduğu bu iki günlük paneli burada layıkıyla değerlendirmek biraz güç. Bu yüzden de daha çok konferansın bütününde salona hakim olan ve sözü kuşatan atmosferden söz etmek istiyorum. Hemen hemen tüm konuşmalarda hissedilen şey sözün samimiyetiydi. Bilginin ya da “öğrenilmiş” olanın, “yaşanmış” olanı ya da tecrübeyi sarmalaması ve dinleyicilere sunmasındaki sahicilik. Konuşmayı neredeyse üzerine konuştuğu şeyin somutluğunda hissetmeye izin veren bir şeffaflık…
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.